Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə8/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   33

Kapı, arkasında gizli hayal bulunan hileli resimlerden birine benziyordu. Başlangıçta yaşamın gizli kalmış bölümünü göremiyor, oysa onu bir kez görünce ne denli uğraşsanız bu sefer görmemezlikten gelemiyordunuz.

Silahşor’un Eddie yanında olmaksızın geriye gidişinde iki sefer kapı ortadan yok olmuş, bu durum da genç adama pek korkutucu gelmişti. O süreler içinde Eddie gece lambası söndürülmüş küçük çocuklar gibi korkmuştu. Bunlardan birini, gümrükçülerin sorgulaması sırasında yaşamıştı.

Gümrük memurları o anda ne türden soru sorarlarsa sorsunlar, Eddie'nin kulağına yalnızca Roland'ın Ben gitmek zorundayım, birkaç dakika sonra döneceğim. Korkma, sözleri pek açık seçik olarak gelmişti.

Ona; Niçin? diye sormuştu Eddie. Niçin gitmek zorundasın?

Gümrük memuru da kendisine soru yöneltmişti; "Sorun ne? Birdenbire pek korkmuş gibi göründün..."

Evet, genç adam ansızın çok korktuğunu duyumsamıştı. Ancak sersem gümrükçü bunun nedenini anlayamazdı.

Arkasına dönüp bakınca sorgulamayı yapan gümrük memurları da geriye dönüp bakmışlardı. Adamlar duvarda sesi emmek için konulmuş üzeri delikli levhalardan başka bir şeyi göremezken Eddie hep bir, bir buçuk metre uzaklığındaki kapıyı görüyor (kapı şimdi sanki bir odaya açılıyordu. Ve sorgulamayı yapan kişilerin kesinlikle göremeyeceği ambara açılan bir ambar kapağı gibiydi.) Eddie dahasını da görmüştü. Dalgaların arasından bir şeylerin, bazı yaratıkların çıktığını; bu şeylerin korku filmlerindeki sığınmacılara benzediklerini ve bunların sizin olmalarını istediğinizden biraz daha özel olduklarım, bunun ötesinde her şeyin sanki gerçekmiş gibi göründüğünü sezinliyordu. Bu şeyler karides, deniz tekesi, ıstakoz ve örümceklerin çapraz döllenmeleriyle ortaya çıkan iğrenç yaratıklardı. Ve birtakım tuhaf sesler çıkarıyorlardı.

Gümrük memurlarından biri Eddie'ye sormuştu; "Çok sinirlisin, arkadaş! Delilik nöbetleri mi geçiliyorsun? Duvarlardan aşağı inen hamamböcekleri ile kakalakları mı görüyorsun?"

Oysa, gördükleri o denli gerçeğe yakındı ki, Eddie neredeyse gülecekti. Roland adlı adamın şimdi neden geriye çekildiğini anlıyordu: Roland'ın aklı (hiç değilse şimdilik) yeterince güvencedeydi. Oysa, yaratıklar onun bedenine doğru ilerliyorlardı. Ve şimdi Eddie, Silahşor’un bulunduğu yerden ayrılmaması durumunda onun bedeninden bu dünyaya gelecek hiçbir parçanın kalmayacağından kuşkulanıyor, korkuyordu.

Ansızın kafasında David Lee Roth'un feryadını işitti: Oh, ayyyy!.... Bedenim yok artık... Ve bu kez Eddie güldü. Gülüşüne engel olamamıştı.

Hamamböceklerini görüp görmediğini soran gümrükçü bir kez daha konuşmuştu, "Bu denli tuhaf olan ve seni güldüren ne ki?"

Eddie adama, "Bütün bu durum" diyerek karşılık vermiş ve eklemişti, "Ancak eğlendirici değil, tuhaf bir durum, bu... Demek istiyorum ki., Woody Allen'inkiler gibi değil Fellini'nin filmleri gibi. Kuşkusuz ne dediğimi anlayabilirsen."

Roland sormuştu, Sen iyi olacak mısın?

Evet, iyi olacağım. İYİ, arkadaş.

Anlamadım, o ne demek?

İşini iyi gözet, arkadaş.

Oh, şimdi tamam. Geç kalmayıp geriye döneceğim.

Ve birdenbire öteki adam gitmişti. Yalın biçimde çekip gitmişti. Çok ince bir duman kütlesinin ilk çıkan hafif rüzgârla sürüklenip dağılması gibi uçup gitmişti. Eddie yeniden çevresine bakındı, duvarlardaki kaplamalardan başka bir şeyi göremedi. Ne kapı, ne okyanus, ne korkunç yaratıklar görülüyordu. Ve şimdi genç adamın bağırsakları gerilmeye başlamıştı. Bu arada tüm esrimelerinin de gittiği kuşku götürmezdi. Üzerindeki uyuşturucunun etkisi de gitmişti. Eddie'nin istediği, gereksindiği tek kanıt şu anda buydu. Oysa Roland... her nasılsa kendisine yardımcı olmuş, her şeyi kolaylaştırmıştı.

Gümrükçülerden biri önermişti, "Duvara bir resim asmamı ister misin?"

"Hayır" diyen Eddie içini çekerek sözünü sürdürmüştü, "Beni oraya salıvermenizi isterdim."

"Tamam. Bize eroninin öyküsünü anlatırsan seni hemen salıvereceğiz" diyen gümrükçü eklemişti, "Ya da kokainin öyküsünü .." Ve sorgulama yeniden başlamıştı: Dön baba dönelim, nerelere gidelim?...

On dakika sonra (aslında Eddie için pek uzun süren on dakika sonra) Roland birdenbire aklına geri dönmüştü. Adam bir saniyede gidiyor, ikinci saniyede geri dönüyordu. Eddie onun ne denli yorgun olduğunu görmüştü.

İşini iyi gözettin mi? diye sormuştu.

Evet. Biraz uzun sürdü. Yerlerde sürünmek zorunda kaldım.

Eddie yeniden çevresine bakındı. Kapı yerine dönmüştü. Ama şimdi o dünyanın biraz farklı bir görüntüsünü sunuyordu. Ve Eddie kapının buraya gelişinin Roland'ın gelişiyle birlikte gerçekleştiğini sezinledi. Bu düşünce onu biraz titretti. Sanki bunlar birbirlerine tuhaf göbek bağlarıyla bağlanmış gibiydiler. Silahşor’un bedeni kapının tam önünde yere serilmiş durumda yatıyordu. Ancak şimdi Eddie kumsalın geniş bir kesitini gelgit hattı ile ve orada tuhaf sesler çıkararak, vızıldayarak dolaşan tuhaf yaratıklarıyla birlikte görüyordu Her dalga gelişinde canavar yaratıkların hepsi kıskaçlarını havaya kaldırıyorlardı. Bu durum da, eski belgesel filmlerde Hitler'in kalabalıklara seslenirken herkesin elini havaya kaldırıp o eski Heil! sözünü haykırarak selamlamalarını andırıyordu. Sanki korkunç yaratıkların yaşamı bu hareketlerine bağlıydı (düşünülürse belki de bu böyleydi.) Eddie ayrıca Silahşor’un kumun üzerinde ilerlemek üzere o acılı, eziyetli uğraşının izlerini de görebiliyordu.

Genç adam kapıdan içerisini gözetlerken korkunç yaratıklardan biri havaya doğru uzandı ve kumsala doğru iniş yapan bir deniz kuşunu yıldırım hızıyla kaptı. Yaratık, kumun üzerine çevreye kan püskürten iki kütle halinde indi. Bedenindeki kabuklu halkalar şimdi titreşmeyi bırakmıştı. Beyaz bir tüy havaya dikilir gibi oldu ama yaratığın bir kıskacı hemen çekip onu aşağı indirdi.

Eddie duyusuz kalmış gibi düşündü. Kutsal Tanrı'm! Şu kapkaççılara bak!

Sorgulamadan sorumlu olan yaşlı kişi, "Neden hep dönüp de geriye bakıyorsun?" diye sormuştu.

Eddie, "Zaman zaman panzehire gereksiniyorum" diyerek yanıt vermişti.

"Neye karşı?"

"Sizin yüzlerinize karşı."


3
Taksi sürücüsü, Eddie'yi kentin merkezindeki bir mahallede bulunan Co-Op City adlı binanın önünde bırakırken aldığı dolgun bahşişe teşekkür edip arabasıyla oradan uzaklaştı. Genç adam bir süre orada fermuarlı çantası bir elinde, ceketi çengele asılmış gibi bir parmağıyla omuzunun üzerine atılmış durumda öteki elinde olmak üzere dikildi. Bu binada erkek kardeşiyle birlikte iki yatak odalı bir apartman katını paylaşmaktaydı. Şimdi Eddie baştan aşağı taştan yapılmış, katlan kibrit kutusu gibi zevksizce üst üste dizilmiş olan binaya bakıyordu.Binanın caddeye bakan yüzünde var olan aşırı sayıdaki pencere genç adama bir cezaevinin hücre düzenini anımsatıyordu. Kendisi binanın bu görünüşü için can sıkıcı derken öteki adam Roland binayı dıştan şaşırtıcı buluyordu.

Hiçbir zaman ve çocukken bile böylesine yüksek bir bina görmemiştim diye fikrini öne süren Roland oysa burada böyle pek çok bina var, diyordu.

Evet diyerek onaylayan Eddie düşündü: Bizler burada bir tepenin üzerindeki karınca yığınları gibi yaşıyoruz. Bu durum sana iyi gelebilir. Ama, fikrimi söyleyeyim, Roland. Zamanla durum insanda kanıksama yaratıyor. Hem de pek hızla oluşuyor bu kanıksama.

Peşlerindeki koyu renkli otomobil genç adamın yanından geçti, gitti. Pizza kamyoneti köşeyi dönüp yaklaştı. Eddie kamyoneti görünce katılaştı ve içindeki Roland'ın katılaştığını da duyumsadı. Olasılıkla Balazar'ın adamları kendisini havaya uçurmayı kararlaştırmışlardı.

Roland. Kapıyı ister misin? diye sordu. Kapıdan geçecek miyiz? Bunu ister misin? Genç adam, Roland'ın herhangi bir durum için hazır olduğunu duyumsadı. Oysa, adamın sesi pek sakın ve dingindi.

Henüz değil diyen Eddie ekledi. Yalnızca konuşmayı istiyor olabilir adamlar. Ancak biz hazır olalım...

Söylediğinin gereksiz olduğunu duyumsayan genç adam, Roland'ın en derin uyku durumunda bile kendisinin en uyanık halinden daha etkin biçimde harekete geçmek üzere hazır olduğunu sezinliyordu.

Yanlarında gülen çocuk resmi bulunan pizza kamyoneti yaklaştı. Sürücüsünün karşı tarafındaki cam indirildi ve Eddie oturduğu binanın önünde ayakta durarak camdan dışarı çıkacak bir insan suratıyla ya da tabancayla karşılaşmayı bekledi.


4
Roland'ın Eddie'yi ikinci kez bırakıp gidişi, gümrük memurlarının genç adamı sonunda havalimanı yönetim binasında salıvermelerinden beş dakika sonra gerçekleşmişti.

Silahşor yeterli olmasa bile bir şeyler yemişti. Adam şimdi bir de içeceğe ama bunların ikisinden daha çok ilaca gereksiniyordu. Roland'ın gerçekten muhtaç olduğu ilaç konusunda Eddie ona henüz yardım edememişti. Hiç değilse basit bir aspirin Ronald'ın ateşini düşürebilirdi.

Genç adam havalimanının ana terminal binasındaki mağazanın önünde duraladı.

Senin geldiğin yerde aspirin var mıydı? diye sordu.

Adını hiç duymamıştım. Bir büyü mü yoksa ilaç mı?

Her ikisi de, sanırım.

Eddie mağazaya girdi ve Ronald için çabuk etki yapacak aspirin türü olan Ekstra Etkin Anacin'den bir kutu satın aldı. Oradan alaminüt yemeklerin satıldığı lokantaya geçip bir çift uzun sosis ile aile boyu şişede Pepsi aldı. Sosislerin üzerine hardal ve ketçap dökmek üzereydi ki (Henry burada olsa böyle uzun sosislere Godzila sosisi derdi), birdenbire bu yiyeceklerin kendisi için olmadığını anımsadı. Tüm bildiği. Roland'ın hardal ve ketçaptan hoşlanmayabileceğiydi. Bildiği kadarıyla, Silahşor bir etyemez olabilirdi. Üstelik o pislikler zaten ağır yaralı olan adamı öldürebilirdi.

Genç adam, İyi ama şimdi her şey için çok geç diye düşündü. Roland konuştuğunda ya da harekete geçtiğinde Eddie adamın bütün söyledikleri ve yaptıklarının gerçeğe uyduğunu görüyordu. Roland geriye çekilip sessizleşince, durum kendisi için sersemletici bir duyumsama ve bir düş gibi oluyordu. (Bu öyle olağandışı bir düş haline geliyordu ki, Eddie Delta 901 numaralı uçuşu yapan uçak Kennedy havaalanına doğru alçalırken Roland'ın yanına dönmesi için pek ısrarlı olmuştu.)

Roland genç adama yiyecekleri kendi dünyasına götürebileceğini söylemiş, Eddie uykudayken bir kez bunu yaptığını anlatmıştı. Genç adam bunun inanılması olanaksız bir davranış olduğunu söylemiş ancak Silahşor söylediklerinin gerçekliği konusunda ona güvence vermişti.

İyi. Gene de pek dikkatli olmalıyız diyen Eddie şöyle düşünmüştü: İki gümrük görevlisi beni gözetliyor. Hayır, bizi gözetliyor. Ben kaçakçı olsam da olmasam da gözetleyecekler.

Dikkatli olmamız gerektiğini ben de biliyorum diyen Roland geri dönmüştü. Seni gözetleyen gümrük görevlileri iki değil, beş kişi. Ansızın Eddie yaşamındaki en tuhaf hissi duyumsamıştı. Gözlerini hareket ettirmiyor ama gözleri kendiliğinden deviniyordu. onları harekete geçiren Roland'dı.

Bu sırada, kaslarını sergilemek üzere her yanı açık fanila giyen genç bir adam yakınındaki bir kulübede telefon ediyordu.

Yakınındaki sıraya oturmuş genç bir kadın el çantasında bir şeyler aranıyordu.

Ameliyatla kısmen düzeltilmiş tavşan dudağının dışında pek yakışıklı bir zenci genç biraz önce Eddie'nin çıktığı mağazanın vitrinindeki tişörtlere bakıyordu.

Bu kişilerin davranışlarında tuhaflık bulunmuyordu. Gene de Eddie onları bir çocuğun bulmacasındaki bir kez görülünce artık görünmemesi olanaksız hale gelen gizlenmiş hayaller gibi hemen tanıyıvermişti. Bir an yanaklarında can sıkıcı bir yanmayı duyumsadı. Çünkü, kendisinin hemen görmesi gereken şeyi öteki adam göstermişti. Başlangıçta kendisi çevresinde dolanan yalnızca iki gümrük görevlisini saptamıştı. Oysa, bu üç kişi kuşkulanılması daha olası kişilerdi. Telefonda konuşan gencin bakışları boş değildi. Konuştuğu kişiyi hayal etmiyor aslında göz ucuyla Eddie'nin bulunduğu yana bakıyordu. Çantasını karıştıran kadın bir türlü aradığını bulamıyor sonunda çantayı karıştırmayı bırakıp Eddie'ye doğru dönüp bakıyordu. Ve zengin genç, vitrindeki her bir gömleğe belki de bir düzine kez baktıktan sonra gözlerini çevirip bir de Eddie'yi yokluyordu.

Birdenbire Eddie kendisini, ağabeyi Henry elini tutmadan caddede karşıdan karşıya geçemediği beş yaşındaki günlerindeki gibi duyumsadı.

Roland, Boşver dedi. Yiyecekler için üzülme. Ben canlı böcekleri bile yemek zorunda kaldım. Öyle ki, onlardan bazısı gırtlağımdan aşağı koşuşuyordu sanki.

Eddie, Evet diye yanıtladı. Ama, burası New York kenti.

Sonra sosisleri ve içecek şişesini tezgahın en uzak ucuna götürüp arkası terminalin kalabalığına dönük durumda ayakta durdu. Sol köşeye doğru baktı. Oradaki dışbükey ayna yüksek tansiyonlu bir kişinin gözü gibi çıkıntı yapıyordu. Genç adam tüm peşindekileri bu ayna sayesinde görebiliyor ama onlar yiyecek ve içeceği görecek kadar yakında bulunmuyorlardı. Ve bu çok iyiydi. Çünkü Eddie'nin de neler olacağına ilişkin en ufak bir fikri yoktu.

Astin'i etin üzerine koy. Sonra her şeyi ellerinde tut.

Astin değil, aspirin.

İyi. Ona hangi adı istersen verebilirsin...Eddie, sen benim dediklerimi yap.

Genç adam, Anacin marka aspirin kutusunu cebinden çıkardı ve sosislerin üzerine koydu. Ansızın Roland'ın kutuyu tek başına açmayı beceremeyeceğini düşündü.

Özel kapaklı kutuyu açtı. Kağıt peçetenin üzerine kutudan üç aspirin hapı düşürdü. Durum yargılaması yaptı ve sonra üç aspirin daha düşürdü.

Şimdi üç, daha sonra üç tane daha ilaç alırsın diye içinden geçirdi. Eğer daha sonrası varsa, kuşkusuz...

Tamam, teşekkür ederim.

Şimdi ne yapmamı istersin?

Onların hepsini elinde tut.

Eddie dönüp bir kez daha dışbükey aynaya baktı. Gümrükçülerden ikisi kayıtsız tavırlarla alüminüt yemeklerin hazırlandığı tezgaha doğru yürüyorlardı. Olasılıkla Eddie'nin kendilerine arkasını dönüp oturmasından hoşlanmamış. Belki de bu işte bir bityeniği var diye durumu daha yakından görmeyi istemişlerdi. Eğer bir şey olacaksa yakın bulunup atik davranmak akılcı olacaktı.

Genç adam sosislerin sıcaklığını ve pepsinin serinliğini avuçlarında duyumsayarak ellerini bunların üzerine bastırdı. Bu görünüşüyle çocuklarına alüminüt yiyecekler götürmeye hazırlanan bir babayı andırıyordu.... Ve sonra yiyeceklerle içecekler erimeye başladılar.

Gözleri irileşen Eddie sabit bakışlarla tüm yiyecek ve içeceklerle bakıyor, henüz sandviçlerin arasındaki sosis ve şişedeki Pepsi'yi görebiliyordu. Ancak, bütün bu şeyler şimdi hayal meyal görülmeye başlamıştı.

Sonra, uzun sosisli sandviçlerle Pepsi Kola'nın arasından tezgahın kırmızı formikası görünmeye başladı. Elleri şimdi de yiyecek ve içeceklere dokunuyor ama bunların eline karşı direnci giderek daha daha azalıyordu... Ve sonunda elleri birbirlerine yaklaşıp avuç avuca geldiler. Ve yiyecekler... Kağıt mendiller... Pepsi Kola... altı Anacin hapı .... ellerinin arasındaki her şey yok olup gitti.

Duyularını yitirmiş gibi olan Eddie, İsa peygamber yerinden kalktı, kemanı çalıp mucizeyi oluşturdu diye düşündü. Hemen dışbükey aynaya göz attı.

Aynen aklından Roland'ın gidişi gibi... kapı da gitmişti.

Eddie, Ye, içtenlikle ye diye düşündü. Ancak kendini Roland diye tanıtan bu tuhaf yaratık onun arkadaşı mıydı? Durum henüz kanıtlanmış değildi, yoksa kanıtlanmış mıydı? Evet adam Eddie'nin poposunu (!) kurtarmıştı, bu doğruydu. Ama bunun anlamı, Roland'ın izciler gibi her an hazır olacağı değildi.

Her ne olursa olsun, genç adam Roland'dan hoşlanıyordu. Ondan korkuyor... ama, aynı zamanda ondan hoşlanıyordu.

Zamanla onu ağabeyi Henry gibi seveceğini de düşünüyordu.

İyi ye yabancı diye içinden geçirdi. İyi ye ve canlı kal... Sonra geri gel.

Tezgahın üzerinde yakınında daha önceki müşterinin bırakmış olduğu hardal lekeli kağıt mendiller duruyordu. Eddie onları avucunda sıkarak kağıt top yapıp kapının yanında duran çöp sepetine fırlattı. Ve sanki son lokmasıymış gibi ağzındaki havayı çiğnedi. Daha sonra, zenci izleyicisi arkasından geçerken geğirir gibi ses çıkarmayı bile becerdi.

Adama dönüp, "Vitrinde, beğendiğin bir tişört bulamadın mı?" diye sordu.

Amerikan Havayollarının uçaklarının varış çizelgesini incelermiş gibi yapan kara derili adam dönüp, "Pardon, ne dediniz anlayamadım?" diye sordu.

"Ben senin LÜTFEN BENİ BESLE, BEN BİR ABD KAMU GÖREVLİSİYİM diyen kişiyi aradığını sanmıştım" diyen Eddie gülümseyerek yürüdü.

Merdivenlere yaklaşırken deminden beri sürekli çantasını karıştıran kadının el çantasını kapatıp hemen ayağa kalktığını gördü.

Oh çocuğum, bu Macy büyük mağazasının Şükran Günü geçit resmi gibi bir şey olacak.

Gün, lanet olası ilginç bir gün olarak geçmişti ve Eddie henüz bugünün sona ermediğini düşünüyordu.
5
Roland, ıstakoza benzer korkunç yaratıkların dalgaların içinden çıktıklarını görünce (aslında bu hayvanların gelgit dalgalarıyla ilgisi yoktu. Yalnızca karanlıkta sudan kumsala çıkıyorlardı bedenini bulup parçalayarak yememeleri için Eddie Dean'i yalnız bırakıp harekete geçmişti.

Silahşor acı çekmeyi beklemiş ve buna hazırlanmıştı. Acıyla o denli uzun süredir birlikte yaşamıştı ki neredeyse onunla arkadaş olmuştu. Ancak, şu anda ateşinin yükselişi ve gücünün azalışıyla birlikte bedenindeki acının artışına şaşırıyordu. Eğer daha önce ölme durumuna girmemişse bile şimdi bu durumda olduğuna emindi. Hükümlü'nün dünyasında bu durumu önlemeye yeterli güçte bir şey var mıydı? Belki vardı. Ama kendisi gücü sonraki altı ya da sekiz saat içinde almazsa, sonra alsa da bir yararı olmayacağını düşünüyordu. Eğer kötü koşullar aşırı derecede ilerlemişse dünyadaki hiçbir ilaç ya da büyü kendisine yararlı olmayacaktı.

Kendisi için yürümek olanaksızdı. Yerde sürünmek zorunda kalacaktı.

Tam harekete geçmek üzereydi ki, gözleri kumun üzerinde karmakarışık durumdaki bant yığını ile şeytan tozu torbalarına takıldı. Eğer onları burada bırakırsa ıstakoza benzer yaratıklar kuşkusuz torbaları yırtıp açacaklardı. Denizden eser rüzgâr tozu dört bir yana savuracaktı. Silahşor asık suratla, O tozların ait oldukları yer aslında orası diye düşündü. Ama, buna izin veremezdi.. Zamanı gelince tozu ortaya çıkaramadığı için Eddie Dean'in başı büyük çapta belaya girecekti. Balazar türünden kişilere blöf yapmak pek zordu. Adam parasını ödediği malı görmek isteyecekti ve bu gerçekleşinceye değin, Eddie'nin üzerine küçük bir ordu silahlarını yöneltmiş bulunacaktı.

Silahşor yapışkan bantlardan oluşan salkımı çekip bir ucundan boynuna astı ve kumsalın yüksekçe bölümüne doğru sürünmeye başladı.

Yirmi metre kadar ilerleyip kendisini yeterince uzakta ve güvencede duyumsarken ansızın korkunç (ve aynı ölçüde ruhani bir sezinlemeyle kapı girişini geride bıraktığını düşündü. Tanrı adına, o kapıdan ne için geçecekti ki?

Başını geriye çevirdi ve kapıyı kumsalda çok ötede değil, yalnızca bir metre kadar ardında gördü. Bir an için kapıya sabit bakışlarla bakmakla kalmayıp daha önceden bildiği bir şeyi yeniden sezinledi: Eğer bedeninin aşırı ateşi değilse bu, sorgulamacıların sonu gelmez; Neredeydin? Onu nasıl yaptın? Neden yaptın? Ne zaman yaptın? gibi sorularını Eddie'ye yöneltmelerine benziyordu (ve bunlar dalgalar ve yerde sürünme sesleriyle birlikte gelen Dad-a-çok? Dad-a-çam? Did-e-çik? sorularına karışıyordu.)Bütün bunlar insanı delirticiydi.

Şimdi nereye gidersem gideyim, ben de hükümlü gibi bu şeytan tozunu yanımda götüreceğim diye düşündü. Kesinlikle kurtulamayacağımız bir lanet gibi her gittiğimiz yere paketleri de beraberimize alacağız.

Bütün bunlar... ve bir şey daha o denli soruya yer bırakmaksızın doğru olarak duyum sanıyordu ki....

Eğer Hükümlü ile aralarındaki kapı kapalı kalmalı ise, sonsuzluğa değin kapalı kalmalıydı.

Roland asık suratla düşündü: Ve böyle olduğunda, Hükümlü hu tarafta, benimle birlikte kalmalı.

Şimdi Karaları Giyinmiş Adam kafasının içinde, Ne kadar erdem örneğisin sen, Silahşor! diyerek kahkahalarla gülüyordu. Adam, Roland'ın kafasının içinde sürekli yaşar gibiydi. Sen o oğlanı öldürdün. O, senin beni yakalamanı sağlayan kurbandı. Ve sanırım, dünyalar arasındaki kapıyı oluşturuyordu. Simdi sen teker teker olmak üzere üçü çizmek ve onları senin için yapmadıklarından ötürü suçlamak istiyorsun: Yaşam boyu yabancı bir dünyada olmak onları, yabanıl dünyada yaşamaya alışkın hayvanların bir hayvanat bahçesi kafesinde kalıp da ölüşleri gibi, kolayca öldürecektir diyordu.

Roland yabanıl bir şekilde düşündü: Kule. Ben bir kuleye gittim ve orada yapmam gerekeni yaptım. Niyetlendiğim temel düzeltme ve kurtarma hareketimi böylece yapmış oluyordum. Ve belki de onlar...

Ancak Karalar Giyinmiş, ölmüş ama Silahşor’un lekeli vicdanında yaşamakta olan Adam'ın yüksek sesle çınlayan kahkahası onun böyle düşünmesini yarıda kesiyordu.

Gene de geçmişindeki ihanetle ilgili olarak aklına gelen bu düşünceler Roland'ı yolundan çevirmeyecekti.

Yerde sürünerek on metre kadar daha ilerlemeyi başardı, dönüp geriye baktı ve kumun üzerinde sürünen en büyük canavarların bile gelgit hattından altı, yedi metreden fazla uzaklaşmaya cesaret edemediklerini gördü. Kendisi daha şimdiden bunun üç katı uzaklığa varmıştı.

Şu halde iyi.

Karalar Giyinmiş Adam neşeli bir sesle yanıtladı: Hiçbir şey iyi değil ve sen bunu biliyorsun.

Silahşor, Sesini kes! diye düşündü. Ve sesin kesildiğini şaşırarak sezinledi.

Şeytan tozu torbalarını iki kayanın arasındaki bir yarığa itip üzerini avuçlar dolusu otla örttü. Bunu yaptıktan sonra biraz dinlendi. Başı, içinde kaynar su varmış gibi zonkluyor, derisi bir sıcak bir soğuk havada kalmış gibi yanıp üşüyordu. Sonra yuvarlanıp kapı girişinden öteki dünyaya geçerken bedenindeki ölümcül rahatsızlığı bir süre arkasında bırakıyordu.


6
Silahşor ikinci kez kendisine döndüğünde, öyle uykulu bir bedene dönmüştü ki, bir an için koma durumuna girdiğini düşündü.... Bedensel işlevleri öyle düşük düzeye inmişti ki, neredeyse bilincinin bir karanlığa doğru kaymaya başladığını duyumsayacaktı.

Oysa Roland bunun yerine bedeninin zorlayarak, kendi kendisine yumruklar atarak ve döverek bedenini içine düştüğü bu karanlık mağaradan çıkarmaya çalışıyordu. Böylece kalbinin vuruşunu hızlandırmış, sinirlerini tenindeki cızırdatan acıyı benimsemeye zorlamış ve etini acılı gerçeğe hazırlamıştı.

Şimdi gece olmuş ve yıldızlar görünmüştü. Eddie'nin kendisine getirdiği sandviçler çevrenin serinliği içinde tek ılık şeydi.

Canı yemek yemeyi istemiyordu ama ne olursa olsun sandviçleri yiyecekti. Bununla birlikte, önce....

Elindeki beyaz haplara baktı. Eddie onlara Astin demişti. Hayır, bu ad doğru değildi. Oysa Roland, Hükümlü'nün söylediği adı doğru telaffuz edemiyordu. Her neyse bunlar buraya gelmiş ilaçlardı. Öteki dünyanın ilaçlarıydı.

Bir kez daha asık suratla düşündü: Senin dünyanın bir şeyi bana yararlı olacaksa, bu örneğe ilaçların sandviçlerden daha uygundur, Hükümlü.

Şu anda denemek zorundaydı. Aslında gereksindiği ilaç bu değildi (ya da Eddie böyle düşünmüştü) ama bunlar şu anda ateşini düşebilirdi.

Şimdi üç, daha sonra üç tane ilaç alırsın Eğer daha sonrası varsa, kuşkusuz.

Üç hapı ağzına koydu ve sonra örtüyü örttü. (Bu ne kağıttı ne de cam. Ama her ikisine de benziyordu. Aslında Pepsi Kola şişesiyle verilen kağıt fincandı.) Ve Silahşor, Pepsi'yi bunun içine döküp ilacın üstüne içerek ilacı örtmüş, midesine göndermeye başlamıştı.

İçtiği ilk yudum onu öyle şaşırttı ki, bir an kayaya dayanmış yatar durumda kalakaldı. O anda yanından birisi geçse, irileşmiş ve bakışları sabitleşmiş gözlerinin yıldızları yansıttığını görünce doğallıkla onu ölüymüş gibi düşünebilirdi. Silahşor daha sonra fincanı iki eliyle tutarak açgözlü tavırlarla içindekini yudumladı. Kendisini içme eylemine öylesine vermişti ki, artık kopuk parmaklarının yerindeki zonklayan acıya pek dikkat bile edemiyordu.

Tatlı! Tanrı'lar, bu öylesine tatlı ki! Öylesine tatlı ki! Öylesine....

İçeceğin içindeki küçük, düz bir buz parçası boğazına takıldı....Öksürdü, göğsüne yumruk vurdu ve buz parçasını çıkardı. Şu anda kafasının içinde yeni bir ağrı vardı: Bu, çok soğuk bir sıvıyı pek hızla içmekten oluşan saydam bir ağrıydı.

Şimdi olduğu yerde hareketsiz yatıyor, kalbinin kaçak bir makine gibi vurduğunu ve bedenindeki yeni bir enerjinin patlayacak gibi hızla dolaştığını duyumsuyordu. Ne yaptığını düşünmeden gömleğinden bir parça kumaş daha yırttı (bu gidişle gömleği yalnızca boynunun çevresinden sarkan küçük bir kumaş olarak kalacaktı.) Ve kumaşı bacağının üzerine yaydı. İçeceği bitince kalan buzları bu kumaş parçası üzerine dökerek bir çıkın yapacak ve buz çıkınını yaralı elinin üzerine koyacaktı, ama, şu anda aklı başka yerdeydi.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə