Langdon'ın sığınmak için yaptığı seçime şaşırmamış gibi görünen Rémy gülümsedi. "Her
şeyi önceden tahmin etmek mümkündü. Kilit taşı Robert Langdon'daydı ve yardıma ihtiyacı
vardı. Kaçmak için Leigh Teabing'in evinden daha mantıklı bir yer olur muydu? Benim orada
yaşamam, Öğretmen'in beni yanına almasının ilk sebebiydi." Durdu. "Sence Öğretmen Kâse
hakkında bu kadar çok şeyi nereden biliyor?"
Şimdi her şey açıklığa kavuşmuştu, Silas şaşkındı.
Öğretmen, Sir Leigh Teabing'in tüm
araştırmalarına ulaşabilecek bir uşağı yanına almıştı. Mükemmel bir plandı.
Silas'a dolu Heckler Koch silahını uzatan Rémy, "Sana anlatmam gereken başka şeyler de
var," dedi. Ardından, açık bölmeden uzanarak torpido gözündeki küçük tabancayı çıkardı.
"Ama önce seninle bir işimiz var."
Biggin Hill'de uçaktan inen Yüzbaşı Fache, Teabing'in hangarında olanları kent
başmüfettişinden dinlerken, duyduklarına inanamıyordu.
Müfettiş, "Uçağı kendim teftiş ettim," diye ısrar etti. "İçerde kimse yoktu." Kibirli bir
tonla konuşmaya başladı. "Ayrıca eklemeliyim ki, eğer Sir Leigh Teabing bana karşı
suçlamalarda bulunursa..."
"Pilotu sorguladınız mı?"
"Elbette hayır. O bir Fransız ve bizim yetkimiz sadece..."
"Beni uçağa götürün."
Hangara vardığında, bir zamanlar limuzinin park ettiği yerin yanınki şüpheli
kan lekesini
fark etmek Fache'nin yalnızca altmış saniyesini almıştı. Fache uçağın yanına giderek, gövdeye
var gücüyle vurdu.
"Fransız Adli Polisi. Kapıyı açın!"
Dehşete düşen pilot, hemen kapıyı açıp, merdiveni indirdi.
Fache yukarı çıktı. Birkaç dakika sonra, tabancasının da yardımıyla, tutsak Albino keşişin
tanımı da dahil olmak üzere dört dörtlük bir itiraf dinlemişti Ayrıca pilot,
Langdon ile
Sophie'nin Teabing'in kasasına bir çeşit ahşap kutu bıraktıklarını görmüştü. Pilot kutunun
içindekini bilmediğini söylediği halde, uçuş süresi boyunca Langdon'ın tüm dikkatini ona
yoğunlaştırdığını itiraf etmişti.
Fache, "Kasayı aç," diye emretti.
Pilot korkuyla bakıyordu. "Şifreyi bilmiyorum!"
"Bu çok kötü. Sana pilot lisansının devam edebileceğini söyleyecektim."
Pilot ellerini sıktı. "Buradaki bakım işlerinde çalışan birkaç kişi tanıyorum. Belki onlar
delebilir, olmaz mı?"
"Yarım saat süren var."
Pilot telsizine uzandı.
Uçağın arka tarafına sert adımlarla
yürüyen Fache, kendine sert bir içki hazırladı. Sabahın
erken saatleriydi ama o henüz uyumamıştı, bu yüzden akşamdan önce içmiş sayılmazdı. Pelüş
koltukta oturarak gözlerini kapattı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı.
Kent polisinin hatası
bana pahalıya mal olabilirdi. Şimdi herkes siyah Jaguar limuzini arıyordu.
Telefonu çaldığında Fache bir an olsun huzur bulmayı diledi. "Alo?"
"Londra'ya geliyorum." Arayan Piskopos Aringarosa idi. "Bir saate kadar orada olurum."
Fache oturduğu yerde doğruldu. "Paris'e gittiğinizi zannediyordum."
Çok endişeliyim. Planlarımı değiştirdim."
"Yapmamalıydınız."
"Silas sizde mi?"
Hayır. Ben gelmeden kaçaklar yerel polisi atlatmış."
Aringarosa birden öfkelenmişti. "Bana güvence vermiştin. Hani uçağı duracaktın!"
85
Ara, küreyi kabre aitti.
Mabet Kilisesi'ndeki
her bir şövalye, başı taş bir yastığın üstünde, artüstü yatıyordu.
Sophie bir ürperti hissetti. Şiirde bahsi geçen "küre", ona büyükbabasının bodrum katındaki
akşam gördüğü sahneleri hatırlatıyordu.
Hieros Gamos. Küreler.
Sophie aynı ayinin bu mabette de uygulanıp uygulanmadığını düşündü. Daire şeklindeki
oda, böylesi bir pagan ayini için özel yapılmış gibiydi. Ortadaki çıplak alanın etrafından taş
bir oturma sırası geçiyordu. Robert'ın da söylediği gibi
yuvarlak bir tiyatro. Bu mekânın
akşamları, ellerinde mumlarla ilahiler söyleyen ve odanın ortasındaki "kutsal birleşmeye"
şahit olan maskeli insanlarla dolu olduğunu hayal etti.
Bu sahneleri aklından uzaklaştırmaya çalışarak, Langdon ve Teabing'le birlikte ilk grup
şövalyelerin yanma gitti. Teabing titiz bir inceleme yapmaları gerektiği konusunda ısrar etmiş
olsa da Sophie sabırsızlanarak onların önüne geçti ve sol taraftaki beş şövalyeye doğru
yürüdü.
Bu ilk lahitleri inceleyerek aralarındaki benzerlikleri ve farklılıkları gözlemledi.
Şövalyelerin hepsi sırtüstü yatıyordu, ama üçünün bacakları dümdüz uzatılmışken,
diğer ikisi
bacak bacak üstüne atmıştı. Bu garipliğin kayıp küreyle ilgisi yok gibi görünüyordu. Sophie
giysilerini incelediğe, şövalyelerden ikisinin zırhları üstüne tunik, diğer üçünün ise bileklerine
kadar uzanan pelerinler giydiğini fark etti. Bunun da hiçbir faydası dokunmayacaktı. Sophie
dikkatini geri kalan tek farklılığa verdi ellerin duruşu. İki şövalye kılıçlarını tutmuştu, ikisi
dua
ediyordu, birinin ise kolları yanındaydı. Ellere uzun süre baktıktan sonra, kayıp küreye
dair hiç bir ipucuna rastlayamayan Sophie, omuzlarını silkti.
Süveterinin cebindeki kripteksin ağırlığını hissederek Langdon Teabing'e baktı. Hâlâ
üçüncü şövalyenin başında duran adamlar yavaş ilerliyor, fakat onlar da çaresiz
görünüyorlardı. Beklemeye tahammül edemeden, ikinci grup şövalyenin yanına gitti. Açık
alanda karşı taraf doğru
yürürken, defalarca okuduğu şiiri içinden tekrar etti.
Papa şövalye gömmüş Londra'da.
Kutsal gazap cevap olmuş ona.
Ara, küreyi kabre aitti.
Güldü teni, doluydu göbeği.
Sophie ikinci grup şövalyelerin yanına geldiğinde, bu ikinci grubun ilkiyle aynı olduğunu
fark etti. Hepsi zırhları ve kılıçlarıyla, farklı pozisyonlarda yatıyorlardı.
Onuncu ve sonuncu lahit hariç.
Hemen yanına koşturarak, dikkatle baktı.
Yastık yok. Zırh yok. Tunik yok. Kılıç yok.
"Robert? Leigh?" diye seslenirken, sesi boş odada yankılanıyordu. "Burada eksik bir
şeyler var."
Adamların her ikisi de başlarını kaldırarak, Sophie'nin yanına
gitmek için diğer tarafa
doğru yürümeye başladılar.
Teabing heyecanla, "Bir küre mi?" diye sordu. Aceleyle yürürken metal koltuk değnekleri
tempolu bir ses çıkarıyordu. "Bir küre mi kayıp?"
Onuncu lahite bakarken yüzünü buruşturan Sophie, 'Tam olarak değil," dedi. "Şövalye
tamamıyla kayıp."