çizgi çekilebilirdi. İlk denizciler bu çizgilerden hangisinin Gül Çizgisi sıfır boylamı olduğunu
bulmaya çalışmışlardı, yani dünyadaki tüm diğer boylamların hesaplanabileceği çizgiyi.
Bugün ise bu çizgi İngiltere, Greenwich'teydi.
Ama her zaman orada olmamıştı.
Greenwich başlangıç meridyeni olarak seçilmeden çok önceleri, tüm dünyanın sıfır
meridyeni doğruca Paris'in ve Saint-Sulpice Kilisesi'nin üstünden geçerdi, Saint-Sulpice'deki
pirinç işaret dünyanın ilk başlangıç meridyeninin bir anısıydı ve Greenwich bu şerefi Paris'in
elinden 1888 yılında aldığı halde, asıl Gül Çizgisi'ni görmek hâlâ mümkündü.
Öğretmen, Silas'a, "Demek efsane gerçekmiş," dedi. 'Tarikatın kilit taşının 'Gül İşareti'nin
altında' olduğu söylenir."
Sıralardan birinde hâlâ diz çökmekte olan Silas etrafta kimsenin bulunmadığından emin
olmak için gözlerim kilisede gezdirdi. Bir an için koro balkonundan bir hışırtı geldiğini sandı.
Dönüp birkaç dakika boyunca o yöne baktı. Hiçbir şey yoktu.
Yalnızım.
Ayağa kalkarak, yüzünü sunağa döndü ve üç kez diz çöktü. Sonra sola döndü ve kuzeye
dikilitaşa doğru uzanan parlak Gül Çizgisi'ni izledi.
O sırada Roma'daki Leonardo da Vinci Havaalanı'nda, iniş pistine çarpan tekerlek sesleri
Piskopos Aringarosa'yı uykusundan uyandırdı.
Dalmışım, diye düşündü, uyuyacak kadar rahatlamış olduğuna şaşırmıştı.
Uçakta, " Benvenuto a Roma”,
*
diye anons edildi.
Doğrulup oturan Aringarosa siyah cüppesini düzeltti ve yüzüne bir gülücük yerleştirdi. Bu
yolculuğu yaptığına memnundu. Çok uzun zamandır savunmadaydım. Ama bu gece, kurallar
değişmişti. Daha beş ay önce Aringarosa kaderin geleceğinden endişeleniyordu. Artık,
Tanrı'nın da izniyle, çözüm kendiliğinden oluşuyordu.
İlahi müdahale.
Eğer bu gece işler Paris'te planladığı gibi yürürse, Aringarosa yakında Hıristiyanlık
dünyasında onu en güçlü adam haline getirecek bir şeye sahip olacaktı.
*
Roma'ya hoş geldiniz.
23
Sophie nefes nefese, Devlet Salonu'nun - Mona Lisa'nın bulunduğu oda- geniş tahta
kapılarının önüne varmıştı. İçeri girmeden önce, koridorun iki metre kadar ötesinde,
büyükbabasının cesedinin spot ışığı altında yattığı yere doğru gönülsüz bir bakış attı.
Duyduğu vicdan azabı öylesine şiddetli ve aniydi ki, suçluluk duygusuna derin bir üzüntü
eşlik ediyordu. Bu adam son on yıl içinde onu defalarca aramış, ama Sophie hiçbir şey
yapmamıştı, gönderdiği mektuplarla paketleri açmadan bir çekmeceye tıkmış ve onu görmek
için harcadığı çabaları geri çevirmişti. Bana yalan söyledi! Korkunç sırlar sakladı! Ne
yapmam gerekiyordu? Ve işte böylece onu hayatından çıkarmıştı. Tamamen.
Artık büyükbabası ölmüştü ve onunla mezarından konuşuyordu.
Mona Lisa.
Büyük tahta kapılara uzanıp itti. Kapı gıcırdayarak açıldı. Bir süre için kapı eşiğinde duran
Sophie önündeki büyük dörtgen odaya göz gezdirdi. Burası da hafif bir kırmızı ışıkla
aydınlatılmıştı. Devlet Salonu müzenin en nadir culs-de-sac’larından
*
biriydi. Büyük
Galeri'nin ortasında bulunan ve çıkışı olmayan tek oda. Odanın tek girişi olan bu kapı, karşı
duvardaki dört buçuk metrelik dev bir Boticelli'ye bakıyordu. Bunun altında, parke zeminin
ortasına, Louvre'un en değerli hazinelerini hayranca izleyen ziyaretçilerin bacaklarını uzatıp
dinlenebilmeleri için çok büyük sekizgen bir divan yerleştirilmişti.
Sophie içeri girmeden önce bir şeyi yanına almayı unuttuğunu biliyordu. Siyah ışık.
Koridordan, uzaktaki ışıkların altında yatan ve etrafı elektronik cihazlarla çevrili
büyükbabasına baktı. Eğer buraya bir şev yazmışsa, bunu mutlaka filigran kalemiyle yazmış
olmalıydı.
Derin bir nefes alan Sophie bol ışıkla aydınlatılmış cinayet mahalline koşuşturdu.
Büyükbabasına bakamıyordu, dikkatini sadece teknik bölümün kullandığı cihazlara vermişti.
Küçük bir kızılötesi fener bularak süveterinin cebine attı ve koridordan aceleyle Devlet
Salonu'nun açık kapılarına geri koştu.
Sophie köşeyi dönerek, eşiğe adımını atmıştı. Ama onun girişini odanın içinden kendisine
doğru gelen beklenmedik ayak sesleri karşıladı. Burada biri var! Kırmızı sisin içinde birden
hayaletimsi bir figür belirmişti. Sophie sıçrayarak geri çekildi.
"İşte buradasın!" Langdon'ın silueti Sophie'nin önüne çıktığında, boğuk fısıltısı
duyulmuştu.
Sophie'nin içi sadece kısa bir süre için rahatlamıştı. "Robert, sana buradan çıkmanı
söylemiştim! Eğer Fache..."
"Neredeydin?"
"Siyah ışık bulmam gerekiyordu," diye fısıldarken, eliyle havaya kaldırmıştı. "Eğer
büyükbabam bana bir mesaj bıraktıysa..."
"Sophie, dinle." Langdon mavi gözlerini ona dikmiş nefesini tutuyordu. "P.S. harfleri...
sana başka bir şey ifade ediyor mu? Herhangi bir şey?"
Seslerinin koridorda yankılanmasından endişe eden Sophie, onu Devlet Salonu'ndan içeri
çekip devasa çift kapıyı sessizce kapattı ve içeriden kilitledi. "Sana söylemiştim, Prenses
Sophie'nin ilk harfleri."
"Biliyorum, ama başka bir yerde daha gördün mü? Büyükbaban P.S. harflerini başka bir
şekilde kullanmış mıydı? Monogram olarak kullanmış ya da şahsi eşyalarının üstüne yazmış
olabilir mi?"
Bu soru Sophie'yi şaşırtmıştı. Robert bunu nasıl bilebilir? Sophie, gerçekten de P.S.
harflerini daha önce bir çeşit monogramda görmüştü. Dokuzuncu yaşgününden bir gün
*
Çıkmaz sokak.
önceydi. Doğum günü hediyelerini bulmalı için gizlice evi arıyordu. O zamanlar bile
kendisinden saklanan sırlardan hoşlanmazdı. Bu yıl Grand-pére bana ne aldı? Rafları ve
çekmecelerin içini aramıştı. Bana istediğim bebeği aldı mı? Nereye saklamış olabilir?
Tüm evi arayıp, hiçbir şey bulamayan Sophie, büyükbabasının yatak odasına gizlice girme
cesaretini göstermişti. Onun odaya girmesi yasaktı ama büyükbabası aşağıdaki kanepede
uyuyordu.
Bir göz atıp çıkacağım!
Gıcırdayan parkenin üstünde parmaklarının ucuna basarak dedesinin gardırobuna gitmiş
ve elbiselerinin arkasındaki rafları aramıştı. Hiçbir şey yoktu Ardından yatağın altına baktı.
Hâlâ bir şey yoktu. Çalışma masasının yanına gitmiş ve çekmeceleri teker teker açarak,
dikkatlice karıştırmaya başlamıştı. Buralarda benim için bir şey olmalı! Son çekmeceye
geldiğinde hâlâ oyuncak bebeğe dair bir ize rastlayamamıştı. Keyifsiz bir şekilde son
çekmeceyi açtı ve büyükbabasının giydiğini hiç görmediği siyah kıyafetleri bir kenara itti.
Çekmecenin arka tarafında parlayan altın gözüne iliştiğinde çekmeceyi kapatmak üzereydi.
Köstekli bir cep saatine benziyordu, ama büyükbabasının bunlardan kullanmadığını biliyordu.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken kalbi hızla çarpıyordu.
Bir kolye!
Sophie zinciri dikkatle çekmeceden çıkardı. Ucundan sarkan harika altın anahtarı
gördüğünde çok şaşırmıştı. Ağırdı ve parlıyordu. Büyülenmiş bir halde yukarı kaldırdı. Daha
önce gördüğü anahtarlara hiç benzemiyordu. Genellikle anahtarlar yassı ve çentikli olurdu
ama bunun her tarafı kabarcıklı üçgen bir gövdesi vardı. Büyük altın başı haç biçimindeydi
ama normal bir haça benzemiyordu. Artı işareti gibi, eşit uzunlukta kollan vardı. Haçın
ortasına garip bir sembol yerleştirilmişti -çiçeğe benzer bir desenle iç içe geçmiş iki harf.
Harfleri okuyup, kaşlarını çatarken, "P.S.," diye fısıldadı. Bu ne olabilirdi ki?
"Sophie?" Büyükbabasının sesi kapı eşiğinden gelmişti.
İrkilerek dönerken anahtar yere düşmüş ve yüksek bir ses çıkarmıştı. Büyükbabasının
yüzüne bakmaya korkarak, gözlerini yerdeki anahtara dikmişti. Başını kaldırıp, "Ben... doğum
günü hediyemi arıyordum," derken onun güvenine ihanet ettiğini biliyordu.
Büyükbabası, sonsuzluk kadar uzun gelen bir süre boyunca eşikte durmuştu. Sonunda
sıkıntıyla uzun bir nefes almıştı. "Anahtarı yerden al Sophie."
Sophie anahtarı tekrar eline almıştı.
Büyükbabası içeri girmişti. "Sophie, başkalarının özel hayatına saygı göstermelisin."
Nazik bir şekilde çömelip anahtarı ondan almıştı. "Bu anahtar çok özeldir. Eğer onu
kaybetseydin..."
Büyükbabasının yumuşak sesi onun kendini daha da kötü hissetmesine neden olmuştu.
"Üzgünüm Grand-pére. Gerçekten üzgünüm." Durmuştu. "Bunun doğum günüm için bir
kolye olduğunu sanmıştım."
Büyükbabası, ona bir süre baktı. "Bunu bir kez daha söyleyeceğim Sophie, çünkü önemli.
Başkalarının özeline saygı duymayı öğrenmelisin'
"Evet Grand-pére."
"Bunu başka zaman konuşuruz. Şimdi bahçenin temizlenmesi gerekiyor."
Sophie aceleyle günlük işinin basma koşmuştu.
Ertesi sabah Sophie, büyükbabasından hiçbir doğum günü hediyesi almamıştı.
Yaptığından sonra almayı beklemiyordu. Ama büyükbabası gün boyunca onu tebrik bile
etmemişti. O gece üzgün bir ruh haliyle yatağına girmişti. Ama yatağa girdiğinde, yastığının
üstünde onu bekleyen bir kart bulmuştu. Kartın üstünde basit bir bilmece yazıyordu.
Bilmeceyi henüz çözmeden gülümsemeye başlamıştı. Bunun ne olduğunu biliyorum!
Büyükbabası aynını onun için son yılbaşı sabahı yapmıştı.
Bir define avı!
Dostları ilə paylaş: |