Memleket Hikâyeleri / Ayfer Tunç



Yüklə 7,9 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə40/66
tarix26.09.2018
ölçüsü7,9 Mb.
#70871
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   66

sil  ettikleri  bu  kesişme  alanından  farklı  yerlere  savrulacakları­
nı  henüz  bilmiyorlar.
Ailenin  genç  kadınları  tüccar-terzilere diktirdikleri şık döpi­
yesler,  ince  naylon  çoraplar giymişler,  boyunlarına  doladıkları 
eşarpların uçlarını göğüslerine  sokuşturmuşlar.  Altın bilezikle­
ri  görünmüyor,  kıyafetlerinin  zarifliğini  zedelemesin  diye  dir­
seklerine  itmiş,  görünmez  kılmışlar.  Bileklerini  dolduran  altın 
bileziklerin  tek  bir  anlamı  var  ne  de  olsa:  Çok  şükür  varlıklı- 
yız!  Varlıklarını gizlemekten  pek hoşlanıyor  olmasalar  da  gör­
güsüz  damgası yemekten  çekiniyorlar.  Adabımuaşeret çağı  he­
nüz.  Makyajlılar.  Sosyal  bir  ortamda  boy  gösterileceği  zaman 
makyaj  yapıyorlar.  Ama yaş ilerledikçe  hafiflemek.  Yaşını başı­
nı almış bir kadın hâlâ  makyaj  yapıyorsa itibar kaybını da göze 
alıyor demektir  ki,  burada hiçbir aile itibarını  kaybetmiş anne­
lere sahip  olmak istemez. Kocası ölmüş kadınların makyaj yap­
ması söz konusu değil.  Yeniden evlenmedikçe sonsuz bir mate­
mi yaşamak zorundalar.
İki  yaşlı  kadının  desenleri  ağırbaşlı  başörtüleri  var,  çenele­
rinin  altından  bağlamışlar.  Büyük  yenge,  kapalı mekândayken 
ortamda  erkek  olup  olmamasına  aldırmadan başını  açıyor;  bü­
yük  abla  ise  koyu  renkli  başörtüsünü çıkarıp  beyaz,  uzun,  ke­
narları  oyalı  bir  örtü  takıyor,  kulaklarının  arkasından  geçirip 
uçlarını  göğsüne  salıyor.  Köyde  doğmuş,  kasabada  büyümüş, 
şehirde yaşlanmış bu iki kadının düğün dernek dışında döpiyes 
giydikleri  çok  nadir.  İyi  dikilmiş,  koyu  renkli  elbiseler  ve  par- 
dösü  tercih  ediyorlar.
Aslında  döpiyesler,  rujlar  bu  ailenin  kadınlarının  doğal  hal­
leri  sayılmaz.  Özel  bir  durum  olmadıkça  evde  ucuz,  gündelik 
giysiler  giyiyorlar.  Ama  dışarıya  adım  attıkları  anda  iki  temel 
nedenle şıklaşıyorlar:  temsil ve rekabet. Bütün  o  “asri”  halleri­
ne  rağmen  içerde  de,  dışarıda  da  birey  değiller.  Çarşıya  dantel 
kukası almaya bile gitseler mensubu oldukları aileyi  temsil edi­
yorlar.  Bu  da  onlara  bakan  yüzlerce göz  ve  bir  yanlışları  görü­
lecek  olursa  susmayacak yüzlerce  ağız  demek.  Taşra  şehirleri­
nin  sözlü  tarihi köklü  ailelerin  tarihlerinden oluşuyor.  Her bir 
aile  ekonomik hayattaki yerleriyle,  yaptıkları hayır  hasenatla,
153


çocuklarının eğitim  düzeyi ve  geldikleri  makamla  şehirde  ağır­
lığını  artırmaya  çalışıyor.  Dolayısıyla  aralarında  şehre  olumlu 
yansıyan  bir rekabet var.
Genç  kadınların  uçuk  pembe  ojeleri  soğuk suyla bulaşık du­
rulamaktan, döşemeleri arapsabunuyla silmekten çatlamış elle­
rinin  çirkinliğini  gizlemeye  yetmiyor.  Gündelikçi  kadın  çalış­
tırma âdeti henüz başlamadığı için ev işlerini kendileri yapıyor­
lar.  Halleri vakitleri yerinde  olsa  da,  çift  kanatlı  kapıları büyük 
anahtarlarla açılan iki-üç katlı eski evlerde oturuyorlar.  O evler 
ki bir  zamanlar  var ve  kalabalık  olduklarını  kimselerin  bilmek 
istemediği  Ermeni ya da Rum ustaların ellerinden  çıkma.  Yedi- 
sekiz yıl  sonra,  ailenin adını taşıyarak bir tür abide  olacak, şeh­
re  ne  kadar  modern olduklarım gösterecek  olan apartmana  ta­
şınacaklar, tıpkı benzer aileler gibi;  kaloriferleri, L salonları, 24 
saat akan sıcak suları  olacak.
Hepsinin  boynunda  bir  eşarp  olmasının  nedeni  sadece  şık­
lık değil.  Kızı istemeye abinin evine gittiler, anne baba da oraya 
geldi,  tanışıldı  ama  ailenin  meşrebi  hakkında  henüz  tam  bir  fi­
kirleri yok.  Pek  sanmıyorlar  ama  olur da  Kuran  okunursa  baş­
larını  bu  eşarplarla  örtecekler.  Bu  tür  durumlara  karşı  hassas 
ve  tecrübeliler.
Genç  kadınların arasında bir  de  Alman  gelin  var.  Çok  genç, 
henüz yirmi  bir yaşında.  Ailenin  ticari  hayata  geçmesine  öna­
yak  olan  oğulla yeni  evlenmiş.  Etek  uçları  ve geniş  kol  ağızla­
rına canlı renkte şeritler geçirilmiş, Alman malı bir triko elbise 
giyiyor.  Etek  boyu  aile  için  fazla  kısa.  Bildiğin  mini.  Kimseden 
ses  çıkmaması  onayladıkları  anlamına  gelmiyor.  Ama  gelinin 
kocası ailenin ekonomik lideri, itiraz  edemezler.  O da değişken 
muhafazakârlık ölçütlerini  Batı  standartlarında sabitlemeye ka­
rarlı,  giyim  kuşam  konusunda  karısını yüreklendiriyor, yalnız 
ailenin değil  şehrin  genç  kızlarına  da  örnek olmasını  istiyor.
Eski  ve  hakiki  eşraf  yıllar  içinde  hüzün  verici  bir  biçimde 
seyreldiği,  ailenin yaşlı babası  şehrin  kurtuluş tarihinde  küçük 
de olsa  bir  rol oynadığı ve asıl önemlisi aile yeni  gelişen  ticaret 
sınıfının bir  üyesi  haline  geldiği  için  artık  eşraftan  sayılan  üç
154


erkek  de  kravatlı  ama  şapkasız.  Fötrünü  başından  çıkarmayan 
babaları  hariç  hiçbirinin şapkayla  başı  hoş  değil.  Zaten  şehirde 
devlet  memurları,  ihtiyarlar ve  biri papyonlu  üç-beş  doktor  dı­
şında  şapka  giyen  kalmamış pek.
İmparatorluk  vatandaşı  olarak  Karadeniz’in  doğusunda  do­
ğan  babaları,  cumhuriyet  vatandaşı  olarak  Karadeniz’in  ba­
tısında  ölecek.  İmparatorluktan  cumhuriyete,  doğudan  batı­
ya  giderken  köy-kasaba-şehir  ve  toprak-zanaat-ticaret  aşama­
larından  geçmişler.  Zanaat  döneminde  edindikleri  dikiş  ve  gi­
yim bilgisi onlara ticaret hayatında ayrıcalık kazandırmış.  Yıllar 
sonra,  tekstil  ülke  ekonomisinde  ana  kalemlerden  biri  haline 
gelince,  vaktiyle  terzi dükkânı  değil  imalathane  sahibi  olduk­
larını iddia edecekler.  Otomotiv ticaretine geçince devrettikleri 
dükkânlarının  adının  gömlek  dikimevi  olmasını,  “atölyelerin­
de” beş adet sanayi  tipi dikiş makinesi  bulunmasını,  yanlarında 
yevmiyeli işçi  çalıştırmalarını  kanıt  gösterecekler.
Şehrin  en  iyi  giyinen  erkekleri  olarak  tanınıyorlar.  Böylece 
işleri  gereği sık sık gittikleri İstanbul’da “görgüsüz  taşralı”  mu­
amelesine maruz  kalmıyorlar.  Modaya  uymayı  seviyorlar, giyi­
me  para  harcamaktan  çekinmiyorlar.  Ama  on yıl sonra,  moda­
ya uyup saç uzatan, kot pantolon giyip göğüs düğmelerini açan 
oğullarını bu zibidi kılıklara girmekten menedecekler, gerekir­
se  dövecekler,  zorla  berbere götürüp saçlarını kestirtecekler.
Sözde  Batılı,  özde  muhafazakârlar.  Sözde  şehirli,  özde  köy­
lüler.  Aslında ne  Batılı  ne  muhafazakâr,  ne şehirli  ne köylüler.
Bir  Çerkez  köyüne  gidiyorlar.  Mevsim  kış  ama  henüz  kar 
yok.  Yola çıktıklarında başlayan yağmur giderek şiddetleniyor. 
Kasabaya  giden  yollar  bile  çok  kötü  durumdayken  köyün  yo­
lu kim bilir nasıldır demeye kalmıyor, arabaların ikisi de çamu­
ra saplanıyor.
Berbere gitmiş, saç baş yaptırmış,  döpiyesler  giymiş genç  ka­
dınlar  ailenin  üç  erkeğine  yardım  etmek  için  inmek  zorunda 
kalıyorlar.  Kocası  “Sen  arabada  kal,”  dediği halde Alman gelin 
de yardım için iniyor. Hızlanan yağmur altında ıslanıyorlar.  İğ­
ne  topuklu  ayakkabılar  çamura  batıyor.  Güzelim  kıyafetler  le­
keleniyor.
155


Yüklə 7,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə