115
Nass kavramıyla birlikte ağırlık kazanmaya başlayan ve her şeyin
çözümünü genel ve ağırlıklı olarak nasslarda arayan düşünce biçimi esasen etkisini
akıl ve re’ye dayalı düşünce üzerinde göstermektedir. Zira “Sadece nassı esas alanlar,
hayatın en ince teferruatını dahi nassların sınırları içinde aramıştır”
542
. Üstelik, nass
üzerinde yapılan vurgular hukukta re’y kullanımına giden kapıyı kapatmıştır.
Neticede re’y dışlanıp ictihad alanı daraltıldıkça, nass kavramı daha da hakim
olmaya başlamış ve kullanımı yaygınlaşmıştır
543
. Her ne kadar Şâfiî’nin aklı kesin
olarak dışladığını söylemek mümkün değilse de, onun mümkün olan en dar alana
sıkıştırıldığı söylenebilir ki, böylesi bir nass anlayışıyının, beraberinde aklın
düşünme ve problem çözme gücünü zayıflattığını ve her ne kadar başlangıçta arzu
edilmese de böyle bir sonuçla karşılaşıldığını söylemek mümkündür.
Zira daha önce de ifade edildiği gibi, Şâfiî, görüş ve düşüncelerini Kitab ve
sünnet nassları üzerine kurmuş ve bu daireyi oldukça geniş tutmuştur. Bu nedenle
herhangi bir Kitab ve sünnet nassına istinad etmediği gerekçesiyle, istihsân,
maslahat, sedd-i zerâi ve amel-i ehl-i Medîne ile hüküm verilmesini eleştirmiş ve
bunları red cihetine yönelmiştir
544
. Buradan da Şâfiî’nin dinî meseleleri çözmede ilke
olarak akla mesafeli durduğu, aklî değerlendirmelere öncelik tanımadığı ve
düşüncesini nasslar çerçevesinde oluşturmaya özen gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu
nedenle mam Şâfiî ile birlikte nassın egemenlik alanının artması ve de doğal olarak
aklın alanının daraltılması sonucunda kendinden sonraki dönemlerde re’ye göre
nassın ön plana çıkarıldığı, aynı yöntemi takip eden mam Eş’arî’nin de kelâm
alanında aklın manevra alanını daralttığı ifade edilmiştir
545
. Dolayısıyla Şâfiî’nin
bütün gayret ve çabası, günlük hayatta ortaya çıkan yeni hâdise ve problemlere
olabildiğince nassların ışığında çözüm bulmak ve bunun yöntemini tesis etmekten
ibaretti. Zira onun kanaatine göre, mutlaka bir noktada nasslarla irtibat kurulmalıydı.
542
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 144.
543
Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu , s. 143, 145.
544
Usfûr, Ramazan Ahmed, el- mâm eş-Şâfiî, Fakîhen ve Muhaddisen, Kâhire, 2000, s. 118-119;
Ebû Zeyd, “ mam Şâfiî ve Ortayol”, s. 98; Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 90.
545
Erkol, Ahmet, “Eşarî Düşüncesinde Şâfiî’nin Etkisi”, Marife, yıl. 3, sy. 2, Konya, 2003, s. 175.
Ancak Erkol’un bu tesbitinin ağırlıklı olarak Şâfiî çizgisindeki görüş sahipleri geçerli olduğunu
söylemek daha uygundur. Zira aynı genellemenin, Hanefîler, Mâlikîler, Zeydîler, Mutezile ve
mam Maturidî gibi görüş sahipleri için de geçerli olduğunu söylemek güçtür. Zira bunlar,
nassın yanında akla verdikleri değer bakımından Şâfiîlerden daha farklı bir tutum ve yaklaşım
sergilemişlerdir.
116
Aksi takdirde keyfîliğin yolu açılmış olurdu. Bu nedenle istihsanı tamamen dışlamış,
birer aklî çabadan ibaret olan ictihad ve kıyas metodlarını ise nasslarla olaylar
arasındaki benzerlik temeline oturtarak sistemleştirmiştir
546
. Halbuki keyfîlik iddiası
da tartışmaya açık bir iddiadır. Zira aynı keyfîlik, yorumcunun tutumuna göre, bir
nassı anlama ve yorumlama işleminde de görülebilir. Dolayısıyla açıkça bir nassa
dayanmadığı gerekçesiyle, slâmın temel ilkelerinden hareketle ortaya konulan
yorumların birer keyfîlikten ibaret görülmesi ilmî bir tavır değildir.
Nitekim başta Hz. Peygamber dahi her konuda adetâ birer kanun metni gibi
algılanacak tarzda kesin metinler/nasslar vaz etmemiştir. Dolayısıyla Onu bir
hukukçu gibi algılamamak gerekir
547
. O, bütün konular ve detaylarıyla ilgili özel
hükümler koymamış, aksine karşılaşılan durumlar hakkında uygun kararlar
verilmesini ümmetin takdirine bırakmıştır. Şu halde O, genel bir emir vermek yerine,
farklı uygulamalar için geniş bir insiyatif alanı bırakmıştır. Hz. Peygamberin burada
gözettiği hedef ise, değişen şartlarda insan aklının ve sağduyunun kullanılmasına
imkân tanımaktır. Şayet her konuda ve herkes için özel ve kesin hükümler koymuş
olsaydı, sonraki nesillerin zamanın gereklerine uygun hükümler koymaları ve aklı
kullanmaları imkansız hale gelirdi
548
. Dolayısıyla dinî nassların insan hayatının her
yönünü en ince teferruatına kadar, zabt-u rabt altına aldığı şeklindeki bir yaklaşım
yerine, bunların yalnız genel ilke ve esasları belirleyip geri kalan kısmını insana
bıraktığı şeklindeki bir anlayış daha uygun bir yaklaşım tarzı olacak, sonuçta
nasslardan çıkarılan anlamlardan daha farklı olacaktır
549
.
Ş
âfiî’nin nass anlayışı ile kendisinden sonraki Şâfiî usûlcülerinin
yönteminden ibaret olan Mütekellimîn yönteminin nass anlayışı ve yöntemi ile
benzerlik arzettiği görülmektedir. Zira Mütekellimîn metodunun en önemli özelliği
usûl kurallarının, şer’î delillerin gösterdiği yönde vaz edilmesidir. Buna göre, nass
asıldır ve her şey nass ile tesbit edilir
550
. Bu da Şâfiî ile mütekellimîn ekolüne
mensub usûl bilginlerinin bu hususta yöntem ve yaklaşım birliği içinde olduklarını
546
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 401.
547
Fazlurrahman, Tarih Boyunca slâmî Metodoloji Sorunu, çev. Salih Akdemir, Ankara Okulu
yay., Ankara, 2001, s. 26.
548
Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu , s. 38-39.
549
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 144.
550
Görmez, A.g.e., s. 148.
Dostları ilə paylaş: |