61
teamüller, yaygınlık kazanmış bir takım rivâyetler ve üzerinde ittifak edilmiş örfler
sünnet olarak değerlendiriliyordu. Hadîs ise bundan farklı olarak, Hz. Peygamber
tarafından ortaya konmuş, sınırları belli ve değişmez kuralların birer anlatımından
ibaretti. Şâfiî’nin durumu ve tutumu bu noktada farklı bir anlam kazanmaktadır. Zira
o, önceden süregelen bu mevcut kapsamlı sünnet anlayışına şiddetle ve kesin olarak
karşı çıkmış, sünnetin ancak Hz. Peygamberden gelen sahîh rivâyetlere
dayandırılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu anlayışının gereği olarak Hz.
Peygamberden rivâyet edilen sahîh bir hadîsi, Müslümanlarca üzerinde ittifak edilen
uygulamaya tercih etmiştir. Bundan böyle sünnet ile hadîs aynı anlamda
kullanılmaya başlanmıştır
294
.
Aslında sünnet ve hadîsin hangi anlamda kullanıldığı, bunlarla aynı mı
yoksa farklı anlamlar mı kastedildiği hususuna Şafiî’den önce de rastlanılmaktadır.
Meselâ yapılan bir çalışmada, tâbiûn alimlerinin bu hususta farklı yaklaşımlar
sergiledikleri tesbit edilmiştir. Buna göre, tâbiûndan Ömer b. Abdilaziz (ö. 101),
brahim en-Nahaî (ö. 96), Yahya b. Saîd (ö. 143) ve el-Ameş (ö. 147) sünnet ve hadîs
kavramlarını farklı anlamlarda kullanmışlırdır. Fakat tabiûndan nakilciliği ön planda
tutan alimler ise bu kavramların kullanımında bir ayırıma gitmemişlerdir. Onlara
göre hadîsle sünnet özdeştir
295
.
Ş
u halde her ne kadar aynı anlamda kullanan kimseler bulunsa da, Şâfiî’ye
kadar ki dönemde hadîs ve sünnet kelimeleri aynı şeyler değildi ve aralarında fark
vardı. şte Şâfiî ekoller arasında farklı anlamlarda uygulanagelen hadîs ve sünnetin
durumlarına belirginlik kazandırma
çabasına girmiştir
296
. Bu nedenle Şâfiî er-
Risâle’
sinde geniş olarak Hz. Peygamberden rivâyet edilen haber-i vahidlerin sünnet
sayıldığına dair öncekilerden örnekler vererek haber-i vahitlerin sünnet olduğu
teorisini kuramsallaştırmaya çalışmaktadır
297
. Buradan onun sünneti sadece Hz.
Peygamberden nakledilen hadîslere indirgediği anlaşılmaktadır. Bu yaklaşımının ise
294
Hasan, slam Hukukunun Doğuşu, s. 110. W. M. Watt’a göre de, Şâfiî’nin yapmaya çalıştığı,
Hz. Peygamberin sünneti hakkındaki herhangi bir iddiayı, tam anlamıyla tahkîk olunmuş bir
hadîsle isbat etmeye mecbur kılmaktı. Tahkîk edilmiş hadîslerin kullanışı, Şâfiî’den önce de
yayılmasına karşın, ondan sonra umumîleşmiştir. Watt, slam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.
228.
295
Ulu, Tâbiûnun Sünnet Anlayışı, s. 130-134.
296
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 395.
297
Şâfiî, Risâle, 245-247 (no. 1238-1252); Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 531.
62
daha kendi döneminde dahi tepkiyle karşılandığı anlaşılmaktadır. Nitekim iflâsla
ilgili yalnız Ebû Hurayra’dan nakledilen tek bir rivâyeti Rasûlullah (a.s.)’ın sünneti
olarak değerlendiren Şâfiî’ye, muhatabı itiraz etmektedir. Şâfiî ise bu hususta Hz.
Peygamberden yalnız Ebû Hurayra’nın naklettiği rivâyeti bildiklerini dolayısıyla
bunun gibi (haber-i âhâd) rivâyetlerin sünnetin tesbiti için kâfî olduğunu belirtmekte
ve başka örneklerle tezini güçlendirmeye gayret etmektedir
298
.
Ayrıca Şâfiî muhtabına, yalnız Ebû Hurayra kanalıyla gelen tek rivâyetleri
bizzat kendilerinin de kabul ettiğini hatırlatmaktadır. Muhatabı ise buna cevap olarak
insanlar o tür rivâyetleri kabul ettiği için kendilerinin de kabul ettiğini söylemesi
üzerine Şâfiî “ nsanlar onu bir konuda kabul edince sana ve onlara onun haberini
başka konuda da kabul etmeleri lazım gelir. Aksi takdirde sen istediğini kabul etmiş,
istediğini reddetmiş ve hüküm vermiş olursun”
demektedir
299
.
Buna göre Şâfiî’nin mantıkî tutarlılık adına bütün haber-i vâhitlerin kabul
edilmesi ve de bunlarla sünnetin sabit olacağı görüşünde ısrarlı olduğu net olarak
ortaya çıkmaktadır. Nitekim o bu görüşünü şu iddia ile noktalamaktadır: “Biz tek bir
rivâyetin bizatihi kendisiyle huccetin sabit olacağını iddia ediyoruz. Hz.
Peygamberin hadîsi varken, Hz. Peygamberin sözü dışındaki herhangi bir te’vil ve
yorum delil olamaz”
300
. Çünkü Şâfiî bu hususta temel görüşlerinin Hz.
Peygamberden bir şey sabit olduğunda onunla birlikte artık hiçbir kimsenin huccet
olamayacağı şeklinde olduğunu açıkça ifade etmektedir
301
.
Ş
u halde Şâfiî’ye kadarki olan süreçte hadîs genel olarak, sünnetin
göstergelerinden sadece birisi konumundayken, Şâfiî ile birlikte bu durumun
değişmeye ve hadîsin, sünnet ile aynîleşmeye başladığı ifade edilmiştir
302
. Ancak
hadis-sünnet özdeşliğinin kesin olarak Şâfiî ile başladığını söylemek biraz güçtür.
Zira Şâfiî’nin sünnetle hadîsi bir kabul eden ilk fakîh olmadığı, ondan önce de bu
298
Şâfiî, Umm, III. 243.
)
(
.
299
Şâfiî, Umm, III. 243-244.
300
Şâfiî, Umm, III. 245.
)
(
)
(
301
Şâfiî, Umm, III. 243.
302
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 64.
Dostları ilə paylaş: |