nın içinden görünen yakası bollaşmış atleti ve ensesinden sar
kan dren nedeniyle yakışıklılığı yok oluyor, tuhaf, komik bir
şeye dönüşüyor. Başlangıçta komik değil aslında, aksine rahat
sız edici, ürkütücü, ama alışınca komik.
Pratik millet ya bu millet, doktorları da pratik. Dadaş Zey
nel’e kafatasıyla beyni arasında biriken kam boşaltmak için
dren olarak bir ameliyat eldiveni takmışlar. Ensesinden içi kan
dolu bir el sarkıyor. Önden bakıldığında karakterli bir yüzü,
sert ifadesini yumuşatan tatlı bakışları olan adam, arkadan ba
kıldığında ensesinde kan dolup şişmiş bir elle korkunç görü
nüyor. Buna bir de çubuklu pijamanın pejmürdeliği, lakaytlığı,
eski piknik zamanı babaları nostaljisi eklenince Dadaş Zeynel’e
bakıp da gülmemek elde değil.
Oysa ne dren yerine geçen ameliyat eldiveni, ne de çubuk
lu pijaması Zeynel’in umurunda. Karizmasından gayet bir
emin bir havayla, ayağında şıpıdık naylon terlikler, ensesinde
ki kan dolu eldiveni sallaya sallaya, kambur kambur doktorla
rın, hemşirelerin peşinden gidiyor, kantine iniyor, dışarı çıkı
yor, rahat durduğu yok. Yarın sabah altıda ameliyata girecek.
Doktoru bu biriken kan meselesini çözmeye niyetli.
Asteğmenin sağında Yusufelili bir banka müdürü yatıyor.
Kendi kullandığı arabasıyla uçuruma yuvarlanmış. Beyni de
linmiş. Zeynel öyle diyor. 12 saat süren ameliyattan sonra bir
hafta yoğun bakımda kalmış, şimdi koğuşta. Ama uyutuyorlar.
Onun lahmacun hakkı baki. Gözünü açınca, Zeynel “Yemezsen
ölümü gör!” diye diye yedirecek.
Zeynel’in solunda, duvar dibinde 14-15 yaşlarında, kırmızı
yanaklı, tombul bir oğlan yatıyor, adı Bekir. Hah bir tuhaf, tom
buldan çok şişmiş gibi. Sanki çocuğun yüzünü, gözünü bisik
let pompasıyla şişirmişler. Beyin damarlarında nadir rastlanan
bir problem var. Buranın gediklisi olduğu için renk renk desen
li nevresimlerini yanında getirmiş. Taburcu oluyor, bir aya kal
madan ya bayılıyor ya havale geçiriyor, gene geliyor.
Hemşireler Bekir’in nadir rastlanan hastalığı nedeniyle dok
tor beyin özel vakası olduğunu söylüyorlar. Tıp fakültesinin
medarı iftiharı, doğma büyüme Erzurumlu doçent ve beyin cer
241
rahı Gökdemir Bey, Bekir’in hastalığını bir uluslararası kongre
de sunmaya hazırlanıyor. Dekan da Gökdemir Bey’in tebliği
ni destekliyor, bu nedenle Bekir’in masrafları döner sermaye
den karşılanıyor.
Çok temiz, titiz bir çocuk, hatta obsesif. Günde on kere eli
ni yüzünü yıkıyor, en az üç kere dişlerini fırçalıyor. Sabunlu
ğu, diş fırçası, macunu, kolonyası, peçete paketi hep başucun-
da. Her ziyaret saati öncesinde saçlarını ıslatıp tarıyor, minik
bir şişeden ağır kokulu bir esans sürüyor, yorganını kalıp gibi
düzeltip içine giriyor ve ziyaretçilerini bekliyor.
Ama sadece annesi geliyor, o da haftada, bazen iki haftada
bir. Aşkale’nin bir köyünde oturuyor kadıncağız, dul, hali vak
ti de iyi değil, üç ineğin sütünün parasıyla her gün nasıl gelip
gitsin? Hele bu karda kışta. Geldiğinde de sadece ağlıyor zaten.
Hiç ziyaretçisinin olmadığı zamanlar, yani çoğu zaman, çok
acıklı oluyor Bekir’in hali. Suskunluk çöküyor üstüne, gözle
ri doluyor. Zeynel’in ona bakınca ağlayası geliyor. Son ana ka
dar ziyaretçi bekleyen çocuğa “Düş önüme,” diyor, kantine ve
ya bahçeye hemşirelik okulunda okuyan kızları seyretmeye gö
türüyor, üzüntüsünü dağıtmasını sağlıyor.
Bekir iyileşmezse askere alınmayacağından korkuyor. Kafa
yı askerlikle bozmuş. Asteğmene sürekli askerlik hakkında so
rular soruyor.
“Çok mu meraklısın askerde dayak yemeye?” diyor asteğ
men. “Millet gitmemek için çürük raporu alıyor.”
“Ben çürük değilem!” diyor Bekir acıyla, “Beynim hasta, ama
iyileşirem!”
Asteğmen çürük raporu sözünün çocuğu bu kadar yaralaya
cağını tahmin edemediği için kendine kızıyor. Ağzından çıkanı
geri alabilmek için çırpınıyor, ama Bekir’in gözleri dolmuş bile.
“Askerlik yapmadan erkek olunmaz!” diyor Bekir, eğer onu
askere almazlarsa intihar edeceğini söylüyor. Diş fırçasını, ma
cununu alıp tuvalete gidiyor. Zeynel asteğmenin çok üzüldü
ğünü görüyor, yumuşacık bakıyor.
“Boşver,” diyor.
Asteğmen boşveremiyor, çok üzülüyor. Ama ya Bekir’in ha-
242
fızası kısa ömürlü ya da asteğmenin kötü niyetli olmadığını an
lamış, çürük sözünü unutmuş bile, kısa sürede neşeli, canlı ha
line dönüyor. Bir de utangaç. Zeynel çocuğun Gülsüm Hemşi-
re’ye âşık olduğunu söylüyor. Bazen takılıyor.
“Sevgilin bugün ihmal edir seni. Lan yoksa başkasına mı ba
hir?” diyor.
Zaten kırmızı yanaklı olan çocuk iyice kırmızı oluyor, keke
liyor “Ne-ne-ne sev-sev-sev-gilisi!” diyor.
Asteğmen mühendis, okumuş yazmış adam yani. İç kanama
nedir, ne gibi sonuçlara yol açar, gayet iyi biliyor. Buna rağmen
'Doktor yeme dedi,’ demiyor, yanın lahmacunu yalayıp yutuyor.
Zeynel “Komutanım bi de üstüne sigara?” diye soruyor.
Yunus birden başını kaldırıyor, içten içe kızgınlıkla bakıyor
abisine.
Asteğmen Yunus’u görmüyor, “Of ne iyi gider!” diyor.
Zeynel kardeşine “Sigara ver!” diyor. Yunus kıpırdamıyor,
yere bakıyor.
“Ver ulan!” diyor Zeynel.
Bağırıyor, gözünden ateş çıkıyor. Yunus istemeye istemeye
çıkartıp uzatıyor paketi. Belli ki abisinin sözünden çıkamıyor,
Zeynel ailenin tam yetkili reisi olsa gerek. Yunus cesaretini top
luyor, asteğmene dönüyor.
“İçmemesi lazım, sabah ameliyata girecek,” diyor mırıl mırıl.
Asteğmen “Haa... içme o zaman Zeynel... olmaz,” diyor.
Dadaş kardeşine öyle bir bakıyor ki, o güzel ela gözlerin böy
le korkunç bakabileceğini asteğmenin aklı almıyor. Yunus ba
şını eğiyor yine.
Zeynel iki sigarayı aynı anda yakıyor, birini asteğmenin ağ
zına koyuyor. Kardeşinin geri almak için uzanan elini görmez
den gelerek paketi çubuklu pijamasının cebine atıyor.
Asteğmen derin bir nefes çekiyor, başı feci dönüyor, ama
memnun. Zeynel içi kan dolu eldiveni yana çekip, sigarayla sır
tüstü yatağa uzanıyor, halka halka duman çıkarıyor ağzından.
Yusufelili müdür uyuyor, incecik bir horlama tutturmuş.
“Eşiniz aradı, yoldaymış,” diyerek neşeli bir yüzle giriyor
Gülsüm Hemşire.
243
Asteğmeni ağzında tüten sigarayla yakalıyor.
“Aşk olsun ama! Teessüf ederim yani, cahil biri de değilsi
niz!” diyor.
Öfkeyle asteğmenin ağzından sigarayı çekiyor, pencereyi
açıp dışarı fırlatıyor. Duman çıksın diye camı açık bırakıyor bir
süre. Buz gibi, bıçak gibi bir rüzgâr içeri giriyor, yüzlerini ısırı
yor hepsinin. Kar atıştırıyor.
Hemşire “Sen verdin di mi? Hiç utanmıyor musun?” diyerek
Yunusu fırçalıyor.
Yunus ağzını bile açmıyor, önüne bakıyor. Bu adam hiçbir
şeye itiraz etmez mi, kendini savunmaz mı? diye düşünüyor
asteğmen.
Zeynel yatağında uyuyor numarası yapıyor. Gülsüm Hemşi
re tam çıkacakken Zeynel’in yatağının altından duman çıktığı
nı görüyor. Gözlerine inanamıyor.
“Pes Zeynel pes! Sen de mi içiyorsun!” diyor.
Sesinde öyle bir dehşet ve telaş var ki, sanki Zeynel otuz sa
niye içinde öldürecek bir zehir içmiş. Tüten sigarayı almak için
söylene söylene dizlerinin üstüne çöküyor, karyolanın altına
uzanmaya çalışıyor. Balıketinden biraz fazla bir genç kız, ha
fif göbeği de var, sigarayı almayı başaramıyor. Bekir gözleriyle
hemşirenin her bir hareketini izliyor, gülümseyen ağzını topla
yamıyor. Gülsüm Yunus’a dönüyor.
“Al şunu!” diyor.
Yunus fırlıyor, karyolanın altına giriyor, Zeynel’in hâlâ tüten
sigarasını alıp uzatıyor. Gülsüm Hemşire onu da pencereden
atıyor. Dönüp tehdit ediyor hepsini.
“Bi daha yakalarsam vallahi de billahi de başhekime şikâyet
edicem!” diyor. “Atar sizi hastaneden, görürsünüz gününüzü!”
• •
Öfkeyle çıkıp gidiyor.
Dadaş Zeynel kıs kıs gülüyor. Asteğmen de gülmeye çalışı
yor ama göğsü, yüzü acıyor. Bekir sevdiği kıza güldüler diye
çok bozuluyor.
“Doğru dir ama,” diyor, kimse duymuyor.
Beyin cerrahisinde yatan hastaların neredeyse yarısının bu
rada bulunma sebebi kafalarına buz düşmesi. Dadaş Zeynel de
244
onlardan. Damlardan sarkan kol gibi buzların erimeye başladı
ğı bir gün, bir beyaz eşya dükkânının elektrik işlerini yapıyor
muş. Dükkân sahibi Ülkü Ocaklarından arkadaşıymış, öğle ye
meği için Gürcükapı’da cağ kebabıyla meşhur bir lokantaya git
mişler. Tıka basa yiyip içmişler. Lokantadan çıkmışlar, daha iki
adım yürümüş yürümemiş, tam da “Saçak altından yürümeyi
niz!” tabelasının önünde çatıdan sarkan bir buz Zeynel’in başı
na düşmüş. Nasıl bir şiddetle düşmüşse, kafatasını delmiş. Am
bulans gelmiş, doğru hastaneye, beyin cerrahi servisine. Ölüm
den döndürmüşler. Taburcu olmuş. Fakat kafatasında kan bi
rikmeye başlayınca tekrar ameliyat olması gerekmiş, yine gelip
yatmış mecburen, aynı servis, aynı oda.
“Her kış burası dolar taşar,” diye anlatıyor. “Batıklar usulü
bilmir, saçak altından yürirler, hep onların başına düşir..”
Asteğmen, Zeynel’in halini tavrını bir şantiyede çalışırken ta
nıdığı, Horasanlı bir yol işçisine benzetiyor. Horasanlının da
askere ve büyüğe saygısı eksiksiz, hatta aşırıydı. Saygı duyduğu
kişilerin kendisiyle eğlenmesinden, şaka yollu laf çarpmasın
dan filan gocunmazdı, hatta bu türden eğlenceye çanak tutardı.
Karşılık da vermezdi üstelik, o bana şaka yaptı ben de ona ya
payım demezdi. Elbette bu geçici ve eğlenceli ilişkinin şartları
vardı. Bir kere ana, bacı, eş ağza alınmaz, çok gerekli olmadık
ça onlardan bahis açılmaz, hakaret niteliği taşıyan veya cinsel
anlamda küçük düşürücü şakalar yapılmaz, kutsal bulduğu de
ğerler hiçbir şekilde aşağılanmazdı. Asteğmen, Zeynel’in de ay
nı Horasanlı gibi damarına basarsa kızmayacağını, hatta onun
da bu çekişmeyle eğleneceğini hissediyor.
“E senin de başına düşmüş ama,” diyor, “saçak altından yü
rünmeyeceğini bilmiyor musun? Hadi itiraf et, dadaş değilsin
sen!”
Zeynel yedi göbekten Erzurumlu olduğu halde, yabancılar
gibi beynine buz yemiş olmasını sindiremiyor, ama tam da as
teğmenin tahmin ettiği gibi şakaya geliyor. Muzip muzip güle
rek fısıldıyor.
“Kafam dönirdi komutanım,” diyor. “Bir testi şarap adamın
kafasını fena döndürir..”
245
Asteğmen, şarap mı? diye düşünüyor. Zeynel’in içki içme
yen, içse bile rakı içen biri olduğu kanaatine nasıl vardı kı?
“Aman komutanım, sakın ola ki saçak altından yürüme,” di
yor, aynı muzip bakışlarla kapıya gidiyor. Yunus hemen aya
ğa kalkıyor.
“Nereye?” diyor abisine, hizmetini görmeye hazır.
“Helaya. Sen de mi gelirsen?” diyor Zeynel. Sesinde hem
azarlar, hem aşağılar bir ton var. “Çakmak ver, çakmak!” di
yor sonra.
Yunus önüne bakıyor, kıpırdamıyor. Asteğmen Yunus’un iti
raz yönteminin bu olduğunu düşünüyor: kıpırtısız bir sessiz
lik. Ama işe yaramıyor ne yazık ki.
Zeynel bu kez “Çakmak VEEER!” diye gürlüyor.
Yunus çaresiz uzatıyor.
“Çakmağı ne yapırsen?” diyor Bekir, safça.
“Belki lambalar sönir,” diyor Zeynel, gülüyor, tuvalette siga
ra içecek.
Zeynel gidince Yunus aşırı terbiyeli tavrını bozmadan, siga
ra yüzünden abisinin beyin damarlarının harap olduğunu, bu
yüzden ameliyatının çok zor geçtiğini, doktorun asla sigara iç
meyecek diye çok sıkı tembih ettiğini anlatıyor.
“Seni dinler komutanım,” diyor yalvarırcasına. “Bir konuş
san...”
Asteğmen kendini suçlu hissediyor, Zeynel’in sigara içmesi
ne müsaade etmemeye karar veriyor, ama Zeynel’e söz geçir
mek mümkün değil ki. Zırt pırt dışarı çıkıyor adam. Sigara sa
dece hasta odalarında yasak, koridorlarda, kantinlerde içilebi-
len zamanlar.
“Dadaş, yoksa sigara mı içtin? diye soruyor asteğmen her de
fasında.
“Yok vallaha kom utanım !” diyor Zeynel, keyifle yatağına
uzanırken.
İkinci ameliyatını oluyor. Yine dren niyetine lastik eldiven
takılıyor ensesine. Ama bu kez kanla dolmuyor, ameliyatın iyi
geçtiğine işaret, sızıntı önlenmiş.
Yusufelili banka müdürü uyanıyor, ziyaretine gelen karısıy-
246
la kızından mercimek çorbası istiyor, karısı sevinçten ağlıyor.
Asteğmen epeyce düzeliyor, kalkıp dolaşacak hale geliyor.
Birliğinin hizmetini görsün diye gönderdiği Alucralı er çok uya
nık. Asteğmenin yüzünün yumuşak olduğunu anlamış, ikide
bir izin isteyip çarşıya tüyüyor. Hizmetini gördüğü falan yok.
Bekir’i acılı bir beyin anjiyosuna götürüyorlar. O gün ölü gibi
yatıyor çocuk. Annesi gün boyunca başucunda oturup elini tu
tuyor, içli içli ağlıyor. Bekir böyle yarı ölü gibi yatarken gülüp
eğlenmek ayıp geliyor diğerlerine, saatler çok sessiz geçiyor.
Beyin cerrahı Gökdemir Bey Zeynel’in, asteğmenin ve mü
dürün pansumanlarını bizzat kendisi yapıyor. Cart diye çeki
yor yapışkanlı bantları, koca adamları acıyla bağırtıyor, hemşi
reler ellerini ağızlarına kapayıp hık diye gülüyorlar. Doktorun
bol bol sürdüğü Amerikan tentürdiyodundan kafası kıpkırmı
zı kesilen Zeynel:
“Farelerin kırt kırt beynini kesir bu,” diyor Gökdemir Bey
için.
İlk ameliyatından sonra bir gece sabaha karşı uykusu kaçınca
hastaneyi bir dolaşayım demiş. Doktoru bodrumda, alet edevat
dolu, geniş bir odada bulmuş. Bir kafeste yüzlerce beyaz fare pıt
pıt pıt koşuşuyormuş. Farenin beyazını ilk kez görmüş. Gökde
mir Bey elini kafese sokmuş, farenin birini avuçlayıp çıkarmış.
Zeynel’in içi kalkmış. Beyaz meyaz, fare sonuçta. “Ne edirsen
bunlarla?” diye sormuş. “Beyinlerini kesiyorum,” demiş doktor
sinirle, “şeninkini kestiğim gibi!” Gerisin geri yatağına dönmüş
Zeynel, bayağı tırsmış.
“iyi cerrah... ama kafadan kontak. Gündüzleri uyir, gecele
ri fare kesir,” diyor.
Gündüzleri eğlenemiyorlar. Hemşireler zırt pırt geliyor, ateş
ölçüp tansiyon alıyorlar. Asteğmenin ve müdürün eşlerini dı
şarı çıkarıp Bekir’in dışındakilere kıçlarından iğne yapıyorlar.
Her iğne seansından sonra üçü de gülme krizine giriyor, yüz
lerini yastıklarına gömüp gülüyorlar. Zeynel’in gece de iğne
si var. “Uyandırma!” diye tembih ediyor hemşireye. Pijamasını
indirip yan yatarak küp gibi uyuyor, tğne yapılırken de uyan
mıyor. Müdürle asteğmen hayret ediyorlar.
247
Asteğmenin karısı on gün boyunca her sabah geliyor, herke
se yiyecek getiriyor, çay demliyor, hepsiyle beraber yiyip içiyor,
sohbet ediyor, akşam hava karardıktan sonra taksiye binip or-
duevine gidiyor. Müdürün karısı ve kızı sohbetlere hiç katılmı
yorlar, ikisinin de başı açık, ama gözleri hep yerde. Adamın et
rafında pervane oluyorlar, bütün ihtiyaçlarını görüyorlar, gü
neş daha eğilmeden de çıkıp akrabalarına gidiyorlar.
Zeynel’in, karısına da saygı duyduğunu fark ediyor asteğ
men. Sadece saygı değil, biraz da hayranlık duyuyor gibi. Bu
hayranlığın kadın oluşuyla bir ilgisi yok. Karısının doktorla
ra bir sürü soru sormasına, hemşirelerden isteklerde bulunma
sına, başka hastaların ihtiyaçlarının yerine getirilmesini talep
etmesine, rahatça fikir beyan ederek konuşmasına, erkeklerle
muhatap olmasına, hatta şakalar yapmasına, hava karardıktan
sonra tek başına bir taksiye binip gitmesine, yani buralarda an
cak erkeklerin davranacağı gibi davranabilmesine duyulan, şaş
kınlıkla karışık bir hayranlık. Ama karısının bu bağımsızlığına
hayranlık duysa da, asteğmenin buna izin vermesini takdir et
mediği anlaşılıyor.
Asteğmen Zeynel’in bu saygıyı Erzurumlu kadınlardan esir
gediğini düşünüyor. Erzurumlu kadınlar asteğmenin karısı gibi
davransalar Zeynel’den görecekleri saygı değil, aşağılama olur.
Sohbetleri sırasında Zeynel’in böyle bağımsız davranan Batılı
kadınları sanki başka bir âleme aitlermiş gibi gördüğünü, hiç
anlayamadığını fark ediyor. Batılı kadınlarla Doğulu kadınlar
arasında niye bu kadar davranış farkı var diye düşünmeyi ak
lından bile geçirmiyor dadaş, sadece kabulleniyor.
Yunus her gün eli kolu dolu geliyor. Abisinin çamaşırlarını
ve pijamasını değiştiriyor. Hastaların ayakuçlarında duran te
kerlekli yemek sehpalarını birleştirip masa yapıyor, üstüne ga
zete seriyor, o gün artık Allah ne verdiyse, lahmacun veya pide
mi olur, döner, tulum peyniri, haşlanmış yumurta, köfte filan
mı, her ne getirdiyse mükellef bir sofra kuruyor. Abisi seviyor
diye sütlaç da getiriyor bazen. Banka müdürüyle asteğmen de
altta kalmıyorlar, sıraya bindiriyorlar bu sofra kurma işini, on
Yüklə 7,9 Mb. Dostları ilə paylaş: |