gibi meziyetleri kendinde toplamış biridir. Brecht evrensel olanın “[kendi]
tarihsel göreliliği içinde karakterize edilmesini” ister: sahnedeki olaylar
dizisi, gelecek fakat değiştirilebilir bir süreci göstermeliydi, öyle ki seyirci,
değişikliğin nasıl olabileceğini ya da nasıl başarılabileceğini görmeliydi.
19
Grek edebiyatının ilk dönemleri hikâye türleri açısından inanılmaz bir
zenginliğe sahiptir; -skeçler, uzun hikâyeler, fabllar, seyahatnameler,
olağanüstü şeyleri konu alan sözlü tasvirler. Herodot, yazdığı
Tarih'te,
karşılaştığı, tanımlamak istediği olay ve olay kalıplarını uygun bir anlatıya
kavuşturmak için bunların hepsinden yararlanır. Takipçilerinden bazıları
küçümseyici bir tavırla, hikâye anlatmaktan kaçınırlar; açıkça tarihin mit ve
peri masallarıyla aynı şekilde sunulamayacak kadar nazik bir konu olduğunu
söylüyorlardı. Fakat hikâyeler bugün yeniden popülerlik kazanıyor.
Günümüzde bazı yazarlar hikâyenin, insani düşünce ve eylemin
karmaşıklığına uygun düşen yegâne anlatı biçimi olduğuna inanıyor.
20
Buraya bir de heykel, yağlıboya ve karakalem resim, karikatür, bilimsel şekil
veya, en son örnekleriyle, bant, bilgisayar grafiği, matematik formülü, kaset,
film ve holografik drama gibi şeyleri de eklersek, şimdi elimizde, son derece
değişik bilgileri sunabilecek zenginlikte, çok fazla miktar ve tipte bilgi,
düzenleme ilkesi ve olay olduğunu söyleyebiliriz.
19. Çatışma Sofokles’in Antigone'slriın her köşesinde hissedilir: krş. M. C. Nuss-
baum, The Fragility of Goodness, Cambridge University Press 1986, 3. Bölümde
verilen analiz. Platon'un geleneksel dini ve tragedyayı reddetmesinin nedenlerinden biri
onların işte bu çatışmaya yaptığı vurgudur: krş. Platon, Eutyphron.. “Siyasi” bir çözüm
girişimi için bkz. Aiskhylos, Eumenides, son bölüm. Brecht görüşlerini birçok yerde
ifade eder. Alıntı “Kleines Organon für das Theater”dendir, 36. Bölüm, Gesammelte
Werke, Cilt 16, Frankfurt 1967. [77- yatro İçin Küçük Organon, çev. A. Cemal, Mitos Y.,
1994]
20. Martin J. S. Rudwick, (The Great Devonian Controversy, University of Chicago
Press 1985) (bilimsel) fikirlerin gelişmesinde bile anlatının, “kavramsal izahatlardan
daha iyi iş gördüğünü öne sürer. 19. yüzyıl jeolojisinin belgeler açısından gayet zengin
bir bölümünü ele alarak, bilimsel bir tartışmanın mantıkçılar tarafından
kavranamayacak kadar karmaşık olduğunu gösterir. O. Sacks,
a.g.e., s. 5’te R. A. Luria’nın sinirsel bozuklukların sonuçlarının "en iyi bir hikâye
-beyninin sağ yanm küresinde ciddi bir rahatsızlığı olan bir insanın özel, ayrıntılı tarihi-
ile aktarılabileceğine” inandığını yazar. Bu, tüm hekimlerin gözünde şüphesiz,
Hipokrat'a kadar götürülebilecek modası geçmiş bir iştir.
Bugün Batı akılcılığı adını verdiğimiz şeyi hazırlamış ve Batı
biliminin entelektüel temellerini atmış olan toplumsal gruplar, yukarda
bahsettiğimiz zengin tabloyu sahiplenmeye yanaşmadılar. Dünyanın ve
bilginin o dönemin sağduyu ve zanaatlarında ima edildiği kadar zengin ve
karmaşık olabileceğini reddederek, “gerçek dünya” ile “görünüşteki
dünya”yı birbirinden ayırdılar. Onlara göre gerçek dünya basit ve tektipti,
değişmez evrensel yasalara tâbiydi ve herkese göre aynıydı. Sonra bu
dünyayı tanımlamak için yeni kavramlara (zamanla “teorik kavramlar”
adını alacaklardır) ihtiyaç duyuldu ve bu gerçek dünya ile onun dışında
kalan şeyler arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaç edinen birtakım yeni
alanlar (epistemoloji ve sonraları, bilim felsefesi) açıldı. İlginç bir şekilde
bu dışarda bırakılan yani “gerçek olmayan” dünya “çok”a, yani ortalama
insana ve (felsefeyle ilgilenmeyen) zanaatkârlara atfedilmişti.
21
Entelektüeller ta başından beri, sıradan ölümlülerde olmayan bir içgörüye
sahip olduklarını iddia etmişlerdir.
Düşüncelerini geliştirirken bu “filozoflar” (kısa bir zamanda bu adı
almışlardı), bir şeyler inşa ettikleri gibi bir şeyleri de yıktılar. Tıpkı önceki
fatihler ve işgalciler gibi, ayak bastıkları toprağı dönüştürmek istiyorlardı.
Fakat onlar kadar fiziksel güçleri yoktu, amaçlarına ulaşmak için silahlar
yerine sözcükleri kullandılar. Çalışmalarının (Descartes ve Galile’den
günümüz Nobel ödüllü bilimadamlarına, tüm bilimadamlarının
çalışmaları) çok büyük bir kısmı, oldukça sağlam yapıda, başarılı ve
birçok insan için yararlı çeşitli düşünce ve pratiklerle mücadeleye, sırf
kendi özel standartlarına uymadığı gerekçesiyle onları boşa çıkarmaya,
mümkünse yok etmeye hasredilmiştir.
21. Örneğin Parmenides “insanların yollarım” (B1,27), “ defalarca yaşanmışlığa
dayalı alışkanlıkların” (Diels-Kranz, fragman B7, 3) peşinde "sürüklenip giden hem
kör hem sağır, huzursuz ve kararsız” (B6, 6 vd.) “çok’un (B6, 7) yollarını reddeder.
Böylece sıradan insanların olduğu kadar sanatçıların, hekimlerin, generallerin,
denizcilerin hayatında da önemli bir yeri olan “bu kırmızıdır” ya da “şu hareket ediyor”
gibi ifadeler itiş kakış hakikatin saltanat sahasından çıkarılır. “Çok” konusundaki
felsefi tavırlar Hans-Dieter Voigtlânder, Der Philosoph und die Vielen, Wiesbaden
1980’de tartışılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |