117
göstermektedir. Yine Şâfiî metodunun temel özelliği ilkesel kaideler koyması ve
sonra bu kaidelere uygun hükümler vermesidir. Hanefi metodu ise istidlalden ziyade
istikra metoduna daha yakın olup onlar, fakihlerinin fer’î hükümlerdeki istinbatlarına
uygun kaideler koymuşlardır
551
. Şu halde Hanefîlerin aksine Şâfiîler, nasslardan ve
lafızdan hareket eden bir yöntem ve anlayışı benimsemişlerdir.
Bu arada Şâfiî’nin temellendirmeye gayret ettiği nass anlayışının
yansımalarını hemen hemen bütün slam düşüncesinde görmek mümkünse de bunun
en özgün tesirini Zahirîlerin nass anlayışında bariz bir şekilde görmek mümkündür.
Bu nedenle meselâ Ebû Zehra, başlangıçta bir Şâfiî hayranı olan Zâhiriye ekolünün
imamı Dâvud el- sfehânî’nin(270/883) fıkıhta yalnız nassları esas almasını onun
Ş
âfiî fıkhının etkisinde kalmasına bağlamakta ve şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Çünkü mam Şâfiî, şerîatı daima nasslara dayanarak tefsir ederdi. Dolayısıyla
ş
erîatın kaynaklarını nasslardan ve nasslara hamledilen kıyastan ibaret sayardı.
Ş
âfiî’ye göre ictihad, ya bir nassa dayanmalı, yahut da mevcut bir nass üzerine
hamledilmelidir.. şte Dâvud ez-Zâhirî, bu düşünceyi daraltarak Şâfiî’den uzaklaşmış
ve şerîatı yalnız nasslardan ibaret saymıştır”
552
. Bu nedenle Zahiriye Mezhebinin
neredeyse nassların bütün olayları kapsadığı varsayımıyla nasslara sarılma
konusunda mam Şâfiî’nin söylemlerinin aşırı bir tatbîkinden ibaret olduğu ifade
edilmiştir
553
.
Zira Şâfiî’de olduğu gibi Zahiriye ekolü de, Kur’an ve sünneti bir konumda
– ki o da nass konumudur- değerlendirmişlerdir
554
. Zahirîye ekolunde nassların
büyük bir ağırlığı söz konusudur. Öyleki, zahirî metodun mihveri nasslardır ve delil
onlarla sınırlıdır. Onlara göre bağlayıcı olan, nassın lafzından ilk başta anlaşılan
anlamı almaktır. Anlam bununla sınırlıdır ve onunla yetinilmelidir
555
. Onlara göre
fıkhî kaynaklar sadece nasslardan ibarettir. Onlara göre şerîatın hiçbir hükmü re’yle
açıklanamayacağı için bütün çeşitleriyle re’ye karşı muhalif bir tavır almışlardır. Bu
551
Veledbâh, Muhammed el-Muhtâr, “Lemhatun an Usûli Fıkhı’ l- mâm Mâlik”, Nedevâtu’l- mâm
Mâlik, Fâs, 1400/1980, II. 70.
552
Ebû Zehra, Muhammed, slâm’da Siyâsî tikâdî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, çev. Abdulkadir
Ş
ener, Hisar yay., stanbul, ty., II. 439.
553
Veledbâh, A.g.m., II. 70.
554
Abdulmecîd, el- tticâhâtu’l-Fıkhıyye, s. 365.
555
Abdulmecîd, A.g.e., s. 374.
118
düşünceden hareketle kıyas, istihsan, mesâlih-i mursele ve sedd-i zerâyi’i delil olarak
kabul etmezler ve yalnız nassları delil sayarlar. Nass bulunmadığı durumlarda ise
istishâbın hükmünü esas alırlar
556
.
Ş
u halde slam düşüncesinde nasslara ve nassların zahirî/lafzî anlamlarına
bağlılığın önderi konumunda olan Zahirîye ekolünün temel yaklaşımlarının en fazla
Ş
âfiî ile paralellik arzettiği görülmekte olup bu aynı zamanda iki ekol arasındaki
belirgin ilişkiyi de ortaya koymaktadır. Nitekim Dâvud ez-Zâhirî’nin, Şâfiî’nin
istihsanı ibtal etmek için kullandığı delillerin, kıyas için de geçerli olduğunu ileri
sürerek kıyası da reddetmiş olması bu gerçeği teyit etmektedir
557
.
Sonuç olarak Şâfiî’nin lafza bağlı yorum yönteminin temelinde, onun nass
anlayışı önemli bir yere sahiptir. Şu halde Şâfiî nass teorisi ile en başta dinî nassların
somut olarak varlığını tesis etmekte sonra da doğal olarak bunların verdiği bilgiye en
büyük değeri tanımış olmaktadır. Bu nedenle onun lafza bağlı yorum yönteminde
etkili olan bir diğer faktör de ilim anlayışıdır.
B- Şâfiî’nin lim Anlayışı (Bilgi Teorisi)
Hiç şüphesiz âyet ve hadîslerden müteşekkil dinî metinler evren, insan,
varlık gibi hayatın bir çok alanına dair slâm’ın temel görüşlerini meydana getiren
bilgi ve mesajlardan ibarettir. Dolayısıyla bu metinler dinî bilginin temel kaynakları
konumundadır. Bu bilgilerin bir diğer temel özelliği ise naklî bilgiden ibaret
olmasıdır. Bu yönüyle insanın kendi düşünce ve çabasıyla ortaya koyduğu aklî
bilgiden ayrılmaktadır. Ancak mezkûr bilgi kaynaklarına verilen değer ve tanınan
yetki bilginlere ve ekollere göre değişebilmiş bu da meselelere yaklaşımda farklı
tutum, anlayış ve yorumların yaşanmasına neden olmuştur.
Ş
âfiî’den önce ve Şâfiî döneminde siyâsî, itikâdî ve fıkhî alanlarda yaşanan
görüş ve yorum farklılıklarının nedenleri arasında bilginin mahiyeti ve kapsamı
konusundaki farklı tutum ve yaklaşımları da saymak mümkündür. Bu bakımdan
556
Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, II. 437. Aslında zahirîlerin de lafızcılığının test edilmesine ihtiyaç
vardır. Onların da zaman zaman burhâna göre veya istishab deliline binâen hüküm vermeleri
lafızcı yaklaşımlarının gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.
557
Ebû Zehra, A.g.e., II. 440.
119
herhangi bir konuda yapılan yorum ve değerlendirmelerin, dayanılan bilgi
kaynaklarıyla yakın bir ilgi ve alakası söz konusudur. Bu durum Şâfiî için de
tamamen geçerlidir. Zira Şâfiî’nin yorum sisteminde onun bilgi problemine bakışının
ve bu husustaki epistemolojik açıklamalarının önemli bir yeri ve etkisi vardır
558
.
Bir çok konuda olduğu gibi Şâfiî’nin ilim anlayışı ve bilgi problemine
bakışı konusundaki temel görüşlerini de bizzat kendi eserlerinden öğrenme şansına
sahibiz. Zaten Şâfiî’yi farklı ve özgün kılan yönlerden birisi de hemen hemen her
konudaki düşüncelerini (talebelerinin) yazıya dökmesi ve bunların bize kadar
intikalinin sağlanmış olmasıdır.
Ş
âfiî’nin kendi bilgi anlayışını oluştururken en başta birtakım
âyetlere/nasslara dayandığı görülmektedir. Nitekim bu durumu özellikle btâlu’l-
stihsan
’da istihsanı red için delil getirdiği âyetlerde görmek mümkündür. “Allah sizi
annelerinizin karnından çıkardığı zaman hiçbir şey bilmiyordunuz”
559
. “O’nun
dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar”
560
“ şte böylece sana
da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin”
561
ş
eklindeki âyetleri delil getiren Şâfiî, ilgili âyetleri, insanların, Allah’ın
öğrettiklerinin dışında bir bilgilerinin bulunmadığı ve Allah’ın kendilerine verdiği
ilimle yetinip, bunun dışında başka herhangi bir şeye bağlanmamaları gerektiği
yorumunu yapmaktadır
562
.
Ş
âfiî’nin bu âyetleri istihsân konusunda serdetmesi önemlidir. Zira istihsân
aklî bir çabanın ürünüdür. Dolayısıyla onun bu yaklaşımıyla, aklî bilgiye karşı
mesafeli durduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu durumu, bizzat kendisi tarafından
oluşturulan ve sıralanan bilgi kaynaklarında da görmek mümkündür. Bu sıralamada
o, hep naklî bilgilere öncelik tanımış ve yine aklî bir çabadan ibaret olan kıyasa en
son sırada yer vermiştir. Bu nedenle Şâfiî’nin dinî bilginin, özel terimiyle “el-ilm”in
hiyerarşik bir yapıda olduğunu savunduğu ve bu anlayışla kaynakları önem açısından
558
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 382.
559
16. Nahl, 78.
560
2. Bakara, 255.
561
42, Şûrâ, 52.
562
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 488.
Dostları ilə paylaş: |