Allahtan yakınlarda bir köy var. Yardımsever köylüler elle
rinde çuval parçalarıyla koşup geliyorlar. Çalı çırpı toplayıp te
kerleklerin ardına döşüyorlar. Çuvalları çamurun üstüne yer
leştiriyorlar, kan ter içinde hep beraber arabalara abanıyorlar.
Nihayet çamurdan çıkarmayı başarıyorlar. Yola devam etmele
ri lazım. Kız tarafı hazırlıklarını yapmış, bekliyordun Gelgele-
lim soğuktan yanakları kıpkırmızı olan Alman gelini daha fazla
perişan etmek istemiyorlar. Artık ailenin asli üyesi de olsa, sap
sarı saçları, gri-mavi gözleri ve üç beş kelime dışında Türkçeyi
hâlâ konuşamaması ona daimi bir misafirlik durumu, özen gös
terilmesi gereken bir biblo niteliği veriyor.
Aslında birbirlerine itiraf etmedikleri bir şey var. Aile için
Avrupalı olmak fikrinin tabii ve cisimleşmiş hah olan bu genç
kadının kız alıp akraba olacakları köyü görmesini istemiyor
lar. Köyün nefes kesen doğal güzelliğine, kız tarafının kuş
ku duymadıkları misafirperverliğine rağmen, karşılaşacakla
rı manzaranın kuyrukları boka batmış inekler, çamurda çıp
lak ayakla dolaşan sümüklü, cılız çocuklar, oturdukları yerde
osuran ihtiyarlar, ter kokan kılıksız gençler olacağını tahmin
edebiliyorlar. Tuvalet bahsini akıllarına bile getirmek istemi
yorlar. Kendi evlerindeki kapılı, çeşmeli, bulup buluşturup tu
valet kâğıdı koydukları ama nihayetinde alaturka heladan bile
utanırlarken Alman gelini muhtemelen bahçenin bir köşesin
de bulunan derme çatma helaya mı götürecekler? Zemin tah
talarının aralığından birikmiş bok yığınını görmesine nasıl en
gel olacaklar?
Bu Avrupalı genç kadının zamanıyla kendi ülkelerinin ba
tısında bulunan bir köyün zamanı arasındaki yüz yıllık fark
la yüzleşmenin ağırlığına hazır değiller. Şehirde, kendi evle-
rindeyken ulaşmak istedikleri muasır medeniyete uygun düş
meyen yanlarını gizlemek ellerinde, ağızlarında gümüş kaşık
la doğmuş gibi yapabilirler. Ama dünür olacakları ailenin köy
hayatının ilkelliğinden geldiğini saklamaları mümkün değil. Bu
nedenle Alman gelini köye götürmek istemediler, ama oryanta
lizm sözcüğünden haberdar olmadığı halde Avrupalı sezgisiy
le oryantalist manzaralara koşmaya hevesli gelin ısrar edince
156
mecbur kaldılar. Şimdi bu Avrupalı nazenin çiçeği “doğanın”
zorlu şartlarından korumanın yolunu arıyorlar.
Yardımlarına koşan köylülerden biri Alman gelinle damadın
yeğeni olan çocuğu evinde misafir etmeyi teklif ediyor. Dönüş
te uğrayıp ikisini de alabilirler. Aman nasıl seviniyorlar, işte
Türk köylüsü, Türk misafirperverliği! Alman gelin aralarında
bir akrabalık ilişkisi olmayan bu köylünün evinde onları bek
leyebilir. Gerçi gene bahçedeki tuvalete gidecek, gördüğü man
zara karşısında nutku tutulacak. Ama elden ne gelir? Hem her
toplumun alt seviyeleri var.
Koca hızlı bir Almancayla geline durumu anlatıyor: Şartlar
çetin. Kar başlayabilir, gene çamura saplanabilirler, aç kalabi
lirler, daha fazla eziyet çekmesin, gitsin şu köylücağızın evin
de misafir olsun. Alman gelin öyle üşümüş ki hemen kabul edi
yor, karnı da aç zaten.
Aslen Karadenizli olan köylü, Alman gelinle çocuğu evine
götürüyor. Köylünün karısı, hayatında ilk kez bir Alman görü
yor ve kadından gözlerini alamıyor. Neredeyse kocasına “Val
lahi insan!” diyecek, öyle şaşkın.
Alman gelin bu ülkede ayakkabı çıkarmak gerektiğini öğren
miş, zaten çamur içinde kalmış ayakkabılarını çıkarıp içeri gi
riyor. Burası alçak tavanlı bir kerpiç kulübe. Samanla karıştırıl
mış toprak döşeli eğri büğrü taban renkli kilimlerle kaplı. Pen
cereler o kadar küçük ki, minyatür sanki. Pencere içlerinde ku
kasının üstünde tığıyla yarım bir dantel, bir pilli radyo, perşem
be geceleri okunan Latin harfli bir Yasin-i Şerif kitabı var. Pen
cerenin dışına da kışa dayanıklı saksı çiçekleri dizilmiş. Pence
reli duvarın önü boydan boya kilim kaplı bir sedir. Ot doldu
rulmuş arka minderleri taş gibi sert. Duvarda, göz hizasından
çok yukarıya asılmış sepya resimde beyaz sakallı, kasketli, asık
suratlı bir yaşlı adam var. Bir de saatli maarif takvimi.
Odada kuzine yanıyor, üstünde bir güğüm ve bir tence
re kaynıyor. Kuzinede pişen mısır ekmeğinin buğusu kapağın
aralığından incecik tütüyor. Sobanın altına odunlar sıralanmış.
Lvde akar su yok. Çimento sıvanmış tezgâhın ortasında bir ya
157
lak, yanında da musluklu bir bidon var. Raflara tabaklar, kalay
lı bakır kaplar dizilmiş. Tencerelerin üstlerinde nakışlı örtüler.
Duvarda bir çiviye gaz lambası asılmış. Köyde elektrik yok he
nüz. Alman gelin evin halini tiyatro dekoruna benzetiyor. Pito
resk, bakılası, uzun uzun seyredilesi bir görüntü. Her şey ter
temiz üstelik. Bir tek evin kokusunu sevmiyor, ağır, iç kaldı
ran bir koku.
Köylü, karısına çocukla Alman’ı iyi ağırlamasını söyleyip gi
diyor. Karısı çok heyecanlı. Alman gelinin ellerinin çamurlu ol
duğunu görünce, bakır bir ibriğe güğümdeki kaynar sudan ek
leyip ılıştırıyor, gelin ellerini köylü kadının ibrikten döktüğü
suyla ve ev yapımı beyaz sabunla uzun uzun yıkıyor, tertemiz
bir peşkirle kuruluyor. Islak giysilerini çıkarıyor. Köylü kadı
nın verdiği şalvarla gömleği giyiyor, el örgüsü patikleri ayağı
na geçiriyor. Şalvar lacivert üstüne minik sarı-beyaz çiçek de
senli pazenden dikilmiş, mis gibi sabun kokuyor. Gelin son
suzca geniş şalvarı iki yana çekip görümcesinin çocuğuna gös
tererek gülüyor. Çocuk da gülüyor, dört yaşında, her şeyi dik
katle izliyor.
Köylü kadın gelinin triko elbisesini, naylon çorabını alıp
kayboluyor ortadan. Gelin huzursuz oluyor, Almanca bir şey
ler mırıldanıyor. Çocuk niye huzursuz olduğunu anlamıyor.
Az sonra geliyor kadın. Çorabı ve elbiseyi yıkamış. Kuzinenin
yakınına bir tahta iskemle çekip üstüne seriyor.
“Beyin gelene kadar kurur, merak etme” diyor, “bir de ütü
lerim kuruyunca.”
Alman gelin böyle bir talebi olmadığı halde giysilerinin yı
kanmasına çok şaşırıyor, daha önce tanımadığı köylü kadının
bunu niye yaptığını anlayamıyor. Bu sıcak, iyicil evde bulun
maktan hoşlandığı belli. Kaynağını anlamadığı kokuya da alış
mış, yüzünü ekşitmiyor artık. Köylü kadın bir koyun postunu
sedire, kuzinenin yakınına seriyor.
“Geç otur da ısın,” diyor.
Alman gelin sözcükleri bilmese de kadının ne demek istedi
ğini anlıyor, gösterdiği yere oturup ayaklarını sobaya yaklaştı
rıyor.
158
Dostları ilə paylaş: |