71
çektiği ve onları Kur’an ve sünnetin birbirini neshedebileceği şeklindeki cumhurun
anlayışına doğru yönelttiği belirtilmiştir
350
.
Aslında Şâfiî’nin, Kuran’ın bir sünneti neshedebileceğini reddetmesinin
mümkün olmadığı, bu konuda kapıyı tamamen kapatmadığı, sadece nesh vakıasını
gösteren ikinci bir sünnetin varlığını şart koştuğu ve bu şartı ileri sürmesinin altında
yatan saikin ise hadîsleri Kur’an’a aykırı olduğu iddiasıyla reddetmek isteyenlerin
önünü alabilmek olduğu bu sebepledir ki onun sünnetin Kur’an’ı neshedebileceğinin
kabul edilmesi durumunda, Kur’an’a uymayan hadîslerin, Kur’an tarafından
neshedildiği gerekçesiyle reddedilebileceği endişesi taşıdığı ifade edilmiştir
351
. Şu
halde bu hususta en dikkat çeken yön Şâfiî’nin nesih teorisinin Kur’an ve sünnet
nasslarını koruma, birbirlerinin alanına müdahale etmeme ve en önemlisi de, Kitap
sünneti neshetmiştir diye sünnetlerin hukuk malzemesi olmaktan çıkmalarına
müsaade etmeme şeklinde vücut bulmasıdır
352
.
Ayrıca Şâfiî’nin nesh anlayışında onun lafza verdiği ehemmiyetin izlerini
de görmek mümkündür. Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi ona göre Kur’an’ın
sünneti neshetmesi kabul edilince Kur’an’a uyumlu olmayan her hadîsin nesh
gerekçesiyle iptali doğmaktadır. Buna verdiği bir örneğe göre, Rasulullah’ın haram
kıldığı bütün alış-veriş türleri hakkında “Allah alışverişi helal ve faizi haram
kılmıştır”
353
ayeti gelmeden önce Hz. Peygamber onları haram kılmıştır denilebilir.
Böylece Kur’an’da benzerini bulamayınca Peygamber’in her hadîsi hakkında, ‘o
böyle bir şey söylememiştir’ diyerek reddetmek caiz olur. Sonuçta o, hadîsin lafzının
ilgili ayetlerin lafızlarından farklı olması ya da daha uzun ve geniş olmasına
dayanarak sünnetin reddedilebileceği kaygısını taşımaktadır
354
.
Kırbaşoğlu, Şâfiî’nin hadîslerin lafızlarına gösterdiği bu ilginin nedenini
onun lafızcılığına bağlamakta, onun karşı delillerini hep lafız merkezli olarak
geliştirdiğini belirtmekte ve şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Halbuki o, dinin genel
prensiplerini, Kur’an’ın ticarî ilişkiler konusunda vazettiği hukukî–ahlâkî ilkeleri
350
Dağcı, A.g.e., s. 71.
351
Kırbaşoğlu, “er-Risâle’nin Şekil ve Muhteva Açısından Eleştirisi”, s. 226, 228. Krş; Şâfiî,
Risâle, 68-69 (no. 333-334). Ayrıca bkz. Bakkal, “ mam Şâfiî’de Nesh Anlayışı”, s. 125.
352
Gürkan, slam Hukuk Metodolojisinin Oluşumu ve Şâfiî’nin Yeri, s. 328.
353
2. Bakara, 275.
354
Şâfiî, Risâle, 68-69 (no. 330-334).
72
tespit ederek, bunları esas alsaydı, lafızları ayetlerin lafızlarından farklı olan pek çok
hadîsin Kur’an’a ilke olarak uygunluğunu rahatlıkla gösterebilirdi ve bu suretle bu
tür hadîslerin reddedileceği endişesine kapılmazdı”
355
. Şu halde Şâfiî’nin nesh teorisi
ile ilgili bu tutumu onun savunmuş olduğu nasslara dayalı anlama ve yorumlama
yönteminin bir uzantısı mahiyetindedir. Bunun için de nesh dahil herhangi bir
gerekçe ile sünnet ve hadîslerin hükümsüz bırakılmasına mani olmaya çalışmaktadır.
Sonuç olarak mam Şâfiî’nin hadîs/sünnet anlayışı noktasında oldukça
farklı düşünce ve yaklaşımlara sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Onun en büyük
gayret ve çabasının Hz. Peygamberin hadislerinin/sünnetinin otoritesini tesis etmek
olduğu anlaşılmaktadır. Yine hadîs/sünnete ilişkin sergilediği her tutum ve
yaklaşımda da onun savunmuş olduğu temel düşünce ve amaçla yakın bir ilgisi söz
konusudur. Nitekim onun hikmet kavramını sünnet olarak anlaması, neredeyse
hadislerin/sünnetin tamamını vahiy kategorisine dahil etmesi, hadîs-sünnet özdeşliği
hususundaki gayretleri, hadislerin/haberlerin sıhhatine hükmetmede şeklî şartları kafi
görmesi, hadîslerin arzına (metin tenkidine) sıcak bakmaması ve neshe anlayışında
onun hadîslerin/sünnetin dindeki yeri ve konumunu temellendirmeye yönelik
çabalarının izlerini görmek mümkündür. Daha da önemlisi Şâfiî’nin hadîs/sünnet
alanında ortaya koyduğu bu anlayış ve düşüncelerin kendinden sonraki fıkıh ve hadîs
çalışmalarını da derinden etkilemiş olmasıdır.
III- ŞÂF Î’N N, ZÂH RÎ/LAFZÎ ANLAMI ESAS ALMASI
KONUSUNDA YAPILAN DEĞERLEND RMELER
Ş
âfiî’nin bizzat kendi eserlerindeki görüşlerinden hareketle onun lafza bağlı
yorum yöntemini incelemeye başlamadan önce konuya giriş mahiyetinde, Şâfiî’nin
zahirî/lafzî yoruma bağlılığı hakkındaki düşünce ve değerlendirmelere yer vermek
istiyoruz. Zira klasik ve çağdaş bir çok slâm uleması ve araştırmacının Şâfiî’nin
lafza bağlı bir yorum anlayışını benimsediğine ve bunu ilke edindiğine dikkat
çektikleri görülmektedir. Biz burada örnek olması bakımından bazılarının görüşlerine
yer vermekle yetinmeyi düşünüyoruz.
355
Kırbaşoğlu, “er-Risâle’nin Şekil ve Muhteva Açısından Eleştirisi”, s. 229.
73
lk olarak bizzat Şâfiî’nin talebesi el-Muzenî (ö. 264), üstadı Şâfiî’ye göre
başka bir metin delili (nass) bulunmadıkça haberlerin lafızlarının, zâhirî anlamlarının
ifade ettiği hükümleri doğuracağı görüşünde olduğunu şöyle ifade etmektedir:
“…Buna göre Şâfiî’nin görüşü şöyledir: Allah ve Peygamberi’nin emir ve yasakları
umûmuna, zâhirine ve kat’îliğine
hamlolunurlar. Ancak, haberlerin siyakında veya
haricî bir delilde, kastın husûsî olduğu, batınî anlamın kastedildiği, irşâd, ibâha veya
delâlet etmenin murad edildiğine dair bir kanıt bulunursa, o takdirde bu delilin kabul
edilmesi icap eder. Binaenaleyh, Allah ve Rasûlü bir şeyi emrettikleri ve bu şeyi de
tesmiye ettikleri zaman, o şeyin isminin (lafzının) icap ettirdiği durum ne ise, hükmü
de öylece umûmuna ve kat’î manasına alınmalıdır
. Zira, Allah ve Rasûlü, onun genel
olduğunu kastetmemiş olsalardı veya başka amaçları bulunsaydı, mutlaka onu beyan
ederlerdi. Böyle bir beyanları bulunmadığına göre, biz anlarız ki, beyan edilmemiş
ş
ey kastedilmiş de değildir. Ve yalnızca bize emredileni anlarız. Çünkü Allah, gaybın
bilgisi ile bizleri mükellef tutmaz…”
356
. Muzenî’nin, üstadı hakkındaki bu
değerlendirmeleri Şâfiî’nin ilke olarak nassların lafzına bağlı bir yorum anlayışını
benimsediğinin en orijinal bir tesbiti mahiyetindedir. Bu tesbitten anlaşıldığına göre,
Ş
âfiî zahirden ayrılmayı başka bir delilin bulunmasına bağlamakta, bunun
bulunmaması durumunda herhangi bir yorum ve gerekçe ile zahirin dışında bir
değerlendirme yapılmasına karşı çıkmaktadır.
mam Serahsî
(ö. 490) ise Şâfiî’nin mürsel (munkatı) haberleri
değerlendirirken, zahirî inkıtaya binaen hüküm verdiğini dolayısıyla manevî inkıtayı
dikkate almadığını, manevî inkıta daha güçlü olmasına rağmen onunla amel
etmediğini belirtmekte ve bunun nedenini ise Şâfiî’nin ahkâmın çoğunu zahire bina
etmesine
bağlamaktadır. Buna karşı, kendisinin de aralarında bulunduğu Hanefî
alimlerinin ise, hükümleri, iyi incelendiğinde açıkça ortaya çıkan etkili (muessir)
manalar üzerine bina ettiklerini belirtmektedir
357
.
356
Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 272 (Muzenî, Kitâbu’l-Emr ve’n-Nehy, s. 153’den
naklen).
357
Serahsî, Usûlu’s-Serahsî, I. 379.
Dostları ilə paylaş: |