78
Hazm’ın hücumlarından kurtulamamıştır. Genel olarak Hanbelîlere ve hadisçilere ise
bn Hazm mutlak anlamda herhangi bir itirazda bulunmamıştır
376
.
Muhammed Ebû Zehra
’ya göre de Şâfiî dinî nassları yorumlamada, hüküm
çıkarmada, usûle göre fer’î meseleleri delillere göre karara bağlamada nassların
delâlet ettiği zahirî anlama dayanmakta ve bu nedenle istihsanı reddetmektedir.
Çünkü istihsan nassın zahirine değil de, fakîhin içinde doğan manaya yahut şeriatın
ruh ve gayesine, dinî meselelerin içinde yoğrulan müctehidin fıkhî birikimine,
zevkine ve maharetine dayanmaktatır. Dolayısıyla istihsan ne nassın ibâre ve
işâretine, ne de delâletine dayanmaktadır. Kısacası Şâfiî şeriatın yorumundan maddî
noktaya (delile) itimat etmektedir
377
. Yine Ebû Zehra’ya göre Şâfiî dinî hükümlerin
kaynaklarını Kitab, sünnet, icma-ı ümmet, sahabe kavilleri ve nasslar üzerine yapılan
kıyasa hasretmekte ve hükümleri zahire göre vermektedir. Şeriatı anlamada nassın
hükmünü aşmamakta, nassın delâletinin ve maksadının dışına çıkmamaktadır
. Ona
göre bu yoldan başka bir yol tutanlar, dinin mantığından ayrılmış, dünyevî
hükümlerde zahiri nazar-ı itbara almamış olurlar
378
.
Muhammed ed-Desûkî
de Şâfiî’nin yorum mantığını ve de yorumlamada
nassların zâhirine/lafzî anlamına nasıl bağlı kaldığını şu şekilde ortaya koymaktadır:
“Şâfiî şerîatı yorumlarken ve ondan hüküm çıkarırken nassların delâlet ettiği zâhirî
manalara dayanır ve onun dışında başka bir şeye iltifat etmez. stihsan’a karşı
çıkması da bu nedenledir. Zira istihsan nassa dayanmamakta, fakîhin şerîatın maksat
ve ruhuna uygun gördüğü manalardan gönlünde belirginleşen bir düşünceye
dayanmaktadır. Genel olarak zâhirî anlamı esas alması ve re’ye çok az başvurması
bakımından şerîatı yorumlamadaki bu maddî yorum tarzıyla Şâfiî, mam
Muhammed’den ayrılmaktadır”
379
.
Nasr Hamid Ebû Zeyd
de Şâfii’ye göre kıyas yapan müctehidin kıyas
yaparken yeni çözümler üretmek amacıyla nassların/alametlerin çerçevesini
aşmaması gerektiği kanaatindedir. Eğer müctehid bunu yaparsa bu durumda kıyas
376
Abdulmecîd, el- tticâhâtu’l-Fıkhıyye, s. 396.
377
Ebû Zehra, mam Şâfiî, s.309-310.
378
Ebû Zehra, A.g.e., s. 310, 318.
379
Desûkî, Muhammed, el- mam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî ve Eseruhû fi’l-Fıkhi’l-
slâmî, Dâru’s-Sikâfe, Katar, 1987, s. 304.
79
yapmamış, aksine kendi görüşünün peşinden giderek şahsi arzusuna uymuş ve de
istihsan yapmış olur. Böylece o, nasslar ve nassların literal delaleti dışında kalan
her ictihadı, istihsan ve şahsi görüş peşinden gitme ve keyfîlik olarak görmektedir
380
.
slam Hukukunda Literalizm
isimli makâlesinde Osman Taştan literalizmin
(lafza bağlılık) Zâhirî ekolü çerçevesinde şöhret bulmasından ve bu arada hukuk
tarihinde Zâhiriliğin dışlanan bir hukuk ekolü haline gelmesinden dolayı Şâfiî’nin
literalizme olan temel katkısının arka plana düşüp gözden kaçmasına neden olduğunu
belirterek gerçekte literalizmin başarılı isminin mam Şâfiî olduğunu ifade
etmektedir. Ancak Taştan’a göre mam Şâfiî ile Zahirî ekolün literalist yaklaşımı
tamamen ve yüzde yüz aynı değildir. Bu nedenle o bu durumu ılımlı literalizmden
aşırı literalizme doğru bir tırmanma olarak nitelemektedir. Zira hem Şâfiî’nin hem de
Zahirîlerin stihsan’ı reddetme ve nassların literal kapsamına vurguda bulunma
bakımından tam bir mutabakatlarına rağmen, Şâfiî’den bn Hazm’a doğru, literalizm
açısından bir tırmanma ve keskinleşme meydana gelmiştir. Bunun temelinde ise
Davud el- sfehânî’nin Şâfiî’nin Kıyas’ı kabul etmesine yönelik tavrı yer almaktadır.
Yine ona göre Şâfiî, Ebû Hanîfe’nin Kur’an’ın lafzı yerine anlamına vurgu yaparak
onunla zirveye doğru tırmanan hukuktaki rasyonaliteyi, nassların literal içeriklerini
çekim merkezi yapmasıyla frenlemiştir
381
.
Mehmet Görmez
de sünnet ve hadîsi anlama yönteminde Şâfiî’nin, ehl-i
hadîsten pek uzak olmadığını ve hadîs metinlerinin kanun metni gibi kabul edilip,
lafzın delâlet yollarından hareketle harf harf değerlendirilmeye mam Şâfiî ile
başlandığını bu hususta lafız-mana dengesinin korunduğunun söylenemeyeceğini ve
lafzın zâhirî anlamının esas alındığını ifade etmektedir
382
.
M. Emin Özafşar
’ın bu hususta yapmış olduğu “Şâfiî’nin ‘Nass Teorisi’nin
tamamlayıcı bir unsuru olarak, metnin yorumlanmasında, tam olmasa bile, çok
istisnaî durumlar dışında, ağırlıklı olarak harfî ve zâhirî yorumu benimsemiş olması,
kendisinden sonra slam fıkhında yeni bir dönemin kapısını aralamıştır”
383
şeklindeki
380
Ebû Zeyd, “ mam Şâfiî ve Ortayol”, s. 139-140.
381
Taştan, “ slam Hukukunda Literalizm”, s. 146, 153, 155.
382
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 65.
383
Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 272.
80
değerlendirmesi ile de Şâfiî’nin anlama ve yorumlama yönteminde lafza bağlı
yorumu benimsediğine dikkat çekilmiştir.
Muharrem Kılıç
da lafızcı/literalist düşüncenin (literalizm) kökeni, hadîs
ekolüne ve daha sonra hadîs ekolünün hukuk düşüncesini sistematik bir biçimde
disipline eden Şâfiî’ye dayandığını belirtmektedir. Dolayısıyla ona göre ilk dönem
hadîs ekolünün temellerini attığı, Şâfiî ile birlikte ivme kazanan lafızcı yaklaşım,
Davud el- sfehânî ile ekolleşme sürecine girmiştir. Bu nedenle Zâhirî ekol, ilk
dönemde nassların literal anlamını öncelikle benimsemeyi ifade eden lafzî
yaklaşımdan lafızcılığa/literalizme geçişi temsil etmektedir
384
.
Wael b. Hallaq
ise Şâfiî’den önceki ve sonraki ekollerin sünnete ve re’ye
atfettikleri değeri Şâfiî’nin konuyla ilgili tavrı ile mukayese ederek şu tesbiti
yapmaktadır: “Burada net bir model ortaya çıkıyor: Şâfiî’nin selefleri, az veya çok
kendi re’ylerine başvuruyorlar ve sünnete daha az ilgi gösteriyorlar. Şâfiî ise re’yi
kıyas biçiminde düzenleyerek, metodolojisinin zorunlu bir parçası olarak kalmasına
rağmen, ona vahye dayalı kaynaklar karşısında tâlî bir rol tayin ediyor. bn Hanbel
kıyasa nadiren başvuruyor ve çoğu zaman onu dikkate almıyor. Dâvud, Kur’an ve
sünnetin literal (zâhirî) okuyuşu lehine onu tamamen reddediyor. Böylece, hem
zaman hem doktrin olarak Şâfiî’nin pozisyonu, erken re’y liberalizmi ile sonraki
zâhiri tutuculuğu arasında orta bir noktada yer alıyor”
385
.
Hallaq’ın bu tespitinin
haklı ve doğru bir tespit olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Şâfiî, bir taraftan ilk hukuk
ekollerinin mana ve maksad ağırlıklı yorumlarına sınırlama getirme çabası
içindeyken diğer taraftan zahirîler gibi nassa sarılarak kıyas ve re’yi de inkar etme
gayreti içerisinde değildir. Dolayısıyla denge kurmayı amaçlayan bir duruş
sergilemektedir. Ancak zahirîliğe giden yolda ilk kapıyı kendisinin aralamış olması
ve buna dikkat çekmesi onu slam düşüncesinde zahirîlik konusunda önemli bir aktör
haline getirmektedir.
Yunus Apaydın ise Ş
âfiî’nin, tüm istidlal faaliyetini kıyasa hasrederek
ictihad’ı kıyasla aynı kabul etmesinin altında, kendisinin anlama nisbetle lafza
ağırlık verdiği ve zahiri dikkate aldığı için,
istihsan ve ıstıslah gibi, nisbeten daha
384
Kılıç, Nassların Lafzî Yorumu, s.119.
385
Wael b. Hallaq, “Şâfiî Hukuk lminin Başmimarı mıydı?”, s. 66-67.
Dostları ilə paylaş: |