20
İnsan ve Toplum
Diyanetin çevrecilik tasavvuru, kaynak korumacı yahut onarımcı-reformist anlayışla
sınırlıdır. Yaşam tarzını, evren tasavvurunu ve hayat felsefesini
değiştirmeden gündelik
hayat içerisinde yapılacak küçük değişiklikle kotarılabilecek, manevi bir duygu ile değil
de, ekonomik ihtiyaçlar, sosyal haklar bağlamında ele alınan çevre sorumluluğunun
kaynakları akıllıca kullanarak çözülebileceği düşünülmektedir. Doğa ile ilişki, sorumluluk,
koruma, ödevler, görev gibi kavramlar aracılığı ile zikredilmekte, böylece doğa ile dışsal
bir ilişki kurulmaktadır. Zaten hutbelerin tarihlerine dikkat edilirse, çevre ile ilgili hutbele-
rin Haziran ayında irat edildiği görülecektir. 5-11 Haziran’ın Çevre Koruma Haftası olması
nedeniyle, çevre konusu da özellikle bu haftada ele alınmakta, yani samimi bir ilgiden
ziyade haftanın önemine dair yapılmış mutat bir konuşma olarak icra edilmektedir.
Fakat ilginçtir ki hutbelerin çevre sorununu ele alışı, 2007 yılında âdeta
sihirli bir değnek
değmişçesine değişmiş; Diyanet, sığ ekolojizm denen insan-merkezci-korumacı anlayış-
tan daha derin bir anlayışa, derin ekolojik yaklaşıma, yakın sürdürülebilir bir çevrecilik
düşüncesine geçmiştir. Haziran 2007’de okunan hutbede neredeyse Cumhuriyetin
başından beri yerleşmiş olan insan-merkezci anlayış bir anda tersine çevrilmiş, hutbe-
lerde tekrar edilmesi gelenek olmuş ayetler yerine bambaşka ayetler tercih edilmiştir.
“Varlıkları manevi yönden ve yaratılıştan kutsal görme, İslam çevreciliğinin
manevi temelini oluşturur. ‘Görmez misin ki;
göklerde ve yerde olanlar, güneş,
ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah’a secde edi-
yor’[ Hac, 22/18]. ‘Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla
uçan kuşlardan ne varsa hepsi sizin gibi birer topluluktur’ [En’âm, 6/38]. Bu ayet-
lerden anlaşıldığı gibi kâinattaki tek varlık insan değildir. İnsanın diğer varlıklar
karşısında sorumluluğu vardır. Peygamber Efendimizin şu hadisi, insanın bu
sorumluluğunun inceliklerini ortaya koymaktadır: ‘Otu bol yerlerde yolculuk
yaptığınızda otlardan istifade etmeleri için hayvanlara (develere) imkân verin.
Gece mola vereceğiniz zaman, yoldan ayrılıp bir kenara çekilin. Zira yol hay-
vanların geçeceği ve böceklerin geceleyeceği yerdir” [Müslim, “İmâre”, 178]”
(İstanbul
Müftülüğü, 2007).
Görüldüğü gibi bu hutbede doğanın insana olan faydasını yeniden anlatılmaya başlan-
mamış, tam da derin bir anlayış içerisinde, doğanın kendinde ve kendi için değerli ve
kutsal olduğunu söylenerek ve ilk defa bir eko-teolojik ahlakın temellerinden bahsede-
rek, İslam çevreciliği tabiri gündeme getirilmiştir. Daha önce sürekli tekrarlanan “emri-
ne verilme” ayeti yerine bu sefer, gökleri, ağaçları, hayvanları, Allahın ilahi-ontolojik
yüceliğinin şemsiyesi altında eşitlenmiştir. Hayvanların ve kuşlarında
birer topluluk,
birer ümmet olduğunun belirtilmesi ile onları basitçe birer kaynak statüsünden çıkarıp
insan gibi, Yaratıcı’nın bir kulu seviyesine çıkartılmıştır. Zikredilen hadiste de önceki
dışsal ve soğuk, hizmet alanın hizmet verenden daha iyi faydalanması için hizmet vere-
ni koruması ekseninde kurulmuş, ast-üst ilişkisine dayalı merhamet eden ve koruyan
insan algısından; en az bir insan teki kadar dikkate alınması gereken diğer canlıların,
hem de basitçe, binek hayvanları değil, böcekler ve karıncalara kadar tüm canlıların
nazar-ı itibara alınması gerekliliğinin altı çizilmiştir.
21
Demir / Çevreye Minberden Bakmak: Cuma Hutbelerinde
Çevre Sorununun Sunumu
Daha önceki yıllarda gördüğümüz gibi hümanist ideolojinin hâkim olduğu insanın
ayrıcalığı ve üstün konumu, burada bir anda tepetaklak edilmektedir.
“Doğal hayatın ve çevre kirliliğinin temel sorumlusu insan faaliyetleridir”
(İstanbul Müftülüğü, 2007).
“Evet... İnsanoğlu çok zalim, çok nankör. Çünkü bütün canlılar içinde, israfta
sınır tanımayacak kadar aşırı derecede tüketebilen tek varlık insandır” (İstanbul
Müftülüğü, 2008).
İnsan-merkezciliği rafa kaldıran bu yeni hutbelerde, eskiden sıkça tekrarlanan “musah-
har kılınma” ayetini de yeniden ele alarak, bu ayetin yanlış yorumlandığı 2008’de ki
hutbede belirtiliyor.
Ayrıca, bu senelerden itibaren hutbelerin dilinin değiştiği de gözlemlenebilir. 2007’de
ilk kez “ekoloji” kelimesinin kullanıldığını görüyoruz. Bundan sonra hutbelerin eski,
kalıplaşmış dili değiştirilerek yeni konulara yeni bir dil ile girilmeye başlamıştır. Bu
tarihlerden sonra artık, çağdaşlaşma ülküsüne karşı biraz daha mesafeli durmaya
başlanmış ve günümüzdeki sorunların modern zihniyetin sorunları olarak tanımlanıp,
dini ve maneviyatı bir kurtuluş vesilesi olarak öne süren açıklamalar yapılmaya başlan-
mıştır. Kullanılan dil, eskiye nazaran bir ölçüde felsefi derinliği olan bir dile evrilmiştir.
Bundan sonra; “bilim”, “teknoloji”, “etik”, “modern hayat”, “sanayi”, ”ilerleme”, “tüketim
toplumu” gibi kavramlar metinlerde zikredilmeye başlamış, dahası
çoğu zaman olum-
suz bir kontekste anılmışlardır.
“…Bunlar, sadece teknolojik gelişmelerin ve modern hayat tarzının insanı mutlu
edemediğini, madde ve mana arasındaki dengenin bozulduğunu göstermekte-
dir” (İstanbul Müftülüğü, 2010a).
“İnsanlık tarihinde bu kadar güçlenen inkârcı ve materyalist hareketlerin günü-
müz dünyasında ne kadar tahripkâr olduğunu, gelişmemiş ülkeler yanında
“ileri” denen ülkelere bile ne ağır bedeller ödettiğini görmekteyiz” (İstanbul
Müftülüğü, 2010a).
Daha önceki hutbelerde görülen ilerlemeye, kalkınmaya olan teşvik,
burada tam
tersine dönerek ileri ülkelerin sebep olduğu ekolojik sorunlara dikkat çekilmektedir.
Dahası, hutbelerde, tüketim toplumu eleştirisi gibi entelektüel konular, akademik
çalışmalar bağlamında zikredilerek ekolojik sorunun ciddiyetine farklı bir jargonla
vurgu yapılmaktadır.
“Günümüzde sanayi ve kozmetik atıklarının hiçbir önlem alınmadan çevreye
atılması gibi yanlış işlerle doğal zenginliklerimiz ve çevremiz tahrip edilmekte,
doğal denge bozulmaktadır” (İstanbul Müftülüğü, 2009).
“Yabancı bir enstitünün yayımladığı
bir raporda, aşırı tüketimin “dünyayı tüketti-
ği” ifade ediliyor…. ‘Dünya Doğal Hayat Fonu’ adındaki bir kurumun doğal kay-
naklar üzerine yaptığı bir araştırma raporu, günümüzdeki tüketim çılgınlığının,
dünyanın sonunu hazırladığını bildiriyor; son otuz yılda dünya üzerindeki doğal