Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə41/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   135

gibi. İnsan eylemi ve dünyanın karmaşıklığının farkında olan bu
hayat   tarzları   onun   yerine   çeşitli   daha   ince   ayrımlar   kullanırlar.
Böyle   bir   yerde   elindeki   kaba   kavramsal   şebekeyi   kullanmaya
kalkacak   bir  Putnam  onların   konuşmalarının   büyük   bir   kısmını
sade gürültü diye reddetmek zorunda kalacaktır. Ama bu onun şe-
kebesinin   eleştirisidir,   reddettiği   konuşmaların   değil.   Ayrıca   gö-
recileri söz konusu ayrımla geriye püskürtmek mümkün değildir,
çünkü hemen size farklı kültürlerin, hattâ aynı kültür bünyesindeki
farklı   okulların   ayrım   çizgisini   farklı   yerlerden   geçirdiğini
hatırlatacaklardır (krş. Kesim F).
I. HAYATA DÖNÜŞ
Sonuç   olarak,   burada   anlattığım   göreciliğin   kavramlar   değil
(modern görecilik biçimlerinin büyük bir kısmı böyle olsa da) insan
ilişkileri  hakkında  olduğunu   bir   kere   daha   belirtmek  isterim.  Bu
görecilik   âdet   ve   üslûpları   farklı   kültürler   ya   da   bireyler   arası
toslaşmalarda  beliren  sorunlarla  uğraşır.  Entelektüeller  bu   türden
toslaşmalarla tartışmalar zemininde uğraşmaya alışmışlardır ve bu
hayali   tartışmaları   onlar   kendi   söylemleri   kadar   soyut   ve   eri-
şilemez hale gelinceye kadar arındırma eğilimindedirler. B öylesi
bir işlemde bunların birçoğu hayattan demir alıp teknik bilgi su-
larına doğru uzaklaşır. Artık şu ya da bu kültür veya kişiyle ilgileri
kalmamıştır;   gerçeklik,   doğruluk   ya   da   nesnellik   gibi   fikirlerle
uğraşır olmuşlardır. Ve yine artık fikirler/insani varoluş ilişkisini
değil   fikirlerle   fikirlerin   ilişkisini   sorguluyorlardır.   Örneğin
doğruluk nesnel bir nosyon mudur, bilimsel pratik akılcı bir pratik
midir ya da gerçeklik algıya nasıl dayanır, diye sorarlar -ki burada
“doğruluk”, “bilimsel pratik” ve “algı” bilimadamlannm ve öteki
sıradan insanların hayatlarında neler olup bittiğini kolayca teşhis
etmemizi   engelleyen   çeşitli   biçimler   altında   tanımlanmıştır
(ayrıntılar için krş. Kesim D).
Tüm maharet bu tür soruların açıklanmasına hasredilir. Bu sü-
reçte üretilen kelime oyunları bugün artık dünya ölçekli bir tatsızlık
haline gelmiştir. Batılı entelektüellerin oynadığı oyunlardır bunlar;
ve ayrıca Batı uygarlığının ürünlerinin hayasız kar-


navahndan  gözleri  kamaşmış  birtakım Bafılı  olmayan  seyircilerin  de
ilgisini   çekmeyi   başarmıştır.   Bu   fikirlerin   düşünsel   gücüyle   onları
üreten toplumların siyasal ve askeri gücünü iyice biribirine karıştırmış
şu   “Üçüncü   Dünya”   denilen   ülkelerin   erkek   ve   kadınları   Batı
felsefesinin   o   cıvık   çamuruna   bulanmaya   başladılar.   Fakat   toptan
bakıldığında   bu   gelişme   düşünsel   bir   Rönesans   başlatmak   bir   yana,
düşüncenin   gözden   düşmesine;   kendi   oyun   parklarının   ötesini
görmekten aciz birtakım felsefecilerin “Dünya Kültürünün Bunalımı”
dedikleri şeye vardı. Ama ben bunalımın düşünsel ve akademik hayatta
değil bilerek ya da bilmeyerek bu hayatın imalatlarıyla beslenmiş geniş
ölçekli   bir   fenomende   yattığım   düşünüyorum.   Bu   beslemeyi   ortaya
çıkarmak için Batı düşünsel imalatlarının sözde nesnelliğinin gerisinde
yatan dev yanlışları ve gizli varsayımları saptamak zorundayız. Fakat
bunları ortaya çıkarsak bile en az onun kadar önemli başka bir iş de ha-
yata dönmek ve örneğin insan ve toplumlann alışılmadık durumlarla
yüz   yüze   geldiklerinde   ne   tür   tepkiler   verdiğini   inceleyerek   hayatın
sorunlarıyla daha dolaysız bir yolla uğraşmayı öğrenmektir.
Sunuşta   da   işaret   ettiğim   gibi,   kültürler   arası   anlaşmazlıklarda
gösterilen   tepkiler   çeşitlidir.   Bunlardan   biri  
dogmatizmdir:
  bizimki
doğru,   öteki   hayat   tarzlan   yanlış,   aşağılık,   günahkârdır.   Bazı
dogmatikler   hoşgörülüdür   -günahkârlara   acır,   onlara   doğru   yolu
gösterme   çalışır,   olmuyorsa   kendi   hallerine   bırakır.   Bazı   16.   ve   17.
yüzyıl   Hıristiyanlarının   hoşgörüsü   bu   türdendi.   Bazıları   ise   yanlış
yoldakilerin Hakikati bozabileceğinden korkarak yok edilmelerini ister.
Bu da Tesniye’nin yaklaşımıdır. Çoğulcu ve özgürlükçü bir retoriğin
egemen olduğu demokrasilerde yaşayan modern dogmatikler daha bir
saman altından su yürüten cinste güç arayışındadırlar. “Basit inançlar”
ile “nesnel bilgi”yi birbirinden ayıran bilimsel akılcılık yanlıları “batıl
inançlar” karşısında hoşgörülüdürler ama “nesnel bilgi”yi ayrıcalıklı bir
konuma   getirmek   için   de   yasa,   para,   eğitim   ve   halkla   ilişkilerden
yararlanmayı ihmal etmezler. Üstelik bu konuda şaşırtıcı bir başarı da
göstermişlerdir.   Kilise,   ve   Devletin   ayrılması,   resmen   kabul   edilmiş
olanlar   dışındaki   tüm   tıbbi   usûlleri   yasaklayan   yasalar,   katı   eğitim
politikaları, bilimin savunma gibi ulusal öneme sahip


projelerle iç içe geçmesi -bunların hepsi de güçlü grupların nesnel
doğruluk diye adlandırdıklarının güçlenmesine, diğer fikir ve ka-
naatlerin zayıflamasına yarar.
Önceki kesimlerde dogmatizmin  bir kültürel alışveriş ve/veya
kültürel   gelişim   ilkesi   olarak   kullanıldığında   feci   sonuçlara   yol
açtığını   göstermeye   çalıştım.   Batılı   gözlemciler   bile   bugün   Batı
teknolojisi   ve   hayat   tarzlarının   o   zamana   dek   Batının   ayak   bas-
madığı   bölgelere   taşınmasında   yanlış   bir   şeyler   olduğunu   itiraf
ediyor. Söz konusu bölgelerdeki yaşam mükemmel değildi; büyük
boşlukları vardı (örneğin  birçok  hastalık  etkili  bir  şekilde  tedavi
edilemiyordu) ve bünyelerinde iyi bir yaşama ters gelen birçok şey
barındırıyorlardı.   Kısaca   bizim   şu   anda   Batıdaki   durumumuza
oldukça benzer bir haldeydiler. Fakat doğru çözüm geleneksel âdet
ve   alışkanlıkları   toptan   silmek   ve   yerlerine   yine   toptan   “akılcı”
usûlleri geçirmek değildi. Birçok insanın bugün “doğru” olacağını
düşündüğü çözüm hem yerel hem de Batılı bilgileri dikkate almak
ve onlara bu toplulukların âdet ve geleneklerine uygun bir kullanım
tarzı   kazandırmaktı.   Söz   konusu   geleneklerin   bizzat   onlarla
yaşayanların   gözüyle   bakıldığında   bile   her   zaman   yararlı   ol-
madıkları doğrudur; fakat bunlar o insanların hayatlarının doğal bir
parçası,   dolayısıyla   da   doğal   başvuru   noktalarıdır.   Onlara   itibar
etmemek insanları yüce efendilerin eğitimine muhtaç köleler gibi
görmek demektir.
Son söylediklerimiz açıkça dogmatik yaşam biçimleri için ge-
çerlidir; ancak tevazuları, hoşgörüleri ve eleştirel duruşlarıyla gu-
rurlanan felsefeler konusunda da çekinmeden aynı şeyleri söylemek
mümkün.   İlk   bakışta   bu   felsefeler   ideal   kültürel   alışveriş
araçlarıymış gibi görünür. Öğretmenlerin, bilim ve akılcılık tem-
silcilerinin   hatalı   olabileceğini;   öğrenciler   ya   da   -Batılı   bilgi   ve
yaşam tarzlarının kapısını çaldığı- yerli kültürlerin temsilcileri ta-
rafından önerilebilecek daha iyi şeyler olabileceğini teslim ederler.
Ne   hoşgörülü,   ne   insani   bir   tutum   doğrusu.   Hoşgörülüdür
-“eleştirel” standartlarla. Çünkü alışverişin bir tartışma biçiminde
olacağını,   tartışmanın   belli   kurallara   göre   yürütüleceğini   ve   ka-
rarların oradan çıkacak sonuca göre verileceğini varsayar. İnsani
ilişkiyi sözel alışverişe, sözel alışverişi tartışmaya ve son bir ha-
reketle de tartışmayı açıkça formüle edilmiş konular üzerinde


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə