Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə18/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   33

Ve George gördüğü karabasandan haykırarak uyanmıştı. Birisinin belli belirsiz oda duvarını yumrukladığını anımsıyordu. Ama sonra genç adam banyoya seğirtmiş, yere diz çöküp gece geç saatte yediklerini küvete çıkarmıştı. Hindi yemeği bir özel sipariş gibi sıcak, dumanı üstünde ve hindi kokulu olarak geri gelmişti. George orada, diz çökmüş durumda küvete saçılmış yarı sindirilmiş hindi eti ve havuçlara bakarken aklında büyük harflerle kırmızı renkte yazılmış şu yazı ışıldıyordu:

YETER

Doğruydu. Yazı şöyleydi:



YETER

Bu kasaplık işinden ayrılacaktı. Cerrahi mesleğinden ayrılacaktı. Çünkü:

YETER YETERLİYDİ.

Bu işten ayrılacaktı. Çünkü çizgi film kahramanı Temel Reisin sloganı; DAYANABİLDİĞİM TÜMÜYLE BU KADAR VE ARTIK DAYANAMIYORUM şeklindeydi. Temel Reis tertemiz yağan yağmurlar kadar haklıydı.

Sonra George küveti yıkamış, yatağına dönmüş ve hemen uyumuştu. Uyandığında gene doktor olmayı istiyordu. Bundan emindi. Ve tüm staj programını, ivedi cankurtaran seferlerini, onlara Kan Kovası, ya da başka ne adı verirseniz, verin her şeyi bütün aklıyla onaylıyordu.

Şimdi de doktor olmayı istiyordu.

Dikiş işlerini yapacak bir kadını tanıyordu. Kadına kısıtlı bütçesinden özveride bulunup para ayırarak on dolar ödemiş ve eski elişi örneklerine benzer hazırlanmış bir yazıyı yazdırmıştı. Yazı şöyleydi:

BUNU ALABİLİRSEN, HER ŞEYİ ALABİLİRSİN. Evet, doğruydu. Metrodaki o karmaşık, kirli olay uçak kazasından dört hafta sonra gerçekleşmişti.


2
Julio, "O bayan, çok tuhaf bir kişi, biliyorsun" dedi.

George rahatlayıp içini çekerek soluklandı. Eğer Julio konuyu açmasa, George buna cesaret edemeyecekti. Kendisi, stajyer tıp öğrencisiydi ve bir gün acemi çaylak bir doktor olacaktı. Şimdi buna inanıyordu. Oysa, Julio bir veterinerdi ve siz bir Veterinerin önünde aptalca şeyler söylemeyi istemezdiniz. Çünkü söylediklerinizi duyunca Julio kahkahalarla gülecek ve, Cehennem olsun! Böyle pisliği ben binlerce kez gördüm, evlat. Sen kendine bir havlu bul ve kulaklarının arkasından sızan terleri kurula. Çünkü yüzüne doğru akıyorlar... diyebilecekti.

Oysa, belli ki Julio böyle olayları binlerce kez görmemişti ve bu iyiydi. Çünkü, George olay hakkında konuşmayı istiyordu.

Simdi rahatlayanın Julio olduğunu gören George şaşırdı ve birdenbire utandı. Bu ülkede Julio Estevez hiçbir zaman bir limuzin arabanın sürücüsü olmanın ötesine gidemeyecekti. Ama, kendisinin gösterdiğinden çok daha fazla yüreklilik gösteriyordu.

Julio cebinden bir paket Chesterfield sigarası çıkardı ve ağzının köşesine bir sigara yerleştirdikten sonra, "Sen başardın, doktor. Görevini yüzde yüz başardın" dedi.

George, "Bu şey seni öldürecek, adamım" diyerek yanıtladı. Başını öne eğip onaylayan Julio gene de paketi ona uzattı.

Seslerini çıkarmadan bir süre iki genç sigara içtiler. Julio'nun dediği gibi belki de arabadaki sağlık görevlileri artık bir kuyruk gibi George'u izliyordu... Belki de bu görevliler böyle güç durumlardan bıkmışlardı. Evet, olayda George ürkmüştü tamam. Ancak bunun alay edilecek bir yönü bulunmuyordu. Ama, o kadını görevlilerin değil kendisinin kurtardığını biliyordu. Bunu Julio da biliyor olmalıydı. Belki de, sürücü gerçekte kendisini bu yüzden beklemişti.

Olayda bir yaşlı zenci kadının yardımı olmuş, yaşlı kadının dışında metro istasyonundaki herkes olayı lanet olası bir filmi bir TV programını sözgelişi bir Peter Gunn dizisini izler gibi hareketsiz olarak seyrederken yalnızca beyaz bir çocuk polise telefon etmişti. Sonunda olay yerine gelen George Shavers (ürkmüş bir kedi olarak) yapabileceğinin en iyisiyle görevini başarmıştı.

Kadın, metro istasyonunda, bir zamanlar Duke Ellington adlı büyük müzikçinin yazdığı parçada saygıyla sözünü ettiği A-Treni'ni bekliyordu. Kadın, kot pantolon ile haki gömlek giyinmiş genç, güzel bir zenciydi. Kent dışındaki bir yere gitmek üzere ünlü A-Treni'ni bekliyordu.

Ve birisi onu trenin önüne itmişti.

George Shavers bunu yapan sümüklüböceğin polis tarafından yakalanıp yakalanamayacağını bilmiyordu. Bunu merak etmek görevi değildi. Genç adamın görevi, ünlü A-Treni'nin önüne itildiğinde çığlıklar atarak düşen kadındı. Kadının istasyondaki üçüncü hatta düşmemesi bir mucizeydi. Çünkü, oradan istasyonda durmayan en hızlı trenler geçerdi.

Genç kadın düştüğü hattın üzerinden sürünerek uzaklaşmaya çalışmış ama yeterli zamanı bulamamıştı. Ünlü A-Treni hatların üzerinde gıcırtı sesler, canhıraş feryatlar ve kıvılcımlar çıkararak geliyordu. Çünkü, makinist rayın üzerine düşen kadını görmüş, ancak hem kendisi hem de genç kadın için geç kalmıştı. Ünlü trenin çelik tekerlekleri kadının dizinden aşağısını biçmişti. Polislere telefon eden beyaz çocuğun dışında istasyondaki tüm kişiler George'a göre yalnızca penislerini (!) çeker ya da vaginalarını (!) bastırırken yaşlı zenci bir kadın ray zeminine atlamış, genç kadını biraz kımıldatıp kendi başındaki uzun ipek eşarbı çözerek zavallı kadının sağ kalçasına dolayıp bir turnike oluşturmakta kullanmıştı. (Daha sonra, belediye Başkam yaşlı kadına bir Cesaret Madalyası vermişti.) O sırada istasyonun bir köşesinde beyaz çocuk telefonda polise bir cankurtaran gönderilmesi için bağırıyor ve yaşlı zenci kadın oradaki kişilerden yardım isteyerek Tanrı Adına turnike yapacak bir şey vermelerini diliyordu. Sonunda işadamı görünüşünde yaşlıca beyaz bir bey kemerini çözüp vermiş ve yaşlı kadın ertesi gün New York'un Daily News gazetesinde başlık olacak şu sözü söylemişti: "Teşekkürler, Kardeş." Daha sonra yaşlı zenci kadın kemeri genç kadının sol bacağına takıp bir turnike de oraya yapmıştı.

Orada bulunan bir kişiden genç zenci kadının bayılmadan önce, "BU MAFİA DA KİM? ONU AVLAYACAK VE ÖLDÜRECEĞİM?" dediğini duyduğunu belirten sözleri George'un kulağına çalınmıştı.

Yaşlı zenci kadın, beyaz adamın kemerinde bacağı sıkacak yerde delikleri bulamamış, gene de ölümün asık suratını Julio, George ve sağlık görevlileri gelene kadar erteleyip kovabilmişti.

George çocukluğunda metro istasyonunda ünlü ya da ünsüz metro trenlerini beklerken annesinin asla geçmemesini tembih ettiği sarı çizgiyi anımsıyordu. Metro istasyonunun yağ ve yanan elektrikle oluşan o bayat kokusunu ve yanık kömür cürufunun ne denli sıcak olduğunu ray zeminine atladığı zaman genç adam duyumsamıştı. Burada sıcaklık bedenini kebap edecek kadar yüksekti. George, tutarsız bir biçimde şöyle düşündüğünü anımsıyordu: Eğer koluma bir tansiyon aygıtı koysalar, tansiyonum göstergenin en yüksek rakamını aşardı şu anda. Sonra sakinleşmiş, çantasını vermeleri için bağırmış, sağlık görevlilerinden biri çantayı siktir et (!) demiş, kendisi adamı azarlayınca görevliler George Shavers'i yaşamlarında ilk kez görmüş gibi çantayı ona uzatmışlardı.

Genç adam, kesik bacaklardaki birçok toplar ve atardamarı bağlayınca kadının kalbinin atmaya başladığını işitmişti. Daha sonra ona Digitalin enjekte etmiş ve kadının tüm kanı harekete geçmişti O anda polisler gelmişti. Biri, Kadını yukarı alalım mı, doktor? diye sormuş, George Henüz değil! demişti. Sonra genç zenci kadın sanki bir uyuşturucu düşkünü imiş ve uyuşturucuya o anda pek gereksinilmiş gibi bir iğne daha yapmıştı.

Sonra, kadını yukarı almaları için izin vermişti.

Sonra, görevliler kadını yukarı almışlardı.

Yolda kadın kendine gelmişti.

Daha sonra, kadının o tuhaf halleri başlamıştı.


3
Sağlık görevlileri kadını cankurtarana bindirirken George ona bir Demerol iğnesi daha yapmıştı. Arabada kadın zayıf bir sesle inlemeye ve titremeye başlamıştı. Genç tıp öğrencisi, hastahaneye varıncaya değin onu sakin tutacak desteği verdiğini biliyordu. Genç kadının Sisters Of Mercy Hastahanesi'ne gidene dek kendileriyle birlikte kalacağına George Shavers inanıyordu. Oraya varınca kadın emin ellerde olacaktı.

Ancak, hastahaneye altı sokak kala kadının göz kapakları titremeye başlamış, ağzından yüksek sesli bir yakınma sesi çıkmıştı.

Sağlık görevlilerinden biri, "Ona bir iğne daha yapabiliriz, doktor" demişti.

Doktor bir sağlık görevlisinin kendisine George ya da daha kötüsü Georgie demeyip ilk kez "doktor" dediğinin farkındaydı. Gene de, "Sen deli misin? Hastahaneye varırken ölüm ile fazla dozda uyuşturucu ile gelen ölüm arasındaki farkı biliyorum ben," demişti.

Bunun üzerine sağlık görevlisi sinip geriye çekilmişti.

George yaralı kadına bakmış; onun bakışlarının canlı ve çevresinden haberli olduğunu görmüştü.

Genç kadın, "Bana ne oldu?" demişti.

O anda George istasyondaki o kişinin yanındakine yaralı kadının söylediklerini (kendisini raya iten Mafia üyesini avlayıp öldüreceğini vb.) aktarışını anımsamıştı. Kadını trenin önüne iten beyaz bir adamdı. George dramatik durumları daha da dramatik olarak düşünüyordu. Yaralı zenci kadın kültür ve aydın bir insandı.

Ona, "Bir kaza geçirdin, yaralandın" demişti.

Kadının gözleri kayıp kapanmış ve George onun bir kez daha uyuyacağını düşünmüştü. Bu iyiydi. Bırak da bacaklarının kesildiğini ona bir başkası söylesin. Kötü haberi ona yılda 7.600 dolardan fazla kazanan biri versin. Kadının tansiyonunu ölçmek isteyen George ona doğru biraz yaklaşırken kadın bir kez daha gözlerini açmıştı. Zenci kadın gözlerini açınca, George Shavers kendisini farklı bir kadına bakarmış gibi duyumsamıştı.

"Siktirici (!) tren bacaklarımı doğradı. Onların gittiğini duyumsuyorum. Bu bir cankurtaran arabası değil mi?"

George kekeleyerek "E-e-evet" diyebilmişti. Ansızın genç adam içecek bir şeye gereksinmişti. Bunun alkollü bir içki olması gerekmiyordu. Yalnızca sulu bir şey olsun, yeterdi. Gırtlağı kurumuştu. Aktör Spencer Tracy'nin "Doktor Jeykll ve Bay Hyde" filminin gerçek yaşamdaki uyarlamasını seyreder gibi olmuştu.

"Polisler o beyaz Mafia üyesini yakaladılar mı?"

"Hayır" diyen George düşünmüştü: İstasyondaki adam haklıymış. Lanet olsun! Adam duyduklarını söylediğinde haklıymış.

George, kendisinin yaralıya bakımında yanlış bir şey yaptığını umut eden sağlık görevlilerinin şimdi kadının konuşmaya başladığını görerek iyice sindiklerini belli belirsiz farkına varmıştı.

Kadın gene konuşmuştu: "İyi. Sonunda nasıl olsa onu salıvereceklerdi. Adamı ben yakalayacağım. O orospu çocuğunun penisini (!) ben keseceğim. Ona ne yapacağımı sana söyleyeyim! Sana söyleyeyim... Sana..."

Genç kadının gözleri titreşmiş ve George şöyle düşünmüştü: Evet, uyu. Lütfen uyu. Bana bunun için para ödemeyecekler ve ben senin durumunu anlayamam. Bize şok olayını anlattılar ama kimse şizofreniden söz etmedi.

Kadının gözleri yeniden açılmıştı. Bu kez birinci kadın oraya gelmişti.

"Ne tür bir kazaydı?" diye soran kadın eklemişti. "Ben, Göz'den çıkıp geldiğimi anımsıyorum."

George salakça sormuştu, "Göz mü? Ne gözü?"

Kadın hafifçe gülümsemişti. Bu, acı dolu bir gülümsemeydi. "Açıkgöz. Orası bir kafeteryadır" demişti.

"Oh, evet. Tamam."

İkinci kadın yaralı olsa da olmasa da George'u kendine karşı kirli ve biraz hasta gibi duyumsatıyordu. Oysa şu anki kadın, genç doktorun kendisine Kral Arthur dönemindeki şövalyeler gibi, sanki bir canavarın çenesindeki kadını kurtarmış gibi duyumsamasına neden oluyordu.

"Metro istasyonunun merdivenlerinden aşağı indiğimi de anımsıyorum. Ve sonra..."

"Birisi sizi trenin önüne itti..." Bu da salakça bir yanıt olmuştu. Ana ne yanlışı vardı? Evet aptalca bir yanıt olmuştu.

"Biri beni trenin önüne mi itti?"

"Evet"

"Bacaklarımı yitirdim mi?"



George yutkunmaya çalışmış ama yutkunamamıştı. Boğazında makineyi yağlayacak bir şey kalmamışa benziyordu.

Budalalar gibi, "Tamamını yitirmedin" diye yanıtlamış ve kadın gözlerini kapamıştı.

Genç adam, Haydi konuşmayı bırak da bayıl. Lütfen bayıl, diye düşünmüştü.

Kadının gözleri bir kez daha kızgınlıktan alevler saçarak açılmıştı. Bir elini havaya kaldırmış, beş parmağını açıp gererek havayı yarar gibi hareket ettirmiş, genç adamın yüzünün beş santim kadar yakınına getirmişti. Eğer daha da yakına getirse George şimdi Chesterfield sigarası içeceğine kendisi de yüzünü diktirmek üzere pansuman odasının yolunu tutacaktı.

Kadın, "SİZLER HİÇBİR ŞEY DEĞİL AMA BİR ÇİFT BEYAZ OROSPU ÇOCUĞUSUNUZ (!)" diye bağırmıştı. Yüzü canavarlarınkine benziyordu. Gözleri parlıyordu. Bu yüz normal bir insanınkine hiç benzemiyordu. "GÖRDÜĞÜM HER BEYAZ MAFİA ÜYESİNİ ÖLDÜRECEĞİM! ONLARI HEMEN HAKLAYACAĞIM! HAYALARINI (!) DİŞLERİMLE KOPARIP YÜZLERİNE TÜKÜRECEĞİM!"

Bu çılgınca bir konuşmaydı. Zenci kadın o anda insanüstü yaratıklara benzemişti. Böyle haykıran debelenen şey yarım saat önce metro istasyonunda rayların üzerinde hazırlıksız yapılan bir ameliyatı geçiren kişi olamazdı. Kadın, George'u tırnaklamak ister gibi uzanmış, sonra hareketini yinelemişti. Burnundan sümükler, ağzından salyalar akıyordu.

Sağlık görevlilerinden biri, "Sustur onu, Doktor!" diye bağırmıştı. Adamın yüzü sapsarıydı. "Tanrı aşkına onu sustur!" diyen görevli ilaç çantasına uzanmıştı.

George adamın elini itip, "Boş ver! Değmez!" demişti.

Sonra dönüp hastasına bakmış, öbür kadının sakin, kültürlü gözlerinin kendisine çevirmiş olduğunu görmüştü.

Genç kadın çay salonunda yapılanlara benzer konuşmaların dingin sesiyle, "Yaşayacak mıyım?" demişti.

George, Bu kadın, arada bir kayarak karakter değiştirdiğinden habersiz. Tümüyle habersiz diye düşünmüştü. İşte gene öteki kadın oldu.

"Ben.." diyerek söze başlamış, beyaz gömleğinin üzerinden hızla atan kalbini oğuşturmuş, kendi kendisine kontrol altına girmesi için komuta etmişti. Kadının yaşamını kurtarmıştı. Onun akılsal sorunlarına karışmak görevi değildi.

"Siz iyi misiniz?" diye sormuştu kadın. Ve yüzünde gerçek bir ilgi, hafif bir gülümseme vardı. Genç kadın da ona soru sormuştu.

"Evet, hanımefendi."

"Hangi soruma karşılık veriyorsunuz?"

Genç adam bir an anlayamamış, sonra kadının ne demek istediğini sezinlemişti. "Her iki sorunuza de evet" diyerek kadının elini tutmuş, hafifçe sıkıp onun parlak, aydınlık gözlerinin içine bakarak düşünmüştü: Bir erkek sana aşık olabilir. İşte o anda kadının eli bir pençe haline dönüşmüş, kadın gene ona, Beyaz Mafia üyesi, senin hayalarını (!) dişlerimle koparıp yüzüne tüküreceğim! gibi sözler etmeye başlamıştı.

George hemen çekilmiş ve kanayan eline bakarak tutarsıca düşünmüştü. Eline bir şey yapmalıydı. Çünkü bu kadın zehirliydi. Kadının kendisi zehirdi. Onun tarafından yaralanmak bir engerek ya da çıngıraklı yılan tarafından sokulmak gibi bir şeydi. Eli kanamıyordu. Ve yeniden hastaya bakınca öbür kadını, ilkini görmüştü.

"Lütfen" diye konuşan kadın sözünü şöyle sürdürmüştü, "Ölmek istemiyorum. Lütfen..." Sonunda kadın bayılmıştı. Böylesi iyi olmuştu. Evet, herkes için iyi olmuştu.


4
Julio, "Şu halde sen uzun uzun neyi düşünüyorsun?" diye sordu.

"Ligde kim şampiyon olur diye mi?" diyerek soruya soruyla yanıt veren George sigarasının izmaritini yere atıp mokasen papucuyla ezerek ekledi, "Bence, Beyaz Çoraplılar. Müşterek bahiste de onlara oynadım."

"Kadın hakkında ne düşünüyorsun?"

George alçak sesle konuştu, "Şizofrenili bir tip olabilir."

"Evet, onu biliyorum. Diyorum ki. Ona ne olacak"

"Bilmiyorum."

"Kadın yardıma muhtaç. Ona bu yardımı kim verecek?"

"Evet. Ben, daha şimdiden ona yardım etmiş durumdayım" diyen George sanki kızarmış gibi yüzünün yanmakta olduğunu duyumsadı.

Julio ona bakarak konuştu; "Eğer ona tüm gücünle yardım etmiş olsan, kadını orada ölmeye bırakırdın, doktor."

George bir an Julio'ya baktı. Ama, adamın gözlerinde gördüklerine dayanamayacağını sezinledi. Julio'nun bakışlarında bir kınama ya da üzüntünün belirtileri görülmüyordu.

Bu yüzden, George yürüyüp oradan uzaklaştı.

Gideceği yerler vardı.


5
Kazadan beri çoğu zaman kontrolü Odetta Holmes elinde tutmuştu. Ancak, Detta Walker giderek daha sık öne çıkıyordu. Detta'nın yapmaktan en çok hoşlandığı şey hırsızlıktı. Çaldığı eşyanın değersiz bir şey oluşu ve kısa süre sonra onu kaldırıp bir köşeye atışı kadın için önemli değildi.

Kadın için önemli olan, o eşyayı bulunduğu yerden almak, çalmaktı.

Silahşor, kadının başının içine Macy adlı büyük mağazada girdi ve kadın korku, dehşet ve öfke bileşimi duygular yumağı arasında kalarak bağırdı. O anda değersiz, taklit takıları el çantasına doldurmakta olan parmakları buz kestiler.

Kadın haykırmıştı. Çünkü Roland onun kafasının içine geldiğinde ve öne çıktığında kadın bir an öteki kadını duyumsamış ve sanki kafasının içinde bir kapı çarpılarak açılmış gibi olmuştu.

Ve kadın haykırmıştı. Çünkü, kendisini ele geçiren iğfal edici varlık beyaz bir insandı.

Kadın onu göremiyor ama beyazlığını duyumsuyordu.

Haykırışı duyan çevredeki kişiler çevrelerine bakındılar. Mağazanın o katından sorumlu olan görevli, tekerlikli sandalyede oturan zenci kadının el çantasını yarı açık tuttuğunu, çantaya doldurduğu taklit takıları tutan elinin donmuş gibi olduğunu on metre uzaklıkta bulunduğu yerden görmüş ve kadının el çantasının, içine koyduğu taklit takılardan üç katı değerde olduğunu fark etmişti.

Görevli, "Hey, Jimmy!" diye bağırdı ve Macy'nin özel dedektiflerinden biri olan Jimmy Halverson çevresine bakınıp neler olduğunu gördü. Ölüm kalım sorunuymuş gibi kadına doğru koştu. Koşmaktan kendini alamıyordu çünkü kentte on sekiz yıl polis memuru olarak çalışmış ve koşmak sanki onun içine işlemişti. Ancak, koşarken aynı zamanda bunun pis bir olay olduğunu düşünüyordu. Küçük çocuklar, sakatlar ve rahibeler her zaman pis olay yaratırdı. Öylelerini yakalamak bir sarhoşa vurmak gibiydi. Sonunda, yargıcın önünde biraz ağlar ve özgür kalırlardı. Yargıçları, sakatların da sürüngen olabileceğine inandırmak pek güçtü.

Gene de, Jimmy olanca gücüyle koşuyordu.
6
Roland kendisini bir an için, içine düştüğü nefret ve duygusal karmaşalardan oluşan yılanlarla dolu bir çukurdaymış gibi duyumsadı ve korkar gibi oldu... Sonra, kadının haykırışını duyup göbeği patates çuvalına benzeyen bir adamın kendilerine doğru koştuğunu, insanların dönüp baktıklarını gördü ve hemen olayın kontrolünü eline aldı. Birdenbire Silahşor kara elli bir kadın oluverdi. İçindeki tuhaf ikiliyi duyumsuyor ama şu anda bu konuda bir şey yapamıyordu.

Tekerlekli sandalyeyi çevirdi ve ileri doğru itmeye başladı. Simdi tezgahların arasındaki geçitte hızla ilerliyorlardı. İnsanlar geçidin iki yanına doğru çekilmişti. El çantası yere düşmüş, içindeki Detta'nın kimlikleri ve çalınan sahte takılar yerlere saçılmıştı. Koca göbekli adam, altın taklidi zincirlerin ve ruj tüplerinin üzerine basarak kaidesinin üzerine yuvarlanıverdi.


7
Yere düşün Halverson öfkeyle Pislik! diye düşündü ve bir an için eli spor ceketinin altındaki tabancalıkta bulunan .38'lik silahına gitti. Sonra, aklı başına geldi yeniden. Bu uyuşturucu iyi ya da silahlı soygun değil; tekerlekli sandalye ile dolaşan sakat bir kadının marifetiydi. Şu anda kadın sandalyesini işportacıların el arabalarını kaçırışı gibi koşturuyordu. Ancak, kadın gene de sakat bir insandı. Kendisi ona ne yapacak, ateş edip vuracak mıydı? Bu, pek muazzam bir jest olurdu, öyle değil mi? Ve kadın nereye kaçabilirdi ki? Katta, geçidin sonunda iki giysi prova odasından başka bir yer bulunmuyordu.

Dedektif ayağa kalktı, kendisini toparladı. Poposunu oğuşturdu. Ve şimdi daha yavaş koşmaya başladı.

Tekerlekli sandalyedeki kadın prova odalarından birine daldı. Kapı çarpılarak açıldığı gibi gürültüyle kapandı.

Jimmy düşündü: Şimdi seni yoklayacağım, orospu (!) Seni öyle korkutacağım ki, donuna kaçıracaksın (!) Beş tane yetim yavrun ya da kalan bir yıllık ömrün olsa bile aldırış etmeyeceğim. Oh yavru, seni inciteceğim! Oh yavru, senin tozunu atacağım!

Kat görevlisi ile birlikte kapının iki kanadını çarparak odaya girdiler. Ancak oda boştu.

Prova odasında zenci kadın yoktu.

Tekerlekli sandalye görünürde değildi.

Oda bomboştu.

Jimmy dönüp ürkmüş bakışlarla kat görevlisine baktı.

Kat görevlisi bağırdı, "Ötekine! Öbür odaya da bakalım!"

Jimmy Halverson yerinden kımıldayamadan kat görevlisi diğer odaya koştu. Orada bulunan bir kadın keten eteklik giyinmiş çıplak bedeninin üstünde yeni satın alacağı naylon bir sutyeni prova ediyordu. Ellerini göğüslerinin üzerine bastıran kadın pek beyazdı ve kesinlikle sakat değildi.

Kat görevlisi yüzüne kan kırmızısı rengin egemen olduğunu duyumsayarak, "Bağışlayın beni" diyebildi.

Keten eteklikli ve naylon sütyenli kadın, "Defol buradan sapık!" diye bağırdı.

"Evet, efendim" diyen kat görevlisi geri çekildi.

Macy'de her zaman müşteri haklıydı.

Dışarda kat görevlisi, Halverson'a baktı.

Jimmy de ona baktı.

Sonunda Halverson konuşabildi, "Bu pislik de ne? Kadın prova odasına girdi mi, girmedi mi?"

"Evet, girdi."

"Şu halde nerede?"

Kat görevlisi "Bilmiyorum" anlamında başını salladı ve sonra, "Haydi gidelim de, ortalığı toparlayalım" dedi.

"Karışıklığı sen düzelt" diyen Jimmy ekledi "Ben kendimi kıçı (!) dokuz yerinden çatlamış biri gibi duyumsuyorum. Sana doğrusunu söyleyeyim: Bu denli kabadayı geçinen biri olarak benim kafam iyice karıştı!"


8
Prova odasının kapısı ardında gümbürdeyerek kapandığı anda Silahşor tekerlekli sandalyeyi çeyrek tur yana doğru çevirip kapı girişine çevirdi. Bu, kendi dünyasına olan Kapı'nın girişiydi. Eğer, Eddie söylediğini yapmış olsa Kapı oradan gitmiş olacaktı.

Oysa, kapı açıktı. Roland, Gölgelerin Kadını'nı içeriye taşıdı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ODETTA ÖTEKİ TARAFTA
1
Aradan çok geçmeden Roland şöyle düşündü: Sakat olsun ya da olmasın, başka herhangi bir kadın bir alışveriş yerinin tezgahları arasında iş yaparken (bu işe isterseniz yalan dolan ya da soygun diyebilirsiniz) kafasının içine bir yabancı girse, diğer kişiler birbirinden yardım isterken yabancı onu itip götürse ve girmemesi gereken bir odaya soksa, sonra onu birdenbire başka bir dünyaya taşısa... İşte böyle koşullar altında herhangi bir kadın her şeyden önce "Ben neredeyim?" diye sorardı.

Oysa, bu soru yerine Odetta Holmes çok hoş sayılacak biçimde şöyle konuşmuştu, "O bıçakla tam olarak ne yapmak istiyorsun, genç adam?"


2
Roland yattığı yerden başını kaldırıp Eddie'ye baktı. Daha önce kendi torbasından aldığı bıçağı genç adam onun boğazına üç, beş santim uzaklıkta tutuyordu. Silahşor nereden edindiği bilinmez o benzersiz hızlı hareketleriyle davransa bile, Eddie bıçağı kullanmayı isterse, kesici aracın etkisinden kurtulması olanaksız bulunuyordu.

"Evet" diyen Roland ekledi, "Benim bıçağımla ne yapmayı planlıyorsun?"

"Bilmiyorum" derken Eddie kendinden iğrenmiş gibi konuşuyordu, "Oltayı kesecektim, sanırım. Ama, buraya balık tutmaya gelmiş birine pek benzemiyorum, değil mi?"

Genç adam elindeki bıçağı kadının sandalyesine ama biraz daha öteye doğru fırlattı. Bıçak, sapına kadar kuma saplandı.

Sonra, kadın başını çevirdi ve, "Merak ediyorum, lütfen beni nereye getirdiğinizi açıklar mı..." dedi.

Ve sözünü yarıda bırakıp sustu. Arkasında kimse bulunmadığım görene değin başını çevirmiş ve bu arada Merak ediyorum sözcüklerini kullanmıştı. Silahşor gerçek bir ilgiyle kadının konuşmasını dinliyordu. Çünkü kadının içinde bulunduğu koşullar onun yaşamının temel gerçekleriydi. Sözgelişi, birisi onun tekerlekli sandalyesini itmişse, arkasında birinin bulunması gerekirdi. Oysa şimdi, kadının arkasında kimse bulunmuyordu.

Gerçekten kadının arkasında hiç kimse yoktu.

Kadın kafasını çevirip Eddie'ye ve yerde yatan Silahşor'a baktı. Koyu renkli gözleri sorunlu, şaşırmış, korkmuş bakışlarla bakıyor ve kadın şimdi şöyle konuşmaya başlıyordu: "Ben neredeyim? Beni buraya kim itti, getirdi? Burada nasıl olabilirim? Nasıl böyle giyinmiş olabilirim? Çünkü, biraz önce evimde sabahlığımı giyinmiş olarak saat iki haberlerini seyrediyordum...

Ben kimim? Burası neresi? Sizler kimsiniz?"

Silahşor düşündü: Kadın "ben kimim? demişti. Baraj yıkılmış ve beklenen soru seli gelmişti. Ancak onun bir sorusu; "Ben kimim?" demesi hiç beklenmeyen bir şeydi. Sanırım, kadın bile bu sorusunu neden ya da ne zaman sorduğunu bilemezdi. Ancak kadın bu soruyu daha önce de sormuştu. Ve şimdi karşısındakilerin kim olduğunu sormadan önce "Ben kimim?" demişti.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə