Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə4/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   33

"Eğer öyle diyorsan öyledir."

"Seni pazar gecesi görürüm" diyen soluk benizli kapıya doğru dönerek yürümüştü.

"Biraz beklesen iyi olur sanırım."

Soluk benizli adam geriye dönüp gözlerini kaldırarak, "Gitmek istersem gidemeyeceğimi mi düşünüyorsun?" diye sormuştu.

"Eğer gidersen ve bu bana verdiğin kötü bir pislikse ben de yarın sabah çeker giderim. Sen burada derin bir pislik içinde kalırsın."

Soluk benizli suratını asıp odadaki tek iskemleye otururken Eddie ufak zarfı açmış ve içindeki kahverengi maddeden birazını eline dökmüştü. Madde kötü bir şeye benziyordu. Eddie başını kaldırıp soluk benizliye bakmıştı.

"Onun neye benzediğini bilirim. Pisliğe benzer ama yalnızca görünüşü böyledir" diyen soluk benizli eklemişti, "Bu madde iyidir."

Eddie komodinin üzerindeki not defterinden bir tabaka kağıt yırtıp kahverengi tozdan küçük bir tutamı ayırmıştı. Tutamı parmağıyla alıp damağına sürmüş ve bir saniye sonra ağzındakini çöp sepetine tükürmüştü.

"Sen ölmeyi mi istiyorsun? Bu mu o? Sen ölümüne mi susadın?" diyen Eddie üst üste sorular sormuştu.

"Eldeki madde bu" diyen soluk benizli her zamankinden daha da suratsızlaşmıştı.

"Yarın sabah uçağa yer ayırttım" diyen Eddie yalan söylemişti. Ancak, soluk benizlinin yalanını ortaya çıkaracak kaynaklan olmadığını biliyordu."Senin gibi boktan (!) bir herifle karşılaşırsam diye TWA'da kendime yer ayırtmıştım. Duruma zerre kadar üzülmüyorum. Gerçekte rahatladım da diyebilirim. Çünkü ben bu türden işler için yaratılmamışım."

Soluk benizli adam oturduğu yerde düşünmeye başlamıştı. Eddie de yatağın üzerine oturup adamın dikkatini çekmemek üzere hareket etmemeye özen göstermişti. Oysa davranmak, hareket etmek, yerinden kayıp adamı vurmak, onu soyup canını yakmak, tırmalamak ve kafasını yarmak istiyordu. Bir an gözleri komodinin üzerinde duran kahverengi maddeye özlemle kaydı oysa onun zehirli olduğunu biliyordu. Sabah saat onda uyuşturucu madde almıştı ama aradan on saat geçmişti. Eğer düşündüğü şeyleri soluk benizli adama yaparsa durum değişecekti. Şimdi soluk benizli, düşünmenin ötesinde bir şeyler yapıyor, kendisini inceliyor ve yeteneklerini hesaplamaya çalışıyordu.

Sonunda, "Belki de senin için bir şeyler bulabilirim" diye konuşmuştu.

"Şu halde neden bunu hemen denemiyorsun?" diye yanıtlayan Eddie eklemişti, "Ama en geç saat on bire kadar buraya gelmiş ol. O saatte ben ışığı söndürmüş ve kapıya RAHATSIZ ETMEYİNİZ yazısını koymuş olacağım. O saatten sonra birisi kapımı çalarsa otelin resepsiyonuna telefon ederek birinin beni rahatsız ettiğini ve güvenlik görevlilerini göndermelerini söyleyeceğim."

Soluk benizli (!) kusursuz İngiliz aksanıyla konuşarak, "Sen bir siktiricisin!" dedi.

"Hayır" diyen Eddie sözünü şöyle sürdürmüştü, "Siktirici (!) senin burada beklediğin kişidir. Ben buraya anlaşmayı bozmak için gelmedim. Sen saat on birden önce benim kullanabileceğim uyuşturucuyla birlikte burada olmalısın. Getireceğin şeyin çok muazzam bir şey olması gerekmiyor. Yalnızca kullanabileceğim bir şey olmalı. Yoksa sen ölü bir çiroz olursun!"


7
Soluk benizli adam saat on birden çok önce, dokuz buçuk sularında gelmişti. Eddie şimdi gelen maddenin onun arabasında zaten bulunduğunu kestirebiliyordu.

Adamın bu kez getirdiği uyuşturucu öncekinden biraz daha çoktu. Rengi beyaz değildi ama hiç değilse donuk fildişi rengindeydi. Ve görünümü oldukça umut vericiydi.

Eddie uyuşturucunun tadına bakmıştı. İyiye benziyordu. Gerçekte durumu geçiştirebilecek olandan bile daha iyiydi. Kağıda döküp biraz çekti.

Hareketlenen soluk benizli adam ayağa kalkıp, "Şu halde pazar günü görüşeceğiz" dedi.

Sanki odada silaha sahip olan kişi kendisiymiş gibi Eddie buyurganca konuşup, "Bekle!" demişti. Onun silahı Balazar idi. Enrico Balazar, New York kentinin görkemli uyuşturucu dünyasının büyük yeteneklere sahip önemli kişisiydi.

Soluk benizli adam, "Bekleyeyim mi?" diye sorup sanki çılgın birisiyle karşı karşıyaymış gibi Eddie'ye bakıp eklemişti, "Ne için?"

Eddie, "İyi. Aslında seni düşünüyordum" diyerek eklemişti, "Bedenime aldığım bu madde yüzünden gerçekten hastalanırsam anlaşma bozulur. Ölürsem doğallıkla anlaşma bozulacaktır. Düşünüyorum ki, eğer biraz hasta olursam sana bir şans daha tanıyabilirim. Bilirsin, bazı çocuklar ellerindeki bir lambayı oğup üç dilek tutma şansı elde ederler..."

"Bu madde seni hasta etmeyecek, çünkü o Çin Beyazı'dır."

"Eğer bu madde Çin Beyazı ise, ben de Dwight Gooden'im"

"Kimsin?"

"Aldırma, boş ver!"

Solgun benizli adam oturmuş. Eddie de otel odasında yatağının yanındaki komodinin üzerinde duran beyaz tozun yakınına, yatağın üzerine çökmüştü. Tuvalete gitmeydi çok olmuştu. Odadaki televizyonun ekranında, Aquinas Oteli'nin damındaki büyük uydu anteni sayesinde WTBS kanalından yapılan yayından bir futbol takımının ötekini açık farkla yenilgiye uğrattığını izleyebiliyordu. Eddie şimdi aklının arkasından gelen hafif bir sakinleşme hissini duyumsuyordu... Bir tıp dergisinde okuduğuna göre, böyle bir duyumsama belkemiğinin tabanında bir demet sinir telinden geliyordu. Orası, eroin düşkünlüğünün sinir sisteminde doğal olmayan bir kalınlaşmaya neden olduğu yerdi.

Bir seferinde Henry'e, "Sen ivedi bir iyileşme ister misin? diye sormuştu. Belkemiğini kır, Henry. O zaman bacakların çalışmayacaktır. Aynı şekilde cinsel organın da kaput olacaktır. Oysa şimdi şu iğneye duyduğun gereksinimi hemen kesmelisin.

Henry onun bu anlattığım güldürücü bulmamıştı.

Aslında Eddie de söylediklerini pek tuhaf bulmuyordu. Sırtındaki maymundan en çabuk kurtulma yolu omuriliğinin bu sinir demetini koparmaksa sen tek bir ağır maymunla uğraşıyorsun demektir. O da, Orta Amerika'nın uzun kuyruklu küçük bedenli maskot olarak kullanılan kapuçin maymunu değil, iri ve yaşlı bir Habeş maymunu olabilir.

Eddie uyuşturucu maddeyi burnundan çekmeye başlamıştı.

Sonunda adama, "Tamam!" deyip eklemişti, "Bu, iş görür. Şimdi şu odadan çekip gidebilirsin, çiroz!"

Soluk benizli ayağa kalkıp, "Benim bazı arkadaşlarım var. Onlar buraya gelip sana türlü eziyetler yapabilirler. Sonunda anahtarın yerini söylemek için onlara yalvarabilirsin," demişti.

Eddie, "O kişi ben olamam, şampiyon. Bu çocuk, o işi yapmaz" diye yanıtlayıp gülümsemişti. Gülümsemesinin nasıl göründüğünü bilmiyordu ama oldukça neşeli gülümsemiş olmalıydı. Çünkü soluk benizli adam odadan çıkmış, hızla davranıp arkasına bile bakmadan çekip gitmişti.

Onun gittiğine emin olunca Eddie işe koyulmuştu.

Uyuşturucuyu almıştı.

Uyumuştu.


8
Ve şimdi de uyuyordu.

Silahşor her nasılsa bu adamın aklının içinde olarak (adamın adını şimdi de bilmiyordu. Soluk benizli aşağılık adamı da tanımamış, onunla hiç konuşmamıştı) onu bir zamanlar çocukken oyun izlediği gibi seyrediyordu. Önündeki görüntüler dünyası kıpırdanıp hareket ettikçe o da önünden geçenleri izliyordu... Ya da izlerken, bütün bu oyunları daha önceden görmüş olduğunu düşünüyordu. Eğer bir filmde bu olanları görmüş olsa onu düşünecekti. Gerçekte göremediği şeyler Hükümlü'nün aklında zorlayıp da göremediği şeylerdi. Çünkü tüm ilişkiler ona pek yakın geliyordu. Adlar da çok tuhaftı. Hükümlü'nün kardeşinin adını biliyor ama onun kendi adım çıkaramıyordu. Kuşkusuz adlar gizemli kavramlardı. Güçlüydüler...

Ancak, bu adamın adının yanında diğer nitelikleri de önemliydi. Birincisi, uyuşturucu alışkanlığıydı. İkincisi, zaafının içine gömülmüş çelikten yönüydü ve bu, kumlu bataklığa gömülmüş iyi bir silaha benziyordu.

Şimdi adam, Silahşor’un üzülerek arkadaşı Cuthbert'i anımsamasına neden oluyordu.

Birisi geliyordu. Tutuklu uyuyor ve işitemiyordu.

Ve uyumayan Silahşor gene öne çıktı.


9
Hostes Jane Dorning, işte bu muazzam diye düşündü. Genç adam önce bana ne denli aç olduğunu söylüyor. Ve ben onun pek cana yakın olduğunu düşünerek yemesi için bir şeyler hazırlıyorum. Ama adam durduğu yerde uykuya dalıyor.

Sonra yolcu, (yirmi yaşlarında, uzun boylu, temiz ama hafifçe soluk mavi kot pantolon ve şal desenli gömlek giyen genç adam) gözlerini hafifçe aralayıp hostese gülümsedi.

"Size teşekkürler ederim" dedi ya da buna benzer bir ses çıkardı. Konuşması artık kullanılmayan eski dile ya da yabancıların İngilizce'sine benziyordu. Jane, uykusunda konuşuyor, hepsi bu diye düşündü.

"Bir şey değil" derken ona en güzel hostes gülümseyişiyle gülümsedi. Kuşkusuz bu arada genç adam bir kez daha uykuya dalmış ve gerçek yemek servisi başlayana değin tonbalıklı sandviç orada öylece kalmıştı.

İyi. İşte bunun için size yolculardan neler bekleyebileceğinizi öğrettiler, değil mi?

Genç hostes bir sigara içmek üzere mutfağa doğru yürüdü.

Kibriti çaktı, sigarasına götürürken durdu. O an durum dikkatini çekmemişti. Çünkü ona yolculardan tüm beklemeniz gerekenleri öğretmemişlerdi.

Genç adamın biraz cana yakın olduğunu düşünmüştüm. Genelde onun gözleri yüzündendi bu. Onun kahverengi gözleri yüzünden.

Oysa 3A numaralı koltukta oturan genç adam bir dakika önce gözlerini açtığında bu gözler kahverengi değil, mavi renkliydiler. Ancak bunlar, sinema aktörü Paul Newman'inkiler gibi tatlı ve seksi gözlere benzemiyor, daha çok buzdağlarının mavi rengini içeriyorlardı.

"Ay!" diye çığlık attı.

Kibritin alevi parmağına kadar gelip yakmıştı.

Arkadaşı Paula sordu, "Jane, iyi misin?"

"Çok iyiyim. Ayakta düş görüyordum."

Bir kibrit daha yaktı ama bu kez işini doğru yaptı. Sigarasından bir nefes çekmişti ki, aklına mükemmel mantıklı bir açıklama geldi: Genç adam gözlerine kontak lens takıyordu. Kuşkusuz öyleydi. Bu lensler gözün rengini değiştiren türdendiler. Genç adam biraz önce uçağın tuvaletine gitmişti. Orada, uçak mı tuttu diye kendisini meraklandıracak kadar uzun kalmış ve sağlığı pek de iyi olmayan bir insanın solgun yüzüyle çıkıp gelmişti. Herhalde daha rahat kestirebilmek üzere gözündeki merceği orada çıkarmıştı. Bu, çok mükemmel, akılcı bir açıklamaydı.

Genç kadının pek de uzak olmayan geçmişinden bir ses birdenbire konuştu: Bir şeyler duyumsayabilirsiniz. İçinizi gıcıklayan, sizi rahatsız eden bir şey olabilir. Çevrenizde bir şeyin yanlış gittiğini görebilirsiniz.

Renkli kontak mercekleri gibi.

Kişisel olarak Jane Dorning gözlerine mercek takan iki düzineyi aşkın kişiyi tanıyordu. Bunların çoğu havayollarında çalışmaktaydı. Kimse bu konuda kendisine bir şey dememişti ama gözlük takan uçuş personeli kendilerini sinirlendirdiği için yolcuların uçakta çalışanların gözlük takmasından hoşlanmadığını duyumsadıklarından arkadaşlarının mercek kullandıklarını düşünmüştü.

Bütün mercek takan arkadaşları içinde belki de yalnızca dördü renkli mercek kullanıyordu. Normal kontak lensler pahalıydı ama renkli olardan küçük bir servete mal oluyordu. Jane'in tanıdıkları içinde bu tür harcamayı yapacak olanlar yalnızca kadınlardı. Üstelik bunlar kendilerini aşırı derecede beğenmiş tiplerdi.

Şu halde ne olabilirdi? Erkekler de kendisini aşırı beğenmiş olabilirler. Neden olmasın? Bu adam yakışıklı biri...

Hayır. Yakışıklı değildi. Cana yakın olabilirdi ama o kadar. Dişinin rengindeki soluk teniyle yalnızca cana yakın bir erkek olabilirdi. Şu halde neden renkli göz merceği kullanıyordu?

Havayolları yolcuları genellikle uçaktan korkuyorlardı.

Uçak kaçırma ve uyuşturucu kaçakçılığının günlük olaylar haline geldiği günümüz dünyasında havayolları çalışanları da genellikle yolculardan korkuyordu.

Genç kadında bu düşünceleri başlatan ses, uçuş okulundaki öğretmeninin fikirlerinden gelmişti. Öğretmen eski bir uçuş personeli ama daha çok eski savaş baltası tipinde bir kocakarıydı ve şunları söylüyordu: Kuşkularınızı bilmezlikten gelmemelisiniz. Gerçek ya da olası bir teröristle uğraşma durumu ile ilgili her şeyi unutsanız bile şunu anımsayın: Kuşkularınızı bilmezlikten gelmemelisiniz. Bazı olaylarda, uçuştan sonra yapılan soruşturmada uçak personelinin adam el bombasını ortaya çıkarıncaya değin hiçbir şeyden kuşkulanmadıklarını söylediğini duyarsınız. Ama çoğu durumda, iki, üç farklı kişiyi ele alın. Bunlar uçakta bir aydan az çalışmış kadın görevliler olabilir. Anlattıkları iç gıcıklayıcı ve rahatsız edici durumlardır. Uçakta 9IC numaralı koltukta oturan adam ya da 5A numaradaki genç kadın normalden biraz farklı davranıyor olabilir. Uçuş personeli bir şeyler duyumsamış ama hiçbir şey yapamamıştır. Onlar bu yüzden işten atıldılar mı? Tanrı'm, hayır! Bir kişiye sivilcelerini kaşıma şekli yüzünden sınırlamalar koyamazsınız. Burada gerçek sorun, uçak personelinin bir şeyler duyumsamış... ve daha sonra bunları unutmuş olmasıdır.

Eski savaş baltası bir parmağını havaya kaldırarak konuşurken Jane Dorning sınıf arkadaşlarıyla birlikte kadının şunları söyleyişini can kulağıyla dinlemişti: Eğer siz yolculardan biri yüzünden iç gıcıklamaları ve rahatsızlık duyumsarsanız bir şeyi yapmayın... Bir şeyi yapmayın derken sözüm olayı da unutmayın anlamını içermektedir. Çünkü, her zaman bir olay başlamadan önce onu durdurmak üzere küçük bir şansınız olabilir...

Evet, pislik dolu bir Arap ülkesininin bir havaalanında, asfalt yol üzerinde program dışı on iki günlük zorunlu bir konaklamayı önlemek üzere.

Burada rahatsız edici şey yalnızca göz mercekleriydi, ama...

Size teşekkürler ederim.

Genç adam uykusunda mı konuşmuştu? Yoksa bir an dili sürçüp İngilizce'sini başka bir dille mi karıştırmıştı?

Jane Dorning bu adamı göz altında tutmayı kararlaştırdı.

Ve duyumsadığı tuhaflığı unutmayacaktı.


10
Şimdi diye düşündü Silahşor. Şimdi göreceğiz, öyle değil mi?

Adamın dünyasından bu bedene kumsaldaki kapıdan geçerek gelebilmişti. Şimdi gereksindiği, eşyaları geriye götürüp götüremeyeceğini öğrenmekti. Oh, kendisi için hiç endişelenmiyordu. İstediği anda kapıdan geçip zehirlenmiş hasta bedenine geri dönebileceğine emindi. Ama, öteki şeyler ne olacaktı? Fiziksel şeyler gibi. İşte sözgelişi, önünde üniformalı kadının tonbalıklı sandviç dediği şey vardı. Silahşor’un bu sandaviçin tadına ilişkin fikri bulunmuyordu oysa görür görmez bu yiyeceği tanımıştı.

Bedeni yiyebileceği ve içebileceği şeylere gereksiniyordu. Ancak bundan daha çok gereksindiği şey ilaçtı. İlaç olmazsa ıstakoza benzeyen yaratığın oluşturduğu yaralar nedeniyle bedeni ölecekti. Dünya üzerinde bunu önleyecek ilaçlar bulunmalıydı. Çünkü bu dünyada en güçlü kartalların uçabileceği yüksekliklerin üstünde uçan araçlar vardı. Şu halde ona her şey olası görünüyordu. Ama kendisi kapıdan geçip onları geriye getiremiyorsa güçlü ilaçların ne yararı olacaktı?

Kafasının içindeki Karalar Giyinmiş Adam boğuk sesle fısıldadı: Bu bedenin içinde yaşayabilirsin, Silahşor. O soluk et parçasını orada ıstakozlara benzeyen yaratıklara bırak. Sırası gelmişken söyleyeyim: O, yalnızca bir dış kabuktur.

Kendisi bu sözlere uymayacaktı. Birincil olarak, bu hırsızlığın en canice şekli olacaktı. Çünkü uzun süreyle yalnızca bir yolcu olup bu adamın gözleriyle bir gezgin gibi yanındaki pencerede kayıp geçen görüntüye bakmaktan hoşnut kalmayacaktı.
İkincil olarak, kendisi Roland'dı. Eğer ölmesi gerekiyorsa Roland olarak ölmeye niyetliydi. Eğer gerekli olan buysa, kendisi Kule'ye doğru yerde süreklenerek olsa bile giderken ölecekti.

Dahası, doğasındaki romantizmin ötesinde var olan bir kaplan; kaba bir pratiklikle kendi kendisine güvence veriyordu: Henüz olayı yaşamadan ölümü düşünmeye gerek bulunmuyordu.

Sandiviçi eline aldı. Sandiviç ikiye bölünmüştü. Her bir parçasını bir elinde tutuyordu. Tutuklunun gözlerini açıp onlara baktı. Kimse kendisine bakmıyordu. (Buna karşın, mutfaktaki hostes Jane Dorning kendisini düşünüyordu. Hem de pek yoğun bir biçimde onu düşünüyordu.)

Roland kapıya doğru dönüp iki elinde sandiviçin yarılarını tutarak kapıdan geçti.


11
Önce denizden gelen dalganın oyucu kükreyişini duydu ve daha sonra kendisinin büyük çabalarla üzerlerine oturur duruma geçtiği kayalardan havalanan pek çok deniz kuşunun çığlıklarını işitti. (Kulamparalar, insana hissettirmeden korka korka yaklaşıyorlar diye düşündü. Kısa süre sonra seni gagalamaya başlayacaklar. Soluk alıp almaman onlar için sorun oluşturmayacak. Bunlar ceketleri beyaza boyalı akbabalardan başka şey değiller.) Sonra sağ elindeki sandaviçin gri renkli sert kumların üzerine düştüğünün farkına vardı. Çünkü, kapıdan geçerken tüm eliyle sandviçi tutmuştu (ya da sandviçi şimdi acısını çekmekte olduğu yüzde kırk kadarı eksilmiş sağ eliyle tutmuştu.)

Düşen sandviçi hantal hareketlerle yerden alırken onu başparmağının elinde kalan parçası ile yüzük parmağı arasında sıkıştırmıştı. sandviçin üzerindeki kumu olabildiğince temizledi ve deneme kabilinden bir lokma ısırdı. Bir dakika sonra dişlerinin arasına kumların geldiğine dikkat bile etmeden sandviçi aç kurtlar gibi yiyordu. Saniyeler geçti ve dikkatini ikinci sandviçin üzerinde yoğunlaştırdı. Öyle ki, bu parça da üç ısırışta bitti.

Silahşor tonbalıklı sandviçin ne olduğunu bilemezdi. Yalnızca tatlı olduğunu düşünüyordu. Bu da ona yeterliymiş gibi görünüyordu.
12
Uçakta kimse tonbalıklı sandviçin gözden kaybolduğunu görmedi. Eddie Dean'in ellerinin sandviçin iki parçasını başparmakları beyaz ekmeğe gömülecek kadar sıkı kavradığını hiç kimse fark etmemişti.

Öteki yolculardan hiçbiri sandviçin solup saydamlaştığını ve sonra geriye yalnızca birkaç kırıntı bırakarak gözden kaybolduğunu görmemişti.

Olaydan yirmi saniye sonra Jane Dorning sigarasından bir nefes daha çekip mutfakta uçağın baş tarafına doğru bir, iki adım attı. Büyük el çantasından okumakta olduğu kitabı çıkardı ama gerçekte yapmayı istediği şey, 3A numaralı koltuktaki yolcuya bir göz atmaktı.

Genç adam şimdi de derin bir uykuya gömülmüş görünümdeydi... Oysa sandviçi ortadan yok olmuştu.

Hostes Jane, Tanrı'm! diye düşündü. Adam sandviçi lokma lokma yemedi. Onu bir bütün halinde yutmuş olmalı. Ve şimdi yeniden uyuyor ha? Sen dalga mı geçiyorsun?

3A numaralı koltukta oturan ve gözleri şimdi kahverengi biraz sonra mavi olan erkek yolcu, genç kadınını fena halde rahatsız ediyordu. Onda bir şey olağan değildi.

Evet genç adamda bir şey olağandışıydı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


BAĞINTI KURUŞ VE İNİŞ
1
Eddie uçakta yapılan bildirinin sesine uyandı. Yardımcı pilot kırk beş dakika sonra New York'un Kennedy havaalanına ineceklerini, görüşün açık olduğunu, rüzgârın Batı yönünden saatte on beş kilometre hızla estiğini ve alanda hava sıcaklığının yirmi derece olduğunu bildiriyordu. Yardımcı pilot vedalaşmak üzere yeniden karşılaşamamaları halinde şimdiden bu uçuşta Delta'y1 seçtikleri için yolculara teşekkür ettiklerini sözlerine ekliyordu.

Çevresine bakman Eddie yolcuların gümrük bildirim kartlarını ve vatandaşlık belgesini incelediklerini gördü. Nassau'dan gelişte sürücü ehliyeti ve ABD'de bulunan bir bankanın kredi kartı giriş için yeterli olmalıydı. Ancak yolculardan pek çoğunda pasaport bulunuyordu. Ve Eddie içinde çelik bir telin kendisini sıktığını duyumsadı. Biraz önce öyle derin bir uykuya dalabilmiş olduğuna şimdi kendisi de inanamıyordu.

Ayağa kalktı ve tuvalete gitti. Koltukaltındaki kokain torbalan bedenin dış hatlarına uygun, rahat ve sağlam bir şekilde yerlerinde duruyorlardı. Onları oraya otel odasına hafif sesle konuşan William Wilson adlı Amerikalı yerleştirmişti. Daha sonra Poe adlı kişi, giyinmesi için bu gömleği kendisine vermişti. (Eddie paketler ve gömlek hakkında kinayelerde bulunurken Wilson ona boş bakışlarla bakmıştı.) Gömlek, sınavlarından sonra uçak yolculuğuna çıkacak bir üniversite öğrencisinin giyeceği türden biraz soluk, şal desenli sıradan bir giysiydi. Ancak dışardan göze hoş gelmeyecek şişkinlikleri gizlemek üzere özel kesimle dikilmişti.

Wilson, "İnişten önce işlerin yolunda gittiğini görmek üzere her şeyi kontrol etmelisin. Ama, sen çok iyi olacak ve bu işi başaracaksın" demişti.

Eddie iyi olup olmayacağını bilmiyordu oysa KEMERLERİNİZİ BAĞLAYINIZ ışıklı yazısının görülmesinden önce tuvalete gitmesi için bir başka nedeni daha bulunuyordu. İçinden gelen tüm kışkırtmalara kansın, (bunlar bir gece önceki yalnızca kışkırtma değil tüm benliğini saran öfke dolu gereksinim durumuna gelmişti) soluk yüzlü adamın odaya getirdiği ve delice yüreklilikle Çin Beyazı diye adlandırdığı uyuşturucunun son zerrelerini henüz kullanmamıştı.

Bahamalar'ın limanı Nassau'da gümrükten geçmek; Haiti, Quincon ya da Bogota gümrüklerinden geçmek gibi bir olaydı ama genelde insanı gözetleyen kişiler bulunuyordu. Bunlar eğitimli kişilerdi. Şu anda Eddie ne türden ve ne kadar olursa olsun bir uyuşturucu almaya gereksiniyordu. Eğer tuvalete girip de biraz serinkanlı hindi olabilirse, işi başarması için kendisine uygun ortamı yaratmış olacaktı.

Uçağın tuvaletinde tozu burnuna çekti. Uyuşturucunun paket kağıdını buruşturup klozete attı ve sifonu çekip suyu akıttı.

Sonra ellerini yıkadı.

Kuşkusuz, eğer onu yaparsan, kesinlikle bilemeyeceksin yoksa bilecek misin? diye düşündü. Hayır. Bilmeyecekti. Ve bilse de aldırış etmeyecekti.

Oturduğu yere dönerken kendisine içip de bitiremediği cin-toniği getiren hostesi gördü. Genç kadın kendisine gülümsedi. Eddie de gülümseyerek ona karşılık verdi. Yerine oturdu. Kemerini bağladı. Önündeki torbadan uçuş dergisini eline aldı. Sayfalarını çevirip resimlere ve sözcüklere baktı. Bunlar onun üzerinde hiçbir etki yapmıyordu. Şu anda çelik bir tel bağırsaklarını sıkmayı sürdürüyor ve KEMERLERİNİZİ BAĞLAYINIZ ışıklı yazısı görününce çelik tel iki kez dolanmış olarak at kolam gibi bedenine sıkıca sarılmış bulunuyordu.

Eroin ona dokunmuştu. Bunu kanıtlamak ister gibi Eddie burnunu çekti ama durumdan kesin emin olamadı.

İnişten biraz önce, daha önceleri de yaşadığı boşluk anlarından birini daha yaşadı... Boşluk duyumsaması kesin sürmüş ama kesinlikle var olmuştu.

Boeing 727 uçağı, Long Island'a dönerken havada yan yatmış ve iniş hazırlığına başlamıştı.
2
Jane Dorning uçağın ekonomi sınıfı bölümünün mutfağında çalışıp yemekten sonra içilen içkilerin bardaklarını toparlamaya çabalayan Peter ve Anne'a yardım ederken 3A numaralı koltukta oturan ve üniversite öğrencisine benzeyen genç yolcu birinci sınıfın tuvaletine gitmişti.

Hostes Jane uçağın birinci sınıf ile ekonomi sınıfı bölümlerini birbirinden ayıran perdeyi yana çekip açarken genç adam tuvaletten oturduğu yere dönüyordu. Hostes ne yaptığını düşünmeden ona doğru hızlı yürüdü. Adama yetişip gülümsedi ve onun da başını kaldırıp kendisine gülümsemesini sağladı.

Genç adamın gözleri şimdi gene kahverengiydi.

Tamam, tamam. Adam tuvalete gitti ve biraz kestirmeden önce lenslerini çıkardı. Şimdi gene oraya gitti ve merceklerini taktı. Tanrı aşkına, Janey! Sen birinci sınıf kaz gibi davranıyorsun.

Oysa, kadın kaz değildi. Ortada üzerine parmağını basabileceği bir sorun bulunmuyordu ama o kazlık etmeyecekti.

Genç adamın yüzü pek soluk.

Soluksa ne olur? Safra kesesi yıkıma uğramış olan senin anneni de içermek üzere binlerce insanın yüzü çok soluk değil mi?

Genç adamın mavi gözleri insanı durdurucuydu. Belki kahverengi mercekler kadar cana yakın değildi ama insanı olduğu yerde durduruyordu. Şu halde neden zahmete ve masrafa katlanıp kahverengi mercekleri satın almıştı?

Belki de yaratıcı kişilerin gözlerinden hoşlandığı için öyle davranmıştı. Bu, yeterli neden olamaz mıydı?

Hayır.


Hostes Jane, KEMERLERİNİZİ BAĞLAYINIZ yazısı görülmeden önce son kontrolü yaparken o güne değin hiç yapmadığı bir şeyi, uçuş eğitimindeki eski savaş baltası kocakarının söylediklerinden aklında kalanların etkisini kullanarak uyguladı. Bir termosu kaynar sıcaklıkta kahveyle doldurup termosun kırmızı renkli plastik kapağını şişenin boğazında durur şekilde gevşekçe kapadı. Kapak ilk döndürüşte açılacak şekilde kapanmıştı.

Hostes Susy Douglas uçağın alana inişiyle ilgili son bildirileri yapıyor, ebleh yolculara sigaralarını söndürmelerini, yerlerinden oynattıkları paketlerini yeniden yerlerine koymalarını, inişte bir Delta kapı görevlisinin kendilerini karşılayacağını, gümrük bildirim kartlarını ve vatandaşlık belgelerini hazır etmelerini söylüyor, şimdi tüm fincan, bardak ve minik mikrofon setlerinin toparlanıp ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulanıyordu.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə