yor. Tesellileri kabul eden, mütevekkil bir boyun büküşle bir
kaç cümle edip yerine geçiyor.
Yemek molası için bir tesiste duruyorlar. Daha talep etmesi
ne fırsat kalmadan muavin kadını telefona götürüyor. Hastane
yi arıyorlar, hemşireyle konuşuyorlar. Israr ettiği halde hiçbir
yerde telefon konuşmalarının parasını almıyorlar.
Genç kadın kaskatı kesilen midesini bastırmak için bir tost
almak istiyor, ama muavin yolunu kesiyor.
“Yenge bu taraftan,” diyor, bambaşka bir yönü gösteriyor.
Kadın niye o yöne gitmesi gerektiğini anlamıyor, canı sıkılı
yor, ne yapmak istiyor bu kılkuyruk muavin? Fakat cenazeye
giden ana-kıza da aynı yolu gösterdiğini görüyor. Bir bildiği var
herhalde, dur bakalım diyerek takip ediyor.
Muavin genç kadınla ana-kızı restoranın bir köşesinde hasır
paravanla ayrılmış bölüme buyur ediyor. Burada üç masa var.
Bir tutam havuç, bir tutam kırmızı lahana ve birkaç yaprak ma
ruldan oluşan salata konmuş tabaklar, büyük bir sepette tepe
leme taze ekmekler hazır bekliyor. Şoförlerin yolculardan ayrı
yemek yedikleri bölüm burası, genç kadın hayatında ilk kez gö
rüyor. Muavin üçüne de oturmalarını işaret ediyor.
“Buyurun,” diyor.
Ana-kız hemen yanaşıyorlar. Genç kadının hiç yiyesi yok.
“Ben yiyemeyeceğim,” diyor.
Kaptan şoför geliyor o sırada, kadını duyuyor.
“Olmaz ama yenge,” diyor, “aç açma olmaz, yol uzun.”
Şoförün sesinde hakikaten şefkat var. Genç kadın yiğit ko
mutanın eşi yengemiz olarak bu daveti geri çevirmemesi gerek
tiğini anlıyor. Şoför ileride başka bir masaya geçiyor, üç kadına
sırtını dönmeye özen gösteriyor ki, hasır paravanla ayrılmış bu
bölümde akıllarına yanlış bir şey gelmesin.
Bir garson süzme mercimek çorbası getiriyor, yanında limon
dilimleri. Ana-kız başlıyorlar yemeye. Genç kadın kendini zor
layıp birkaç kaşık çorba içiyor. Garson durmuyor, sırasıyla tas
kebabı, pilav ve Kemalpaşa tatlısı getiriyor. Kadın hiçbirini yi
yemiyor, midesi almıyor, çorba yetiyor. Garson ne yersiniz di
ye sormadan getiriyor. İkram olunca seçme hakkın yok tabii.
234
Misafir umduğunu değil bulduğunu yer diye düşünüyor kadın.
Ama yanılıyor, ana-kız pek bulduklarıyla yetinecek gibi görün
müyorlar. Kola istiyorlar, meyve suyu istiyorlar, cacık, turşu,
revani istiyorlar. Kız tas kebabım geri gönderiyor, tavuk budu
istiyor. Genç kadın iki bardak çay içiyor, ana-kız orta şekerli
Türk kahvesi içiyorlar.
Genç kadın bütün bu yemekler ikram olamaz, parası ödene
cek herhalde, onu getir bunu getir dediklerine göre, diye düşü
nüyor, ama gene yanılıyor. Cüzdanını çıkardığı anda ana-kızın
yüzünde anlık bir öfke ve telaş görüyor. Garson hesap ödemek
isteyen genç kadına yemeğin ikramları olduğunu söylüyor.
Genç kadın ısrar ediyor, ama garson dinlemiyor bile, dönüp gi
diyor. Ana-kız rahatlıyorlar, karınları tok, keyifleri yerinde. Ka
dına hesap ödemek istemesinin aptallık olduğunu belirtmek is
teyen bir havayla ama samimiyetle gülüyorlar.
Otobüs gecenin içinde yol alıyor. Kar tipiye dönüşüyor. Oto
büsün farları sanki sonsuzluktan dökülür gibi iri iri yağan karı
aydınlatıyor. Genç kadın kocasının durumunu çok merak edi
yor, endişesi artıyor. Ya hemşire onu kandırıyorsa? Ya iç kana
ma geçirdi de anlamamışlarsa? Beyin sarsıntısı mı, beyin kana
ması mı? Gözüne uyku girmiyor.
Tipiden göz gözü görmediği için şoför dikkat kesilmiş. Hız
lı gidemiyorlar, yollar çok kayıyor. Muavin şoförün yanında
ki koltuğuna geçmiş, o da gözünü dört açmış yola bakıyor. Yol
kapanırsa, çığ düşerse gibi felaket tellallığı yapıyor. Şoför sakin
ve dikkatli görünüyor şimdilik.
Genç kadın hâlâ aynı şoförle yolculuk yaptıklarını fark edi
yor. Tam paniğe kapılacakken otobüsün arkasında uyuyan ye
dek şoför uyanıp geliyor, otobüsü durdurmadan yer değiştiri
yorlar. Yorulan şoför vitesi boşa alıp kalkıyor, diğeri direksiyo
na geçiyor ve otobüs en ufak bir sarsılma bile yaşamadan yola
devam ediyor. Buna inanılmaz bir beceri mi demeli, gözü kara
lık mı, manyaklık mı, düşüncesizlik mi, sorumsuzluk mu, ka
rar veremiyor genç kadın.
“Yenge... yenge...” diye dürtülerek uyandırıldığında gün
çoktan doğmuş, saat ona geliyor. Uyuyakalmış olduğunu an-
lıyor. Yozgat Akdağmadeni’nde bir mola tesisindeler. Aynı kıl
kuyruk muavin başında.
“Komutanımı arayalım mı?” diyor.
Kadın kendisini kaba kaba dürterek uyandıran muavine bu
teklifi nedeniyle minnet duymalı mı bilemiyor.
“Arayalım,” diyor.
İniyorlar, yine muavin önde kadın arkada, telefona gidiyor
lar. Bu kez başka bir hemşire. Kocası geceyi iyi geçirmiş. Duru
mu valla iyi herhalde. Yani yoğun bakım sayılır, beyin cerrahi
si işte. Hayır telefona gelemez. Kadın kocasının yürüyebilecek
durumda olup olmadığını öğrenmek istiyor. Ama hemşire nö
beti yeni aldığını söylüyor, daha fazla bilgi veremiyor, çat ka
patıyor. Yine telefon parası alınmıyor, kadın otobüse dönüyor.
Yerine yerleşiyor. Bir garson biniyor otobüse, elindeki tepside
pırıl pırıl bir çay ve tost. Şoför göndermiş. Kadın teşekkür edi
yor, çayla tostu alıyor. Yerken bu ayrıcalıklı muameleye alışmış
olduğunu fark ediyor ve utanıyor.
Kar nedeniyle çok sık duraklıyorlar. Yolculuk otuz saati ge
çiyor. Genç kadın sabrının sonuna geliyor artık. Ne bitmek bil
mez yol! Erzurum'a yaklaştıklarında saat gecenin dokuzu olu
yor. Kadın iyice huzursuzlanıyor. Daha önce birkaç kere koca
sını ziyarete geldiği için bu şehrin huyunu suyunu biliyor az
buçuk. Gece dokuzdan sonra bir kadının sokakta tek başına
dolaştığı görülemez. Zaten bu kış kıyamette bu saatte sokaklar
da sarhoşlarla serserilerden başka kimse olmaz. Ya taksi bula
mazsa? Nasıl gidecek hastaneye? Muavini çağırıyor.
“Ne zaman varacağız?” diye soruyor.
“Bir saatlik bir şey kaldı,” diyor muavin.
“Eyvah!” diyor kadın. “Saat onu geçmiş olacak. O saatte has
taneye nasıl gideceğim?”
“Hallederiz yenge, merak etme,” diyor muavin.
Kendisini taksi bulabileceği bir yerde indirmelerini rica edi
yor. Muavin doğru dürüst dinlemiyor bile, gözü şoförde. İlk şo
för tekrar geçmiş direksiyona, bu kez diğeri uyumaya gitmiş.
Nihayet Erzurum tabelası görünüyor. Tipi durmuş, ama şe
hir kar altında. Genç kadın iyice endişeli, huzursuz. Yol uza
236
Dostları ilə paylaş: |