126
İnsan ve Toplum
son bulmuştur. 1980’lerle beraber artan kültürel ve kimlik
temelli talepler ve bunun
siyasete yansımaları, siyasetin biraz da çevrede çeşitlenmesine yol açmış, böylece yeni
oluşumlar çevreyi kendi içinde parçalayarak genişletmiş, her parçayı da ayrı bir siyaset
üretmeye zorlamıştır. Doğal olarak her siyaset kendi örgütlenmesini ve partisini bera-
berinde getirmiştir (Kahraman, 2010, s. 225-231). Artık etnik ve dinî temelli taleplerin
daha fazla ön plana çıkmasıyla beraber “İslamcılık”, “Kürt sorunu”, “Alevi sorunu” gibi
kültürel ve kimlik temelli problemler siyasetin gündemini
daha fazla bir şekilde belli
etmeye başlamışlardır. Siyasetin, merkezin dışında, daha çevresel aktörler tarafından
belirlenmesi ise paralelinde liberal siyaseti 1990’lı yıllarda daha anlamlı kılan bir faktör
olmuştur. Yaşanan tüm bu gelişmeler bağlamında ortaya çıkan yeni liberal akımlar, o
dönemler için görece daha çevredeki talepleri siyasete taşıma çabası içinde olmuşlar-
dır. 1990’larda ortaya çıkan ve gelişen bu liberal siyaset, etnik ve dinî temelli kimlik,
fark ve tanıma politikalarını gündemine almış yeni açılımlar üretmiştir. Bu durum ise
Türkiye’de daha demokratik bir siyasal yapının oluşması
gerektiğine işaret eden bir
hususu ortaya çıkarmıştır. Belki de bu yüzden 1990’lı yıllar, Türkiye’de siyasi liberaliz-
min canlandığı ve atak yaptığı bir dönem olmuştur.
Yukarıdaki satırlarda 1980’li yıllarda neoliberal politikalar ve sivil toplum tartışmaları
bağlamında ilerleyen liberalleşme çabalarından farklı olarak 1990’lı yıllarda ilk defa,
liberalleşme, daha özgün ve devletin resmî söylemini de eleştirir boyutlarda ortaya
çıkmaya başlamıştır. Bu eleştirel söylemde, 1990’lı yıllara miras kalan Türkiye’nin temel
siyasi, iktisadi ve sosyal problemlerine çözüm yolları aranmıştır. Bu sorunların başında
ise 1990’lı yıllarda daha da derinleşen ve birey aleyhine gelişen devlet-toplum-birey
ilişkileri; kimlik ve kültür temelli “Kürt meselesi”, “siyasal İslam’ın”
yükselişi ve paralelin-
de laiklik-İslamcılık tartışmaları ve özgürlükler bağlamında din ve ifade özgürlüğü gibi
meseleler gelmektedir. 1990’lı yıllarla beraber ortaya çıkan ve bu problemlere birey
ve özgürlük merkezinden yaklaşan bu yeni liberal yaklaşımlar birkaç farklı zeminde
kendilerini göstermiştir. Bu zeminlerden bir tanesi “Yeni Demokrasi Hareketi”
2
olarak
partileşmiş diğeri ise “Liberal Demokrat Parti”
3
adıyla siyasi hayatta yerini almıştır.
2 İşadamı Cem Boyner öncülüğünde birçok ünlü isim tarafından 22 Aralık 1994 tarihinde kurulan Yeni
Demokrasi Hareketi, kısa bir süre içinde medyanın büyük bir odağı haline gelmiştir. Girdiği ilk seçim
olan 1995 seçimlerinde büyük bir hezimet yaşayan parti, 133.889 oyla % 0,5 oy oranında kalmıştır.
Seçimlerden sonra Cem
Boyner partiden istifa etmiş, yerine Hüseyin Ergün genel başkan seçilmiştir.
Parti, 2 Kasım 1997 tarihinde kendisini feshederek Barış Partisi’ne katılmıştır (Yücel, 2006, s. 125).
3 Liberal Demokrat Parti, Besim Tibuk tarafından 26 Temmuz 1994 yılında kurulmuştur. Parti ilk
kurulduğunda Liberal Parti adı ile kurulmuş, 18 Eylül 1995’te yapılan kongre ile partinin ismine “De-
mokrat” ibaresi eklenmiş ve Liberal Demokrat Parti olmuştur. 1995 seçimlerine katılmayan parti,
1999 seçimlerine kadar dillendirdiği liberal taleplerle Türkiye’de ilgi uyandırmıştır. Ancak, bu ilgi 1999
seçimlerinde oy olarak yansımamış ve LDP, 1999 seçimlerinde 127.174 oyla %0.4 oy oranında kalmıştır.
3 Kasım 2002 seçimlerinden ise LDP daha başarısız bir sonuçla çıkmış 89.331 oyla %0.3 oy oranını
yakalamıştır. 2002 seçimlerinden sonra partiden istifa eden Besim Tibuk’un yerine ilk olarak Ercan Çalı
gelmiştir. Şu anda ise partinin başkanlığını Cem Toker yürütmektedir (Yücel, 2006, s. 122-124).
127
Köroğlu / Türkiye’de 1990’lı Yıllarda Ortaya Çıkan Siyasi Liberalizm Pratikleri
Cem Boyner ve Besim Tibuk gibi iki sermayedarın kurduğu bu partilerin paralelinde,
yine 1990’lı yılların başında ortaya çıkan “İkinci Cumhuriyetçiler” ile “Liberal Düşünce
Topluluğu” gibi düşünce grupları da o dönemdeki liberal canlanmayı anlamak için
önemlidir. 1990’larla beraber ortaya çıkan
ve öncülüğünü Etyen Mahçupyan, Ali
Bayramoğlu, Mehmet Altan gibi isimlerin yaptığı “İkinci Cumhuriyetçiler” olarak adlan-
dırılan grup, liberalizmi biraz daha demokratikleşme çabasıyla yorumlamış; ayrıca,
Cumhuriyet idaresinin eski otoriter ve bireyi devlete karşı ikinci plana atan düşünce-
lerini eleştirmişlerdir. Bu açıdan da bu grubun düşünce bağlamında “Yeni Demokrasi
Hareketi” ile yakın bir bağlantısı olmuştur. Diğer bir zeminde yer alan, “Yeni Sağ”
düşüncenin kuramsal öncülerini temel referans alan ve tam bir liberalleşmeyi savunan
“Liberal Düşünce Topluluğu” da savunduğu klasik liberal
fikirlerle bu dönemde ortaya
çıkmıştır. Her ne kadar aralarında tam bir organik bağ olmasa da savunduğu görüşler
bağlamında LDT ile yakınlık arz eden “Liberal Demokrat Parti” de aynı yıllarda ortaya
çıkmıştır. Her iki parti ve ekip de yukarıda da ifade ettiğimiz gibi temel olarak liberal
referansları gündeme almışlar ve o dönemin sorunlarına resmî ideolojinin dışında
tezler üretmeye başlamışlardır.
İkinci Cumhuriyetçiler ve YDH
Turgut Özal’la beraber Türkiye’de hâkim olmaya başlayan neoliberalizm ve “Yeni Sağ”
program, demokrasiyi bir araç olarak görüyordu. Bu aşamada siyasi liberalizm talepleri,
genellikle iktisadi liberalizm uğruna yok sayılıyor ve bir sonraki aşama olarak görü-
lüyordu. Bununla beraber Özal’ın uyguladığı liberal politikalar
ile beklenenin aksine
devletin yapısı küçülmemiş, bilakis devlet, iktisadi alanda daha da büyümüş ve etkin
hale gelmiştir. Ayrıca, Özal döneminde her ne kadar bir liberalleşmeden bahsedilse
de Türk siyasal hayatının ve kültürünün ana hâkim kodlarında herhangi bir değişik-
liğe gidilmemiştir. Buna göre Cumhuriyet’in askeri-sivil bürokrasinin iktidarına dayalı
yapısı değişmemiş ve bu yapı devletçi ve merkeziyetçi bir esası temel aldığından farklı
kimliklere hayat hakkı tanınmamıştır (Altan, 1997, s. 88). Bu tutum ise Türk toplumun-
da, o dönemde istenildiği şekliyle sivil toplumun gelişememesine yol açmış ve farklı
kimliklerin kültürel mozaiğin bir parçası olmasını engellemiştir.
Temelde bu duruma
bir tepki olarak ortaya çıkan İkinci Cumhuriyetçiler, merkezi, bürokratik devlete karşı,
küçültülmüş, bireyselleşme ve çoğulculuğa dayalı bir liberal devlet ve toplum modeli
öngörmüşlerdir. Devleti “ideolojilerden arındırılmış, tarafsız, toplumun hizmetindeki
bir araç” olarak tanımlayan İkinci Cumhuriyetçilere göre, demokrasinin gerçekleşmesi
için mevcut “padişah devletin” yerini “hizmetkâr devletin” alması
ve ekonomiyi dev-
letin değil, toplumun kontrol etmesi gereklidir. Bu şekilde ideolojisiz veya “ideolojik
tercihleri en aza indirgenmiş” devlet, kendini toplumun refahını arttırmaya adamış
“teknik bir devlet” olacaktır. Bir teknik organizasyon olan bu devletin işlevi yalnızca
savunma, vergi toplama, para basma, diplomasi ve yargı işleri olacaktır (Altan, 1998,
s. 86). İkinci Cumhuriyetçiler, bir şekilde Özal dönemi neoliberalizmine biraz daha