siyesini alıp plaja iniyor, bazen babalarla oturup sohbet etmeye
gönül indiriyor. Karısı mesafesini muhafaza etse de, site sakin
leri bunun kibirden değil kadının tuhaflığından kaynaklandığı
nı hisseder gibi oluyorlar, yumuşuyorlar. Kocasından çok genç
bir kadın, kim bilir onun da ne derdi vardır.
Derken ağustos geliyor, fırtınalı ve yağmurlu geceler çoğalı
yor, Sakarya daha çok denize karışıyor. Boğulan sayısı da git
gide artıyor. Karadeniz boyunca sıralanan küçük sahil kasaba
larında her yaz defalarca aynı trajedi yaşanıyor. Pek çok yetiş
kin veya çocuk, yüzme bilseler bile Karadeniz’in huyunu bil
medikleri için boğuluyorlar. Özellikle günübirlikçilerin geldiği
pazar günleri yazlıkçılara zehir oluyor. Belediye plaja cankur
taran kuleleri yaptırmış ama plaj öyle uzun ki yetmiyor. Haf
ta sonlarında ve kötü havalarda sayıları artırılan görevliler me
gafonla yüzenleri uyarıyorlar ama kulak asmayan çok oluyor.
Yine bir pazar günü. Plaj günübirlikçilerle hıncahınç dolu.
Anneler hem çok kalabalık olduğu, hem de üçlü beşli gruplar
halinde oturan serseriler kadınları elle, gözle, sözle taciz ettik
leri için pazarları plaja gelmiyorlar, kızlarını da göndermiyor
lar. Plaj hafta boyunca çalıştıkları için güneşlenmeye, denize
girmeye fırsat bulamayan babalarla oğullarına kalıyor.
Ağustos güneşi çok kızgın, beyin pişiriyor. Çok sürmeyece
ğini biliyorlar. Birkaç gün sonra havanın tadı kaçmaya, gökyü
zü bulutlanmaya başlar. Deniz hafif dalgalı ama yine de, huyu
nu suyunu bilmeyenler, özellikle çocuklar için çok tehlikeli.
Plaj öyle kalabalık ki kuma yayılmış kilimlerin, eski battani
yelerin, rengi kaçmış havluların üstü insan kaynıyor. Güneşten
korunmak için yaptıkları uydurma gölgeliklerin altında uyu
yan babalar, elbiseyle denize giren kadınlar, her dalga vurdu
ğunda çığlık atan genç kızlar, kendilerini boğazlarına kadar ku
ma gömdüren ihtiyarlar, bağırış çağırış suya dalan çocuklar, şut
çekerken kum kaldıran gençler, ekmek kemirenler, haşur hu
şur karpuz yiyenler, mısırcılar, dondurmacılar, sucular ve çöp
ler çöpler çöpler! Belediye çöp için plaja büyük gaz varilleri
koymuş, ama plaj halkı yine de iki adım yürüyüp çöplerini va
rillere atmıyor, öylece ortalığa bırakıyorlar.
191
Doktor Bey şezlongunu, şemsiyesini açmış, günübirlikçiler
den uzakta, plajın başladığı noktada bir yerde oturuyor. Kulak-
lıklı radyosunu dinleyerek Amerikanca bir dergi okuduğunu
görünce babalar yanma yaklaşmıyorlar. Adam yüz vermeyecek,
canlan sıkılacak, iyisi mi uzak durmalı. Kulağı ağrıyan çocuk
iyileşmiş çoktan, suda taklalar atarak babasına gösteri yapıyor.
Birden bir kadın çığlığı duyuyorlar. Günübirlikçiler koşu
şuyor, plajda bir hareketlilik, bağırış, çağırış. Biri boğuluyor
mutlaka. Kulağı ağrıyan çocukla babası da kalabalığa koşuyor
lar. Günübirlikçilerden birinin beş-altı yaşlarındaki oğlu mos
mor bir halde sudan çıkarılmış. Birkaç kadın başında dövünü
yor, birileri çocuğu sallamaya, kendine getirmeye çalışıyorlar,
“Doktor yok mu?” diye bağırıyor.
“Koş, Doktor Bey’i çağır!” diyor baba, “bak ta orada oturu
yor!”
Çocuk kıpırdamıyor. Baba oğlunun halindeki tuhaflığı an
lamıyor, üsteliyor ama oğlu Doktor Bey’i çağırmaya çekiniyor.
Baba adamın kibirli oluşuna yoruyor bunu, kendi gidiyor.
Plajda olup bitenin farkında değilmiş gibi oturuyor Doktor,
gözü dergisinde. Yanındaki portatif sehpada plaj gazinosundan
getirttiği bir gazoz şişesiyle bardak duruyor, sigarası, çakmağı,
güneş gözlüğü filan.
“Bir çocuk boğuluyor Doktor Bey!” diyor adam.
“Eee?” diyor Doktor.
“Günübirlikçilerden birinin... Şimdi çıkardılar sudan.”
Doktor duymamış gibi dergisini okumaya devam ediyor.
“Bir baksanız,” diyor adam, geçen her saniyenin çocuğun
aleyhinde olduğunu bilerek.
“Bugün pazar,” diyor Doktor.
“Yani?”
“Yani tatil günüm..”
• •
Adam kulaklarına inanamıyor. Öylece duruyor, yanlış duy
dum herhalde der gibi bakmaya devam ediyor.
Doktor adamın ısrarla baktığını görünce sinirleniyor. “Ne
yani? Doktorum diye her boğulana koşmaya mecbur muyum?”
diyor.
192
Adam bir süre ne diyeceğini bilemiyor. Aklının almadığı bu
gerekçenin Doktor’un ağzından gerçekten çıktığına inanamıyor.
“İnsanlık öldü mü?” diyor.
Doktorun yüzünden sinirli bir gülümseme geçiyor. “Sen
ayakkabıcısın, bedavaya ayakkabı yapıyor musun? Yapmıyor
sun! Ben niye bedavaya hasta bakayım?”
Adam birden hark diye doktorun yüzüne tükürüyor. Çekip
gidiyor.
Çocuk kurtarılamıyor. Plaja müthiş bir yas çöküyor. Tanı
madıkları bir günübirlikçinin çocuğunun ölümü, olayı gören
görmeyen herkesin içini yakıyor. Polis geliyor, çocuğun cansız
bedenim annesinin kucağından zor alıyorlar. Annenin çığlıkla
rı yürek paralıyor.
O gece site sakinleri Doktor’un yaptığı, daha doğrusu yapma
dığı şeyi konuşuyorlar. Balkonuna öfkeyle, tiksinerek bakıyor
lar. Doktor Bey hakkındaki kararsızlıkları sona ermiş. Artık se
lam sabah yok, dışlamaya kararlılar. Hayatlarında ilk kez insan
lıktan nasibini almamış bir doktor görüyorlar. Hepsinin doktor
olan bir yakını, eşi dostu var. Hepsi ettikleri yemine bağlı, fe
dakâr, insan gibi insanlar. Bir insan can kurtarmayacaksa niye
doktor olur ki? Gözünün önünde bir yavrucak boğulurken kı
lını kıpırdatmayan bu adama insan denir mi?
Bir sürü doktor hikâyesi anlatıyorlar. Muayenehanesinde be
dava hasta baktığı günlerin birinde kalp krizi geçirip ölen, şeh
rin saygıyla andığı İbrahim Bey mesela. Ya da gece gündüz de
meden, yüksünmeden ta anasının dinindeki köylere bile hasta
ya giden Reşit Bey, hastasının yoksul olduğunu anlayınca vizi
te ücretini istemek bir yana, ilaçlarını alıp gönderen Ahmet Bey
ilk akıllarına gelenler. Daha birçok doktor var böyle tanıdıkla
rı. Giderek abartıyorlar, tanıdıkları tüm doktorları yüceltiyor
lar, hepsini melek mertebesine çıkartıyorlar.
O sırada Doktor Bey’in balkonunda kavga var. Sesleri çınlı
yor. Janis Joplin hayranı üvey anne ve uyuşuk oğlan Doktor’a
bağırıyorlar. Adamdan utandıkları belli. Doktor da onlara bağı
rıyor. Bir şeyler uçuyor havada, bardak filan. Bir cam şangırtıy
la yere iniyor. Oğlan kavgayı fazla sürdürmüyor, çekip gittiği-
193
Dostları ilə paylaş: |