16
İnsan ve Toplum
üzerine yoğunlaşan insan merkezci yaklaşım, radikal bir hayat algısı
değişikliğinden
ziyade, mevcut sistemin ıslahı taraftarıdır. Siyasal olarak onarımcı-reformist (conserva-
tist) ve korumacı-önleyici (preservatist) diye ayırt edilebilecek bir dizi sosyal hareket, bu
bakış açısı içinde konumlanmaktadır.
Onarımcı reformist (conservatist) yaklaşıma göre, doğa, olması muhtemel ekolojik
felaketler bakımından bizim için bir erken uyarı sistemi olabilir; doğa bizi besler ve
canlı tutar. Biz doğa üzerinde faydalı deneyler yapabilir, onu kullanabilir, ondan estetik
zevkler
alabilir, rekreasyonel amaçlarla kullanabiliriz. Bu yaklaşımda doğa araçsal bir
öneme sahiptir (Vincent, 2006, s. 344). Bu görüş aynı zamanda eko-kapitalizminde arka
bahçesini oluşturur (Vincet, s. 359). Klasik liberal bir görüşten hareketle eko-kapitalizm,
piyasanın gayreti ve tekniğin ilerlemesiyle ekolojik sorunların hallolabileceğine, devle-
tin ise burada korumacı önlemler ve cezai yaptırımlarla doğayı korumada belli bir görev
sahibi olduğu fikrini savunur. Kirliliği kaçınılmaz olarak gören korumacı-onarımcı anla-
yış, verilen zararı azaltmaya veya gidermeye odaklanmaktadır. Mesela maden çıkarılan
alanlarda kesilen ağaçların yerine yenilerinin dikilmesi, alandaki ağır metallerin gideril-
mesi, toprağın rehabilitasyonu gibi çözüm önerileri sunarlar.
Tazminat, “kirleten öder”
prensibi gibi cezai yaptırımlarla da devlet aracılığıyla kirlenmeyi engellemeye çalışırlar.
Yine insan merkezci bakış açısı içerisinde kalmasına rağmen, çevresel değerlere daha
hassas bir grup önleyici (preservatist) çevrecilerdir. Bunlar, kirlilik gerçekleştikten sonra
değil, daha gerçekleşmeden önce (ex ante), bilimsel verilerin de yardımı ile önlem alarak
olası kirliliği engellemek amacındadırlar. Kaynakta azaltma, düşük enerjili motorlar üret-
me, geri-dönüşüm, tekrar-kullanım, alternatif enerji kaynakları gibi daha geniş görüşlü
yöntemlerle çevresel kirliliği önlemeye çalışırlar. Almanya,
Hollanda, İsveç, Japonya gibi
ülkeler daha çok bu yaklaşım üzerinden çevre politikalarını belirlemektedirler (Keleş ve
ark., 2006, s. 351). Yine de görüleceği üzere, kaynaklardan daha fazla faydalanma, gele-
cek nesilleri koruma gibi amaçlarıyla bu yaklaşımda insanı merkeze almaktadır.
Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımları
İnsan merkezci yaklaşımlar içinde doğa merkezciliğe en çok yaklaşanı, sürdürülebilir
kalkınma anlayışıdır. Rio de Jenerio’da düzenlenen 1992’deki Birleşmiş Milletler Çevre
ve Kalkınma konulu konferansta, “sürdürülebilir kalkınma” kavramı ortaya atılmıştır. Bu
kavram çerçevesinde, doğa ile uyum içinde çevreye minimum
zarar verecek yeni bir
ekonomi anlayışı geliştirmek, gelir adaletsizliğini azaltmak, yenilenebilir kaynakların
geliştirilmesine ve yaygınlaşmasına destek vermek gibi hedefler belirlenmiştir.
Fakat sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı, kolaylıkça görülebileceği üzere kapitalizm için
yeni bir pazar sağlamıştır. Son yıllarca ortaya çıkan ve giderek ülkemizde de rağbet gö-
ren yeşil kapitalizm (green capitalism), sürdürülebilir yaklaşımları benimseyerek, çevre-
sel duyarlılıklar üzerinden pazar sahasını genişletmektedir. Yeni ve “daha ekolojik” ileri
teknoloji ürünlerle pazara yeni mallar arz etmekte, organik sebze meyve,
doğal yiye-
cekler, ekolojik gibi yeni ekolojik trendler yaratarak kendini geliştirmektedir.
17
Demir / Çevreye Minberden Bakmak: Cuma Hutbelerinde Çevre Sorununun Sunumu
Minberin Çevreciliği
Hutbelerde çevre konusunun ele alınışına olgusal olarak baktığımızda, karşımıza bu
tarifler açısından karmaşık bir tablo çıkmaktadır. Son on yılda İstanbul Müftülüğü ta-
rafından yayınlanan cuma hutbelerini analiz ettiğimizde, bir yere kadar tam anlamıyla
insan-merkezci-reformist çevrecilik anlayışı, yani hükümet politikaları ve ekonomik sis-
temin talepleriyle örtüşen hutbeleri görürken, yakın tarihlerde,
minber kendisini nere-
deyse “epistemik kopuş” olarak bile adlandırabilecek bambaşka bir pozisyonda konum-
landırmaktadır. Bu zihniyet değişimi, ilerleyen sayfalarda incelenecektir.
Diyanet’in hutbelerinin doğa tanımlaması, Allah tarafından önceden konulmuş bir dü-
zen içerisinde işleyen eksiksiz bir ekolojik makine, Newtonyen bir dünyadır. Konu, şu
şekilde zikredilir:
“Yüce Allah, insanın da içinde bulunduğu âlemi canlı ve cansız varlıklarıyla bir-
likte bir düzen ve denge içerisinde yaratmıştır. Canlıların hayatlarının sürdürüle-
bilmesi için bu düzen ideal olup onda herhangi bir eksiklik söz konusu değildir”
(İstanbul Müftülüğü, 2005a).
Bu eksiksiz düzen, tüm eczası ile
insan emrine tahsis edilmiş, tüm varlıklardan ayrı
olan insanoğlu insanın kullanımına tahsis edilmiştir. Farklı hutbelerde bu yaklaşım
sürdürülür:
“Bütün yaratılmışların en mükemmeli olan insanı diğerlerinden üstün ve hâkim
bir konumda yaratmıştır... ...Bütün mahlukatın, insanın hizmetine verildiği bir
gerçektir” (İstanbul Müftülüğü, 2002a).
“Her şeyi yoktan var eden Yüce Allah, hiçbir varlıkta bulunmayan özellik ve
yetenekleri bir lütuf olarak insanoğluna vermiştir. Ayrıca varlıkların birçoğu, yine
onun hizmetine sunulmuştur” (İstanbul Müftülüğü, 2003a).
İnsan doğanın bir parçası değil, doğanın efendisi, ondan üstün ve ona hâkim bir
konumda yer almaktadır ve her varlık onun için yaratılmıştır, şeklinde bir anlayış vardır
hutbelerde. Fakat, her şeyin insan faydası için yaratıldığını iddia eden bir görüş, insa-
na zarar veren muzır canlıların varoluş sebebini açıklamakta zorlanacaktır. Bu felsefi
sorunu bir yana bırakırsak, açıkça görüldüğü üzere Diyanet’in doğa-içerisinde-insan
anlayışından ziyade, doğa-üzerinde-insan yaklaşımına yakın
olduğu ve bu sebeple
insan-merkezci yaklaşımın felsefi kökenine tabi olduğunu söyleyebiliriz. Althusser’in
belirttiği gibi hümanizma ideolojisinin her şeyin merkezinde insan nosyonu, burada
karşımıza çıkmakta, ideolojik devlet aygıtı olarak işlemektedir. İnsan doğada ayrıcalıklı
konuma bir kez yerleştirildiğinde, artık insan-olmayan (non-human) her şey, insana
göre anlam bulacak ve insanın türünün yararlanması için bir “kaynak” olarak görüle-
cektir. Bu araçsal yaklaşım çok defa zikredilmiştir:
“Kara ve denizlerde yaşayan binlerce canlı türünden hiç birisi başıboş ve gerek-
siz yere yaratılmış değildir. Rabbimiz, bunların her birini bizim için, ya bir deva