109
“mansûs” kelimesini hem lugat anlamında hem de ıstılah olarak kullandığı
anlaşılmaktadır.
Ş
âfiî, Allah’ın, kulları için vazettiği hükümleri açıklama şekillerini izah
ederken, Hz. Peygamberin hakkında nass bulunmayan konularda koymuş olduğu
sünnetleri de Allah’ın beyanı olarak saymış ve bunu da Allah’ın, Peygambere itaatı
emretmesine bağlamıştır
504
. Bu değerlendirmeye göre Allah’ın beyanından ibaret
olan Kur’an âyetleri nasıl bir nass ise, sünnetler de Allah’ın birer beyanı olarak kabul
edildiği için dolaylı olarak onlar da birer nass olma özelliğine kavuşmuş olmaktadır.
Nitekim Şâfiî’ye göre sebepleri farklı olsa dahi, Allah’ın Kitâbı’ndakileri ve Hz.
Peygamberin sünnetlerini kabul etmek, bunların her ikisinin de Allah’ın emri
olduğunu kabul anlamına gelmektedir
505
. Çünkü ona göre Allah’ın hükümleriyle
O’nun elçisinin hükümleri arasında bir farklılık bulunmamakta ve her ikisi de aynı
konumda bulunmaktadır
506
. “Bir bilgin için sünnetin bağlayıcı oluşunda şüpheye
düşmemek, Allah’ın hükümleriyle O’nun elçisinin hükümleri arasında ihtilaf
bulunmadığını ve onların aynı derecede olduklarını bilmek, en uygun olan bir
haslettir”
507
. “Yüce Allah, insanlara iki şekilde huccet ikame etmiştir. Bunların her
ikisinin esası da Kitab’dadır; yani bunlardan ilki Kur’an âyetidir, ikincisi de Hz.
Peygamberin sünnetidir; çünkü Allah, Kitab’ında Hz. Peygamberin sünnetine
uymayı farz kılmıştır”
508
. Yine Şâfiî ilmi beş tabakaya ayırmakta ve Kur’an ve
.
. Murteza Bedir’in değerlendirmesine göre Şâfiî, nass
kavramını hadîslerle ve sünnetle ilgili kullansa bile bu konuda tereddüt etmektedir. Bunun
nedeni ise Hz. Peygamberin sözlerinin Kitâb’ın ifadeleri gibi nass olarak görülmesi, hadîslerin
sahih mecmualarda toplanması henüz gerçekleşmemesi nedeniyle, henüz Şâfiî döneminde tam
yerleşmemiş olmasıdır. Ancak Şâfiî’nin, Hz. Peygamberin sözlerinin diğerlerinden ayrılması
yönünde gösterdiği çabanın bir süre sonra hadîsin de nass kapsamına girmesi sonucunu
doğurduğunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bedir, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet, s. 80-81.
504
Şâfiî, Risâle, 11 (no. 58). Şâfiî’nin, nass ifadesinin hem Kur’an hem de sünnet için kullanması
için bkz. Şâfiî, Umm, II. 389; Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 25, 32. Sünnetin nass olduğuna dair ayrıca
bkz. Şâfiî, Risâle, 22 (no. 124), 62 (no. 298-300).
505
Şâfiî, Risâle, 19 (no. 103). Şâfiî’nin haber-i vâhitle sabit olan hadîsleri de birer sünnet olarak
değerlendirdiği düşünüldüğünde ona göre artık haber-i vâhitler de adetâ Kur’an gibi bir nass
olma vasfı kazanacak ve bir takım sorunlara neden olabilecektir. Zira Aybakan’ın da belirttiği
gibi “Sünnet içeriğinin sadece hadîslerden oluştuğu ve onun da vahiy olduğunun kabul edilmesi,
yorum sürecinde sünnet malzemesinin de Kur’ân gibi işlenmesine yol açmıştır”
. Aybakan, cmâ,
s. 115.
506
Şâfiî, Risâle, 104 (no. 480); Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, 173.
.
507
Şâfiî, Risâle, 104 (no. 480).
508
Şâfiî, Risâle, 131 (no. 607).
110
sünneti birinci sıraya yerleştirmektedir
509
. Oysa genel yaklaşım bunların aynı
konumda olmadığı ve sıralamada Kur’an’dan sonra sünnetin geldiği şeklindedir.
Ancak Şâfiî’nin bu yaklaşımıyla Kur’an ve sünnet metinlerinin her ikisini de içine
alan nass teorisinin temellerini kurmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bundaki amacı ise,
onun nassların alanını genişletme dolayısıyla aklın ve reyin kullanım alanını
sınırlama şeklindeki temel düşüncesi ile yakından ilgilidir.
Yine Şâfiî’nin ‘hakk’ kavramına yüklediği anlamda da onun nass teorisinin
izlerini bulmak mümkündür. Şâfiî’ye göre Kitab ve sünnet, kendisine ulaşılması
gereken hakkın (gerçeğin) esasını teşkil etmektedir
510
. Ona göre, “Hiç kimse, hakkın
ne olduğunu bilmedikçe hakk ile hükmetmekle emrolunmamıştır. Hakk ise ancak,
Allah tarafından ya nass olarak ya da O’ndan delâlet olarak bilinir. Allah Teâlâ
hakkı, Kitabında, sonra peygamberinin sünnetinde var etmiştir”
511
. Şu halde Şâfiî’ye
göre, Allah, hakkı Kitabına, sonra da Peygamberin sünnetine koyduğu için, bu ikisi
hakkı bilmenin müşahhas yoludur. Şâfiî’nin zaman zaman delâlet yerine cümleten
kavramını da kullandığı da görülmektedir. Mesela onun, “Bir kişinin başına gelen
hiçbir olay olmasın ki, Kur’an onu ya nass ya da mücmel ( ) olarak göstermemiş
olsun”
512
sözün de nass kavramından sonra delâlet yerine cümleten lafzını
kullanmaktadır.
Ş
âfiî nass ve cümlenin (delâlet) anlamı hakkında da bilgi vermektedir. Ona
göre nass, Allah’ın kesin ve açık bir şekilde bir şeyi haram veya helal kılmasıdır
513
.
Bunlara örnek ise Kur’an’da Allah tarafından açıkça haram kılınan şeylerdir. Ona
509
Şâfiî, Umm, VII. 452. Ayrıca bu konuya Şâfiî’nin bilgi anlayışına dair bölümde de temas
edilecektir.
510
Şâfiî, Risâle, 22 (no. 122).
511
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 493.
.
.
Ş
âfiî ayrıca hakkın nerede bulunduğunu ise, şu şekilde açıklamaktadır: “Hakk, Allah Teâlâ’nın
ve Rasûlullah’ın uyulmasını emrettiği, yine Allah ve Rasûlu’nun nass olarak (açıkça) gösterdiği
veya birtakım delâletlerle istinbat edilen şeylerdedir”.
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 497.
512
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 493-494.
513
Şâfiî’nin nass kavramını burada özellikle ve sadece Allah’ın helal veya haram kıldığı hususlarla
ilgili olarak kullandığı görülmektedir. Oysa haram –helâl konuları dışında da hüküm bildiren
açık nasslar bulunmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |