120
bir sıralamaya tabi tuttuğu belirtilmiştir
563
. Çünkü Şâfiî, Allah’ın Kitabı ve Hz.
Peygamberin sünnetinin her Müslüman için uyulması gerekli (bağlayıcı) birer bilgi
olduklarına
564
ve bunların ilmî derecelendirme yönünden en üst sırada
bulunduklarına dikkat çekerek bilgiyi beş tabakaya ayırmaktadır: 1) Kur’an ve
sahih/sabit sünnet
565
, 2) Hakkında Kitap ve sünnet bulunmayan konudaki icmâ, 3)
Hz. Peygamberin ashabından bazılarının söylediği ve diğer sahabîlerin kendisine
karşı çıkmadığı görüş, 4) Hz. Peygamberin ashâbının ihtilâflı görüşleri, 5) Bu
tabakalardan birisi üzerine yapılan Kıyas
566
. Bu sıralamaya dikkatlice bakıldığı
takdirde, onun yorum sisteminde büyük oranda naklî bilgilere dayandığı ve bunun
kafî olmadığı durumlarda son çare olarak kıyasa ve aklî bilgiye başvurduğu
görülmektedir. Zira yine Şâfiî “Bilgi (ilim) ancak daha üstte olandan alınır” diyerek
bunun aksine hareket edenleri tenkit etmektedir
567
.
Ş
âfiî’nin bu konudaki benzer yaklaşımını ilmi/bilgiyi, ittibâ ve istinbât
ş
eklinde ikili bir tasnife tabi tutmasında da görüyoruz. Nitekim Şâfiî şöyle
demektedir: “Bilgi iki türdür: ttibâ ve istinbât. ttibâ, Kitaba tabi olmaktır. Şâyet
Kitapta yoksa sünnete tabi olmaktır, onda da yoksa bir muhalifini bilmediğimiz
bizden önceki âmmenin/çoğunluğun görüşüne tabi olmaktır. Eğer onların da bir
görüşü (icmâı) yoksa, Allah’ın Kitabına kıyas yapılır. Allah’ın Kitabına kıyas
yapacak bir şey yoksa, Hz. Peygamberin sünnetine kıyas yapılır. sünnette de yoksa,
herhangi bir muhalifi bulunmayan önceki âmmenin sözüne (icmâına) kıyas yapılır.
563
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 382.
564
Şâfiî, Umm, VII. 452. .
565
Şâfiî’nin bu sıralamada Kur’an ve sünneti/hadîsi aynı derece ve mertebede zikretmesine dikkat
edilmelidir. Ebû Zehra, Kur’an ve sünnet gerçekte aynı mertebede olmadığı halde Şâfiî’nin bu
ikisini birleştirme nedenini ise şöyle izah ediyor: “Şâfiî, fıkhı incelemiş ve Kur’an’ın küllî
kaideler ile birçok cüz’î meseleleri ihtiva ettiğini ve sünnetin de Kur’an’ın beyanını
tamamladığını, kısa (mücmel) ifadeleri genişlettiğini, bazı kimselerin kavrayamayacağı
incelikleri açıkladığını görmüştür. O halde sünnet, Kitab’ın ihtiva ettiği bütün meseleleri
açıklamakta ve onun mücmel hükümlerini genişletmektedir. Buna göre sünnetin açıklayıcı bir
durumda olabilmesi için ilim/bilgi değeri bakımından açıkladığı şeyin mertebesinde olması
gerekir” Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, II. 337.
566
Şâfiî, Umm, VII. 452.
.
567
Şâfiî, Umm, VII. 452. .
121
Kıyas dışında herhangi bir şeyle hüküm vermek caiz değildir. Eğer kıyas yapanlar da
bunda ihtilaf ederlerse, herkesin kendi ictihadına göre hüküm vermesi caiz olur,
kendi ictihadına aykırı olarak başkasının ictihadına uyması caiz olmaz
568
. Dolayısıyla
Kur’an, sünnet ve icmâ ittibâ edilmesi gereken bilgiyi, bunlara kıyas yapılarak elde
edilenler de istinbât edilen bilgileri ifade etmektedir. Buna göre bilgi, ya bizzat
nasslarla ya da nasslara dayanmak suretiyle var olursa ancak o zaman bağlayıcı bir
bilgi olabilir. Zira yine Şâfiî’ye göre bir kadı hakkı/gerçeği bilmedikçe ve ona
dayanmadıkça hüküm veremez. Hakk ise ancak kendisine uyulan bağlayıcı bir haber
veya kıyasla bilinir. Zira ona göre ilim/bilgi, ya bağlayıcı bir haber veya veya kıyasla
elde edilir
569
.
“Allah, Rasulullah’tan sonra hiç kimseye, kendisinden önce geçmiş bilgi
kaynağına dayanmakmaksızın fetva verme yetkisi tanımamıştır. O’ndan sonraki bilgi
kaynağı ise Kitab, sünnet, cmâ’, sahabîlerden intikal eden şeyler
570
ve belirttiğimiz
gibi, bunlara yapılacak Kıyas’tır”
571
. Hiçbir kimsenin Allah’ın Kitabı’da, sünnette,
icmâda ve bağlayıcı bir haberde bir delile dayanmaksızın söz söyleme hakkı yoktur.
Bunları göz ardı ederek söz söylemek istihsana ve akla gelene göre hüküm
vermektir
572
.
lim adamı ancak doğruya delâlet eden şeylere kıyas yaparak ilim/bilgi
cihetiyle görüş belirtmelidir. Bilgi ciheti ise kesinlik/bağlayıcılık ifade eden habere
dayanmaktan ibarettir. Bu şekilde ilim adamı her halukârda habere uymuş ve kıyas
568
Şâfiî, Umm, I. 276; Şâfiî, htilâfu’l- Hadîs, IX. 569.
569
Şâfiî, Umm, VI. 310.
570
Şâfiî’nin kullandığı âsâr kavramını yalnız sahabîlerden intikal eden şeyler olarak çevirmek
Ş
âfiî’nin bu kavramla ilgili kastını tam yansıtmamaktadır. Nitekim o, tâbiûndan intikal eden
ş
eyler için de âsâr kavramını kullanmaktadır. Dolayısıyla kavram hem sahabe hem de tâbiûnden
intikal eden sözleri kapsamaktadır. Meselâ Şâfiî, hacda güvercini öldürmenin fidyesinin bir
koyun olduğuna dair sahâbeden Hz. Ömer, Osman ve bn Abbas’ın ve tâbiûndan Atâ ve Saîd
bnu’l-Museyyeb’in görüşleri için âsâr kavramını birlikte kullanmaktadır. Şâfiî, Umm, II. 301.
571
Şâfiî, Risâle, 275 (no. 1468). Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, 508.
.
572
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 25-26. Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 492. Şâfiî’nin bu sözlerinden
istihsana başvuran kimselerin neredeyse Allah’ın Kitabı’nı, sünneti, icmayı ve bağlayıcı
haberleri adeta devre dışı bırakarak ve göz ardı ederek yalnız akla binaen hüküm bulundukları
gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Oysa istihsanı benimseyen hukukçuların, adı geçen
sıralamadan bigane kalarak ictihad ve istihsanda bulunduklarını iddia etmenin isabetli bir
değerlendirme olduğunu söylemek güçtür.
Dostları ilə paylaş: |