84
olur
394
. Açıkçası ona göre Kur’an’ın zahirî anlamını esas almak, aksini (batın
anlamını) gerektirecek bir delâlet mevzu bahis olmadıkça daha evlâdır
395
. Yine
Ş
âfiî’ye göre hadîsler de ilke olarak zahirî ve umumî anlamı üzere cari olup, ancak
Hz. Peygamberden sabit olan bir delâlet ile bu anlamın dışına çıkılabilir
396
. Onun şu
ifadesi, zahir anlamdan ayrılmayı mümkün kılan delaletlerin neler olduğunu daha
açık ortaya koymaktadır: “Kur’an, zâhirine göre uygulanır; ancak âyetin zâhirine
göre değil de, bâtınî anlamına göre hareket edileceğine dair Kur’an’da bir işaret veya
sünnet
, yahut da icma’ bulunursa o başka”
397
.
Ş
âfiî, âyet ve hadîslerin farklı anlamlara delâlet edebileceğini Arap dilinin
gereğine bağlamaktadır. Zira O, Arap dilinin geniş ve esnek bir dil olduğunu bazen
genel bir lafızla özel bir anlam kastedilebileceğini bunun da lafızdan
anlaşılabileceğini ifade etmekte, fakat Kur’an’da kullanılan ifadelerden genel mi
yoksa özel bir anlam mı kastedildiğini belirlemede bağlayıcı bir habere dayanılması
gerektiğini ifade etmektedir. Zira bunlar yerine göre Kur’an’da ve sünnette
açıklanmıştır
398
. Yani o, habere dayanmadan nassın herhangi bir şekilde dilin
imkanlarıyla yorumlanmasını doğru bulmamaktadır.
Ş
âfiî, çoğunluğun çoğunluktan naklettiği farz cümlesinden bilgilere
değinirken şöyle demektedir: “Bunlar arasında te’vile açık olan Kitab (nassı) da
vardır. Bunun (anlamı) hakkında ihtilaf edilebilir. htilaf edildiği takdirde o (nass),
zâhiri ve genel anlamı üzeredir. Eğer ihtimal içeriyorsa, insanların/bilginlerin icmâı
bulunmadıkça, hiçbir surette batınî anlama hamledilemez. htilafa düştükleri zaman,
(icma olmaması durumunda) o (nass) zahiri anlamı üzerinedir”
399
. Dolayısıyla Şâfiî,
394
Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 532. Ayrıca Şâfiî Risâle’de şöyle demektedir: “Hadîsin iki manaya
gelme ihtimali olunca, ilim sahiplerinin, onun âmm değil, hâss olduğunu söyleyebilmeleri için
Hz. Peygamberin bir sünnetinin delâleti veya sünnete muhalif bir şey üzerinde birleşmeleri
mümkün olmayan Müslüman alimlerinin icmaına dayanmaları gerekir.. Âmm olan bir hadîsin,
zahirine göre haraket edilir; ancak onun zahirine değil, batınına, âmmına değil, hâssına göre
hareket edilmesi için belirttiğim gibi bir delalet veya icma bulunursa durum değişir. Bu takdirde
onu mevcut delalete göre uygularlar ve her iki hususta da ona uymuş olurlar”. Şâfiî, Risâle, 181
(no. 881-882).
395
Şâfiî, Umm, II. 189.
396
Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 540. .
. Krş. Şâfiî,
Umm, III. 215.
397
Şâfiî, Risâle, 311 (no. 1727).
.
398
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 19.
399
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 37.
85
Kur’an lafızlarının zahiri anlamları ve genel durumları üzere bırakılması gerektiğini
savunmakta, ihtimali bulunsa dahi bâtın anlamlarına hamledilmesine taraftar
olmamaktadır. Ona göre ancak belirtilen yönde bir icmâ varsa zâhir anlamdan
vazgeçilebilir. Şu halde ihtilafın yaşanıyor olması zahir anlamdan ayrılmak için yeter
sebep değildir
400
. Dolayısıyla ihtilaf vaki olur, icma da gerçekleşmezse nass zahiri
üzeredir. Bu durumda o nassların zahirinden ayrılmayı sıkı şartlara bağlamış olmakta
ve şahsî yorumlarla nassların zahirinden ayrılmanın önüne geçmeyi hedeflemektedir.
Bu da onun hukukta birliği gerçekleştirme ve keyfiliği önleme hedefini ortaya
koymaktadır. Nitekim Şâfiî’nin, muhatabının belirttiği gibi re’y devreye girince
ayrılık doğabilmekte, icma ise yalnız re’ye dayanmadığı için onda hata
bulunmamaktadır. Şâfiî de bu değerlendirmeye aynen katılmaktadır
401
.
Yine Şâfiî bir delil bulunduğunda zahiri anlamın alınamayacağını, ancak
delil bulunmadığında nassın zahiri ve umumî anlamıyla alınması gerektiğini şu
sözleriyle açıklamaktadır: “Hz. Peygamberin sünnetindeki âmm ve zahir olan her
söz, zahirde âmm olan mücmel ifade ile o mücmelin özel bir anlamının kastedildiğini
gösteren sabit (sahih) bir hadîs bulunana kadar, anlaşılan manası (zahiri anlamı) ve
umûmiliği üzere kalır”
402
. Buna göre Şâfiî’de temel ilke hadîslerde mücmel ve genel
anlamın esas alınmasıdır. “Hadîsi işiten kimsenin yapması gereken, onunla diğer
durumların birbirinden ayrılmasını gösteren bir şey buluncaya kadar mücmel ve
genel olarak ona uyulmasını söylemektir”
403
. “Hz. Peygamberden bir şey işiten
herkes, onu kabul eder ve ona göre amel edilmesini söyler, ayrı ayrı mutalaa etmesi
gereken şeyler bilinmiyorsa, onları da ancak aralarında fark bulunduğuna dair Hz.
Peygamberin bir işâretine dayanarak
, birbirinden ayırır”
404
.
Ş
u halde sünnetin her hangi bir konuda açıklama veya delâleti olması
halinde, o konuda ilgili Kur’an âyetinin zâhirine ve umumî anlamına göre hüküm
verilmemektedir. Eğer sünnetin delaleti bulunmamış olsaydı Kur’an’ın zahirine göre
400
Aybakan, “ slâm’da Dinî Bilginin Doğası..” s. 76.
401
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 37-38.
402
Şâfiî, Risâle, 189; Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, 341 (no. 923).
..
403
Şâfiî, Risâle, 167 (no. 818).
404
Şâfiî, Risâle, 168 (no. 821).
Dostları ilə paylaş: |