ğı çok açık. Hepsinden daha güzel çünkü. Diğer kızlarla birlik
te sıraya giriyor, bir elini beline koyuyor, bir bacağını öne atıp
büküyor, yere sadece parmak ucu değiyor, sürekli gülümsüyor.
Böyle durmak ne kadar yorucudur kim bilir.
Son iki kız kaldığında, Dodi Tuncer’in geldiğini görüyor, kal
bi yerinden çıkacakmış gibi atıyor. Tuncer Belkıs’ı rezil edecek,
belki saçından tutup sahneden indirecek, insan içinde dövecek
diye çok korkuyor. Ama hiç de öyle olmuyor. Tuncer karısının
yanma gidiyor, beyaz bıyıklarını bura bura yanşmayı seyredi
yor. Bir ara Belkıs'a el bile sallıyor. Mazbut aileler arasında fı-
sıldaşmalar oluyor. Tuncer’in bu genişliğine hayret eden cüm
leler sarf ediyorlar.
Beklendiği gibi yarışmayı Belkıs kazanıyor. Kucağına pörsük
karanfillerden bir buket veriyorlar, başına uyduruk bir taç takı
yorlar. Ortalık alkıştan inliyor.
Amcası Dodi’yi dürtüyor. “Sevinsene kerata!” diyor. Dodi
kıpkırmızı oluyor.
Sonraki günlerde Belkıs’ta daha neşeli haller görülüyor. Ba
rakalarda kalan üniversiteli bir delikanlı ile zambak tarlasında
yürürken, Karasu’nun girişinde adı kötüye çıkmış bir diskoda
kucak kucağa dans ederken görüldüğü filan söyleniyor. Dedi
kodu alıp başını gidiyor. Dodi kahroluyor. Belkıs’ın sevdiği bu
üniversiteli delikanlıyı nasıl öldürebileceğini düşünüyor. Öl-
düremeyeceğini biliyor. Bu kez kendi ölmek istiyor, ölemiyor.
Bir gün gazinoda kuzenini beklerken Belkıs gelip onun ma
sasına oturuyor.
“N’aber Dodi?” diyor.
Dodi’nin heyecandan dili tutuluyor. Belkıs onun varlığı
nın farkında olduğu için sevinçten uçuyor. Ah bir de Dodi de
mese... Adının Doğan olduğunu söylemek istiyor, cesaret edip
söyleyemiyor.
“Tebrik ederim,” diyor.
Belkıs boş boş bakıyor.
“Güzellik kraliçesi seçildin ya...” diyor.
Belkıs unutmuş bile, yarışmanın üstünden yirmi gün geçmiş.
201
“Haa...” diyor, gülüveriyor.
Dodi’nin içinde bir ses bana güldü! bana güldü! diye bas bas
bağırıyor. Tam güzel bir şeyler söylemeye hazırlanırken Belkıs
birine el sallıyor, kalkıyor, Dodi’ye hoşça kal bile demeden ya
kışıklı bir oğlanın yanma gidiyor. Dodi yıkılıyor.
Barakada kalan üniversitelinin Belkıs’tan hevesini aldığını
söylüyorlar. Bu kez başka bir çocukla geziyor, Adapazarı’nın
meşhur zenginlerinden bir kuyumcunun oğlu. Çocuk arkadaş
larıyla gelmiş, plajın tek otelinde kalıyor.
Dodi Belkıs’ın yoluna çıktığı, “Biraz konuşabilir miyiz?” di
ye sorduğu, sonra zambak tarlasına doğru yürürlerken “O ço
cuktan sana hayır gelmez,” dediği, Belkıs’ın “Biliyorum,” diye
rek ağlamaya başladığı, Dodi’ye sarıldığı, onu büyük bir yan
lıştan kurtardığı için teşekkür ettiği hayaller kuruyor. Belkıs’ın
“Ben asıl seni seviyorum Doğan!” diyeceği hayaller kurmaya
cesaret edemiyor.
Yaz bitmeden anne-babası geliyor. Yıllık izine çıkmışlar, Do-
di’yi de alıp Kumbağ’a, bankanın dinlenme tesisine gidecekler.
Amcası Dodi’nin Belkıs’tan uzak kalmak istemeyeceğini, yazı
Karasu’da bitireceğini sanıyor. Ama Dodi gidiyor. Belkıs’ı sürek
li kuyumcunun oğluyla görmek bütün umutlarını süpürmüş.
Kumbağ’da tekrar Doğan oluyor. Bir sürü arkadaş ediniyor,
annesinin onaylayacağı türden, iyi aile çocukları. Büyük yazlık
köşkün sahibinin oğluyla da arkadaş oluyor. Çocuğun babası
nın on beş beygir motor takılı, turuncu renkli bir Zodiac botu
var. Zodiac’la geziyorlar, açıktan denize giriyorlar.
Kuyumcunun oğlunu tercih ettiği için Belkıs’tan nefret et
mek, onu unutmak istiyor. Çok sürmüyor, unutuyor. Bir tek
Karasu’daki çadırları, geceleri kumsalda yakılan büyük ateşleri,
saçma gülünç yarışmaları arkadaşlarına anlatırken hatırlıyor.
Güzellik yarışmasını anlatmıyor. Belkıs’ı her hatırlayışında içi
nin daha az yandığını fark ediyor, ferahlıyor, aşk acısı geçebi
len bir şeymiş demek.
Tatil bitip ortaokula başladığında Dodi için Belkıs’ın hayali
tamamen soluyor, herhangi biri oluyor.
202
Aradan yıllar geçiyor. Dodi üniversiteyi bitiriyor, avukat Do
ğan Bey oluyor, fakülte arkadaşı tatlı ve güzel bir kızla evleni
yor, oğlu doğuyor. Anne-babası emekli olup Didim’e yerleşi
yorlar. Ticarete merdiven altında tava tencere satarak başlayan
“hanımköylü” amcası işi büyütüyor, ne alırsan bir lira türün
den ithal mallar sattığı dükkânlarının sayısını artırmakla kal
mıyor, plastik mutf ak eşyaları üreten bir imalathane kuruyor,
başına da Pitipit’i geçiriyor. “Umum müdür” yaptığı oğluna Pi-
tipit demiyor artık.
Bir gün amcasının bir alacak-verecek davası için Adapaza-
rı’na gidiyor. Duruşmadan sonra ıslama köfte yemeye gidi
yorlar. Yan masaya zabıtalar gelip oturuyor. Mavi üniforma
lar içinde, ikisi kadın beş kişi. Kadın zabıtalardan biri aşırı za
yıf, kuşa benziyor, gömleğinin yakası öyle bol geliyor ki ince
cik boynu içinde fırıl fırıl dönüyor. Öbür zabıta kadın aksine,
duba gibi, yemek yerken zor nefes alıyor. Ekmek dilimlerini iki
lokmada yutuyor, köfteleri ısırıyor, yoğurdu kaşıklıyor, soğan
ları ağzına tıkıyor, her şeyi aynı anda yiyor. Şapkası da hâlâ ba
şında. Doğan’ın gözü kadının bu hastalıklı iştahına takılıyor.
Amcası zabıtaları tanıyor, laf atıyor, takılıyor.
“Yiyin yiyin... bedava nasıl olsa!” diyor.
“Aşkolsun ama Nezih Abi, ayıp olmuyor mu?” diyorlar.
“Şaka yapıyorum,” diyor amcası. Sonra şişmana dönüyor.
“Kızım çıkarsana şunu!”
“Aaa başımda mı hâlâ..” diyor şişman zabıta kadın, elleri
nin yağını değdirmemeye çalışarak şapkasını çıkarıp kenara
koyuyor.
Doğan’ın gözü kadını ısırır gibi oluyor. Bu yüzü tanıyorum
diye düşünüyor. Nereden tanıyorum? Haf ızasını zorluyor. Bu
luyor. Güzellik kraliçesi Belkıs bu! Yaz aşkı! Fakat çok değiş
miş. Allahım ne kadar değişmiş! O dünya güzeli kız ne hale gel
miş. Aldığı kilolar bir yana, çenesi iki kat olmuş, teni meşin gi
bi kalın, yanakları sarkmış. Bakımsız da üstelik. Saçların boyası
gelmiş, dipleri beyaz, çenesinde tek tük kalın siyah kıllar, tur
şuları lüp lüp ağzına götüren parmakları eğri büğrü. Bir enkaz
var karşısında.
203
Dostları ilə paylaş: |