259
çekişmeleri engellemektir. Kadının kocasıyla irtibatını koparıcı vesileleri ortadan
kaldırmakta, kocayla çekişmeleri önlemektedir”
1173
. Ancak şu da var ki, Hanefilerin
bu hususta daha da sıkı davranıp, zina dışındaki bir takım hususları da (şehvetle
kadının elini tutma gibi) hurmet-i musahara sebebi saymalarının aşırı bir yorum
olduğu söylenebilir.
Bu hususta yaşanan görüş ayrılığının temelinde yine dil anlayışındaki
farklılıklar bulunmaktadır. Nitekim mam Şâfii’ye göre, bir kelimenin sözlük anlamı
ile şer’î anlamı arasında mütereddit kalırsak, şer’î anlamı tercih edilir. Fakat Ebû
Hanîfe kullanımı esas aldığından sözlük anlamını, yani dildeki anlamını tercih
etmiştir
1174
. Dolayısıyla, hadîslerde geçen nikâh kelimesinin Şâfiîler her defasında
akid manasını, Hanefîler ise duhûl manasını tercih etmişlerdir”
1175
.
Netice itibariyle verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere Şâfiî sırf
nasslarda varit olan ifade ve kavramları ölçü alarak ve bunlara dayanarak yorumda
bulunmakta, bu da herhalukarda lafza bağlı yorumda bulunmasına neden olmaktadır.
E- Haber-i Vâhid’i Kıyasa Tercih Etmesi
Dinin temel ilkelerine, küllî kâidelere ve kıyasa muhalif tarzda, nakledilen
haber-i vâhitlerle nasıl amel edileceği ve değerlendirileceği hususunda da müctehid
imamlar ve ekoller biribirinden farklı tutum ve yaklaşımlar sergilemişlerdir.
Hanefîlerin dışındaki hadîs ve fıkıh bilginlerinin ekseriyetine göre haber-i
vâhidin kıyasla çelişmesi durumunda, haber-i vâhid kıyasa takdim edilir. Nitekim
muhaddislere göre, muttasıl olan ve adil bir râvînin rivâyet ettiği haber-i vâhid bütün
ş
ekilleriyle makbûldür ve kendisine muârız olan kıyasa tercih edilir. Şâfiî, Ahmed b.
Hanbel ve diğer hadîs, fıkıh ve usûl bilginleri bu görüştedir
1176
. Yine fakihlerin
1173
Zuhaylî, slâm Fıkhı, IX. 108. Krş, Dehlevî, Huccetullâhi’l-Bâliğa, II. 97.
1174
Zencânî, Tahrîcu’l- Furû‘, s. 272.
1175
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 152.
1176
bn Cemâa, Muhammed b. brahîm, el-Menhelu’l- Ravî, thk. M. Abdurrahman Ramazan,
Dâru’l-Fikr, Dımaşk, 1406, s. 32; Ebû Zehra, Ebû Hanîfe, s. 310; el-Hınn, Yöntem
Tartışmaları, s. 325. Zencânî de bu hususta şu tesbiti yapmaktadır: “Haber-i vâhid kıyasa aykırı
olduğunda Şâfiî’ye göre, haber-i vâhid kıyasa tercih edilir. Zira haber kıyastan daha kuvvetli
olduğu için haberin tercih edilmesi gerekir. Çünkü haber, Hz. Peygamberin sözü, kıyas ise kıyas
yapan müctehidin sözüdür. Nebî (s.a)’in sözü hatadan masûm iken, kıyas hatadan masûm
değildir. Hanefîler ise, bu durumda kıyası haber-i vâhide tercih ederler. Onlara göre kıyas
260
cumhuruna göre de, haber-i vâhidin kıyasa aykırı olmasının, habere bir zararı yoktur.
Çünkü nass sahih olduğunda, kat’î bir delille veya kendinden daha güçlü bir nassla
çatışmadıkça ve aralarını cem imkanı da bulunmadıkça, başka herhangi bir şeyi
habere tercih etmek caiz değildir. Zira kıyas deliller arasında Kur’an, sünnet ve
icmâ’dan sonra gelmektedir. Şu halde kıyas, sahîh sünnete ister âhâd olsun ister
olmasın tercih edilemez
1177
.
mam Şâfiî de, “ slam hukukunun prensipleri veya tümevarım yoluyla
tesbit edilen genel kuralları anlamında “usûl” kavramını ve usûle aykırı olduğu
gözlenen hadîslerin varlığını kabul etmekle birlikte, Ebû Hanîfe ve Mâlik b. Enes’in
doktrininde olduğu gibi “usûl”ü haber-i vâhid’in kabulünde bir kriter olarak
kullanmamakta, bu tür hadîsleri istisnâen sâbit olmuş saymaktadır”
1178
. Dolayısıyla
kıyasa muhalif âhâd haberler söz konusu olduğunda Şâfiî’nin, âhâd haberlere öncelik
verdiği görülmektedir
1179
. Kısacası Şâfiî’nin nazarında temel bir ilke olarak, sabit
olması durumunda esere tabi olmak ve onu esas almak kıyasa tabi olmaktan daha
doğru ve daha evladır
1180
.
Ancak Hanefilerin ekseriyeti, haber- i vâhidle amel edilebilmesi için onun
kıyasa aykırı olmamasını şart koşmuşlardır. Bu hususta tüm haber-i vâhidleri aynı
kategoride değerlendirmemişler; râvisi re’y, ictihad, zabt ve fıkhıyla marûf olan
haber-i vâhidleri bu kapsamın dışında tutmuşlar ve onlardan gelen haberleri kıyasa
tercih etmişler, ancak fıkıh, ictihad ve fetvâsıyla maruf olmayan sahabîlerin
haberden daha kuvvetli olup, habere tercih edilir. Zira kıyas yapan müctehid, ictihadında yakîn
bilgi üzeredir. Oysa haberde yakîn bilgi yoktur. Çünkü biz haberin sihhatini kesin olarak
bilemeyiz. Dolayısıyla o kesin bilgi ifade etmez. Sadece, biz onun hadîs olduğunu zannederiz.
Ş
u halde zannla bilinen şeyin, yakîn ile bilinene tercih edilmesi mümkün değildir”. Zencânî,
Tahrîcu’l- Furû‘, s. 363-364. eş-Şîrâzî’nin benzer yöndeki değerlendirmeleri için bkz. eş-Şîrâzî,
Ş
erhu’l-Luma’, II. 610-611. Bu değerlendirmelere göre, Hz. Peygamberden nakledilen haberler
adetâ Rasulûllah’ın ağzından çıktığı gibi lafzen rivayet edildiği, dolayısıyla bu lafızların Hz.
Peygambere aidiyetinin kesin görüldüğü anlaşılmaktadır. Oysa ki hadîslerin hemen hemen
tamamının manen rivayet edildiğinde, bu bakımdan da hadîs rivayetlerindeki lafızların ravîlere
ait lafızlar olduğunda bir şüphe bulunmamaktadır. Şu halde rivayetlerdeki lafızların, kesin olarak
Hz. Peygamberin bizzat ifade ettiği lafızlar olarak algılanması isabetli bir tutum değildir.
1177
Fahl, Mâhir Yâsîn, Eseru leli’l- Hadîs fî htilâfi’l- Fukahâ, Dâru Ammâr, Ammân, 1999, s.
181.
1178
Dönmez, Kaynak Kavramı, s. 121. Zaten Şâfiî ilke olarak her hadîsle amel etme
taraftarıdır.Daha önce de ifade ettiğimiz gibi o, hadîs varken kıyasa başvurmamakta, kıyası su
bulunmadığında zaruret nedeniyle teyemmüm yapmaya benzetmekteydi. Bu da onun haber-i
vahitleri kıyasa takdim ettiğini ortaya koymaktadır. Şâfiî, Risâle, 323. (no. 1817).
1179
Güleç, Şâfiî Fıkıh Usûlünde Hadîs Metodolojisi, s. 172.
1180
Şâfiî, Umm, II. 126.
Dostları ilə paylaş: |