Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə42/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   135

mantıksal bir hata araştırmasına indirger. En başından beri “eleştirel”
felsefeciler   insan   ilişkilerini   kendi   konumlarına   göre,   yani
düşünselleştirilmiş bir tarzda tanımlarlar. Hoşgörülerinden dolayı kendi
kendilerini kutlayan bu insanlar ya dünyadan bihaber ya namussuz ya
da (benim tahminim o ki) her ikisidirler.
Görecilik
 bu bihaberlik ve namussuzluktan uzaklaşır. Bir kültür için
doğru olan bir şeyin ötekiler için doğru olması gerekmez, der (benim
için   doğru   olanın   senin   için   de   doğru   olması   gerekmez).   Batı
akılcılığıyla birlikte yükselişe geçen daha soyut for- mülasyonlar âdet,
gelenek, fikir ve yasaların ait oldukları kültürlere “göre” olduklarını
iddia eder. Bu anlamda görecilik keyfilik demek değildir (bunu Kesim
C   ve   H’de   tartışmıştık),   ne   de   yalnızca   göreciler   “için   geçerli”dir.
Nesnelci   dokudaki   büyük   boşlukları   ortaya   çıkartarak   onu   içerden,
kendi ölçütleriyle çökertir.
Fırsatçılık
  görecilikle yakından bağlantılıdır; yabancı bir kültürden
alıp özümsenecek değerli şeyler olabileceğini kabul eder; işine yarayanı
alır gerisine dokunmaz. Batı biliminin yayılmasında fırsatçılığın büyük
rolü olmuştur.
Japon   tarihinden   bir   örnekle   bu   sürecin   nasıl   işlediğine   ışık   tu-
tabiliriz.   1854’te   Deniz   Binbaşı  Perry  zor   kullanarak  Hakodate  ve
Shimoda limanlarını Amerikan gemilerine açtı (ikmal ve ticaret). Bu
olay Japonya’nın askeri açıdan zayıf olduğunu ortaya çıkarmıştı. 1870
başlarında   aralarında
 Fukuzawa’mn
 da   bulunduğu   Japon
Aydınlanmasının temsilcileri şöyle düşündüler: Japonya bağımsızlığını
ancak   daha   güçlü   olursa   koruyabilir.   Ancak   bilim   yardımıyla   daha
güçlü   olabilir.   Bilimden   sonuç   alıcı   yararlar   elde   etmek   istiyorsak
uygulamayla   kalmamalı,   onun   altında   yatan   ideolojiye   de
inanabilmeliyiz. Gelenekçi birçok Japon için bu ideoloji barbarca bir
ideolojiydi (katılıyorum).  Fukuzawa’nm  takipçileri tartışmayı öyle bir
yere   sürüklediler   ki   hayatta   kalmak   için   bu   barbarca   usûlleri   alıp
kullanmak,   onlara   gelişmiş   şeyler  gibi   muamele   etmek   ve   tüm   Batı
uygarlığını öğrenmek artık bir zorunluluktu. Buradaki tuhaf ama tutarlı
akıl yürütmeye dikkat edelim: Bilim dünyanın doğru bir tasviri olarak
kabul edilmiştir ama bilimin  
bizzat
  doğru bir tasvir olmasından dolayı
değil,   böyle  öğretilmesi   halinde   daha   iyi  silahlar   üretilebileceğinden
dolayı.


“Bilimin ilerlemesi” denen şey, bu tür olaylar olmasa hemen çökerdi.
52
Argüman
 kültürel alışverişin tüm biçimlerinde önemli bir rol oynar.
Batı   akılcılarının   bir   icadı   da   değildir.   Fırsatçı   yaklaşımın   özsel   bir
parçasını   oluşturur:   fırsatçı   yabancı   şeylerin   kendi   hayatını   nasıl
geliştirebileceğini,   orada   başka   ne   tür   değişikliklere   neden   olacağını
sormak   zorundadır.   Zaman   zaman   “ilkeller”   onları   akılcılık   yoluna
çelmeye   çalışan   antropologlarla   konumlarını   değiştirmek   üzere
argümana   başvururlar   (bkz.   Dipnot   43’le   ilgili   kısımda   verdiğimiz
örnek). Evet argüman tıpkı ritüel, sanat ya da dil gibi evrenseldir ama
yine tıpkı ritüel, dil ya da sanat gibi birçok biçim altında görülür. Bir
hareket   ya   da   homurtu   bizim   uzun   ve   renkli   nutuklara   ihtiyaç
duyacağımız  bir yerde bazılarını ikna etmeye  yetebilir.  Luther  kutsal
metinlerin yeniden yorumlanmasını önerenlerden kanıt olarak mucizeler
göstermelerini istemişti; resmi yönetim kurumlan ve genel olarak halk
bugün dini önderlerden, bilimadamlarından hâlâ mucizeler istiyor. Ar-
gümanların  çoğu  katılımcıların  inanç ya  da  tutumlarını  hesaba  katar.
Argüman kullanan kişi belirli insan gruplarını ikna etmek amacındadır
ve yaklaşımlarını birinden ötekine değiştirir. İlk Batı akılcılarının icad
ettiği argümanın kendisi değil, kişisel öğeleri bırakın dikkate almayı,
açıkça reddeden özel ve standart bir tartışma biçimidir. Buna dayanarak
mucitlerimiz,   sırası   geldiğinde,   insani   arzu   ve   kaygılardan   bağımsız
olarak   geçerli   usûl   ve   sonuçlar   ortaya   koyabileceklerini   iddia
etmişlerdir.
Kesim F’de bunun niçin hatalı bir iddia olduğunu açıkladım. Burada
insani   öğe   sıfırlanmamış,   yalnızca   gizlenmiştir.   Bir   sömürge   subayı
kralı adına konuşur, bir misyoner Tanrı ya da Papa adına. Her ikisi de
taleplerine   güç   veren   üst   makamı   gerektiğinde   tanımlayacak
durumdaydı ve tanımlamıştır. Akılcıların da üst makamları vardır; fakat
nesnelci   bir   edayla   konuşarak,   gıpta   ettikleri   ya   da   gibi   olmaya
çalıştıkları   insanlarla   ilgili   tüm   göndermeleri   ve   ellerindeki   usûlleri
benimsemelerinde etkili olmuş tüm kararları titizlikle ortadan kaldırarak
görüşlerinin bizzat Doğa ve
52. Konunun ayrıntılaruiçin bkz.  Carmen Blacker,  The Japanese Enlightenment,
Cambridge 1969.  Siyasi  arkaplan  için krş.  Richard Storry,  A History of Modern
Japan, 3. ve 4. Bölüm, Harmondsworth 1982.


bizzat Akıl tarafından desteklendiği izlenimini yaratırlar. Kullandıkları
usûllere şöyle yakından bir bakış durumun söyledikleri gibi olmadığını
göstermeye yeter. Başarıyı ele alalım. Bugün bir usûlün başarısı sık sık
onun nesnel geçerliliğinin işareti sayılıyor. Ama başarı ve başarısızlık
bunların tezahür ettiği kültüre bağlıdır. Şu sözüm ona “yeşil devrim”
Batı pazarlama pratikleri açısından bir başarı, kendiııe-yeterliliği amaç
edinmiş kültürler açısından ise kasvetli bir başarısızlıktır. Üstelik çeşitli
alanlarda Batılı usûller ile yerli usûller arasında etkinlik karşılaştırması
yapan herhangi bir “nesnel” bilimsel çalışma yoktur. Tıp bile önümüze
ancak münferit başarı raporları ve Batılı olmayan tıbbi pratiklere dair
yine   eşit   ölçüde   münferit   başarısızlık   raporları   koyabiliyor,   ama   o
kadar: genel manzara belirsizdir.
Daha   karmaşık   bir   argüman   başarının   kültüre   bağlı   olabileceğini
ama başarıya ulaşmak için kullanılan yasaların geçerliliğinin bağımsız
olduğunu iddia eder: insanlar elektrik karşısında farklı farklı tutumlar
alabilirler ama  Maxwell  eşitsizlikleri ve ortaya koyduğu sonuçlar bu
tutum   farklılıklarından   bağımsız   olarak   geçerlidir.   Bu   argüman
teorilerin   uygulama   sırasında   değişmediğini   varsayıyor.   Fakat   şu
“yaklaşıklaştırma   usûlleri”   denilen   şeylerin   birçoğu   eldeki   teorinin
iddiaları   üzerine   bir   çizik   atarak   yerlerine   yenilerini   koyar;   böylece
farklı   alanların   farklı   usûller   gerektirdiğini,   genel,   kapsayıcı   teorinin
öngördüğü birliğin bütünüyle formel bir şey olabileceğini kabul etmiş
olur.
Söylenebilecek daha önemli bir şey doğa yasalarının hiç şüphe, yok ki
özgül, somut bir kültürden bağımsız olarak hiçbir yerde 
bulunamayacağı
olgusudur. Örneğin termodinamiğin ikinci yasası gibi bir yasayı bulmak
için   o   yasayı  sezecek,   formüllendirecek,   kontrol   ve   vazedecek   -kimi
zaman  son  derece   istisnai  tarihsel  ar-  dardalıklarla  birlikte  özgül   bir
toplumsal   yapılanışta   kendine   yer   açmış-   epeyce   özel   zihinsel   bir
tutuma ihtiyaç vardır. Bu şimdi sosyologlar, bilim tarihçileri, hattâ bir
kısım felsefeciler tarafından kabul ediliyor. Eski Yunan’da, 16. ve 17.
yüzyılda   gelişen   tipte   bir   bilimi   başlatmak   için   gereken   zekâ   ve
matematik vardır ama olmamıştır. “Bilimsel devrimden önceki yaklaşık
on dört yüzyıl boyunca, Doğayla ilgili buluşlar ve bu doğa bilgisinin
insanoğlunun yararına kullanılması konularında Çin uygarlığı Av-


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə