Mutlu Olma Sanatı



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə14/28
tarix11.12.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#147892
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   28
2 5305618043286592103

6
Çekememezlik
Mutsuzluğun en büyük nedenlerinden birisi de çekememezliktir. Bana kalırsa
çekememezlik, en yaygın ve kökü derinlerde olan bir tutkudur. Bir yaşına
gelmemiş çocuklarda bile net olarak görünür olan bu eğilimi, eğitmenin son
derece yumuşak şekilde ele alması gerekir. İki çocuktan birisine biraz fazla ilgi
gösterilmesi, diğerinin hemen dikkatini çeker ve üzülmesine neden olur.
Çocuklara bakan herkes, hak dağıtımında adil olmak zorundadır. Ama çocuklar
kıskançlıklarını (ki bu da çekememezliğin bir türüdür) dile getirmekte
büyüklere oranla daha az açık yüreklidirler. Bu duygu, çocuklar kadar ergenler
arasında da yaygındır. Örnek olarak kadın hizmetçileri ele alalım: Hiç unutmam,
evli olan hizmetçimize, hamile olduğu için ağır şeyler kaldırmamasını
söylemiştik; bunun ilk sonucu, diğer hizmetçilerin de ağır şeyler kaldırmamaları
olmuş, bu gibi işleri kendimiz yapmak zorunda kalmıştık. Çekememezlik,
demokrasinin temelidir. Heraklit, Efes halkı, “aramızda hiç kimse birinci
olmayacak" dediği için hepsinin asılması gerektiğini ileri sürmüştür. Eski Yunan
devletlerindeki 
demokratik 
hareketlerin 
hemen 
hemen 
tamamının
çekememezliğe dayandığını düşünüyorum. Aynı şey modern demokrasi için de
geçerlidir. Evet, demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğunu söyleyen ülkücü bir
kuram vardır. Bu kuramın doğru olduğuna inanıyorum. Ama pratik politika
dallarının hiçbirisinde, büyük değişikliklere yol açabilecek güçte, ülkücü
kuramlar yoktur; büyük değişiklikler olunca, bunları haklı göstermek için ortaya
atılan kuramlar her zaman asıl tutkuyu gizlemek içindir. Ve demokratik
kuramlara hareket enerjisi veren de hiç kuşkusuz çekememezlik tutkusudur.
Kendisini halka adadığı için herkesin saygısını kazanmış olan Bayan Roland'm
anılarını okuyun. Göreceksiniz ki, son derecede ateşli bir demokrat olmasına yol
açan neden, ne zaman bir soylunun şatosuna gitmişse, hep hizmetçiler dairesine


kabul edilmiş olmasıdır.
Saygıdeğer kadınların arasında çekememezlik önemli bir yer tutar. Yeraltı
treninde oturuyorsunuz, güzel giyinmiş bir hanım giriyor içeriye, vagondaki
kadınların gözlerine dikkat edin. Göreceksiniz ki, her biri (belki de o kadından
daha güzel giyimliler dışmda), bu kadına kötü niyetli bakışlar fırlatmakta ve
onda bir kusur bulmak için çırpınmaktadır. Dedikodu, bu tür kötü niyetin bir
belirtisidir; nitekim delil ne kadar önemsiz ya da asılsız olursa olsun, başka bir
kadın hakkmdaki kötü bir söylentiye hemen inanılır. Kibirli bir ahlak inana da
aynı işi görür, şöyle ki, bu inanca aykırı hareket edenleri çekemezler ve onların
bu suçları nedeniyle cezalandınlmaları ahlak gereği sayılır. Erdemin bu özel
şeklinin ödüllendirici olduğu da kuşku götürmez.
Aynı şeye erkekler arasında da rastlanır; yalnız şu farkla ki, kadınlar diğer
bütün kadınları kendilerine rakip olarak gördükleri halde, erkekler bu duyguyu
ancak kendi meslektaşlarına karşı beslerler. Siz hiç, bir artisti başka bir
artiste övme düşüncesizliğinde bulundunuz mu? Bir politikaayı, aynı partiden
başka bir politikacıya övdünüz mü? Eğer böyle bir şey yaptıysanız, büyük bir
olasılıkla, bir kıskançlığa yol açmışsınızdır. Leibniz'le Huyghens'in yazışmaları
arasında, Newton'un delirdiğinden yakınılan bazı mektuplar vardır. "Eşsiz bilge
Bay Newton'un aklını yitirme talihsizliğine uğraması ne aaklı değil mi?" diye
yazmışlar. Bu iki ünlü kişi,
mektuplarmda hoşnutluk içinde yalancıktan gözyaşları dökmekteydiler.
Gerçekteyse, bu dedikodunun çıkmasına yol açan bir-iki garip davranıştan başka,
onların bu ikiyüzlü davranışlarına gerekçe gösterilecek bir şey yoktu.
Sıradan insan kişiliğinin özellikleri içinde çekememezlik en kötüsüdür;
çekememezlik, yalnız kötülük yapma eğilimine yol açmaz, kişiyi mutsuz da
eder. Çekemez olanlar, kendilerinin olanlardan sevinç duyacaklarına
başkalarının elindekiler yüzünden acı çekerler. Başkalarının avantajlarını yok
etmek, aynı avantajlardan kendileri yararlanmak isterler. Eğer bu duygu başıboş
bırakılacak olursa, bütün erdemleri yok eder, hatta becerilerin en iyi biçimde
ortaya konulmasına engel olur. İşçi işyerine yaya giderken, doktor
hastasına neden otomobille gidiyor? Başkaları soğukta titrerken, bilim inşam
neden sıcak odalarda çalıştırılıyor? Dünya için büyük önem taşıyan özel
yetenekli bir adam, evinin ağır ve bıktırıcı işlerini neden kendisi yapmasın?
Çekememezlik, bu gibi sorulara yanıt bulamaz. İyi ki, insanda bu duyguyu
etkisiz kılacak başka bir duygu, hayranlık duygusu da vardır, insanoğlunun
mutluluğunu artırmak isteyenler, çekememezliği azaltıp hayranlığı artırmaya
çalışmalıdırlar.


Çekememezlik nasıl tedavi edilir? Bir ermiş için, ermişlerin bile birbirlerini
çekememeleri olağan ise de nefsim yok etmenin bir yolu vardır. St. Simenon
Stylites, bir başka ermişin, daha yüksek ve daha dar bir sütunun üzerinde, daha
uzun bir süre durduğunu duysaydı, bundan hoşnut olur muydu? Ben
kuşkuluyum. Ama ermişleri bir yana bırakacak olursak, sıradan kadınlar ve
erkekler için çekememezliğin ilacı mutluluktur; işin güçlüğü, çekememezliğin
mutluluğa büyük bir engel oluşundadır. Çocuklukta başa gelen talihsizliklerin
çekememezliği artırdığını sanıyorum. Kız ya da erkek kardeşinin kendisinden
üstün tutulduğunu gören bir çocuk, çekememezlik alışkanlığı edinir ve hayata
atıldığı zaman, çocukluğunda yaşadıklarına benzer haksızlıklara karşı duyarlı
olur, böyle bir haksızlığa uğradığında hemen fark eder; kendisine haksızlık
yapılacağı kuşkusuyla yaşar. Böyle birisi, sanırım mutlu değildir ve hayal ettiği
haksızlıklar nedeniyle arkadaşları için çekilmez olur. Bir kez kendisini hiç
kimsenin sevmediğine inanmaya başladıktan sonra da, davranışları ile giderek bu
inancını doğru çıkarır.
Anne-babaların evlat sevgisinin kıt oluşu da aynı sonuca yol açan başka bir
talihsizliktir. Kendisinden üstün tutulan kız ya da erkek kardeşi olmayan bir
çocuk, başka ailelerin çocuklarını daha fazla sevdiklerini fark edebilir. Bu
durumda, hem başka çocuklara, hem de kendi anne-babasına nefret duyar;
büyüdüğü zaman da kendisini İsmail gibi hisseder.
. Bazı mutluluklar her insanın doğuştan hakkıdır; bunlardan yoksun olan
birisi, hemen her zaman, doğru yoldan sapar ve dünyadan nefret eder.
Ama başkalarını çekemeyen birisi de şöyle diyebilir: "Bana çekememezliğin
ilacı mutluluktur, demek neye yarar? Başkalarını çekememem nedeniyle mutlu
olamıyorum, 
siz 
de 
bana 
mutlu 
olmadıkça 
çekememezlikten
kurtulamayacağımı söylüyorsunuz." Ama hayat aslında hiçbir zaman bu
kadar mantıklı değildir. Çekememezlik duygularının nedenlerini kavrayanlar, bu
duygularını aşma yolunda büyük bir adım atmış olurlar. Her zaman
karşılaştırmalar yaparak düşünmek çok kötü bir alışkanlıktır. Güzel bir şey
olunca, bunun tadı çıkarılmalı, başkalarınınki kadar güzel olmadığı
düşünülmemeli. Başkalarını çekemeyen birisi, "Güneşli bir gün, mevsim de
bahar, kuşlar cıvıl cıvıl ve ağaçlar tepeden tırnağa çiçek açmış ama duyduğuma
göre Sicilya'da bahar bundan bin kat daha güzelmiş; Helikan korularındaki
kuşlar daha tatlı öterlermiş ve Sharon gülleri benim bahçemdeki güllerden
daha göz abaymışlar." diye düşünebilir. O böyle düşündükçe de güneş
donuklaşır, kuşların avılüsı tatsız cırlamalar gibi algılanır, çiçekler de dönüp
bakmaya bile değmez olurlar. Böyle düşünen birisi hayatın bütün hazlarını
olumsuz karşılar.


Kendisine, "Evet," der, "gönlümün kadını çok güzel, onu seviyorum, o da beni
seviyor ama Seba Melikesi kim bilir ne kadar güzeldi! Ah, Süleyman'ın eline
geçen fırsatlar benim elime geçseydi!" Bu gibi karşılaştırmalar yersiz ve
budalacadır; hoşnutsuzluğumuzun nedeni, ister Seba Melikesi, isterse kapı
komşumuz olsun, boşunadır. Akıllı bir adam için, elinde bulunanlar, başkalarının
sahip oldukları nedeniyle değerlerini yitirmezler. Çekememezlik, gerçekte
kısmen töresel, kısmen de entelektüel bir kötü duygu olup her şeyi olduğu gibi
değil de, başka şeylerle ilgileri açısından görmekten ileri gelir. Diyelim ki aylık
gelirim gereksinimlerimi karşılayacak düzeyde; hoşnut olmam gerekir. Ama
benden hiçbir bakımdan üstün olmayan birisinin benimkinin iki katı aylık
sildiğim öğreniyorum. Bu durumda eğer başkalarını çekemeyen birisiysem,
aylığını gönül doyuruculuğunu hemen kaybeder, haksızlığa uğradığımı
düşünerek kendi kendimi yemeye başlarım. Bütün bu durumların çaresi zihinsel
disiplin, yani boş şeyler düşünmeme alışkanlığıdır. Her şey bir yana, mutluluktan
daha çok kıskanılacak ne vardır? Ve eğer ben, kıskançlıktan kendimi
kurtarabilirsem mutluluğa kavuşabilir, üstelik kıskanılacak birisi olurum. Benim
iki katını aylık alan da, kendisinin iki katı aylık alanı düşünerek acı çekmekte ve
bu 
böylece 
sürüp 
gitmektedir. 
Şan 
ve 
şeref 
istiyorsanız
Napolyon'a imrenebilirsiniz. Ama Napolyon da Sezar'ı çekemiyordu, Sezar
İskender'i, İskender de hiçbir zaman yaşamamış olan Herkül'ü çekemiyordu
denilebilir. Demek oluyor ki, yalnızca başarı ile çekememezlik duygusundan
kurtulamazsınız, çünkü tarihte ya da efsanelerde sizden daha büyük şeyler
başarmış olanlar vardır. Hazlarm tadını çıkararak, işinizi yaparak, belki de yanlış
olarak daha talihli olduklarını düşündüklerinizle kendi durumunuzu
karşılaştırmaktan kaçınarak çekememezlik duygusunu yok edebilirsiniz.
Fazla alçakgönüllülüğün, çekememezlikle büyük bir ilgisi vardır.
Alçakgönüllülük bir erdem olarak kabul edilir ki,
bu da doğrudur. Alçakgönüllü olanların cesaretlendirilmeye gereksinimleri
vardır ve çoğu zaman, kolaylıkla başarabilecekleri işleri bile yapmaya çekinirler.
Alçakgönüllü olanlar, çevrelerinde bulunanların kendilerinden daha başarılı
olduklarına inanırlar. Bu yüzden çekememezliğe, çekememezliğin mutsuzluğuna
ve kötü niyetliliğe eğilimli olurlar. Bir çocuğa değerli olduğunun öğretilmesi
gerektiğine inanıyorum. Bir tavus kuşunun, başka bir tavus kuşunu kuyruğundan
dolayı çekemediğini sanmıyorum, çünkü her tavus kuşu kendi kuyruğunun
dünyada en güzel kuyruk olduğu kanısındadır. Bunun sonucu olarak da, tavus
kuşları sakin, rahat, barışsever kuşlardır. Tavusa kendini beğenmenin kötü bir
şey olduğu öğretilmiş olsaydı, kuşcağızm nasıl mutsuz olacağını bir düşünün.
Kuyruğunu açmış dolaşan başka bir tavusu gördüğünde kendi kendine şöyle


diyecekti: "Benim kuyruğumun bundan daha güzel olduğunu düşünmemeliyim,
çünkü bu, kendimi beğenmişliktir ama keşke kuyruğum daha güzel olsaydı! Şu
iğrenç kuş da, kendi güzelliğine öylesine inanmış ki! Tüylerinden birkaçını çekip
koparsam mı acaba? O zaman belki onunla kendimi karşılaştırmaktan
çekinmeme gerek kalmaz." Ya da, kendisininkinden daha güzel kuyruğu olan
tavus kuşuna tuzak kurarak, onun tavus davranışına aykırı davrandığı için kötü
birisi olduğunu kanıtlayacak ve tavusların toplantısında bunu herkese
anlatacaktır. Böylece git gide, kuyruğu çok güzel olan bütün tavusların kötü
olduklarını ve tavuslar ülkesi kralını, iki üç sarkık kuyruk tüyü bulunan
alçakgönüllü kuşu araması gerektiğine inandıracaktır. Sonra da, güzel olan
tavuslara ölüm cezası verdirtecek, böylece sonunda, gerçekten görkemli bir
kuyruk, geçmişin karanlıklarında gömülü soluk bir aru olarak kalacaktır.
İşte, ahlak maskesi takmış çekemezin zafer düşüncesi böyledir. Oysa her tavus
kuşunun kendisini en güzel sandığı bir yerde böyle bir düşünceye gereksinim
duyulmaz. Her tavus yarışmada birincilik ödülü bekler ve her biri kendi dişisine
değer verdiğinden, onun oyunu aldığı için birinciliği kazandığına inanır.
Çekememezlik, rekabetle sıkı sıkıya ilgilidir. Ulaşmamızın olanaksız
olduğuna inandığımız iyi bir şansı kıskanmayız. Toplumsal katlar değişmez
olursa en aşağı katta bulunanlar, zengin ile yoksul arasındaki farkın Tanrı'dan
olduğuna inandıkları sürece, daha üst basamaklarda bulunanları kıskanmazlar.
Dilenciler, kendilerinden daha fazla para toplayan dilencileri kıskanırlarsa da,
milyonerleri kıskanmazlar. modern dünyadaki toplumsal kararsızlık ile
sosyalizmin ve demokrasinin eşitlik tezi, çekememezliğin hedefini uzaklaştırmış
tır. Bugün için bu, daha adil bir toplumsal düzene kavuşabilme yolunda
katlanılması gereken bir kötülüktür. Eşitsizlikler mantıklı bir biçimde
incelendiğinde, bunların, daha üstün bir erdeme dayanmaları dışında haksızlık
oldukları görülür ve çekememezliğin yok edilmesi için, haksızlıkları ortadan
kaldırmaktan başka çare olmadığı anlaşılır. Bundan dolayı, çağımızda,
çekememezliğin geniş bir yeri vardır. Yoksul, varlıklıyı çekemez; yoksul ulus,
varlıklı ulusu çekemez; kadınlar, erkekleri çekemez; namuslu kadınlar, namuslu
olmadıkları halde ceza görmeyen kadınları çekemezler. Her ne kadar
çekememezlik, değişik toplumsal katlar, değişik uluslar, değişik cinsler arasında
eşitlik sağlamanın itici bir gücü ise de, çekememezlik sonucu elde edilecek
eşitliğin de en kötüsünden bir eşitlik, yani talihsizlerin yüzünü güldürmek yerine,
talihlilerin hazlarını azaltan bir eşitlik olacağına kuşku yoktur. Özel yaşamda
zararlı olan tutkular, genelde de zararlıdırlar. Çekememezlik gibi bir kötülükten
iyilik çıkmasını beklememek gerekir. Bu nedenle ülküsel amaçlarla
toplumsal 
düzende 
değişiklikler 
ve 
sosyal 
adalette 
ilerlemeler


olmasını isteyenler, bu değişiklikleri çekememezlikten başka güçlerden
beklemelidirler.
Bütün kötü şeyler birbirine bağlıdır ve bunların her biri diğerinin nedeni
olabilir; özellikle yorgunluk, pek çok zaman çekememezliğe yol açabilir. Birisi,
yapmak zorunda olduğu iş için kendisini yetersiz bulunca, hoşnutsuzluk duyar ki
bunun da, işi daha az çaba gerektirenlere karşı çekememezliğe dönüşmesi
olasıdır. Şu halde, çekememezliği azaltmanın bir yolu da yorgunluğu azaltmaktır.
Ama bundan daha önemli olan, içgüdüyü doyurucu bir yaşam sağlamaktır. İşle
ilgili sanılan çekememezliklerin çoğunun asıl kaynağı cinseldir. Mutlu bir
evliliği olan birisi, ailesini normal şartlarda yaşatmaya yeterli geliri olduğu
sürece, başkalarının daha varlıklı ya da başarılı olmaları karşısında
çekememezlik yapmaz. İnsan mutluluğu için gerekli olan şeyler basittir; hem de
öylesine basit ki> kurnaz olanlar, gerçekten ne eksikleri olduğunu açıklamaya bir
türlü yanaşmazlar. Daha önce sözünü ettiğimiz, her iyi giyimli kadına
çekememezlikle bakan kadınlar, kesin olarak söyleyebiliriz ki aslında içgüdüsel
yaşamlarında mutlu değildirler, içgüdüsel mutluluğa Anglo-Sakson dünyasında,
özellikle kadınlar arasında pek seyrek rastlanır. Uygarlık, bu bakımdan yanlış
yola sapmış görünmektedir. Eğer çekememezlik azaltılmak isteniyorsa, bu
durumun düzeltilmesi gerekir, eğer düzeltilmezse hepimizin içi nefret dolacaktır.
Eskiden insanlar sadece komşularını çekemezlerdi, çünkü başkaları hakkında
pek az bilgileri olurdu. Bugün ise, iletişim olanaklarının artması nedeniyle hiç
tanımadıkları insanlar hakkında bile genel olarak çok şey biliyorlar. Filmlerden
izledikleriyle zenginlerin yaşam biçimlerini bildiklerini sanıyorlar; gazeteler ve
televizyon yoluyla diğer ulusların yaptıkları kötülüklerin çoğunu öğreniyorlar;
propaganda yoluyla derisinin rengi farklı olanların ne gibi alçaklıklar
yaptıklarından haberleri oluyor. Sanlar beyazlardan tiksiniyor, beyazlar
karalardan nefret ediyor ve böyle sürüp gidiyor. Bütün bu nefretin
propagandayla yaygınlaştırıldığını söyleyebilirsiniz ama bu yüzeysel bir
açıklama olur. Peki, dostluk propagandası neden düşmanlık propagandasından
daha az başarılı oluyor? Bunun nedeni şudur: Bugünkü haliyle uygar insanoğlu
nefrete dostluktan daha fazla eğilimlidir. Nefrete eğilimlidir, çünkü yaşamından
hoşnut değildir, çünkü yaşamın anlamını yitirdiğini, dünya nimetlerinin tadını
başkalarının 
çıkardığını 
kendisinin 
bir 
çoğundan
yararlanamadığını hissetmektedir. Uygar insan yaşamındaki hazlar la
eğlencelerin toplamı hiç kuşkusuz ilkel topluluklardakinden büyüktür, ama aynı
zamanda başka neler yapılabileceği de çok iyi bilinmektedir. Çocuklarınızı
hayvanat bahçesine götürdüğünüzde, eğer cambazlık yapmıyor ya da fıstık
yemiyorlarsa, 
maymunların 
bakışlarındaki 
üzüntüyü 
görebilirsiniz.


İnsan, neredeyse onların da insan olmak istediklerini, ama bu işin sırrını bir türlü
çözemediklerim sanır. Evrim yürüyüşünde yollarını şaşırmışlar, yeğenleri
ilerlemiş, onlar geride kalmışlardır. Uygar insanın zihnine de buna benzer bir
tedirginliğin yerleşmiş olduğu görülmektedir. Kendisinden daha üstün bir şeyin,
uzanıp alabileceği bir yerde durduğunu biliyor ama bunu nerede ve nasıl
bulacağını bilemiyor. Umutsuzlukla, kendisi durumunda olan yitik, mutsuz
insanlara öfkeleniyor. Evrimde öyle bir yere geldik ki, henüz son durak değil
ama bu dönemi çabuk geçmemiz gerekiyor, yoksa çoğumuz yolda telef olacak,
geri kalanlarımız da kuşku ve korku ormanında yolunu kaybedecek. Demek
oluyor ki, çekememezlik ve onun etkileri kötüyse de her bakımdan kötü değildir.
Bir yönüyle kahramanca katlanılan bir acının ifadesi, belki de ölüme ve yokluğa
gidenlerin acısıdır. Uygar insanın, bu umutsuzluk çıkmazından kurtulabilmek
için, görüşünü ve zekâsını geliştirdiği kadar gönlünü de genişletmesi gerekir.
Nefsim yenmeyi, bunu yaparken de özgürlüğünü kazanmayı öğrenmelidir.

Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə