“Olmaz olur mu? Var!”
“Neredeler peki? Niye hiç görmedim? Olsa görürdüm!”
“Kafesteler de ondan! Mısır tarlasının arkasındaki evde otu
ran Sütçü Teyze var ya, hani karpuz kabuklarını toplamaya ge
liyor. İşte onun çocukları. İkisi de maymun. Senin gibi çok ya
ramazlarmış, anneleri ikisini de zincirle bağlayıp kafese kapat
mış. Eğer yaramazlık yapmaya devam edersen seni Sütçü Tey-
ze’ye veririm, maymun çocukların yanma kapatır.”
Hikâye kısa vadede etkili oluyor. Oğlan o gün annesinin di
zinin dibinden ayrılmıyor. Ama ertesi gün kandırılıyor olabile
ceğinden kuşkulanıyor, sürekli yalanlarını yakaladığı büyükle
re de güveni olmadığı için başka çocuklara soruyor. Hikâyeyi
doğruluyorlar. Evet, Karasu’da iki maymun çocuk var, biri çok
tehlikeli olduğu için zincirle bağlı, öbürü uslu durduğu zaman
serbest bırakılıyor.
Merak kurdu oğlanın zihnini kemirmeye başlıyor. Ne yapıp
edip maymun çocukları görmek istiyor. Önce arkadaşlarına
“Gidip bakalım,” diyor. “Sakın ha!” diyorlar, maymun çocuk
ların çocuk yediklerini iddia ediyorlar.
Yaramazlık yapmaya ara verip her fırsatta mısır tarlasına gi
diyor. Ama tarlayı aşıp da eve yaklaşmaya cesaret edemiyor. Bir
gün çubuk şekerini eme eme ortalıkta dolanırken merakına ye
niliyor, maymun çocukları görmeye gidiyor. Mısırların arasına
saklanıp eve uzaktan bakıyor önce. Derken bir adım yaklaşıyor,
bir adım daha, bir adım daha.
Bir uluma duyuyor, biri çığlık çığlığa ağlıyor gibi. Ödü kopu
yor. Ama merakı öyle güçlü ki, dönüp gidemiyor. Evin arkası
na, sesin geldiği yere dolanıyor ve donakalıyor.
Annesi yalan söylemiyormuş meğer. Kalın ağaç dallarından
yapılmış küçücük bir kafesin içinde, ayaklarından zincirle bağ
lanmış, dizlerinin üstünde dönüp durarak uluyan, on beş-on
altı yaşlarında biri var. Kir pas içinde, üstünde lime lime bir ça-
put, kıllı, saçı başı öyle dağınık ki, gerçekten de maymun gibi.
Kafesi iğrenç kokuyor. Yaşı büyük görünüyor, abi gibi ama abi-
ye de benzemiyor, bu haliyle insana benzemiyor.
Maymun çocuk oğlanı görünce ulumasını kesiyor. Oğlan
214
elinde çubuk şekeri, müthiş bir merakla gözlerini kendisine di
ken maymun çocuğa bakıyor. Acıyor haline. Çubuk şekerini
ona vermek ister gibi bir hareket yaptığı anda maymun çocuk
elini hızla kafesten çıkarıp sallıyor, şekeri istiyor. Oğlan önce
sıçrıyor korkudan. Ama gözlerini de alamıyor, çakılıp kalmış
olduğu yere. Maymun çocuk duruyor, tiftik tiftik olmuş saçla
rının arasında kaybolmuş kara gözleriyle ona bakıyor. Belki de
karnı aç diye düşünüyor oğlan. Elini kapar diye kafese yaklaş
maya da cesaret edemiyor. Sonunda ucundan tutarak uzatma
ya karar veriyor. Tam uzatacakken maymun çocuğun çırpınan
elinden korkup geri çekiyor.
• •
O anda arkasında başka bir uluma duyuyor. Ölecek artık
korkudan. Döndüğünde öteki maymun çocuğu görüyor. Ser
best gezenini, daha az aptal olup daha az yaramazlık yapanını.
O da dizlerinin üstünde, düşüp kalkarak yaklaşıyor.
Bu çocuk filan değil, maymuna benzeyen kocaman bir kadın.
Onun da giysileri yırtık pırtık, yüzünün biçimi çok acayip, çok
çirkin, teni öyle kalınlaşmış ki hayvan derisi gibi olmuş. Ama
rastgele kesilmiş saçları güneşten sararmış. Durmuş oğlana ba
kıyor. Oğlan iki maymun çocuğun arasında kalmış, kaçabilece
ği bir yer yok.
Garip bir şey oluyor, kafesteki maymun çocuk öfkeyle abla
sına uluyor. Abla da kardeşine uluyor. Korkudan olduğu ye
re çakılı kalan oğlan ikisinin arasında bir dil olduğunu keşfedi
yor. İkisi de birbirlerine uluyorlar, oğlanın çubuk şekerini is
tiyorlar.
Şekeri ortasından kırıyor, bir parçasını ablaya uzatıyor. Kor
kudan da kalbi duracak. Abla tuhaf parmaklarıyla hemen kapı
yor, çabuk hareketlerle ağzına sokuyor. Oğlan tir tir titreyerek
diğer parçayı kafese uzatıyor. Maymun çocuk çirkin, korkunç
eliyle anında kapıyor.
Bundan sonrasının çok tehlikeli olduğunu hissediyor. Şeker
bitince yine isteyecekler ama başka şekeri yok. Nasıl kaçabile
ceğini düşünürken Sütçü Teyze’nin sesini duyuyor.
“Kırarım bacaklarını, defol git evine çabuk!” diye bağırıyor
kadın.
215
Sütçü Teyze geldiği için çok seviniyor, arkasına bakmadan
kaçıyor.
Ertesi yaz oğlanın dedesi İzmir’de bir yazlık alıyor, bir daha
da Karasu’ya yazlığa gelmiyorlar. Ama Karasu zihninde olduğu
gibi duruyor, bütün güzelliği ve maymun çocuklarıyla.
Aradan yıllar geçiyor. Oğlan genetiğe merak sarıyor. Tıp fa
kültesinde okurken aklında hep bu maymun çocuklar var. İki
sini de tekrar görmek ve yakından incelemek için Karasu’ya
gidiyor. Öldüklerini öğreniyor. Şaşırmıyor. Çok zaman geç
miş aradan. Sütçü Teyze de ölmüş. Leş gibi kulübesinin ye
rine apartman dikilmiş. Yakınlarını buluyor. Ona Sütçü Tey-
ze’nin amcasının oğluyla evli olduğunu, doğurduğu altı çocuk
tan dördünün birkaç aydan fazla yaşamadığını, diğer ikisinin
de maymun çocuk olduklarını anlatıyorlar. Genetik bozukluk,
maymun çocuk teorileri ve tersine evrim üzerine çalışmak iste
yen adam DNA’larım alıp inceleyebileceği hiç kimseyi bulama
dığı için üzülüyor.
Bir şeye daha üzülüyor. Denizinin enginliğiyle, dalgaları
nın gücüyle, uçsuz bucaksız kumsalıyla, geceleri gökyüzünü
ağ gibi kaplayan yıldızların parlamasıyla, daha çocuk yaşın
dayken ona sonsuzluğu hissettiren, bu sonsuzluğa dalıp gitti
ğinde kendini çok önemsiz bulmasına yol açtığı için korkutan
ama aynı zamanda dünya denen gezegene hayran bırakan Ka
rasu’nun da ölmüş olduğunu görüyor. Karasu artık yok. İçi
ni Karasu’yla birlikte evrenin de öldüğü gibi tuhaf bir his kap
lıyor. Evrenin varlığını ilk orada, Karasu’nun ıssız kumsalında
hissetmişti çünkü.
Çocukluğunda nefesini kesen o güzelliğin nasıl öldüğü
nü tahmin etmesi zor değil. İnsanoğlunun bu gezegenin ceza
sı olduğuna inanıyor. Bazen öyle tuhaf hikâyeler yazıyor. Dün
ya vaktiyle canlı bir yaratıkmış, büyük bir günah işlemiş, Tan
rı da mahvetsin diye insanları yaratarak dünyayı cezalandırmış.
Dünyayı hak etmeyen insanoğlunun güzelliğe düşman olduğu
nu düşünüyor. Dünya denen talihsiz gezegenin zebanisi insan,
216
Dostları ilə paylaş: |