Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə10/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   33
9
Andolini gibi, Enrico Balazar da Eddie Dean'ın Federal ajanlar için çalıştığını yalnızca düşünmüyor, tıpkı Andolini gibi bunu kesin olarak biliyordu.

Balazar'ın ban boştu. Kapısına YALNIZCA BU GECE İÇİN KAPALI yazısı asılmıştı. Bürosunda oturan Balazar, Jack Andolini ile Col Vincent'in Dean adlı oğlanla birlikte gelmelerini bekliyordu. İki kişisel koruyucusu olan Claudio Andolini (Jack'ın erkek kardeşi) ve 'Cimi Dretto kendisiyle birlikteydiler. Koruyucular, Balazar'ın geniş çalışma masasının solundaki kanepede oturuyor, patronlarının oluşturduğu büyük yapıyı büyülenmiş gibi seyrediyorlardı. Büronun kapısı açıktı. Kapının dışında kısa bir koridor vardı. Koridor sağa doğru barın arka tarafına ve ilerde, makarnalı yemeklerin hazırlandığı küçük mutfağa doğru uzanıyordu. Koridorun solunda muhasebecinin bürosu ile barın deposu bulunuyordu. Muhasebecinin bürosundaki üç "kibar bay" (adamlar, çevrede böyle tanınıyorlardı) şimdi Henry Dean ile saçma bir izleme oyunu oynuyorlardı.

"Tamam" diyen George Biondi sözünü şöyle sürdürüyordu; "İşte sana kolay bir soru, Henry. Henry? Burada mısın, Henry? Yere in Henry. Dünya insanları sana gereksiniyorlar. İçeri gel, Henry. Bir kez daha sesleniyorum: İçeri gel, Henry. Bir kez daha sesleniyorum: İçeri gel, Henry..."

"Buradayım, buradayım" diye yanıt veren Henry'nin sesi, sözcükleri ağzından kaydırır gibi cansız çıkıyordu. Şimdi de uyuduğu halde kendisini beş dakika daha rahat bırakması için karısına uyanık olduğunu söyleyen bir koca gibi konuşmuştu.

"Tamam. Bu kez soru türü Sanat ve Eğlence dalından. Soru şu.... Henry? Lanet olası kafanı öne devirip durma!"

Henry yakınır gibi bağırdı, "Eğmiyorum kafamı!"

"Tamam. Soru şu: William Peter Blatty'nin başkent Washington'un banliyölerinde geçen ve konusu genç bir kıza şeytanın sahip oluşuyla ilgili olan ünlü romanının adı nedir?"

"Johny Cash."

Triks Postino, "Hey Tanrı'm!" diye söylendi, "Sen her soruya bu yanıtı veriyorsun!" Johnny Cash, her lanet olası soruya bu yanıtı veriyorsun!"

"Johny Cash her şeydir" diye konuşan Henry pek ciddiydi. Bir an için uyuşturucu düşkünü adamın duyumsadığı şaşkınlık açık seçik ortaya çıkmıştı... Daha sonra yüksek sesli kahkahalar yalnızca üç kibar bayın bulunduğu bürodan değil, Balazar'ın yanındaki koruyuculardan da yükseldi.

Ancak gülmesini hemen kesen 'Cimi sordu, "Kapıyı kapatmamı ister misiniz, Bay Balazar?"

"Hayır, her şey yolunda" diyen Balazar ikinci kuşaktan Sicilyalıydı. Oysa, aksanında ne yabancılık ne de öğrenimini sokaklarda tamamlamış bir kişinin İngilizce'si işitiliyordu. Bu işlerde çalışan pek çok çağdaşının tersine Balazar liseyi bitirmişti. Aslında, dahasını da yapmış ve New York Üniversitesinde iki yıl Ticaret Fakültesi'ne devam etmişti. İş yöntemlerine benzer şekilde sesi de sakin ve kültürlü bir Amerikalı gibi çıkıyor, bu da Jack Andolini'nin fiziksel görünüşü gibi aldatıcı oluyordu. Balazar'ın temiz ve aksansız Amerikalı konuşmasını işitenler başlangıçta şaşırıyor, sanki karnından iyi konuşan bir vantriloğu dinliyormuş gibi oluyorlardı. Aslında Balazar herhangi sıradan düzeyde beyin sahibi bir kişinin erdemli oluşundan daha çok doğru yerde ve doğru zamanda bulunuşuyla başarılı olarak ortaya çıkan bir çiftçi, bir meyhaneci ya da ikinci derecede bir Mafia üyesini akla getiriyordu. Bir önceki kuşağın "Bıyık Pete" diye adlandıracakları kişilere benzemekteydi. Çiftçiler gibi giyinen şişman bir adamdı. Bu akşam yakası açık, beyaz, sade bir gömlek (kollarının altında yayılan leke izleri bulunuyordu) ile kabarık kumaştan gri renkli bir pantolon giyinmişti. Çorapsız ayaklarındaki kahverengi mokasen pabuçları o denli eskiydi ki, ayakkabıdan çok terliğe benziyorlardı. Adamın ayak bileklerinde mavi ve mor renkli varisli damarlar görünüyordu.

'Cimi ile Claudio şimdi büyülenmiş gibi onu seyrediyorlardı.

Eskiden Balazar'a Kaya anlamına gelen // Roche derlerdi. Şimdi de çok eski arkadaşları onu aynı adla çağırıyordu. Enrico Balazar diğer işadamlarının not defterlerini koyduğu yere, çalışma masasının sağ köşesine her zaman üç deste iskambil kâğıdı koyardı. Ancak bu kâğıtlarla kumar ya da oyun oynamazdı.

İskambillerle yapı yapardı.

İki iskambil kartını alıp birbirlerine bir kenarlarından dayayarak orta çizgisi olmayan bir A harfi oluştururdu, sonra böyle bir A şekli daha yapardı. İki A'nın üzerine bir tek kart koyarak evin çatısını oluşturuyordu. Daha sonra birçok A harfi yapar ve çalışma masasının üzerini kağıttan evlerle dolana değin bunu sürdürdü. Eğilip baksanız bunların üçgen bal peteklerine benzediğini görürdünüz. 'Cimi bu evlerin yıkıldığım yüzlerce kez görmüştü. (Claudio da zaman zaman bu olayı görürdü ama çok daha az görmüştü çünkü 'Cimi'den otuz yaş gençti. 'Cimi emekliye ayrılıp karısıyla birlikte çekileceği ve tüm zamanını bahçesine ayıracağı Kuzey New Jersey'deki küçük çiftliğin hayalini kuruyordu... Orada 'Cimi kaynanasından değil ama karısından daha uzun yaşamayı umut ediyordu. Çünkü uzun yıllar önce kaynanasından daha uzun yaşama umudunu bırakmıştı. Babası her zaman İngilizce'ye şöyle çevrilebilecek bir söz söylerdi: "Tanrı her gün ensenize işer ama sizi yalnızca bir kez boğar." 'Cimi, babasının Tanrı için çok iyi bir kişi olduğunu söylediğinden tümüyle emin olamadan, bu iki kadından hiç değilse birinden daha uzun yaşayacağını umut ediyordu.)

Ancak 'Cimi, Bay Balazar'ın kağıttan evleri sinir bozukluğuyla bilerek bozduğunu birkaç kez görmüştü. Çoğu kez yandaki odada birisinin kapıyı hızla çekerek ve gümbürterek kapaması ya da bardaki otomatik, parayla çalışan pikabın tiz sesinin pek yüksek sesle açılması yüzünden Balazar'ın ('Cimi onu Chester Gould'un komik karikatür dizilerindeki gibi Patron anlamına gelen Da Boss adıyla adlandırırdı) saatlerini harcayarak kurduğu görkemli yapıları kendisinin yıktığı olmuştu. Bir seferinde ('Cimi bu öyküyü her tanıdığı kişiyi içermek üzere belki de beş bin kez anlatmıştı) Da Boss kağıttan yıkıntıya bakıp, "Görüyor musun 'Cimi?" demiş ve eklemişti, "Yoldaki kazada ölen çocuğu için Tanrı'ya lanet okuyan her anne; fabrikadan kovulup işsiz kalan ve gene lanetler okuyan her baba; acılar çekmek üzere doğmuş her çocuk için yanıt budur. Yaşamlarımız benim kurduğum evler gibidir. Bazen bir nedenle, bazen hiçbir neden olmaksızın yıkılırlar."

Carlo 'Cimi Dretto insanlık koşullarına ilişkin bu sözleri yaşamında duyduğu en derin ifadeler olarak düşünürdü.

Balazar'ın yaptığı bu tür kâğıt evlerin bir kez asap bozukluğuna neden olacak şekilde yıkılışı on iki, belki de on dört yıl önce olmuştu. O gün, bir adam gelip içki alemiyle ilgili olarak Balazar'a sorular sormuştu. Adamın hiçbir iyi niteliği ve tavırları bulunmuyordu. Yılda bir kez banyo yaparmış gibi pek pis kokmaktaydı. Adam, saldırgandı. Uyuşturucu değil ama çok miktarda içki almıştı. İçkinin de neden olduğu saldırganlıkla Da Boss'un çalışma masasına kadar gelişi sanki bir şaka gibiydi. Sarhoş adam, Balazar'a "Bir dilek tut!" diye bağırmış, Da Boss onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Ve sonra, kızıl dalgalı saçlı ve yüzü de veremliler kadar beyaz olan sarhoş adam, küçük bir çocuğun doğum günü pastasındaki mumları üfleyerek söndürüşü gibi eğilmiş ve Da Boss'un masasına olanca gücüyle yumruk atmıştı. Bunun üzerine Balazar'ın kurduğu evler yıkılmış iskambil kâğıtları her tarafa saçılmıştı. Bay Balazar çalışma masasının sol üst gözünü çekip sarhoşun kafasına bir kez ateş etmişti. O anda Bay Balazar'ın yüz ifadesi hiç değişmemişti.

'Cimi ile dört yıl kadar önce bir kalp krizi sonucu ölen Truman Alexander vurulan sarhoşu Conneticut eyaletinde Sedonville kentinin varoşlarındaki bir çiftliğin kümesinin altına gömdükten sonra Balazar 'Cimi'ye, "Böyle şeyleri insanlar yapar, Tanrı onları yıkar. Tamam mı, köylü arkadaş?" demişti.

"Evet, Bay Balazar" diyen 'Cimi patronunu onaylamıştı.

Balazar da başını eğip onaylamış, duruma memnun olmuştu. Sonra sormuştu, "Dediğim gibi yaptınız mı? Adamı tavukların ve ördeklerin üzerine pisleyeceği bir yere gömdünüz mü?"

"Evet."

"Pek iyi olmuş!" diyen Balazar çalışma masasının sağ üst gözünden yepyeni bir iskambil destesi çıkarmıştı.


10
Balazar, sorgulamada her şeyin nasıl geçmesi gerektiğini biliyordu.

Federal ajanlar Eddie'den kuşkulanmışlardı. (Belki de başlangıçta Eddie'yi bu işe göndermek hataydı. Olasılıkla kendi içgüdüleri Balazar'ı yanıltmıştı. Eddie kendisine işe öyle uygun, öylesine kusursuz görünmüştü ki... Balazar'ın amcası, onun işinde amcası için çalıştığı günlerde bir gün her kuralın bir ayrıcalığı olabileceğini ama bu işte ayrıcalık olmayacağını söyler ve kuralı şöyle söylerdi: "Hiçbir zaman uyuşturucu kullanan birisine güvenme." Amcası böyle konuştuğunda Balazar yanıt verememişti. Çünkü, on beş yaşındaki bir çocuk konuşamaz yalnızca kendisine söyleneni benimserdi. Oysa o gün özel olarak en doğru kuralların bile bir ayrıcalığı olabileceğini düşünmüştü.)

Balazar düşündü: Eğer amcan Tio Verone yaşamış olsaydı sana güler ve şöyle derdi: Rico, sen her zaman kendi yararın söz konusu olduğunda pek kurnazsın. Oyunun kurallarını biliyorsun. Ağzını gereksiz yere açmıyorsun. Ama gözlerinde kibirli, kendini beğenmiş bakışlar bulunuyor. Her zaman ne denli kurnaz olduğunu biliyor ve sonunda bildiğin gibi kendi kazdığın gurur çukuruna düşüyorsun.

Bir A şekli daha yaptı ve üzerine enlemesine bir kart koydu.

Adamlar, Eddie'yi içeri almış, bir süre orada tutmuş ve sonra salıvermişlerdi.

Balazar da, Eddie'nin ağabeyi Henry'i tutuklamış ve saklamıştı. Bu da, genç adamı buraya getirmeye yeterli olacaktı...Ve kendisi, genç adamı görmek istiyordu.

Eddie'yi görmek istiyordu. Çünkü o, sorgulamada yalnızca iki saat kalmıştı ve bu yanlış bir durumdu.

Üstelik genç adamı 43.Cadde'de değil de Kennedy havalimanında sorgulamışlardı. Bu da pek yanlış bir durumdu. Anladın mı, Eddie'nin kokainin çoğunu ya da tamamını kurtardığı demek oluyordu.

Acaba kurtarabilmiş miydi?

Balazar düşünüyor, durumu merak ediyordu.

Eddie'nin ağabeyi Henry fazla uyuşturucu almak yüzündeni hayalete dönmüştü. Oysa Eddie şimdi de zeki, kurnaz ve dayanıklıydı. Eğer ağabeyine benzemiyorsa iki saatte pes etmezdi.

Bu çocukta çelik bir yan vardı.

Ama, gene da onu neden 43. Cadde'ye getirmemişlerdi? Neden peşinden Posta Yönetimininkine benzeyen tek farkı arka kısmında telsiz anteninin ızgaraları bulunan bir gümrük kamyoneti göndermemişlerdi? Yoksa Eddie gerçekten mallara bir şey mi yapmıştı? Onları kurtarmış mıydı? Saklamış mıydı?

Uçakta malları saklamak olanaksızdı.

Onları kurtarmak olanaksızdı.

Kuşkusuz belirli cezaevlerinden kaçmak, bazı bankaları soymak ya da cezadan kurtulmak olanaksızdı. Gerçi bunları yaparılar olmuştu. Sözgelişi, Henry Houdini deli gömleğinden, kilitli kamyonlardan ve lanet olası bankaların kilitli mahzenlerinden kurtulmuştu. Ama Eddie, hokkabaz Houdini değildi.

Yoksa onun gibi miydi?

Balazar, Henry'i evinde öldürebilir, Eddie'yi Doğu Long Island caddelerinde silahla taratabilir ya da daha iyisi genç adamın işini evinde bitirebilirdi. Polisler bu durumda, iki uyuşturucu düşkününün ağabey kardeş olduklarını unutarak umutsuz durumda birbirlerini öldürmüş olduklarını düşünebilirdi. Ancak bu durumda pek çok soru yanıtsız kalacaktı.

Kendisi yanıtları burada alacak, geleceğe hazırlanacak ya da merakında doyuma ulaştıktan sonra aldığı yanıtlara göre iki adamı da burada öldürecekti.

Aldığı birkaç yanıt ile iki uyuşturucu düşkünü daha az olacaktı. Biraz kazanç ve büyük bir zarar demek oluyordu bu.

Öteki odada adamları gene oyun oynuyorlardı. George Biondi, "Tamam, Henry" diyor ve ekliyordu, "Şimdi dikkatli ol. Çünkü bu seferki soru şaşırtmalı. Soru dalı, Coğrafya ve soru da şöyle: Kanguruların doğal yaşam içinde bulundukları tek anakara hangisidir?"

Suskun bir duraklama oldu.

Bunu Henry'nin, "Johnny Cash" yanıtı ve ardından kulakları sağır eden bir kahkaha seli izledi.

Sanki oda duvarları titrer gibi oldular.

'Cimi oturduğu yerde gerildi. Balazar'ın kartlardan yaptığı evinin (eğer Tanrı ya da evreni O'nun adına yöneten güçlü kişi isterse bu bir Kule olacaktı) yıkılmasını bekledi.

İskambil kâğıtları biraz titrediler. Biri düşse hepsi yıkılacaktı.

Balazar başını kaldırıp 'Cimi 'ye gülümseyerek "Köylü arkadaş" diye seslendi ve İtalyanca konuştu; "Tanrı iyidir, Tanrı kötüdür. Zamanlar çok daralmıştır. Ve sen büyük bir keleksin!"

'Cimi de gülümseyerek yanıtladı, "Evet bayım. Ben büyük bir keleğim. Ama ben senin emrindeki bir keleğim!"

"Sen kötü bir adam değilsin, kelek!" diyen Balazar ekledi, "Kötü olan Eddie Dean!" Sonra incelikle gülümsedi ve kartlardan oluşan kulesinin ikinci katını çıkmaya başladı.
11
Kamyonet, Balazar'ın Yeri'nin önüne yaklaşırken Col Vincent rastlantısal olarak Eddie'ye bakıyordu. Ve o anda olanaksıza bir şeyi gördü. Konuşmaya çalıştı ve kendisini konuşamaz durumda buldu. Dili sanki damağına yapışmıştı. Çıkarabildiği tek ses, engellenmiş bir homurdanma olabildi.

Vincent, genç adamın gözlerinin kahverenginden mavi renge dönüştüğünü görmüştü.


12
Bu kez Roland öne çıkmak için bilinçli bir karar vermemişti. Elinde silahla bir adam odaya dalınca düşünmeden oturduğu iskemleden fırlayan kişi gibi o da yerinden fırlamıştı.

Ateşli bir şekilde düşündü: Kule! İşte kule, Tanrı'm Gökteki Kule, Kule! Gökyüzündeki Kuleyi görüyorum! Kızıl hatlarla çizilmiş bir Kule! Cuthbert! Alan! Desmond! Kule! Ku...

Ancak bu kez Eddie'nin kendisine karşıt olarak değil; kendisiyle konuşmak ve umutsuzca bir şeyi açıklamak için çırpındığını duyumsadı.

Silahşor geriye çekildi. Umutsuzca dinliyor, evrendeki uzak bir kumsalda en büyük acıları ve en derin korkuları yaşayarak, bedeni seğirerek ve titreşerek Eddie'nin söylediklerini işitmeye çalışıyordu.


13
Eddie kendi kafasına... ve öteki kişinin kafasına doğru bağırıyordu: O bir tabela, yalnızca bir levha!...

O yalnızca bir tabela, neon lambalarından yapılmış bir şey. Düşündüğün Kule'nin ne olduğunu bilmiyorum. Ancak, burası bir bar. Balazar'ın Yeri. Adı, Eğri Kule. Adam, bu adı Pisa'daki kuleden almış! Şu da, Pisa'nın siktirici (!) eğri kulesini anımsatmak üzere yapılmış bir levha! Haydi rahatla! Onları karşı bir kez saldırma şansı elde edemeden öldürülmenizi istemezsin, sanırım?"

Pizza mı? diye yanıtlayan Silahşor kuşkuluydu. Bir kez daha tabelaya baktı.

Bir tabela ha? Evet, tamam. Şimdi görebiliyordu. Bu bir kule değil, işaret levhasıydı. Bir yana doğru eğikti ve pek çok eğik çizgi parçalarından oluşuyordu. Pek güzeldi ama hepsi bu kadardı. Roland şimdi bataklık kırmızısı ile dolu borularla yapılmış levhayı görebiliyordu. Levhanın bazı yerlerinde kırmızı renk soluklaşıyor, orada ışıklar titreşiyor ve vızıldamalar oluşuyordu.

Silahşor şu anda kule şeklini oluşturan boruların üzerindeki harfleri görebiliyordu. Bunlar büyük harflerdi. KULE yazısını okuyabiliyordu. Ve evet, EĞRİ yazısını da okuyordu. Gerçi baştaki üç harf iyice belirgindi ama son harfi belli belirsiz görülüyordu.

Evet, EĞRİ. Sorun yok. Bir levhayı görüyorsun. Bu da önemli bir şey değildir.

Silahşor, Evet, görüyorum, diye yanıtlarken Hükümlü'nün söylediklerine gerçekten inanıp inanmadığını merak ediyordu.

Şu halde rahat ol! Beni işitiyor musun! Rahat ol!

Roland, Yani serinkanlı mı olayım! diye sorarken her ikisi de Silahşor’un Eddie'nin kafasının içinde gülümsediğini duyumsuyordu.

Tamam, serinkanlı ol. İşleri benim çözümlememe izin ver!

İyi. Pekiyi, diyen Roland, Eddie'nin işleri çözümlemesine izin verecekti.

Bir süre için bu böyle olacaktı, kuşkusuz.


14

Sonunda Col Vincent dilini damağından kurtarmayı başarabildi ve "Jack" dedi. Sesi kaba tüylü bir halı gibi hışırtılı çıkmıştı.

Andolini arabanın motorunu susturdu ve rahatsız olmuş gibi ona baktı.

Col, "Gözleri" diyebildi.

"Ne olmuş gözlerine?"

Eddie de sordu, "Evet, gözlerime ne olmuş ki?"

Col bir kez daha genç adama baktı.

Güneş batmış, havada yalnızca günün küllerini bırakmıştı. Ama, gene de ortalıkta Col'un, Eddie'in gözlerinin yeniden kahverengileştiğini görmesine yetecek kadar ışık bulunuyordu.

Eğer bunlar göz değil de başka şey değilseler kuşkusuz...

Col'ün aklının bir bölümü, Onları gördüm diye direniyordu.

Ama. gerçekten görmüş müydü? Col Vincent yirmi dört yaşındaydı Oysa bunun yirmi bir yılında kimse onu güvenilir bir kişi olarak görmemişti. Bazen yararlı bir insandı. Hemen her zaman yumuşak başlı, söz dinleyen bir kişiydi... Kuşkusuz, tasma kayısı kısa tutulursa böyleydi. Güvenilir bir insan mıydı? Hayır. Sonunda yalnızca Col kendi kendine inanır hale gelmişti.

Söylediklerine inandıramayacağını bilerek, "Bir şey yok" diye mırıldandı.

Andolini, "Şu halde gidelim" dedi.

Pizza kamyonundan indiler. Andolini sağ taraflarında, Vincent sollarında olmak üzere Eddie ve Silahşor Eğri Kule'ye doğru yürüdüler.

BEŞİNCİ BÖLÜM
ELDEKİ İSKAMBİL KAĞITLARINI AÇIŞ VE

ÖLDÜREREK YOK EDİŞ


1
Bin dokuz yüz yirmili yıllarda Billie Holliday tarafından söylenen hüzünlü bir şarkıda bir gün gerçeğin keşfedileceği dile getirilerek şöyle deniliyordu: "Doktor bana dedi ki, Kızım bir an önce bunu bırakmalısın Çünkü bir bilet daha alırsan bu senin son yolculuğun olacaktır." Henry Dean'ın son roketi de, içinde erkek kardeşinin bulunduğu kamyonet Eğri Kule barının önündeki kaldırıma yanaşmadan beş dakika önce havalanmıştı

Muhasebecinin bürosunda, Henry'nin sağında oturan George Biondi (bu adam arkadaşları arasında "Büyük George" ve düşmanları arasında da "Koca Burun" diye anılırdı) uyuşturucu tutkunu adama sorular soruyordu. Henry oturduğu yerde başını öne eğiyor ve gözlerini baykuşlar gibi kırpıştırırken Tricks Postino, uzun zaman aşırı derecede uyuşturucu kullanma sonucu pas rengini almış ve kangrenin habercisi görünümdeki ele zarı koydu.

Tricks, "Sıra sende, Henry" diyince Henry zarın elinden düşmesine izin verdi.

Boşluğa doğru bakıp oyun oynamak için hiçbir niyet ortaya koymayınca Jimmy Haspio zarı ona doğru uzattı ve, "Şuna bak, Henry" diyerek ekledi, "Rüşvet almak üzere bir şansın daha var senin."

Anlamsız bir şekilde, "Reese'nin Parçaları" diyen Henry düş görüyormuş gibiydi. Sonra çevresine bakındı. Sanki uykudan uyanıyormuş gibi sordu: "Eddie nerede?"

Tricks onu yatıştırmak ister gibi konuştu, "Kardeşin biraz sonra burada olacak. Sen oyununu oyna."

"Bana bir iğne daha yapılmasına ne dersiniz?"

"Oyunu oyna, Henry"

"Tamam, tamam. Üzerime düşmeyi bırakın."

Kevin Blake Jimmy'e, "Adamın üzerine düşmeyin" dedi.

Jimmy, "Pekiyi. Üzerine düşmeyeceğim" diye yanıtladı.

George Biondi, "Hazır mısın, Henry?" derken dönüp arkadaşlarına abartılı bir şekilde göz kırpıyor ve Henry'nin çenesinin göğsüne düşüşünü ve sonra bir kez daha ağır ağır kalkışını gösteriyordu. (Bu ıslak bir kerestenin kendini bırakıp bir daha yüzeye çıkmamak üzere suların derinliğine gömülüşüne benzeyen bir hareketti.)

Henry, "Evet, hazırım. Getirin onu" dedi.

"Getirin onu!" diye mutlu bir sesle bağıran Jimmy Haspio oldu.

Tricks, "Sen getir o boktan (!) şeyi" diyerek onayladı ve hepsi birden kükrer gibi güldüler. (Öteki odada şimdi üçüncü kat düzeyinde olan Balazar'ın kartlardan oluşan yapısı bir kez daha titredi ama yıkılmadı.)

"Tamam. Dikkatle dinleyin" diyen George bir kez daha göz kıptı. Henry, Spor dalında olduğu halde George, Sanat ve Eğlence dalından bir soru soracağını bildirdi ve sordu: "Hangi popüler folk şarkıcısı 'Sue Adlı Oğlan', 'Folsom Cezaevi Şarkıları' ve diğer sayısız saçma sapan şarkıyı söylemiştir?"

Aslında yedi ile dokuz sayısını toplayabilen (bunu kendisine poker fişlerini verdiğinizde yapabilen) Kevin Blake ulur gibi güldü. Diziyle masanın ayağına çarptı ve az kalsın masayı deviriyordu.

Şimdi de elinde bir soru kartı varmış ve onu inceliyormuş gibi görünen George sözünü sürdürdü; "Bu popüler şarkıcı ayrıca Karalar Giyinen Adam diye tanınır. Şarkıcının ilk adı senin gidip işediğin (!) yerin adının ilk harfleriyle başlar."

Uzun süren beklenti dolu bir sessizlik oldu.

Sonunda Henry, "Walter Brennan" diyerek yanıtladı.

Gene kahkahalar yükseldi. Jimmy Haspio, Kevin Blake'i kolundan yakaladı. Kevin üst üste Jimmy'nin omuzuna yumruklar attı. Balazar'ın bürosunda çalışma masasının üzerindeki kağıttan kule bir kez daha titredi.

'Cimi seslendi, "Çocuklar sessiz olun! Da Boss bina kuruyor."

Adamlar hemen sustular.

"Doğru, Henry" diyen George ekledi, "Bunu doğru buldun, Henry. Zor bir soruydu ama başardın."

"Ben her zaman başarırım" diyen Henry konuşmasını şöyle sürdürdü, "Her zaman güç soruların altından kalkarım. Şimdi bir iğneye ne dersiniz?"

"İyi fikir" diye yanıtlayan George arka tarafındaki dolaptan bir Roi-Tan puro kutusu çıkardı. Kutunun içinden bir iğne aldı. İğneyi Henry'nin dirseğindeki yaralı damara batırdı. Ve böylece Henry'nin son roketi yola çıkmış oldu.


2
Pizza kamyonetinin dış kısmı eski püsküydü. Oysa., karoserindeki yolun pisliği ve püskürtme boyayla yazılan ek yazıların altında pek çok elektronik uzmanın bile görünce gıpta edeceği yüksek düzeyde teknik aygıtlar bulunuyordu. Balazar'ın birçok vesileyle dediği gibi: Piçlerle yarışmazsınız; eğer aygıtlarınız onlarınkine uymazsa onları yenemezsiniz. Kamyonette bulunanlar pahalı aygıtlardı ancak Balazar'ın adamlarının bir üstünlüğü bulunuyordu: Onlar, enflasyonla fiyatları iyice yükselmiş aygıtları çalarak ele geçiliyorlardı. ABD'nin doğu kıyısı boyunca gizli aygıtları bile ederinin çok altındaki fiyatlarla vermeğe istekli elektronik şirketi yetkilileri bulunuyordu. Bu uyuşturucu tutkunları (Andolini onlara Silisyum Vadisi Kokain Kelleri diyordu) teknik gereçleri gerçekten size doğru fırlatır gibi sunuyorlardı.

Kamyonetin gösterge tablosunun altında bir adet UHF polis radarı engelleyicisi, bir adet uzun menzil /yüksek frekans telsiz yayınları alıcısı, bir adet uzun menzil/yüksek frekans engelleyicisi, bir adet telsiz sinyaline yanıt veren telsiz verici yükselticisi (ki bu aygıt kamyoneti standart üçgen yöntemleriyle Connecticut, Harlem ve Montauk Sound'dan saptamaya çalışanları izleyecekti), bir adet telsiz telefon... ile Eddie kamyonetin indiği anda bardakileri uyarmak için Andolini'nin bastığı küçük, kırmızı renkte bir düğme bulunuyordu.

Balazar'ın bürosundaki iç haberleşme sistemi kısa bir zil sesi çıkardı.

"İşte geldiler" diyen Balazar buyurganca konuştu, "Claudio, onları içeri sen al. 'Cimi, sen herkese ortadan yol olmalarını söyle. Şu ana değin Eddie beni, seni ve Claudio'yu tanıdı. 'Cimi, sen de diğer kibar baylarla birlikte depoda bulunursun."

'Cimi sola, Claudio sağa doğru yürüdüler.

Balazar yaptığı yapıya sakin bir tavırla bir kat daha çıkmaya başladı.


3
Claudio barın kapısını açarken Eddie, Roland'a Bırak da bunu ben yöneteyim, dedi.

Olur diyerek karşılık veren Silahşor tetikte kalarak gerektiğinde hemen ortaya çıkmaya hazır durumda bekledi.

Anahtarlar takırdadı. Silahşor birtakım kokuları fark etti: Sağ tarafındaki Col Vincent'ten bayat bir ter kokusunun, soldaki Jack Andolini'den keskin neredeyse acı bir traş sonu kolonyasının kokusunun ve yarı karanlık yere girdiklerinde ekşi, acı bira kokusunun burnuna geldiğini duyumsamıştı.

Bunlar içinde kendisi için tek tanıdık koku, biranın kokusuydu. Girdikleri yer yarı yıkık bir salon değildi. Döşemesinde toz, toprak bulunmuyordu. Bir testere tezgahı bara dönüştürülmüş değildi. Silahşor’un bildiği yerler arasında bir tek Tull'daki Sheb'in Yeri burayı anımsatabilirdi. Her yanda kadehler tatlı tatlı pırıldıyorlardı. Burada kendisinin çocukluğundan beri gördüğünden çok daha fazla kadeh vardı. Bunun nedeni, kısmen asi Farson'un Güneyli ordusunu geri çektikçe ikmal yollarını kapaması ama daha çok dünyanın dönüşünü sürdürmesiydi. Büyük eylemde Farson bir neden değil, bir belirti olabilirdi.

Silahşor her tarafta, duvarlarda, camla kaplı barın üzerinde ve barın arkasındaki aynada yansımalar görüyordu. barın üst kısmında tersine çevrilerek asılmış çan şeklindeki kadehlerde bile minyatür yansımalar ışıyordu... Bu kadehler şenliklerin süsleri gibi görkemli ve kırılmaya hazır şeylerdi.

Barın bir köşesinde sürekli yükselen ve renkleri değişen yontu şeklinde bir ışık kaynağı bulunuyordu. Buradaki ışık altın renginden yeşile, yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya ve kırmızıdan yeniden altın rengine dönüyordu. Işık kaynağının karşısında büyük harflerle yazılmış ve Silahşor’un okuyabildiği ama anlamını çıkaramadığı bir sözcük yer alıyordu: ROCKOLA.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə