6
İnsan ve Toplum
Her zaman camide toplanan
halka oradan sesimizi duyurmak; oraları modern
halkevleri haline koymak; din sınıfını ortadan kaldırmak, herkesi din ve dünya
namına konuşturmak mümkündür. İslamlık bu bakımdan en modern, en ileri
bir dindir.
Ahmet Hamdi Başer
Diyanet İşleri Başkanlığı eski danışmanı, emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu’nun
yönetiminde 2003 yılında yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de 12 milyonu genç (15-
25 yaş arası) olmak üzere 23 milyon kişinin cuma namazı kıldığı tespit edilmiştir (Acar,
2003). Cuma namazı, sık tekrarlanan kitlesel bir eylemdir ve namazın içerisinde irat
edilen
Cuma hutbesi, bu ibadete politik bir hüviyet kazandırmaktadır.
Fakat ilginçtir ki bu denli sosyo-politik bir edim, akademik anlamda yeterince incelen-
memiş, üzerinde yeterince düşünülmemiştir. Hutbelerin; sosyolojik, politik, ekonomik,
psikolojik, eğitsel ve iletişimsel yönleri, birçok sebepten ötürü ayrı ayrı incelenmeyi
gerektirmektedir.
Öncelikle, Cuma hutbesi şekilsel olarak “hatip tarafından irat edilen mev’ıza ve hitabe-
dir” (Baktır, 1998, s. 425). Cuma ve Bayram namazları ile yağmur ve kusüf (güneş tutul-
ması) dolayısı ile dört zamanda okunan, cami ve musallarda hutbe iradı
için özel olarak
hazırlanmış “minber” adlı yüksek bir yerden hatibin cemaate seslendiği bir dini iletişim
şeklidir (Çakan, 1975, s. 26-27). Bu manada hutbe, bir kitle iletişim şeklidir. Fakat, yirmi
birinci yüzyılda kitle iletişimin hayatın tüm alanlarına yayıldığı ve baş döndürücü bir
hızla geliştiği, internetin ve sosyal medyanın hızla ilerlediği, ulusal sınırları aşarak
dünyaya şekil verdiği, televizyon ve radyonun kitle üzerinde
etkisinin herkesçe malum
olduğu, hatta “kitle iletişim çağı” olarak tabir edilen bir dönemde, Cuma hutbelerinin
varlığını sürdürmesi ilginç bir meseledir. En eski, en basit kitlesel iletişim formu olan
yüksek bir yere çıkıp kalabalığa konuşma, bugün tüm bu teknolojilerin ortasında, bir
ibadetin içerisinde mevcudiyetini devam ettirmektedir. Hatta hutbe, neredeyse hiçbir
televizyon veya radyo programının başaramayacağı, her hafta düzenli olarak yaklaşık
20 milyon insana doğrudan ulaşma şansına sahiptir. Kitle iletişimin ekonomik-politik
gücünün ziyadesiyle farkında olduğumuz bir çağda, hutbelerin
bu kitlesel ehemmiyeti
göz ardı edilemez. Aynı zamanda tekniğin durmak bilmez gelişmesine karşın, bu arkaik
formun hâlâ bu kadar yüksek gücünün olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir
mevzudur. Öncelikle, hutbenin Cuma ve bayram namazlarının bir rüknü olmasının,
“sözlü kültür”le yakın bir ilintisi vardır. Hem yüz yüze canlı bir iletişim aracı olması, hem
de teknik imkânların şartları dolayısıyla kadim dönemden bu yana hutbe, mesaj iletme
işlevini sürdürmektedir. Bu anlamıyla hutbenin, işitimsel ve konuşmaya dayalı kültür-
lerin hâkim olduğu ülkelerde iletişimin vazgeçilmez bir aracı olmaya devam etmesi,
sadece ibadet yönü ile açıklanamaz. “Araç mesajdır.” iddiası bağlamında, araçtan
7
Demir / Çevreye Minberden Bakmak: Cuma Hutbelerinde
Çevre Sorununun Sunumu
ziyade “mesajın kendisi” olan hutbenin ilgi görmesinin ardında, hitabetin kadim bir
olgu olması, halkın yazılı kültür pratiklerine hâlâ uzak olması ve dahası, sözü söyleye-
nin mevcudiyetinin hitap edilen kitle tarafından ontolojik güvenlik sağlaması gibi bir
takım tarihsel-felsefi argümanlar öne sürülebilir. Hutbelerde mevcudiyet metafiziğine
olan güveninin (ki ileri de göreceğimiz üzere ideolojik bir güvendir) gerçekliğini ve
pratiğini görmüş oluyoruz. Hutbeler, mevcudiyet metafiziğinin en yaygın ve en somut
örneklerinden birini teşkil etmektedir. Bir başka ifade ile sözün (nutuk, logos) gücünü
arkasına
alan hatip, kendi mevcudiyetini de hutbe pratiğine ekleyerek sözün daima
yazıya nazaran üstün ve öncelikli olduğu düşüncesini fiilî olarak göstermektedir.
Logosentrik gelenekten gelen sözün kutsallığı, hutbeye olan gizli ilgi ve güvenin örtük
nedeni olarak değerlendirebiliriz.
Ayrıca hutbelerin pedagojik yönü de ilgiye değerdir ve bu konu, akademik anlamda
görece daha çok çalışılmıştır.
1
Hutbelerin psiko-sosyal etkisine dair çalışmalar ise yete-
rince yapılmamış, hutbelerin sosyolojik etkisi, dinleyiciler üzerindeki nüfuzu, alımlayan
kitlenin hutbelere yaklaşımı
2
ve sair konular yeterince incelenmemiş, konu ile ilgili saha
çalışmaları pek yapılmamıştır.
Fakat burada özellikle üzerinde durulacak mesele, hutbelerin politik yönüdür. Minber,
tarih boyunca iktidarın kendini ortaya koyduğu yahut
gücünü gösterdiği bir siyasi
meşruiyet alanı olagelmiştir. Ayrıca hutbe, fethedilen topraklarda İslam’ın siyasal
hâkimiyetini ilan etmenin de bir yolu olmuştur. Mesela, Hanefi âlimleri, savaş yoluyla
fethedilen ülkelerde İslam’ın gücüne imada bulunmak üzere kılıca dayanılarak hutbe
okunmasını uygun görmüşlerdir (Baktır, 1998, s. 425).
Hz. Muhammed’in zamanında ve sonrasında hutbe, dinî fonksiyonun yanı sıra siyasi
hâkimiyetinde sembolü olarak önem kazanmıştır. Hz. Ebu Bekir, halife seçildiği zaman
takip edeceği siyasetin temel prensiplerini açıklayıcı mahiyette veciz bir hitabede
bulunmuş, diğer üç Raşit halife de bu geleneği sürdürmüştür. Valiler de göreve baş-
ladıklarında benzer konuşmalar yaparlardı. İbn-i Haldun’un
kaydettiğine göre, halife
adına ilk hutbe okuyan kişi Hz Ali’nin Basra valisi Abdullah bin Abbas’tır. Hz Ali ile
Muaviye arasındaki politik gerilimde İbn-i Abbas, Hz. Ali’nin adını hilafetin bir alameti
olarak hutbede okumuş, halkında sükût ederek dinlemesini kendisine bir biat olarak
kabul etmiştir. Abbasi halifeliği boyunca da halife adının anılarak kendisine dua edil-
mesi, hilafetin sembolü sayılmıştır. Bir kamusal güvenoyu mahiyeti taşıyan hutbenin
ikinci kısmında halifenin isim ve lakabı zikredilerek dua edilir, zaman zaman da halife
ve sultanlar övgü dolu uzun lakap ve vasıflarla anılırdı. Devletlerin
meşruiyetinin temel
şartlarından biri, hükümdarın kendi ülkesinde halife adına hutbe okutmasıydı. İslam
1 Konu ile ilgili tezler: (Döner, 2004; Suna, 1996).
2 Bu konuda Stuart Hall’un Reception Theory’sini (Alımlama Teorisi) teorik bir yaklaşım olarak kabul
eden bir saha çalışması yapılabilir.