Mitolojik yönden ağri daği ve gemikaya turgut öcal



Yüklə 178,45 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix29.01.2018
ölçüsü178,45 Kb.
#22795


 

  

MİTOLOJİK YÖNDEN AĞRI DAĞI 



VE GEMİKAYA

 

TURGUT ÖCAL 

 

 Konumuz her yönden mitlerle ilgilidir.  



Mitler, birtakım değişiklerle günümüzde hala yaşamaya devam 

ederler.  

Her toplumun kendi mitlerinden kalan geleneklerinin farklı olduğunu bilmeliyiz. Nitekim

 meddahlar da 

başlangıçta Kuran’daki kıssaları ve peygamberleri öven, onunla ilgili rivayetleri anlattıkları için “kıssahan ve 

meddah” adını almışlarıdır.

  

Bu da bize hikâyelerin bile mitolojilerden süzülerek geldiği inancını veriyor.



  

Zaten mitolojilerin içinde kutsal hikâyeler kutsal merasimler bulunur. Zamanla bu hikâyelerin içinde bulunan 

birtakım kutsal vasıflar unutulmuş, böylece masallar ve efsaneler ortaya çıkmıştır.

  

Gemikaya ve Ağrı Dağındaki mitolojik benzer alanlar ilk bakışta dikkatimizi çekmek



tedir.  Çünkü her iki tabiat 

harikası biri birine çok yakın coğrafyalarda oluşmuştur.

   

Aslında mitler, milletlerin genel karakteristik şifreleridir. 



Her toplumun kendi mitlerinden kalan geleneklerinin farklı olduğunu da bilmeliyiz. Gerek Nahçıvan’daki ger

ekse 


Türkiye’deki Türklerin mitlerinde sanat kutsaldır. Dağlar, efsanevi varlıklar olup onlara canlılık atfeden birçok 

araştırıcıya da rastlamaktayız. Eğer bir mekâna insan muhayyilesi can ve ruh atfetmişse artık onunla ilgili birçok 

mit de oluşur demektir

.  


Dağ mitindeki genel özellikleri incelediğimizde her iki toplumda aynı benzerlikleri 

görmekteyiz.  

Mesela Türklerin mitolojisine göre Ergenekon’dan çıkıp dağılmaları bu toplumun demircilik sanatını 

bilmeleri ile mümkün olmuştur.

  B u mitolojide Türklerin 

tarih sahnesine çıkmış oldukları Orta Asya’da yaygın ve 

zengin bir yaşantıdan bahsedilmektedir.

  

Bu coğrafyaların (Orta Asya) uzun süre Sovyet ve Çin hâkimiyeti altında 



bulunmasından dolayı oralardaki kültür temel taşlarından birisi olan mitolojilerini toplayıp gün ışığına kavuşturmak 

şansımız uzun süre olamamıştır.

  

Yine de bu sahalarda çalışan edebiyatçıları, folklorşinasları, etnografları, 



antropologları, mitologları minnet ve rahmetle anıyoruz.

  

 



Mit, hepimizin bildiği olağanüstü varlıkların hikâyesini

 

anlatır.



  

Kozmogonik mit dünyanın yaratılışını, hayatın ve 

ölümün menşelerini de konu edinmiştir.

  

Mitler olduğu gibi kabul edilip onlara sadece saygı gösterilmelidir.



  Niçini 


ve nedeni pek sorgulanamaz.  

Motifler, mitlerin en önemli kavramlarıdır.

  Azerb

aycan halkına mahsus olan mitolojik düşüncede onların çeşitli 



bakış açılarını şöyle örneklendirebiliriz.

  

Mesela dağ motifi efsaneler bölümünde araştırıcı ,“iki dağ”, “Ağrı ve Haça 



dağ” efsanelerinin mitolojik dünya modelinin ikili muhalefete en iyi örnek olduklarını Mehseti Ismail 

göstermiştir.

  

Yazar, Nahçıvan Efsaneleri adlı eserinde ve Türk Mitologyasında “dağlar mukaddestir, yerin 



direğidir, Tanrı’ya doğru yükselen mekânlardır” demektedir.

  

Aynı tespit Prof. Dr. Bahattin Ögeli Türk Mitolojisi adlı 



eserinde de aynen geçmektedir.  

Dede Korkut’da “Gazlık Dağı”, Göktürklerde “Ötüken Dağı”, Asya’da “Tanrı 

Dağları” ve diğerleri buna örnek gösterilmiştir.

  

Mesela Nahçıvan’da “Gelindaş”, “Gelinkayası”, “Gız Gelin” 



efsanelerinde harici düşmanlara karşı mücadele,

 

etik davranış normlarının korunması; “Ejderha Kayası”, “Ejderha 



Burnu” ve “Gemikaya” efsanelerdeki tüm hareket tarzları Azerbaycan halkının mitolojik düşüncesine uygun 

tarzdadır.

  

 

Prof. Dr. Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi adlı eserinde Türk milletinin başarılarını yalnızca kılıcının kuvvetine 



bağlamak doğru değildir diyor ve bu eserde Türklerde mitoloji, daha çok ideal ve ülkü düzeni ağırlıklı idi 

diyor.   

Yine aynı eserde Türk mitolojisi Türk milliyet şuurunun bir aynası gibidir.

  

Aynı zamanda mitoloji, bu açıdan 



bir milletin fikir ve düşünce tarihidir.

  

Mitoloji, tarih ve kültürün genetik şifresidir.



  

Bu şifreyi Azerbaycan sahasında 

yorumlayan önemli isimler şunlardır:

 

1-    Mehemmet Hüseyin Tehmasip 



2-    

İsrafil Abbaslı

 

3-    Azad Nebiyev 



4-    Ehliman Ahundov 

5-    Mireli Seyidov 

6-    Vagif Veliyev 

7-    Veli Eliyev 

8-    Tehmasip Ferzeliyev 

9-    


İsa Habipbeyli

 

10-    Muharrem Ceferli 



11-    

Paşa Efendiyev

 

12-    Behlül Abdullayev 



13-    

Sednik Paşayev

 

İlim dünyasının en seçkinlerindendir.



  

Aynı konunun Türkiye sahasındaki önemli kişileri şunlardır:

 

1-    Bahattin Ögel 



2-    Fuat Köprülü 

3-    Pertev Naili Boratav 




4-    

Şükrü Elçin

 

5-    Azra Erhat 



6-    

Bilge Seyidoğlu

 

7-    


Abdülkadir İnan

  

8-    Murat Uraz 



9-    Oktay Belli 

10-    Muhan Bali 

11-    

Saim Sakaoğlu



 

12-    


Yaşar Kalafat

 

13-    



İskender Pala

 

14-    M.  



Fahrettin Kırzıoğlu

 

Bu önemli araştırmacılar gerek Azerbaycan gerek Türkiye’deki ve gerekse dünyadaki Türklerin mitolojik dünya 



görüşü incelemelerinden görmüşleridir ki kadim Türk destanları öz dayanağını efsanelerden, mitlerden almıştır.

  

Bir milletin meydana gelebilmesi için binlerce yıl ister.



  

Felaketlerin acılarını, hep beraber duymuş olanlar tarihte 

birleşebilmişlerdir.

  

Yukarıda da gördüğümüz gibi mitolojilerin oluşabilmesi için hem asırlara hem de milletlere 



ihtiyaç vardır.

  

Eğer bir topluluğun mitolojisi yoksa o topluluk millet olamamıştır.



  

O topluluktaki kişiler yok olunca 

her şey biter.

  

Tarihte değişmeden var olan ve kalıcı olan millettir.



  

İşte gönüllere iyice sinmiş ve toplumları bir 

araya getiren bu inanca milliyet şuuru denir.

  

Tek kişinin düşüncesi mitoloji değil bir felsefedir.



  Mitolojide tarih 

yoktur, belirsiz ve uzun bir zaman vardır.

  

Kahramanlar vardır, mukaddesliğe ve yarı Tanrılığa bürünmüşler 



vardır.

  

Onlar da yaşamışlardır, ama ne zaman? Oğuzhan gibi 5000 yıl önce mi? Önemli olan budur.



  Bir milletin 

5000 senelik bir geçmişe sahip olduğuna önce kendisinin inanmasıdır.

   

Bunu üç kıta üzerinde kurulmuş Türk 



asıllı pek çok devlet söylüyor ve yazıyordu.

  

Tüm bunların



  ( 

beş bin yıllık geçmişin) daha sıhhatli yorumu için 

Azerbaycan sahası muhtar Cumhuriyeti Nahçıvan, Gemikaya’daki tasvirlerin folklorik örnekleri ile mukayeseli 

araştırılmasına ihtiyaç vardır.

  

Yapılacak ve yapılmış olan çalışmalar gösterecektir ki Nahçıvan’da meskûnlaşan 



Azerbaycan Türkleri ve onların ulu ecdatları bu coğrafyanın en kadim sahipleridir.

  

Tarih bunun beş bin yıldan da 



fazla olduğunu gösterecektir.

  

Nuhşinas ve etnograf Gedir Gedirzade Gemikaya araştırmalarında “Gilan Çayı” deresinde XX. yüzyılın sonlarına 



kadar adı “Susepen” olan bir bayramın yapıldığından bahsediyor. İnsanlar bu bayramda birbirlerini sevinçle 

sularlarmış ve Gemikaya civarında kurbanlar keserlermiş. 

  

Ebülfez Guliyev’in Gemikaya tasvirleri adlı incelemesinde yılan, keçi ve balı



k tasvirleri ve yorumunda bunun 

üçünü birleştiren esas faktörün su ile bağlı olmasıdır.

  

Bu da bize su motifinin ta destanlar çağından başlayıp 



XX.  

yüzyılın sonuna kadar Nahçıvan’da bir bayrama ad olması ve bu bayramın Gemikaya muhitinde kutlanması, 

Nahçıvan meskûnlaşmasının beş bin yıldan fazla olduğunu göstermektedir.

  

Azerbaycan halk hikâyelerinde ejderhanın suyun önünü kesmesi hakkında epizotlar vardır.



  Bütün bunlar 


gösteriyor ki Gemikaya civarında iskân edilmiş halk balık avlamak keçi beslemek gibi alışkanlıklar ile hayatlarının 

geçim şeklini taşa işlemişlerdir.

  

Yine Gemikaya’daki başka bir resimde dünyanın 3 katlı kuruluşunu gösteren 



kozmik bir sembol vardır.

  Kaya üstü  

tasvirlerin yorumunda kurt ağzı bağlamak, kuş, keçi, yılan, inek gibi 

hayvanlar

ın mübarizleri, avcılık tasvirleri hep yaşantı izleridir.

  

Bazı işaretlerin ise Run alfabesi harflerine 



benzerliği ayrıca Kiril ve Latin harflerine benzemesi oradakilerin yazı kültürü ile olan ilgisini göstermektedir.

  

Yeri gelmişken kaydedelim ki; “Yılan”



 

miti çok eski çağlardan Azerbaycanlılarda Azerbaycan dilli topluluklarda ve 

Midyalılarda çok önemli bir motif olmuştur.

  

Azerbaycan’ın birçok yerinde yılan totemi ile ilgili olarak; “Yılanpir”, 



“Yılanpiri”, “Yılandağ” gibi yer adlarına rastlanmaktadır.

  H


akeza Gemikaya motiflerinde de vardır.

  

Erivan’da bulunan Azerbaycanlılar arasında yılanlarla ilgili efsane Türkiye’de tespit edilenle çok benzerlik arz 



etmektedir.  

Buradaki inanışa göre yılanlar iki büyük desteye (guruba) ayrılmışlarıdır.

  Bu iki gurup y

ılan, Ağrı Dağı 

eteklerinde çarpışmışlar.

  

Bu çarpışmadan dolayı civar, yaralı yılanlarla dolu imiş.



  

Netice itibari ile küçük Ağrı 

Dağı eteğinin yılanlı oluşu birbirine galip gelemeyen her iki gurubun yorgun düşerek yerleştiği “Serdarbulak” 

yaylası imiş.

  

Bu epizot Ağrı Dağı ile ilgilidir.



  

Türkiye’deki Azerbaycan Türkleri arasından derlenen bir benzerini 

Ağrı Dağı efsanelerinde aynen sunacağım.

  

Gemikaya’daki birçok kap kaçak eşyada ve taşlar üzerinde yılanın 



şekli kabartılmıştır.

  

Biz buna Kaşgarlı Mahmut’ta da rastlıyoruz.



  

Dİvanü Lügat

-it Türk’de  

Oğuz ve benzeri kabile 

birleşmesinin Hakanına “Buka

-

Budraç” derlermiş.



  

“Buka” yedibaşlı yılan, ejderha demektir.

  

1968 ve 1990 yıllarında Gemikaya’da büyük bir araştırma yapan arkeolog Prof. Dr. Veli Eliyev, 



Gemikaya’da 

mevcut olan çok eski yerleşim sahalarındaki abide mezarları, ibadethaneleri, kaya üstü

  tasvirleri çok mükemmel 

bir şekilde kayıt altına almıştır.

  

Ayrıca Prof. Dr. Oktay Belli’nin Nahçıvan’da yapmış olduğu araştırmalar 



göstermiştir ki Nahçıvan

, tunç devri medeniyetine mensuptur.   Eliyev’in tespitine göre Gemikaya ve mücavir alan 

arazileri bundan yetmiş bin ila yüz bin yıl önce (İlkçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ) avlanmak için çok müsait imiş.

  1997 


yılında İstanbul Üniversitesi, Avrasya Arkeolojisi Projesi kapsamında Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti topraklarında 

yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarının başkanlığını Prof.Dr.Oktay Belli, Nahçıvan Bilimler Akademisinden Doç. 

Dr.  

Veli Bahşeliyev ve beraberindekiler yürütmüştü.



  

Bu çalışmanın sınırları gayet genişti.

  

Bu çalışma ile Urartu 



gömütlükleri, Bronz ve diğer değerli metallerden yapılmış eşya takı ve silahlar bulunmasına karşı erken demir 

çağına ait takı ve eşyalar da bulunmuştur.

  

Kazı alanı içinde Karasu



Aras sıradağları da vardır.

  

Bu sıradağların



 

doğu ucunda, Doğu Anadolu’nun en büyük dağı Ağrı Dağı (5165m.

  

)İle küçük ağrı Dağı (3925m. ) yer 



almaktadır.

  

Aras’ın Iğdır Ovasında Nahçıvan topraklarında açtığı vadi yöre halkı tarafından Sürmeli Çukuru olarak 



isimlendirilmiştir.

  

Nekropolleri de içine 



alan hem coğrafyası hem süreci çok geniş tutan Oktay Belli hoca bu çalışması ile birçok 

önemli sorunların büyük bir kısmına çözüm getirmiştir.

  

Bu çalışma ile Doğu Anadolu ve Nahçıvan bölgesinde 



kalelerde, mezarlarda, nekropollerde alın teri, göz nuru dökerek bu coğrafyaların nasıl vatanlaştığının delillerini 

toplamıştır.

  

Araştırmalar, yöre halkının buraları söylenenden (beş bin yıl)daha uzun asırlardır sahiplenmiş 




olduklarını göstermektedir.

  

Gemikaya ve çevresi asırlar boyunca daha da önemli olmuş.



  Bur

alarda yaşayan halkın inanç ve ideolojik 

bakışlarının mukaddesleşmiş birer parçasıdır.

  

Gemikaya zirvesine şamil olunan dünyanın ilk oluşumu 



düşüncesinden en eski Sümer menşeli mitoloji ile ilgili Nuh efsanesi bu coğrafyada cereyan ettiğine 

inanılmaktadır.

  

Çünkü coğrafyanın adında sanki kayalara resmedilmiş gemi ismi vardır.



  

Gemi ise Nuh tufanının 

sembol anahtarıdır.

  

Gemikaya küçük Kafkasın Zengezur silsilesinin en yüksek zirvesine halk tarafından verilmiş 



efsanevi bir addır.

  Gemikaya, Ordubat reyonu ar

azisinde olup, Sümer menşeli bir efsaneye göre çok eskiden 

dünyayı kaplayan sular coğrafyasıdır.

  

Yine buna göre Tanrının emri ile Nuh Peygamber çocukları ile ve çevresi 



ile birlikte gemisi yüzerek zirveye ulaşmıştır.

  

Zirveden sürüklenerek geçtiği için büyük bir sarsıntı 



olmuştur.

  

Efsaneye göre bu sarsıntıdan rahatsız olan Nuh demiştir ki: Kemçi (kem) “küçük kayadır”.



  Bunun için 

bu yörenin halkı Nuh’tan hatıra buraya “Kemçi” adını vermiştir. 

  

Kemçi adlı diğer bir dağ Nahçıvan’ın Ordubat reyonunun güneyinde Aras nehrinin sağ tarafında Güney 



Azerbaycan’da Karadağ’dadır .

  

Bu yöredeki (Nahçıvan) ikinci bir efsaneye göre Nuh’un gemisi Ağrı Dağı 



istikametine doğru yüzerken başka bir dağın su altındaki görünmeyen zirvesine sürtünmüş ve peygamber gemisi 

olduğundan dağı yararak geçmiştir.

  Hz. Nuh bu olay için: -

burası da “inan” dağıdır.

  

Şimdi Elinçayın sol 



sahilindeki azametli “Haça Dağ”, “İlan Dağ” halk arasında da “İnan Dağı” veya “Elan dağ” da denilmektedir.

  

Gemikaya’daki kaya üstü resimlere aslında dünyanın çeşitli coğrafyalarında rastlanmaktadır.



  Bu çok eski sanat 

örneklerine Sibirya’da, Altay’da, Ural’da, Anadolu’da, Güney Azerbaycan’da ve adını saymadığım birçok değişik 

ülkelerde rastlanmaktadır.

  

Bunlar hem incelenmiş hem de inceleme aşamasındadır.



  Ha

tta çeşitli yönlerden 

aralarında muayyen benzerliklere de rastlanmaktadır.

  

Gemikaya “pet-rog-



lifleri” işlenme teknikleri (çizme, dövme, sürtünme) biçimindedirler.

  Kelbeçer, Anadolu ve 

Cenubi Azerbaycan- 

Karadağ arazilerindeki kaya üstü tasvirleri çok benzerlikler teşkil etmektedir.

  Bu da bize 

göstermektedir ki, buralarda çok eskiden beri yaşayan etnik yönden birbirine benzer guruplar 

yaşamıştır.

  

Nahçıvan coğrafyasında Tunç Devrinde en sık meskûn arazilerden biriside Gilan Çay vadisi 



olmuştur.

  Bu vadide 

tabii zenginlikler, avlaklar, sihirli mesken yerleri vardır.

  

Buralarda şehir medeniyetinin 



kalıntılarına rastlanmıştır.

  

Gemikaya’nın güney, batı ve doğu yamaçlarında deniz seviyesinden (3500



-

3700m) yükseklikte yerleşen Karakuş, 

Nebi yurdu, Kız gelin Çukuru, Camışölen önemli av meskenlerindendir.

  

Bu isimler aynı zamanda mitolojik 



motiflerle de örtüşmektedir.

  

Asırlarca Nahçıvanlıların iktisadi hayatında çok önemli yeri olan Gemikaya kışlak ve 



yaylaklarının, mağaralarının, ibadetgâhlarının sihirli çehresi

 

hala çözüm bekleyen işaret ve yazılar bu coğrafyayı 



insanlığın gözünde adeta büyülemektedir.

  Bu yönüyle de enbiya yurdu “Nebi Yurdu” denmektedir.  

Bu coğrafyayı 

bu özelliklerinden dolayı inanç turizmi merkezi yapmak da mümkündür.

  

Prof.Dr.Veli Eliyev’in 1968-



2005 yılları arasında arkeolojik incelemeleri neticesinde Nahçıvan’ın en eski mimarlık 

duygu düşünce ve eserlerini Gemikaya adlı kitabında görmekteyiz.

  

Gemikaya’ya yapmış olduğumuz gezi 




esnasında kayaların üstünde insan, keçi, ceylan, köpek, at, öküz, kuş, araba, yılan resimlerine rastladık.

  

Bunların 



her biri yoruma muhtaç mitolojik motiflerdir.  

Ama bunların içerisinde yorumlanabilen insan ve hayvan resimleri 

daha üstündür.  

Tüm bunlardan anlıyoruz ki Nahçıvan Tunç Devrinde ziraat ve hayvancılıkla uğraşmıştır.

  

Ayrıca 


bu halkın dünya ve ahret ile ilgili duygu ve düşüncelerinin izleri de bu resimlere sinmiştir.

  Mesela araba resimleri, 

yöre insanının nakliyat ve ulaşımdaki durumunu gösterir.

  

Kilden yapılmış boyalı kap



-

kaçak parçacıklarının Nebi 

yurdu 

çevresindeki kalıntıları Kür



-

Aras medeniyetinin üstün seviyesini bize açıkça göstermektedir.

  

Ayrıca sanat 



ve sanatkârlıktaki seviyelerinin üstünlüğünü de belirtmektedir.

  

Gemikaya tasvirlerinde güneşin de kutsiyeti açıkça 



işlenmiştir.

  

Güneş mitinin mitolojideki yeri Gemikaya’da da aynı sırrını korumaktadır.



  Gemikaya tasvirlerinde 

yıldız ve ayın da ışık kaynağı oluşlarından dolayı kutsiyetleri taşlara kazınmıştır.

  

Gemikaya tasvirlerinde sıra 



takımyıldızların işlenmesi Nahçıvan müneccimlerinin dikkatini çekmiştir.

  

Kısacası kozmik alemle ilgi kurulmuş 



olması bugünkü modern astronominin başlangıcı da sayılabilir.

  

Gemikaya’daki bazı işaretlerin eski Orhun Yeni



-

Sey Türk Alfabesindeki işaretlere çok benzemektedir.

  Gemikaya’daki kaya üstü tasvirleri piktografik metinleri eski 

Nahçıvanlıların dini ideoloji görüşlerinin özellikle kâinat hakkındaki tasavvurlarının kâhinler tarafından ifadeleşen 

görüşleri çok açık ve belirgindir.

  

İşte Gemikaya bu yönden de üstünlüğünü korumaktadır.



  Bütün bunlar bize 

göstermekte

dir ki, eski insanlar bedii zevklerinden asla vazgeçmemişler.

  

Tunç Devrinde Nahçıvan coğrafyasında 



yaşayan halkın medeni gelişmişlik seviyesinin hayli yüksek oluşuna şahit oluyoruz.

  

İlkin musikinin buralarda 



başladığında dair işaretler var.

  Tunç devri b

oyalı kaplar üzerindeki raks sahneleri, Gobustan’daki kaval taşlar 

halay tasvirleri o dönemin musiki ve eğlence medeniyetinin işaretleridir.

  

Bu coğrafyanın Nuh tufanı ile olan ilgisini 



de göz önünde tutarsak oradaki oluşan efsaneler ve yöre isimleri Nuh’un buradan geçtiğinin açık delilidir. 

  

Bütün bunlar göstermektedir ki; Gemikaya tasvirleri, Nahçıvan’ın Aras Nehri boyunca sıralanan yayla ve 



ovalarında yaşamış ahalilerinin medeniyet abideleridir.

  

Gemikaya tasvirlerinin mitolojiyle olan ilgileri yanında 



komşu Anadolu’nun en eski güzel sanat abideleri ile de alakası vardır.

  

Emin Bilgiç, “genel anlamda tufan efsanesinin karşılaştırmalı incelemesi ve tufanla ilgili efsanelerin büyük bir 



kısmının esas itibari ile mahalli olaylardan doğduğuna ve hayal gücüyle

 

bunların çok renkli bir hal aldıklarını 



seyrek olmak üzere şekil değişikliklerine uğradıklarını açık olarak görmekteyiz” demektedir.

  

Dünya tarihinde ilk defa yazıyı icat eden Sümerliler Mezopotamya’ya doğudan MÖ 3300 Yıllarında Katar 



Yakınındaki Bahreyn 

yolu ile geldikleri zannedilmektedir.  Emin Bilgiç’e göre Tufan efsanesinin en eski ana metni 

Sümerliler ve Akatlıların milli destanı olan “Gılgameş destanı” içinde geçmektedir.

  

Üçte ikisi Tanrı, üçte bir insan 



sayılan Uruk Kralı Gılgameş’in ebedi hayatı arama ve ona kavuşmak için çok tehlikeleri ve yorgunlukları göze 

alma, onlara katlanma macerasının canlı bir ebedi hikâyesidir.

  

Nuh Tufanının Ağrı dağı ile olan ilgisine hem coğrafyasını hem de semavi dinlerdeki yerini belirttikten sonra 



mitolojik yönünü 

ele alacağım.

  

Yrd. Doç. Dr. Ali Kafkasyalı, yerli ve yabancı bazı kaynaklarda Ağrı Dağı ve Nuh 



Tufanı adlı bildirinde şöyle demektedir.

  

Ağrı dağı dünyanın sayılı yüksek dağlarından birisidir.



  

Türk dünyasının 

gurur kaynağıdır.

  

Türk milleti bu dağı kutlu



 

bir dağ, kutsal bir varlık olarak görmektedir.

  Türk milleti 93 harbi, 



Kurtuluş Savaşı gibi en kötü şartlar altında dahi onu düşmana bırakmamış, korumasını bilmiştir.

  Dünya 


medeniyetinin ilk yazılı ürünlerinde Nuh’un gemisinin tufan sonrasında bu dağın tepesinde karaya oturduğu 

anlatılıyor.

  

Günümüzde dünya üzerinde yaşayan 2 milyara yakın Yahudi, Hıristiyan, Müslüman Hz.



  Nuh’u, 

Nuh’un Gemisini ve Nuh Tufanı hadisesini bilmektedir.

  

Ağrı dağı ve Nuh tufanı ile ilgili en kadim bilgilere dini 



kaynaklarda d

a rastlıyoruz.

  

Tevrat’ta Nuh’un gemisinden, Nuh Tufanından ve Nuh’un gemisinin tufandan sonra 



Ararat (Ağrı Dağı) a oturduğundan çok geniş bir şekilde bahsedilmektedir.

  Kitab-


ı Mukaddes Bab 6, Bab7, Bab8 

bu konularda bilgi vermektedir.  

Diğer bir dini kay

nak Kuran-

ı Kerimde Hz. Nuhtan, Nuh Tufanından ve Nuh’un 

gemisinin tufandan sonra Cudi Dağı’na oturmasından 15’ten fazla surede defalarca bahsedilmiştir.

  Ali 

Kafkasyalı’ya göre Cudi ismi burada birçok kimsenin iddia ettiği gibi Cudi Dağı değil “yüksekçe y



er” 

anlamındadır.

  

Yani Cudi ile Ağrı Dağı kastedilmiştir demektedir.



  

Yine Ali Kafkasyalı, Ağrı Dağı ile 

ilgili  üç   önemli belgeye de  

değinmektedir.

  

Dünyanın büyük seyyahlarından Marco Polo, Gonzales de Clavijo ve 



Alexander Pushkin’in eserlerinde Ağrı

 

Dağına ve Nuh Tufanı’na rastlıyoruz. 



  

Gonzales de Clavijo (ölm. 1412), İspanyol gezgin 1403

-

1406 yıllarında İspanya kralı Henry’nin Timur’la görüşmek 



için gönderdiği heyetin içinde yer alan kralın başmabeyincisidir.

  

Eserinde Ağrı Dağı ile ilgili şunları



 

yazmaktadır: 

“…Ertesi Cumartesi günü Iğdır’dan hareket ederek Nuh’un gemisinin durduğu dağa vardık.

  

Bu dağ son derece 



yüksektir.  Zirvesi karlarla örtülüdür.  

Her tarafa kar yağmıştı.

  

Dağların vadileri çırılçıplaktı.



  Buralarda hiçbir 

orman yoktur.  Mam

afih yerlerde birçok çayırlar bitmekte ve bunlar arasından ırmaklar akmaktadır… Burada rast 

geldiğimiz zevatın bize haber verdiklerine göre etraftaki enkazlar Hz. Nuh’un evlatları tarafından inşa olunan şehir 

artıkları imiş… Ararat’ın başlıca zirvesine bitişik bir yerde küçük Ararat’ın zirveleri görülüyor, iki dağın arası bir 

heybeye benziyor.  

Bize anlatıldığına göre Nuh’un gemisi burada durmuştu. 

  

Alexander Pushkin (1779-



1837) , Erzurum gezisinde gördüğü Ağrı Dağını “Yol Notları” adını verdiği gezi 

yazısında şöyle anlatır: “güneş doğmuştu, duru gökyüzünde iki başlı bir dağ parlıyordu.

  

Ne dağı bu diye 



gerinerek sordum.  

Şu cevabı duydum.

  Bu “Ararat”.  

Var kuvvetimle bu kutsal kitaplar dağına baktım.

  Islah olma 

ve hayat ümidiyle onun doruğuna yanaşan Nuh’un gemisini, uçan, idam ve barış sembolleri kuzgunu, güvercini 

gördüm…” diyordu.   

Ağrı Dağının yurdumuzdaki tespit ettiğim efsanelerini şöyle özetleyebilirim:

 

Ağrı Dağı Efsaneleri



 

Eğer bir mekân kutsal ise, insan muhayyilesi o mekânla ilgili hayal kurmağa başlar, ister istemez efsaneler 

devreye girer 

Efsaneler insanlardan toprağa bağlılık, aşka ve sevgiye inanç istemektedir.

  

Vatanı sevmek, onun her bir 



köşesiyle ilgi kurmak, bu topraklara saygılı olmak, onu korumak ve yaşatmak gibi keyfiyetler istemekted

ir.  


Efsanelerin kahramanları olan insanlar hayatta donup kalarak taşlaşmaya, gözyaşlarından pınar yaratmaya, 

yuvarlanıp kopan kayanın altında kalmaya hazırdırlar.

  

Yeter ki düşman eline düşmesinler.



  

Bazen kahramanlığın 




zirvesindeki kişi efsanevi şahsiyet

 

mağlup olabileceği anda Allah’tan kendisini taşa döndürmesini ister ve öyle de 



olur.  

BÖYLELİKLE YANİ TAŞA DÖNMEKLE VATANIN BİR PARÇASI OLUR ve EBEDİLEŞİR.

  

Efsanelerle vatanın ağaçları, kuşları, denizleri, dağları, insanları âdeta gözümüzde büyülü birer varlık olmuşlardır:



 

Yaşlı bir çınar, yalnız bir meşe, uzun ömürlü bir palut insanların karşısında dikkat celbeden ve dokunulmazlık 

zırhına bürünmüş mukaddesleri oluştururlar.

  

Artık kuşlar postacı olmuşlardır.



  

Bu işi turna yapar da güvercin 

ondan geri mi 

kalır? İnanıştaki masumiyetten dolayı herkesin hürmetine mahzar olunmuştur.

  

Leyleğin secde edercesine hareket ve takırtısı, göklere yükselerek ilahiyata yaklaşan mağrur kartalın; 



peygamberin yanan evini söndürmek için ağzında bir damla su getiren kırlangıçtan neyi geri kalmıştır.

  

İnsanların 



kara habercisi baykuş, efsanevi Simurg, müjdeci huma kuşu ve daha niceleri…

 

Göklerin mukaddes katlarından gelerek melaike donundaki güvercin, baharı müjdelemiştir.



  Bu ve benzeri birçok 

efsanevi olay Nuh’un Gemisi’nde 

yer almıştır.

  

Dağdaki her meşenin, her gölün, her yılan ve çayanın, her kuşun, her çobanın, her koyun ve kuzunun mutlak 



hatırı sayılır bir hikâyesi vardır.

  

Kültürümüz ve halk muhayyilemiz çok geniştir.



  

Bunların her birinin adına bir dinlenme yeri, bir o

tel, bir motel ve 

benzeri turistik tesis yapıp hizmete sunabiliriz.

  

Korgan yaylasında neden bir Nuh Restoran olmasın?



  

Aynı tesisler 

‘Gemikaya’da da niçin olmasın.

    


Siz bunları çoğaltabilirsiniz.

  

Ağrı Dağı Iğdır’ın tabiat abidesidir.



  

Yöre insanı 

coğrafyamızı aşan komşularında bile birçok efsane oluşturmuştur.

  

Yüzyıllar boyunca erişilmez diye tanımlanan 



Ağrı’nın zirvesi ve Dağın tümü halk edebiyatı ürünleri ve dini kaynaklarda yerini alan Ağrı Dağı, pek çok gezgin ve 

araştırmacının da dikkatini çekmişt

ir.  

Ağrı Dağı üzerine bilinip söylenen efsanelerden yazıya geçirilmiş olan en eskisi 14.



  asra aittir.  

İstanbul


-Trabzon -

Tebriz yoluyla Semerkant’ta Temur’un katına varan İspanyol elçisi Klaviyo, 29

-

30 Mayıs 1404 günlerinde gördüğü 



Sürmeli ile Ağrı Dağı üzerine yerli Karakoyunlu Türkmenlerinden duyduğu inanış ve efsanelerini anlatıyor:

 

28 Mayısta Kulp/Tuzluca’daki “Tuzlu Dağlar” dan geçtik.



  

Köylerden gelenler buraya uğruyor, buradan tuz alıp 

yemeklerinde kullanıyorlardı.

  

Artık Salmarin(Sürmeli) şehrini tarif edeceğiz.



  

Çünkü bize anlatıldığına göre Nuh 

Tufanından sonra ilk inşa olunan yer burasıdır.

  

Buraya Mayısın 29.



  

gününe tesadüf eden Perşembe günü öğle 

üzeri muvasalat ettik.  

Salmarin, büyük bir şehirdir.

  

Ararat Dağı’nın burada 6 fersah mesafeye kadar uzanıyor. 



(155 günlük ulu tufandan sonra Nuh’un Gemisi bu dağın üzerine konmuştu.)

 

Hakikatte bu Salmarin şehri tufandan sonra kuru toprak üzerine inşa olunan ilk şehirdir.



  

Şehri kuranlar Nuh’un 

oğullarıdır.

  

Iğdır’da halk arasında yaşayan bir inanışa



 

göre buradaki en ulu dağlara bugünkü adlarını Nuh 

Peygamber vermiştir.

  Allah-


ü Ekber, Süphan, Elegez ve Ağrı Dağlarının adları Hz. Nuh tarafından 

konulmuştur.

  Efsaneye göre Nuh Nebi,  

suların bütün Dünyayı kapladığı sırada suda yaşayanlardan başka her 

t

ürlü hayvandan erkekli dişili birer çift alıp üç oğlu ve üç gelini ile gemiye kapanarak canlarını kurtarıp tanrıya 



duada idiler. Bir gün geminin demiri bir dağın tepesine ilişip içindekileri yer oynamasından daha şiddetli korkuya 

düşürürken Nuh Nebi hayret

le; “Allah-u Ekber” dedi ve bu yeri belledi. Aradan günler geçtikten sonra yine bir 



sarsıntı olmuştu. Peygamber şaşırarak; “Suphanallah” dedi ve burayı da belledi. Sonunda sular çekilip azalınca 

gemi bir dağın tepesine oturup kızakladı ve kaldı. Nuh Nebi ve oğulları küreklere asıldılarsa da gemiyi 

yürütemediler.  Bu defa Hz. Nuh: -

Ne ağır dağ dedi.

  

Sonra bütün sular çekilince bu dağda gemiden indiler, 



toprağa kapanıp secdeye vardılar. Böylece bura halkı o gün bu gün buraya Ağrı dağı demiştir. Benzeri bir 

v

aryantını Nahçivan’da görmüştük.



 

1-

Ağrı Dağı’ndaki Nuh’un Gemisi:



 

Sürmeli Çukurunda olduğu gibi Dünya’nın birçok yöresinde Ağrı Dağı, Nuh’un Dağı olarak tanınır. İnsanlığın ikinci 

atası sayılan Nuh

-

Nebi çağında insanlar, namus, ahlak kaidelerinden cemiyet nizamlarından uzaklaştırıldılar. Hz. 



Nuh, bunları bir türlü yola getirememiştir. Ulu Tanrı’ya asilerin cezalandırılması için yalvarmıştır. O’na Cebrail 

aracılığı ile vahiy gelmiştir. ”Tufanın yakın, çok yakın olduğu bildirilmiştir. Bir gemi yapması” emredilmiştir. Hz. 

Nuh, hiç zaman kaybetmeden işe başlamıştır. Günlerce çalıştıktan sonra tavuğun göğüs kemiğine benzeyen 

gemisini yapmıştır. Gemi, biteceği sırada bir yerinden tutuşmuştur. Yanacakken kurbağa ağzıyla su taşıyarak 

söndürmüştür. ”Bunun içindir ki,

 

kurbağa Sürmeli Çukuru halkının sevdiği hayvanlar arasındadır ve aynı zamanda 



ona düşman olan yılanın ağzından kurbağayı kurtarmak sevap sayılmaktadır. ”Hatta deyimleşmiştir:

  

“Yılanın 



ağzından kurbağanın kurtuluşu” gibi.

  

Dört kutsal kitaptan biri olan Tevrat-



ı Şerif’in tekvin babında Ağrı dağına konan gemiden, Nuh ve Tebaasını 

Sürmeli Çukuruna indiği kaydedilmektedir. Böylece Anlaşıldığı gibi ilk insanlık ve medeniyet yeryüzüne Sürmeli 

Çukuru’ndan yayılmıştır.

 

2-



Büyük ve Küçük Bacı:

 

Çok eski zamanlarda S



ürmeli Çukuru uçsuz bucaksız düzlükler halindeydi. Ağrı Dağı’nın yerinde büyük bir orman 

vardı. Günlerden bir gün iki bacı el ele vererek evlerine odun getirmek üzere ormana giderler. Bir kaç günde 

vardıkları bu ormanda çörden çöpten toplayıp birer yük hazırlarlar. Sıra sırtlarına almaya gelince büyük bacı:

 

-



Bacı bacı kurban olam, N ‘olur gel sırtıma bu yükü kaldır.

  

Küçük bacı kaldırmaz. Üstelik te:



 

-

Canın çıksın kendin kaldır. Senin hizmetçin değilim ki. Kocaya varmak olsa öne atılırsın, çöp sırtlamağa ge



lince 

bana mı havale edersin?

 

Büyük bacı gene yalvarır, yakarır, olmaz. Çaresiz kalır. Şöyle der:



 

-

Gel ben senin sırtına kaldırayım.



  

Küçük bacı buna razı olmadı. Aralarında bir kavga başladı. Tuttular birbirlerinin saçından. Oynadılar saç 

yolması… Büyük küçüğü devirdi, yerde yuvarlandılar. Derken ikisi de kan ter içinde kaldılar. Elleri, ayakları hatta 

bütün vücutları hareketsiz kaldı. Oysa dilleri yorulmadı. Birbirlerine bedduaları devam etti.

  

Küçük bacı büyüğüne:



 

-

Allah seni öyle bir dağ etsin ki, yaz, kış başından kar eksik olmasın.



  


Küçük der de, büyük demez mi? O’da: 

-

Sen de öyle bir dağ olasın ki, başından yılan, çayan eksik olmasın.



  

Ulu Tanrı bunların beddualarını kabul eder.

  

O gün bu gündür, Büyük bacı “Büyük Ağrı Dağı olur, başından yaz 



kış kar eksik olmaz”. Küçük bacı da “Küçük Ağrı Dağı olur ki, tepesinden yılanlar eksik olmaz. Yaz günleri en 

korkunç yılanlar Küçük Ağrı’dadır. ”

 

3-

Dağlar Çarpıştı:



 

Derler ki; bazen dağlar gazaba gelir. Birbirlerine çok kızarlar. Bu kızgınlık önlenmezse, yani başka dağların araya 

girmesiyle barıştırılamazsa savaş baş gösterir. Bu dağlar çok tehlikeli olur.

  

Bir gün Ağrı Dağı ile karşısında Aras ötesindeki ELEGEZ(Alagöz) DAĞI’nın arası açılır, bir türlü barışmazlar. Ağrı 



Dağı o kadar kızar ki, iş savaşa dökülür. Ağrı öyle hücum eder ki, ELEGEZ’in tepesi 3 parça olur. O gün bu 

gündür Elegez Dağı tepesi param parçadır.

 

Şimdi bakıldığında Elegez’in başı üç parça görülmektedir.



 

4-

Ağrı Dağı’nın Tepesine Kimse Çıkamaz:



 

Iğdır halkınca çok sevilen Ağrı Dağları, ovanın biricik güzellik kaynağıdır. Bu mağrur Dağın başına kimsenin 

çıkamayacağına inanırlar. Burada Ak Devin tılsımı vardır derler. Halkta Büyük Ağrı’ya çıkışa dair söylentiler 

şöyledir:

 

Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmak isteyenler gündüz günlerce yol alırlar, tam zirveye yaklaştıkları sırada yorulurlar. 



Biraz dinlenmek üzere uykuya dalarlar. Gözlerini açtıklarında kendilerini Ağrı’nın eteklerinde bulurlar.

 

 



5-

Ağrı’ya Çıkan Çoban:

 

Ağrı Dağı’nın döşünde (yaylasında) koyun otlatmakta olan bir çoban, zirveye baktıkça hayran 



olur. Günlerce 

uğraşır. Bir türlü karların bulunduğu tepeye çıkmayı başaramaz. Yüzünü Ulu Tanrı’ya çevirerek yalvarır:

 

-

Tanrım, sen bana Büyük Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmayı nasip eyle, dönünce sana yedi kurban keseceğim der.



  

Ulu Tanrı çobanın dileğini kabul eder. Yola çıkan çoban zirveye ulaşır. Oradan doya doya Dünya’yı seyreder. Bir 

süre sonra döner gelir sürüsünün yanına. ”Adam neme gerek, Tanrı ne edecek kurbanı?” der ve kesmez. Ulu 

Tanrı’nın hoşuna gitmeyen bu hareket karşısında çoban ve sürüsü taş k

esilir.  

O gün bu gündür Büyük Ağrı Dağı yamacında koyun sürüsüne benzer taşlar çobanıyla birlikte görülmektedir. Bu 

taşlar hala dim dik ayakta olup, o çoban ve sürüsünün taş kesildiği taşlardır.

  

6-



Ağrı Dağı’ndaki Develer:

 

İlk çağın en ehemmiyetli kervan yollarından birisi Ağrı Dağı geçitlerini aşar. O zaman korkunç eşkıya ve soyguncu 



çetesinden sakınmak üzere ancak Büyük ve Küçük Ağrı arasındaki kervan yolundan geçilirdi. Bir gün kırk deve 

yüklü bir kervan iki Ağrı arasından geçerken fena bir susama hâsıl

 

olur. Bütün kervan, kervancılar neredeyse 




susuzluktan helak olacaktır. Bu sırada önde su aramaya çıkan kervancı başı hiç su bulamaz, çaresiz kalır.

  

Ellerini Tanrı’ya kaldırarak:



 

-

Ulu Tanrım: Sen bu iki dağ arasından bir pınar çıkar, develerim, adamlarım 



ve kendim doya doya içelim, sana bir 

deve kurban edeceğim der.

  

Ulu Tanrı kervancı başının dileğini kabul eder. Öyle bir pınar çıkarır ki, billur gibi sular şakırdayarak aşağıya iner. 



Bütün kervan ehli tadına doyum olmayan bu sudan kana kana içerler.

  

Kerv



ancı başı suya doyduktan sonra verdiği sözü unutur. ”Ne gereği var. ” Diye kurban kesmez. Biraz sonra Tanrı 

gazaba gelir. Bir gürültü olur ki, bütün yer gök sallanır. Ağrı Dağı da sallanır. Develer, kervancılar, kervancı başı 

taş kesilirler oldukları yerde… Büyük ve Küçük Ağrı Dağları arasında

  

kalırlar. Bu gün aynı yerde birer taş heykel 



olan aynı kervan ehli görülmektedir.

  

Oysa pınar halen akmakta, berrak suları şakırdayarak aşağı inmektedir. Derler ki o su bugünkü Süreyya 



Çeşmesini oluşturmuştur.

 

7-Yakup Peygamber Türbesi: 



Büyük Ağrı Dağı koynunda Yakup Peygamber’in türbesi vardır. Buraya her yıl Temmuz, Ağustos ayında 

ziyaretçiler gelir, kurban keser, adak adarlar. Namaz kılar, ibadet ederler.

  

Vaktiyle oğlu Yusuf’a kavuşan Yakup Peygamber, o ömrünün son çağlarında atası Hz. Nuh’un Dağı’na gitmek 



ister. Kervanlar düzenlenir, yola çıkarlar. Hz. Yakup çok ihtiyar olduğundan oğlu Yusuf ve Bünyamin’i yanına 

çağırır:”Atanızın ve insanlığın ikinci defa ilk ayak bastığı AĞRI DAĞI’ na gidiyorum. Bu son arzumdur,

 burada 

öleceğim.

  

Beni Ağrı Dağı’na gömün” diye vasiyet ediyor.



  

Yakup Peygamber’in kervanı Kenan ilinden ayrılır, günlerce yol aldıktan sonra çok güzel, Tanrı’nın bütün verimi 

esirgemediği SÜRMELİ ÇUKURU’na varır. Çok hoşlanır buradan, atası Nuh’un ilk ayak bastığı bu yerin 

kutsallığına inanarak Ağrı Dağı’na çıkar. İyice ziyaret eder. Yazın sıcak günlerinde bir ay Ağrı Dağı’nda kalır. Bir 

gün hastalanır, ölür ve vasiyeti yerine getirilerek Ağrı Dağının yamacına gömülür.

  

Şimdi Ağrı Dağı’nın kucağında karnıyarık büyük bir Yakup Vadisi vardır. Mezarı buradadır.



  Gayrimüslimler Hac 

ziyareti için buraya gelirler.  

1840 Ahura (Arkuri) zelzelesinden önce burada bir Yakup Manastırı vardı. İçinde keşişleri dahi bulunmaktaydı. 

Dünya’nın sayılı yerlerinden ziyaretçileri gelir. 20 Haziran 1840 zelzelesinden birkaç gün önce Ağrı Dağı’ndan 

acayip sesler, yeraltından gürültüler gelmeye başladı. Gün geçtikçe şiddetlenen bu korkunç sese halk: “AĞRI 

kızdı, gazaba geldi. ” Demeye başladılar. Bir gece Büyük Ağrı, kuzey (Sürmeli Çukuru) inindeki yamacından 

patladı. 1600 nüfuslu Arkuri kasabası ve yakın köyleri lavlar altında kaldığı gibi Yakup Manastırı da toprak ve 

taşlar altında yok oldu.

  

Bugün buraya gelen turistler köy kalıntılarını görmektedirler. Sürülerini otlatan çoban



lar 

ise sayısız ev inşası bulmuşlardır.

 



8-

Zaloğlu Rüstem Ağrı Dağında:

 

Zaloğlu Rüstem ile devler uzun yıllar mücadele etmişler, nihayet mücadelenin en mühimi Ağrı Dağında olmuş. 



Devleri mağlubiyete uğratan Rüstem, onların ancak Ağrı Dağı’nda toplanmasını sağlamış ve insanlara çok 

kötülükleri dokunan bu mahlûkların neslini türememesi için Tanrıya el açmış:

 

-

Tanrım, biz ölüp gideceğiz. Artık bizim gibi kuvvetli pehlivan yaratmayacaksın. Bu durumda bunları Ağrı 



Dağı’ndan aşağıya indirme.

  

Bu dilek Tanrı tarafından kabul edilerek devler tılsıma düşürülmüştür. Halk o gün bu gündür devlerin Ağrı 



tepesinde olduğuna inanırlar.

 

9-



Yılanlar ve Kartallar:

 

Derler ki Küçük Ağrı’nın yılanları, Büyük Ağrı’nın kartallarını tepeye hâkimiyeti yüzünden bir türlü Büyük Ağrı’ya 



ç

ıkamazlar ve Büyük Ağrı tepesine hep hasret çekerlermiş. Bu hâkimiyeti hazmedemeyen yılanlar, tepedeki 

kartallara haber gönderip Büyük Ağrı’ya çıkmak istediklerini bildirmişler. Kartallar buna izin vermeyeceklerini 

bildirmişler. Bu cevabı beğenmeyen yılanların şahı Şahmeran kartalların şahına, ya savaş ya izin taleplerine ısrar 

edince her iki taraf  

da savaşı kabul etmişlerdir. Bunu üzerine kartallar ovaya inmeyi kabul etmişlerdir. 93 harbinde 

yılanlarla kartalların Iğdır Ovası Karasu civarında, Taşburun na

hiyesi (Dize-Cennetabat-

Kerimbeyli) düzlüğünde 

haftalarca aylarca çarpıştıklarını yaşlılar anlatmaktadır. Neticede yılanlar mağlup ve perişan;

  kartallar galip ve 

muzaffer olmuşlardır. Zaferlerin gururuyla kartallar Büyük Ağrı Dağı’na havalandılar, yılanlar da eski yuvaları olan 

Küçük Ağrı Dağına sürünerek yerleştiler.

  

Mağlup olan yılanların şahı, kartalların şahına şu bedduada bulunmuş:



 

-

Allah’ım, biz yılanları Büyük Ağrı’ya hasret kılan şu kartalların şahını,



  

<

-

ı ruh edip do



ndurarak, ibret-i âlem edesin. >> 

Kartalların şahı da yılanların şahı için;

 

<

-

i âdem olanların olduğu yere ayak basmasın. >> 



demiş. İkisinin de bedduası kabul olmuş. O gün bugündür, Ağrı Dağı’nın

 

tepesindeki kartal, tepeye hakim şekliyle 



yaz-

kış Büyük Ağrı’yı kollamaktadır. Bu gün kardan ve buzlardan oluşan tepedeki kartal o kartaldır.

  

Yine o gün bugündür Küçük Ağrı’nın tepesinde sadece yılan, çayan ve akrep vardır.



  Bu yüzden de Ben-i Âdem 

Küçük 


Ağrı Dağı’nın tepesine pek uğramaz olmuştur.

 

10- 



Neşeli Keçi:

 

Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar.



  

Karınlarını doyurmak 

üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür.

  Bu hal günlerce devam 

edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını 

keşfeder.

  

Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur.



  Nuh 

Peygamberi mutlu gören şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesi ile asmaları kurutur.

  Nuh Peygamber 



üzüntüsünden yataklara düşünce, efsane bu ya, şeytan insafa gelip, bu meyveyi yeniden canlandırmak için ne 

yapılması gerektiğini söyler.

  

Eğer meyvenin kökü açılır ve hayvanlardan



 

yedisinin kanı ile sulanırsa, asma 

canlanacaktır.

  

Aslan, kaplan, köpek, horoz, saksağan ve tilkiden oluşan kurbanlar seçilip, üzüm, kanları ile 



sulanır ve bir yıl sonra bitki tekrar canlanır, yaprak ve meyve vermeye başlar.

  

Şarapla sarhoş olan kimseleri



davranışları incelendiğinde, bu yedi hayvanın karakterini taşıyan haller görülür.

  Kâh aslan gibi cesur, kâh kaplan 

gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olurlar.

  

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Metin Kumlay, 



Ağrı Dağı aynı zamanda yedi meyvenin gen merkezi olduğunu bir 

konferansında belirtmişti.

  

Iğdır Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi olan hocamız bu yedi meyveyi şöyle 



sıralamıştır:

 

1-    



Kayısı

 

2-    Üzüm 



3-    

Her çeşit erik

 

4-    Kavun-Karpuz 



5-    Elma 

6-    Armut 

7-    Dut 

Bu coğrafyada bu meyvelerin kaliteli oluşu tesadüfî değildir.

  

Aynı ovanın devamı olan Nahçıvan’da ta 1990’lı 



yıllara kadar çok değerli üzüm bağları var idi.

  

İster Nahçıvan kesimi olsun ister Gemikaya civarı olsun, 



Gemikaya’n

ın Ordubat reyonu meyveleri ve Iğdır Ovası meyvelerinin hem cins bakımından benzerlikleri hem de 

kalite bakımından üstünlükleri tesadüfî değildir.

  

Demek oluyor ki, mitolojideki meyve sebze ve bağ(üzüm) ile ilgili 



inanışlar günlük hayatta da kendisini açık

 

bir şekilde göstermektedir.



  Bugün Ordubat limonunun tanesi 10 $’a 

satılmaktadır.

  

Ağrı Dağı Efsanelerinden bahsedilir de bu konuda Yaşar Kemal’in yazdığı Ağrı Dağı Efsanesini zikretmemek 



büyük bir eksiklik olur.  

Yaşar Kemal, bu romanı 1970 de kaleme almıştır. Güzelleme, koçaklama, ağıt bileşimi; 

masal destan karışımı olan eserin konusu Ağrı dolaylarında geçen bir aşk olayıdır. Zaman belirtilmez. Osmanlı 

İmparatorluğu ile sınırlanır. Roman kahramanı Ahmet, bugün hala dimdik ayakta duran İshak Paşa Sarayı’

nda 

oturan Bayazıt Paşası Mahmut Han’ın kızı Gülbahar’ı sever. Ama yörenin töre tabuları çok önemli engeller teşkil 



eder. Ahmed’in dağda bir deprem yüzünden, yamaçtaki küp gölünün derinliklerinde yitip gitmesiyle mutsuz, acılı 

sona erer. Ağrı Dağı’nın yamacında 3500 rakımda bir göl vardır. Bir Harman yeri büyüklüğündedir. Suları son 

mavidir. Her yıl bahar Dünyaya yürüdüğünde, bir sabah daha gün doğmadan Ağrı Dağının tekmil çobanları bu 

göle gelirler, gölün kayalıklarına kepeneklerini atar, binlerce yıllık sevda toprağına otururlar. Ahmet ile Gülbahar’ın 

sevdasından bu yanadır ki Küp Gölü’nün oralardan geçenler gölün maviliği ve serinliği kadar güzel, uzun saçlarını 

sırtına sermiş, başı iki elleri arasında, gözleri suya dikmiş Gülbahar’ı görürler. Gülbahar Kü

p Gölü kadar güzeldir. 

Güzellikte Küp Gölü ile Gülbahar Ağrı’yı sembolize ederler. Göl kaynar, Ahmed silinir, Gülbahar silinir ve küçük ak 




bir kuş gelip kanadını suyun mavisine batırır ve tabiat harikası olan bir atın kapkara gölgesi gölün üstünden gelir 

geçer.  


Ağrı Dağı’ndaki Küp Gölü diğer birçok güzel efsanelerin mekân kaynağı olmuş ve olmaya da devam edecektir.

  

Ağrı Dağı yalnız Iğdır da ve Türkiye’de değil aynı zamanda Dünyada birçok manilere, türkülere, destanlara, 



atasözleri ve deyimlere de konu olm

uştur.


  

Ağrı Dağı ve dağlarla ilğili söylenmiş

  sözlerden  

birkaçını

  

şöyle sıralayabiliriz:



 

1.    


Ağrı Dağı’ndan kar bağışlamak,

 

2.    



Başın Ağrı Dağı kadar olsa bile dibin kılcadır.

  

3.    Nuh Nebi’den  



kalmadı,(Bir şeyin çok eskiliğini ifade için)

 

4.    



Damın dalı, dağın dalı,(görülmeyen ve bilnmeyen yakında da olsa dağın arkası

  

kadar uzaktır)



 

5.    


Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur,

 

6.    



Dağ tavşansız olmaz,

 

7.    



Dağ yıkılmaz dere dolmaz,

 

8.    



Dağ yürümezse Abdal yürür,

 

9.    



Allah dağına bakar kar verir, bağına bakar bar verir.

  

10.    



Dağına göre kar yağar.

  

11.    



Dağdan gelip bağdakini kovmak.

  

12.    



Dağ dağın üstünde olur, ev evin üstünde olmaz.

  

13.    



Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar.

  

14.    



Dağ başı dumansız olmaz.

  

15.    



Dağ

 

başında duman, yiğit başında boran eksik olmaz.



  

16.    


Dağın gözü, yolun kulağı vardır.

  

17.    



Dağlar beylerden zengindir.

  

18.    



Dağa ekmeksiz, aşsız,arkadaşsız çıkma.

  

19.    



Dağ gülü bağda bitmez, bağ gülü dağda bitmez.

  

20.    



Dağda gurutdan, arand

a tuttan olduk.  

21.    

Danışan dağlar aşar.



  

22.    


Daş kayaya rast geldi.

  

23.    



Dağ gibi yiğit.

  

Bu ve benzeri sözlere Nahçivan’da da rastlamaktayız.



 

Ağrı Dağı Tırmanışları

  

İlk tırmanış (29 Ekim 1829), Alman jeolog Prof. Frederic von Parrot ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. Onu 



Rus jeolog Antonomorf ve ekibinin tırmanışları (1834 

-

1843 yılları ) izlemiştir. Yine Alman jeologlar Wagner ve 




Ağabeych(1845) ile Monteith ve Stuart(1856), jeolog A. Oswald(1889) ve Fransız jeolog M. Blumenthal(1955), b

dağlara tırmanmış başlıca batılı araştırmacılardır.



  

Türk dağcılar, Cumhuriyet devrinde Ağrı Dağı ile ilgilenmeye başlamışlardır. İlk tırmanış,

  

1937 Ağustosunda 



Binbaşı Cevdet Sunay(Sonradan TC 5.

  

Cumhurbaşkanı olmuştur. ) başkanlığında 15’i subay 50 askerden oluşan 



grup tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ekip zirveye Atatürk’ün büstünü dikmişlerdir. Bunu 29 Ekim 1968 tarihinde, 

Albay Turhan Selçuk başkanlığında 18 subay, 16 astsubay ve 112 erden oluşan III.

  

Ordu Dağ


-Komando 

taburunun, zirveye tırmanması ve ordu flaması ile Türk Bayrağını buraya dikmeleri izlemiştir. Türk dağcı grupları, 

değişik yıllarda bu dağa tırmanmışlardır.

  

1978’den beri her yıl düzenli olarak, Ağrı’ya tırmanışlar yapılır. (terörist hareketlerin artması nedeniyle, 1989



-1994 

devre


sinde tırmanış olmamıştır) ama Batı ülkelerinin Ağrı Dağına ilgileri sürmektedir. Nitekim Ay’a 1969’da ilk 

ayak basan Dünyalı unvanını kazanan Amerikalı Astronot Neil Armstrong bile, 1982 Haziranında Türkiye’ye gelip 

Ağrı’ya tırmanmıştır. 

  

1998 yılında Akut’un Ağrı’ya tırmanışı hüsranla bitmiştir. Akut üyelerinden İskender IĞDIR’ın Ağrı Dağı’na 



tırmanışı sırasında düşerek hayatını kaybettiği başta AKUT olmak üzere Türkiye’yi ve Iğdır’ı yasa boğmuştur. 

Canını kurban verdiği Ağrı Dağı’ndaki dereye kendi adının verilişi bizleri teselli etmiştir. Dönemin Ağrı Valisi Sayın 

Tahsin Cumhur ERSOY’un içişleri bakanlığına yaptığı isim değişikliği teklifi, Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet 

Necdet SEZER’in imzasıyla kabul edilerek Yürürlüğe girmiştir. Böylece Ağrı’daki Öküz Deresi’nin adı İskender 

Iğdır ismi ile değiştirilmiştir.

  

Bil vesile şehidimiz İskender Iğdır’a Allah’tan rahmet diler, O’nun adını ebedileştiren 



Sayın Cumhurbaşkanımıza şükranlarımı arz ederim.

  

Bu bildirimizle bizden sonraki araştırmacılara ışık tutabild



iysek ne mutlu bizlere.  

Tüm bu çalışmalar 

göstermektedir ki: 

1-    


Gemikaya ve Ağrı Dağı mitolojileri motif yönünden birbirine çok benzemektedir ve birbirine çok yakın konular 

arz etmektedir.  

2-    

Nuh Tufanı, Gemikaya ve Ağrı Dağı coğrafyalarında müşterek baş göstermiştir.



  

Her iki yerleşim bölgesindeki 

adlar bunu çokça göstermektedir.  

3-    


Gemikaya ve Ağrı Dağı coğrafyalarındaki yerleşim, şehircilik ve yaşayışla ilgili mitolojiler yöre halkının Nuh 

kadar kadimliğini eskiliğini göstermektedir.



 

 

Yüklə 178,45 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə