63
görüşte olan Sâlih b. Keysân gibi kimselerin var olduğu belirtilmiştir
303
. Dolayısıyla
Ş
âfiî’nin, bu tür yaklaşımları ilk ortaya atan olmaktan ziyade mevcut olan görüşleri
sistematik bir eser içerisinde yeniden ifade etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Nitekim
Ş
âfiî, Irak ve Hicaz fıkıh çevreleri ile girdiği bütün polemiklerde, sünnet ile hadîsin
aynı şey olduğunu vurgulamaya çalışmıştır
304
. J. Schacht’a göre Peygamberin
hadîslerinde vücud bulmuş olan bu yeni sünnet kavramı, eski ekollerin yaşayan
geleneklerinin yerini almıştır
305
.
Ş
âfiî tarafından nihâî şekli verilen bu yeni sünnet teorisine göre sünnetin
yegane kaynağı hadîsler olmaktadır. Bu konuda yapılan şu tesbit oldukça yerindedir.
“ mam Şâfiî, sünnetin sadece merfû hadîslere dayanılarak tespit edilmesi gerektiği
fikrini o kadar ileri dereceye götürmüştür ki ona göre “sünnet” merfû hadîsin
lafzında gizlidir. Herhangi bir sahâbî, hadîsi yorumlasa bile bu yoruma uymak
gerekmez. Hadîste ne ifade edilmişse “sünnet” odur
306
. Dolayısıyla Şâfiî’ye göre, her
hadîs aynı zamanda bir sünnet, yine her hadîs, sünnetin tespiti için vaz geçilmez bir
kaynaktır. Bu ilke ise, herkesin kendine göre bir sünnet ortaya koyması keyfiliğine
engel olacak tek çaredir. Bu nedenle, bütün gayretini, hadîs ve sünneti aynileştirmeye
sevk etmiştir
307
. Böylece sünnetin kapsamını daraltan ve sınırlayan bu tavrıyla o, Hz.
Peygamberden gelen haber-i vâhidleri, kendisinden önce Irak ve Medîne fıkıh
ekollerinin Kur’an, meşhur sünnet, küllî kâideler, sahâbenin ameli, amel-i ehl-i
Medîne gibi bilgi kaynaklarına arzederek, terk etmelerini engellemeye
çalışmaktadır
308
.
Sonuç olarak Şâfiî’nin elinde yeni bir şekil ve muhteva kazanan sünnet
kavramıyla, neyin sünnet olduğu veya sünnet sayılacağının sınırları çizilmiş böylece
Hz. Peygamberden gelen hadîslerin/haberlerin otoritesi güçlenmiştir. Sonuçta
bunların da birer nass olarak kabul edilmesiyle nassa bağlı ve endeksli, her şeyin
çözümünü nasslarda ve onların literal anlamlarında arayan yaklaşım kapısı sistemli
olarak aralanmaya başlanmıştır.
303
Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu , s. 110, dipnot 236 ( bn Sa’d, Tabakât, II. 388’den naklen).
304
Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 81.
305
Schacht, slâm Hukukuna Giriş, s. 56-57.
306
Aktepe, Şâfiî’de Sünnet, s. 185; Krş, Şâfiî, Umm, VII. 356.
307
Keleş, Sünnet, s. 70.
308
Aktepe, A.g.e., s. 184.
64
E- Şâfiî’de Hadîslerin Kur’an’a Arzı ve Nesh
Hadîslerin hukukta kullanımına ve bağlayıcılığına kendinden önceki
hukukçularla kıyaslanamayacak oranda büyük bir ehemmiyet veren Şâfiî’nin, bir
takım hadîslerin hükümsüz bırakılmasına neden olabileceğinden, metin tenkidinin
temel ilkelerinden biri olan Kur’an’a arz yöntemine menfî bir yaklaşım sergilemiştir.
Bu manada, mezhep imamları içerisinde hadîslerin Kur’an’a arzı meselesi üzerinde
en çok duran âlimin mam Şâfiî olduğu da belirtilmiştir
309
.
Ş
âfiî’nin bu hususkaki temel düşüncelerine göre, en başta Hz. Peygamberin
her bir sünneti Allah’ın Kitab’ına muvafık olup hiçbir sünneti ona muhalif
değildir
310
. Bu nedenle ona göre sünnet asla Kur’an’a aykırı olamaz
311
. Bu
düşünceden hareketle o, hadîslerin Kur’an’a arzedilmesini reddetmiş ve buna
dayanılarak bazı hadîslerin reddedilmesini cehalet olarak nitelemiştir
312
. Çünkü
Allah, Kitabında farzları beyan etmiş ve onun keyfiyetini Peygamberinin diliyle
açıklamıştır. Nitekim şöyle der: “Sünnet, Kur’an’a arzedilir, eğer onun zahiriyle
uyuşursa kabul ederiz, değilse Kur’an’ın zahiri ile amel eder ve hadîsi terk ederiz
309
Güleç, Şâfiî Fıkıh Usûlünde Hadîs Metodolojisi, s. 140.
310
Şâfiî, Risâle, 115 (no. 537); Şâfiî; Umm, VII. 44.
311
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 89. .
312
Ancak Gurmullah ed-Dumeynî, Şâfiî’nin arz yöntemine bakışı hususunda hatalı bir tesbitte
bulunmaktadır. Ona göre Şâfiî, ilk zamanlar Kur’an’a arz yöntemini benimsemekteydi. Şâfiî
daha sonra bu görüşünden dönmüş ve hadîslerin Kur’an’a arzına karşı çıkmıştır. Dumeynî, bu
tesbite ise Şâfiî’nin el-Umm’unde bulduğu, bir görüşünden hareketle vardığını belirtmektedir.
Buna göre Şâfiî, Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Hz. Ömer’den rivâyet edilen bazı hadislere
dayanarak hadislerin Kur’an’a arzedilebileceği görüşündedir. ed-Dumeynî, Gurmullah, Hadiste
Metin Tenkidi Metodları (Makâyîsu Nakd-ı Mutûni’s-Sunne,Riyâd, 1984, s. 297-298), çev. lyas
Çelebi, Adil Bebek, Ahmet Yücel, Kitabevi, stanbul, 1997, s. 54-68. Oysa Dumeynî’nin
Ş
âfiî’ye atfettiği bu görüşler, Şâfiî’nin kendi görüşleri olmayıp, Şâfiî bunları Ebû Yûsuf’un
görüşü olarak nakletmektedir. Zira ilgili görüş ve değerlendirmeler açıkça “Ebû Yûsuf dedi ki:..”
ş
eklinde başlamakta ve devam etmektedir. Şâfiî, Umm, (Kitabu Siyeri’l-Evzâî’nin içinde), VII.
557-558. Dolayısıyla burada sunulan rivâyet ve görüşlerin, Şâfiî’nin ilk zamanlar arz yöntemini
benimsemesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca Şâfiî’nin naklettiği sözlerin,bizzat Ebû Yûsuf’un
kendi eserinden karşılaştırılması için bkz. Ebû Yûsuf, Yakub b. brahim, er-Reddu alâ Siyeri’l-
Evzâî, thk. Ebu’l-Vefâ el-Afgânî, Dâru’l-Kutubi’l- lmiyye, Beyrût, ty., s. 24-32. Aslında
Dumeynî’nin düştüğü bu hatanın, Kitâbu’l-Umm’un metni ve ifadesi ile yakın bir ilgisi vardır.
Çünkü ne kadar dikkat edilse de (kâle/dedi ki) şeklindeki ifadelerin kime ait olduğu kolayca
tesbit edilememekte ve öznenin gözden kaçırılmasına neden olabilmektedir.Yine slâm ilim
tarihinde, Kitâbu’l-Umm’un, gerektiği kadar ilmî çalışma ve araştırmalara mazhar olamaması da
büyük ölçüde eserin dili ve metni ile ilgili bir husustur. Hadîslerin Kur’an’a arzı konusundaki
çalışmasında Ahmet Keleş de, aynen Dumeynî gibi, Şâfiî’nin Ebû Yusuf’tan naklettiği görüşleri
Ş
âfiî’ye nispet etmiş ve bu görüşü telif etmeye çalışmıştır. Keleş, Ahmet, Hadîslerin Kur’an’a
Arzı, nsan Yay, stanbul, 1998, s. 89.
Dostları ilə paylaş: |