Memleket Hikâyeleri / Ayfer Tunç



Yüklə 7,9 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə66/66
tarix26.09.2018
ölçüsü7,9 Mb.
#70871
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   66

nın  içinden  görünen  yakası  bollaşmış  atleti  ve  ensesinden  sar­
kan  dren  nedeniyle  yakışıklılığı  yok  oluyor,  tuhaf,  komik  bir 
şeye  dönüşüyor.  Başlangıçta  komik değil  aslında,  aksine  rahat­
sız  edici,  ürkütücü,  ama  alışınca  komik.
Pratik  millet  ya  bu  millet,  doktorları  da  pratik.  Dadaş  Zey­
nel’e  kafatasıyla  beyni  arasında  biriken  kam  boşaltmak  için 
dren olarak bir ameliyat eldiveni  takmışlar.  Ensesinden  içi  kan 
dolu  bir  el  sarkıyor.  Önden  bakıldığında  karakterli  bir  yüzü, 
sert  ifadesini  yumuşatan  tatlı  bakışları olan  adam,  arkadan ba­
kıldığında  ensesinde  kan dolup  şişmiş  bir  elle  korkunç  görü­
nüyor.  Buna bir de çubuklu pijamanın pejmürdeliği,  lakaytlığı, 
eski piknik zamanı  babaları nostaljisi  eklenince  Dadaş  Zeynel’e 
bakıp da  gülmemek elde  değil.
Oysa  ne  dren  yerine  geçen  ameliyat  eldiveni,  ne  de  çubuk­
lu  pijaması  Zeynel’in  umurunda.  Karizmasından  gayet  bir 
emin bir havayla,  ayağında  şıpıdık  naylon  terlikler,  ensesinde­
ki  kan  dolu  eldiveni  sallaya  sallaya,  kambur  kambur  doktorla­
rın,  hemşirelerin  peşinden  gidiyor,  kantine  iniyor,  dışarı  çıkı­
yor,  rahat  durduğu  yok.  Yarın  sabah  altıda  ameliyata  girecek. 
Doktoru  bu biriken  kan  meselesini çözmeye niyetli.
Asteğmenin  sağında  Yusufelili  bir  banka  müdürü  yatıyor. 
Kendi  kullandığı  arabasıyla  uçuruma  yuvarlanmış.  Beyni  de­
linmiş.  Zeynel  öyle  diyor.  12  saat süren  ameliyattan sonra bir 
hafta yoğun bakımda kalmış, şimdi  koğuşta.  Ama uyutuyorlar. 
Onun lahmacun hakkı baki.  Gözünü  açınca, Zeynel “Yemezsen 
ölümü  gör!”  diye diye yedirecek.
Zeynel’in  solunda,  duvar  dibinde  14-15  yaşlarında,  kırmızı 
yanaklı, tombul bir oğlan yatıyor, adı Bekir. Hah bir tuhaf, tom­
buldan  çok  şişmiş  gibi.  Sanki  çocuğun  yüzünü,  gözünü  bisik­
let  pompasıyla  şişirmişler.  Beyin damarlarında  nadir  rastlanan 
bir problem var. Buranın gediklisi olduğu için renk renk desen­
li nevresimlerini yanında getirmiş. Taburcu  oluyor, bir aya  kal­
madan ya bayılıyor ya  havale geçiriyor,  gene  geliyor.
Hemşireler  Bekir’in  nadir  rastlanan  hastalığı  nedeniyle  dok­
tor  beyin  özel  vakası  olduğunu  söylüyorlar.  Tıp  fakültesinin 
medarı iftiharı, doğma büyüme Erzurumlu doçent ve beyin cer­
241


rahı  Gökdemir Bey, Bekir’in hastalığını bir uluslararası  kongre­
de  sunmaya  hazırlanıyor.  Dekan  da  Gökdemir  Bey’in  tebliği­
ni  destekliyor,  bu  nedenle  Bekir’in  masrafları  döner  sermaye­
den karşılanıyor.
Çok  temiz,  titiz  bir  çocuk,  hatta  obsesif.  Günde  on  kere  eli­
ni  yüzünü  yıkıyor,  en  az  üç  kere  dişlerini  fırçalıyor.  Sabunlu­
ğu,  diş  fırçası,  macunu,  kolonyası,  peçete  paketi  hep  başucun- 
da.  Her  ziyaret  saati  öncesinde  saçlarını  ıslatıp  tarıyor,  minik 
bir  şişeden  ağır  kokulu  bir esans sürüyor,  yorganını  kalıp  gibi 
düzeltip içine  giriyor ve ziyaretçilerini  bekliyor.
Ama  sadece  annesi  geliyor,  o  da  haftada,  bazen  iki  haftada 
bir.  Aşkale’nin  bir köyünde  oturuyor kadıncağız,  dul,  hali  vak­
ti  de  iyi  değil,  üç  ineğin  sütünün  parasıyla  her  gün  nasıl  gelip 
gitsin?  Hele  bu  karda  kışta.  Geldiğinde  de sadece  ağlıyor zaten.
Hiç  ziyaretçisinin  olmadığı  zamanlar, yani çoğu  zaman,  çok 
acıklı  oluyor Bekir’in  hali.  Suskunluk çöküyor  üstüne,  gözle­
ri  doluyor.  Zeynel’in  ona bakınca  ağlayası geliyor.  Son  ana  ka­
dar ziyaretçi  bekleyen  çocuğa  “Düş  önüme,”  diyor,  kantine  ve­
ya bahçeye  hemşirelik okulunda okuyan kızları seyretmeye  gö­
türüyor,  üzüntüsünü  dağıtmasını  sağlıyor.
Bekir  iyileşmezse  askere  alınmayacağından  korkuyor.  Kafa­
yı askerlikle  bozmuş.  Asteğmene  sürekli  askerlik  hakkında  so­
rular soruyor.
“Çok  mu  meraklısın  askerde  dayak  yemeye?”  diyor  asteğ­
men.  “Millet gitmemek için çürük raporu alıyor.”
“Ben çürük değilem!”  diyor Bekir acıyla,  “Beynim hasta, ama 
iyileşirem!”
Asteğmen  çürük  raporu  sözünün  çocuğu  bu  kadar  yaralaya­
cağını  tahmin edemediği  için  kendine  kızıyor.  Ağzından çıkanı 
geri  alabilmek için çırpınıyor, ama Bekir’in  gözleri dolmuş bile.
“Askerlik yapmadan  erkek  olunmaz!”  diyor Bekir,  eğer onu 
askere  almazlarsa  intihar edeceğini  söylüyor.  Diş  fırçasını,  ma­
cununu  alıp  tuvalete  gidiyor.  Zeynel  asteğmenin  çok  üzüldü­
ğünü  görüyor, yumuşacık bakıyor.
“Boşver,”  diyor.
Asteğmen  boşveremiyor,  çok  üzülüyor.  Ama  ya  Bekir’in  ha-
242


fızası  kısa ömürlü ya  da asteğmenin  kötü  niyetli olmadığını an­
lamış,  çürük sözünü  unutmuş bile,  kısa sürede neşeli,  canlı  ha­
line  dönüyor.  Bir  de  utangaç.  Zeynel  çocuğun  Gülsüm  Hemşi- 
re’ye âşık olduğunu söylüyor.  Bazen  takılıyor.
“Sevgilin  bugün  ihmal  edir seni.  Lan yoksa başkasına mı  ba­
hir?”  diyor.
Zaten  kırmızı yanaklı  olan  çocuk  iyice  kırmızı  oluyor,  keke­
liyor “Ne-ne-ne  sev-sev-sev-gilisi!”  diyor.
Asteğmen  mühendis,  okumuş yazmış  adam  yani.  İç  kanama 
nedir,  ne  gibi sonuçlara  yol  açar,  gayet iyi biliyor.  Buna  rağmen 
'Doktor yeme dedi,’  demiyor,  yanın  lahmacunu  yalayıp yutuyor.
Zeynel  “Komutanım bi  de  üstüne  sigara?”  diye soruyor.
Yunus  birden  başını  kaldırıyor,  içten  içe  kızgınlıkla  bakıyor 
abisine.
Asteğmen Yunus’u görmüyor,  “Of ne iyi gider!”  diyor.
Zeynel  kardeşine  “Sigara  ver!”  diyor.  Yunus  kıpırdamıyor, 
yere bakıyor.
“Ver ulan!”  diyor Zeynel.
Bağırıyor,  gözünden  ateş  çıkıyor.  Yunus  istemeye  istemeye 
çıkartıp  uzatıyor  paketi.  Belli  ki  abisinin  sözünden  çıkamıyor, 
Zeynel ailenin tam yetkili reisi olsa gerek. Yunus cesaretini top­
luyor,  asteğmene  dönüyor.
“İçmemesi  lazım,  sabah  ameliyata  girecek,” diyor mırıl  mırıl.
Asteğmen  “Haa...  içme  o zaman  Zeynel...  olmaz,”  diyor.
Dadaş kardeşine öyle bir bakıyor ki,  o güzel ela gözlerin böy­
le  korkunç  bakabileceğini  asteğmenin  aklı  almıyor.  Yunus ba­
şını eğiyor  yine.
Zeynel  iki  sigarayı  aynı  anda  yakıyor,  birini  asteğmenin  ağ­
zına koyuyor. Kardeşinin geri almak için  uzanan elini görmez­
den  gelerek  paketi çubuklu  pijamasının  cebine  atıyor.
Asteğmen  derin  bir  nefes  çekiyor,  başı  feci  dönüyor,  ama 
memnun.  Zeynel içi kan dolu eldiveni yana çekip, sigarayla sır­
tüstü  yatağa  uzanıyor,  halka  halka  duman  çıkarıyor  ağzından. 
Yusufelili  müdür uyuyor, incecik bir horlama  tutturmuş.
“Eşiniz  aradı,  yoldaymış,”  diyerek  neşeli  bir  yüzle  giriyor 
Gülsüm  Hemşire.
243


Asteğmeni ağzında  tüten sigarayla  yakalıyor.
“Aşk  olsun  ama!  Teessüf ederim  yani,  cahil  biri  de  değilsi­
niz!”  diyor.
Öfkeyle  asteğmenin  ağzından  sigarayı  çekiyor,  pencereyi 
açıp dışarı  fırlatıyor. Duman çıksın  diye camı açık bırakıyor bir 
süre.  Buz gibi, bıçak gibi bir  rüzgâr içeri giriyor,  yüzlerini  ısırı­
yor  hepsinin.  Kar atıştırıyor.
Hemşire  “Sen  verdin di  mi?  Hiç utanmıyor musun?”  diyerek 
Yunusu  fırçalıyor.
Yunus  ağzını  bile  açmıyor,  önüne  bakıyor.  Bu  adam  hiçbir 
şeye  itiraz  etmez  mi,  kendini  savunmaz  mı?  diye  düşünüyor 
asteğmen.
Zeynel yatağında uyuyor numarası yapıyor.  Gülsüm  Hemşi­
re  tam  çıkacakken  Zeynel’in yatağının  altından  duman  çıktığı­
nı  görüyor.  Gözlerine  inanamıyor.
“Pes  Zeynel  pes!  Sen  de  mi içiyorsun!”  diyor.
Sesinde  öyle  bir  dehşet  ve  telaş  var  ki,  sanki  Zeynel  otuz  sa­
niye içinde öldürecek bir zehir içmiş.  Tüten sigarayı almak için 
söylene  söylene  dizlerinin  üstüne  çöküyor,  karyolanın  altına 
uzanmaya  çalışıyor.  Balıketinden  biraz  fazla  bir  genç  kız,  ha­
fif göbeği  de  var,  sigarayı  almayı  başaramıyor.  Bekir  gözleriyle 
hemşirenin  her bir hareketini izliyor,  gülümseyen  ağzını  topla­
yamıyor.  Gülsüm Yunus’a  dönüyor.
“Al  şunu!”  diyor.
Yunus  fırlıyor,  karyolanın  altına giriyor,  Zeynel’in  hâlâ  tüten 
sigarasını  alıp  uzatıyor.  Gülsüm  Hemşire  onu  da  pencereden 
atıyor.  Dönüp  tehdit ediyor hepsini.
“Bi  daha  yakalarsam  vallahi  de  billahi  de  başhekime  şikâyet
edicem!”  diyor.  “Atar sizi  hastaneden, görürsünüz gününüzü!”
• •
Öfkeyle çıkıp  gidiyor.
Dadaş  Zeynel  kıs  kıs  gülüyor.  Asteğmen  de  gülmeye  çalışı­
yor  ama  göğsü,  yüzü  acıyor.  Bekir  sevdiği  kıza  güldüler  diye 
çok  bozuluyor.
“Doğru  dir ama,”  diyor,  kimse  duymuyor.
Beyin  cerrahisinde  yatan  hastaların  neredeyse  yarısının  bu­
rada bulunma  sebebi  kafalarına  buz düşmesi.  Dadaş Zeynel de
244


onlardan.  Damlardan  sarkan  kol  gibi  buzların  erimeye  başladı­
ğı  bir  gün,  bir  beyaz  eşya  dükkânının  elektrik  işlerini  yapıyor­
muş.  Dükkân  sahibi Ülkü  Ocaklarından  arkadaşıymış,  öğle ye­
meği için Gürcükapı’da cağ kebabıyla meşhur bir lokantaya git­
mişler.  Tıka basa  yiyip içmişler.  Lokantadan çıkmışlar, daha iki 
adım  yürümüş  yürümemiş,  tam  da  “Saçak  altından  yürümeyi­
niz!”  tabelasının  önünde  çatıdan sarkan  bir buz Zeynel’in  başı­
na düşmüş.  Nasıl  bir şiddetle  düşmüşse,  kafatasını delmiş. Am­
bulans  gelmiş,  doğru  hastaneye,  beyin  cerrahi servisine.  Ölüm­
den  döndürmüşler.  Taburcu  olmuş.  Fakat  kafatasında  kan  bi­
rikmeye  başlayınca  tekrar ameliyat olması gerekmiş, yine gelip 
yatmış  mecburen, aynı servis,  aynı oda.
“Her  kış  burası  dolar  taşar,”  diye  anlatıyor.  “Batıklar  usulü 
bilmir, saçak  altından  yürirler,  hep  onların başına  düşir..”
Asteğmen,  Zeynel’in  halini tavrını bir şantiyede çalışırken  ta­
nıdığı,  Horasanlı  bir  yol  işçisine  benzetiyor.  Horasanlının  da 
askere ve büyüğe saygısı eksiksiz, hatta aşırıydı.  Saygı  duyduğu 
kişilerin  kendisiyle  eğlenmesinden,  şaka  yollu  laf  çarpmasın­
dan  filan gocunmazdı,  hatta bu  türden eğlenceye çanak tutardı. 
Karşılık  da  vermezdi  üstelik,  o  bana  şaka  yaptı  ben  de  ona  ya­
payım  demezdi.  Elbette  bu  geçici ve  eğlenceli  ilişkinin  şartları 
vardı.  Bir kere  ana,  bacı,  eş  ağza  alınmaz,  çok  gerekli  olmadık­
ça  onlardan  bahis  açılmaz,  hakaret  niteliği  taşıyan  veya  cinsel 
anlamda küçük düşürücü  şakalar yapılmaz,  kutsal bulduğu de­
ğerler hiçbir şekilde  aşağılanmazdı.  Asteğmen,  Zeynel’in  de ay­
nı  Horasanlı  gibi  damarına  basarsa  kızmayacağını,  hatta  onun 
da  bu çekişmeyle eğleneceğini  hissediyor.
“E  senin  de  başına  düşmüş  ama,”  diyor,  “saçak altından  yü­
rünmeyeceğini bilmiyor  musun?  Hadi  itiraf  et,  dadaş  değilsin 
sen!”
Zeynel  yedi  göbekten  Erzurumlu  olduğu  halde,  yabancılar 
gibi beynine buz  yemiş  olmasını  sindiremiyor, ama  tam  da  as­
teğmenin tahmin  ettiği  gibi şakaya  geliyor.  Muzip  muzip  güle­
rek fısıldıyor.
“Kafam  dönirdi  komutanım,”  diyor.  “Bir  testi  şarap  adamın 
kafasını  fena  döndürir..”
245


Asteğmen,  şarap  mı?  diye  düşünüyor.  Zeynel’in  içki  içme­
yen, içse bile rakı içen biri olduğu kanaatine nasıl vardı kı?
“Aman komutanım, sakın ola  ki saçak altından yürüme,”  di­
yor,  aynı  muzip  bakışlarla  kapıya  gidiyor.  Yunus  hemen  aya­
ğa  kalkıyor.
“Nereye?”  diyor abisine,  hizmetini  görmeye  hazır.
“Helaya.  Sen  de  mi  gelirsen?”  diyor  Zeynel.  Sesinde  hem 
azarlar,  hem  aşağılar  bir  ton  var.  “Çakmak  ver,  çakmak!”  di­
yor  sonra.
Yunus önüne  bakıyor, kıpırdamıyor.  Asteğmen Yunus’un iti­
raz  yönteminin  bu  olduğunu  düşünüyor:  kıpırtısız  bir  sessiz­
lik.  Ama  işe yaramıyor ne  yazık  ki.
Zeynel bu  kez  “Çakmak VEEER!”  diye gürlüyor.
Yunus  çaresiz uzatıyor.
“Çakmağı  ne  yapırsen?”  diyor Bekir,  safça.
“Belki  lambalar  sönir,”  diyor Zeynel,  gülüyor,  tuvalette siga­
ra içecek.
Zeynel gidince Yunus aşırı  terbiyeli  tavrını  bozmadan,  siga­
ra  yüzünden  abisinin  beyin  damarlarının  harap  olduğunu,  bu 
yüzden  ameliyatının  çok  zor geçtiğini,  doktorun  asla sigara  iç­
meyecek  diye  çok sıkı  tembih  ettiğini anlatıyor.
“Seni  dinler  komutanım,”  diyor  yalvarırcasına.  “Bir  konuş­
san...”
Asteğmen  kendini  suçlu  hissediyor,  Zeynel’in  sigara  içmesi­
ne  müsaade  etmemeye  karar  veriyor,  ama  Zeynel’e  söz  geçir­
mek  mümkün  değil  ki.  Zırt  pırt  dışarı  çıkıyor  adam.  Sigara  sa­
dece  hasta  odalarında  yasak,  koridorlarda,  kantinlerde  içilebi- 
len zamanlar.
“Dadaş,  yoksa sigara mı içtin?  diye soruyor asteğmen her de­
fasında.
“Yok  vallaha  kom utanım !”  diyor  Zeynel,  keyifle  yatağına 
uzanırken.
İkinci  ameliyatını  oluyor.  Yine  dren  niyetine  lastik  eldiven 
takılıyor ensesine.  Ama  bu  kez kanla  dolmuyor,  ameliyatın  iyi 
geçtiğine  işaret,  sızıntı önlenmiş.
Yusufelili  banka  müdürü  uyanıyor,  ziyaretine  gelen  karısıy-
246


la  kızından  mercimek  çorbası  istiyor,  karısı sevinçten  ağlıyor.
Asteğmen  epeyce  düzeliyor,  kalkıp  dolaşacak  hale  geliyor. 
Birliğinin  hizmetini görsün diye gönderdiği Alucralı er çok uya­
nık.  Asteğmenin  yüzünün  yumuşak  olduğunu  anlamış,  ikide 
bir izin  isteyip çarşıya tüyüyor.  Hizmetini gördüğü  falan yok.
Bekir’i acılı bir beyin anjiyosuna götürüyorlar.  O gün ölü gibi 
yatıyor çocuk.  Annesi  gün  boyunca  başucunda  oturup  elini  tu­
tuyor,  içli  içli ağlıyor.  Bekir  böyle  yarı ölü  gibi yatarken gülüp 
eğlenmek ayıp geliyor diğerlerine,  saatler çok sessiz geçiyor.
Beyin  cerrahı  Gökdemir  Bey  Zeynel’in,  asteğmenin  ve  mü­
dürün  pansumanlarını  bizzat  kendisi  yapıyor.  Cart  diye  çeki­
yor yapışkanlı  bantları,  koca  adamları  acıyla bağırtıyor,  hemşi­
reler  ellerini  ağızlarına  kapayıp  hık  diye  gülüyorlar.  Doktorun 
bol  bol  sürdüğü Amerikan  tentürdiyodundan  kafası  kıpkırmı­
zı  kesilen  Zeynel:
“Farelerin  kırt  kırt  beynini  kesir  bu,”  diyor  Gökdemir  Bey 
için.
İlk ameliyatından sonra bir gece sabaha karşı uykusu kaçınca 
hastaneyi bir dolaşayım  demiş.  Doktoru  bodrumda,  alet  edevat 
dolu, geniş bir odada bulmuş. Bir kafeste yüzlerce beyaz fare pıt 
pıt pıt koşuşuyormuş.  Farenin beyazını ilk kez görmüş. Gökde­
mir Bey elini kafese sokmuş,  farenin  birini  avuçlayıp çıkarmış. 
Zeynel’in  içi  kalkmış.  Beyaz  meyaz,  fare  sonuçta.  “Ne  edirsen 
bunlarla?”  diye  sormuş.  “Beyinlerini kesiyorum,”  demiş doktor 
sinirle,  “şeninkini kestiğim gibi!”  Gerisin geri yatağına dönmüş 
Zeynel,  bayağı  tırsmış.
“iyi  cerrah...  ama  kafadan  kontak.  Gündüzleri  uyir,  gecele­
ri  fare kesir,”  diyor.
Gündüzleri  eğlenemiyorlar.  Hemşireler zırt  pırt  geliyor,  ateş 
ölçüp  tansiyon  alıyorlar.  Asteğmenin  ve  müdürün  eşlerini  dı­
şarı  çıkarıp  Bekir’in  dışındakilere  kıçlarından  iğne  yapıyorlar. 
Her  iğne seansından  sonra  üçü  de  gülme  krizine  giriyor,  yüz­
lerini  yastıklarına  gömüp  gülüyorlar.  Zeynel’in  gece  de  iğne­
si  var.  “Uyandırma!”  diye  tembih ediyor hemşireye.  Pijamasını 
indirip  yan  yatarak  küp  gibi  uyuyor,  tğne  yapılırken  de  uyan­
mıyor.  Müdürle  asteğmen  hayret  ediyorlar.
247


Asteğmenin  karısı  on  gün  boyunca  her sabah  geliyor,  herke­
se yiyecek getiriyor, çay demliyor, hepsiyle beraber yiyip içiyor, 
sohbet  ediyor,  akşam  hava  karardıktan  sonra  taksiye  binip  or- 
duevine gidiyor. Müdürün karısı ve  kızı sohbetlere  hiç  katılmı­
yorlar,  ikisinin  de  başı  açık,  ama gözleri  hep  yerde.  Adamın  et­
rafında  pervane  oluyorlar,  bütün  ihtiyaçlarını  görüyorlar,  gü­
neş  daha  eğilmeden  de  çıkıp  akrabalarına  gidiyorlar.
Zeynel’in,  karısına  da  saygı  duyduğunu  fark  ediyor  asteğ­
men.  Sadece  saygı  değil,  biraz  da  hayranlık  duyuyor  gibi.  Bu 
hayranlığın  kadın  oluşuyla  bir  ilgisi  yok.  Karısının  doktorla­
ra  bir sürü  soru sormasına, hemşirelerden  isteklerde bulunma­
sına,  başka  hastaların  ihtiyaçlarının  yerine  getirilmesini  talep 
etmesine,  rahatça  fikir  beyan  ederek  konuşmasına,  erkeklerle 
muhatap  olmasına,  hatta  şakalar yapmasına,  hava  karardıktan 
sonra  tek  başına  bir taksiye  binip  gitmesine,  yani buralarda  an­
cak erkeklerin davranacağı gibi davranabilmesine duyulan, şaş­
kınlıkla  karışık bir  hayranlık. Ama karısının bu  bağımsızlığına 
hayranlık duysa  da,  asteğmenin  buna  izin  vermesini  takdir  et­
mediği  anlaşılıyor.
Asteğmen  Zeynel’in  bu  saygıyı  Erzurumlu  kadınlardan  esir­
gediğini düşünüyor. Erzurumlu kadınlar asteğmenin karısı gibi 
davransalar  Zeynel’den  görecekleri  saygı  değil,  aşağılama  olur. 
Sohbetleri  sırasında  Zeynel’in  böyle  bağımsız  davranan  Batılı 
kadınları  sanki  başka  bir  âleme  aitlermiş  gibi gördüğünü,  hiç 
anlayamadığını  fark  ediyor.  Batılı  kadınlarla  Doğulu  kadınlar 
arasında  niye  bu  kadar  davranış  farkı var  diye  düşünmeyi  ak­
lından  bile geçirmiyor dadaş,  sadece  kabulleniyor.
Yunus  her  gün  eli  kolu  dolu  geliyor.  Abisinin  çamaşırlarını 
ve  pijamasını  değiştiriyor.  Hastaların  ayakuçlarında  duran  te­
kerlekli yemek sehpalarını  birleştirip  masa  yapıyor,  üstüne  ga­
zete  seriyor,  o gün artık Allah  ne verdiyse, lahmacun veya pide 
mi  olur,  döner,  tulum  peyniri,  haşlanmış  yumurta,  köfte  filan 
mı,  her  ne  getirdiyse  mükellef bir  sofra  kuruyor.  Abisi  seviyor 
diye  sütlaç  da  getiriyor  bazen.  Banka  müdürüyle  asteğmen  de 
altta  kalmıyorlar,  sıraya bindiriyorlar bu  sofra  kurma  işini,  on­

Yüklə 7,9 Mb.


Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə