Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə16/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   33

Odetta, Andrew'un gözlerini dikiz aynasında gördü ve adamın bakış şekline üzüldü. Bazen tutamadığımız tek şey idrarımız değildi.

"Olanlara üzgünüm, Bayan Holmes."

"Hayır" diyen Odetta şakaklarını bir kez daha oğuşturarak ekledi, "Üzgün olan benim. Bu, üç günlük bir deneme süresi oldu, Andrew."

"Öyle olacağını düşünmeliydim" diyen adam şoke olmuş yaşlı bir bakirenin sesiyle konuştu. Odetta böyle bir sesi duyunca gülmekten kendini alamadı. Oysa, benliğinin büyük bölümü gülmüyordu. Neyin içine girdiğini ve bunun ne denli kötü olacağını düşündü. Oraya gitmekle yanılmıştı.

Üç deneme günü. Eh, olayı ortaya koymanın bir yolu buydu. Başka bir yolu da, onun Mississippi eyaletinin Oxford kentindeki cehennemde üç günlük bir süre geçirdiğini söylemek olabilirdi. Oysa, söyleyemeyeceğimiz bazı şeyler de vardı. Söylemeden önce öleceğiniz şeyler... Aksi takdirde Yüce Tanrı'nın önüne çağrılıp orada ifade vererek onları söylemek zorunda kalırdınız.

"Eve gidip yıkanmak, yıkanmak , sürekli yıkanmak ve uyumak , uyumak ve uyumak istiyorum. Sonra, yağmurlar gibi temiz olduğunu düşüneceğim" dedi.

"Kuşkusuz, neden olmasın! Şimdi yapacağınız da yalnızca bu olacak!" diyen Andrew bazı şeyler için özür dilemeyi istedi. Az kalsın konuşacaktı. Ama, rizikoya girmeyi istemedi ve konuşmadı. Merkez Parkı'nın Güney köşesi ile Beşinci Bulvarı'nın kesiştiği yerdeki Viktorya mimarlık stilinde yapılmış gri renkli apartman bloğuna kadar alışılmamış şekilde sessiz yolculuk ettiler. Burası pek özel bir apartmanlar dizisiydi. Ve Odetta, evlerinin değeri çok ucuza düşecek diye apartman sakinlerini evlerini satmaya teşvik eden kişi rolünü oynuyor, lüks katlarda oturan kimselerin zorunlu olmadıkça kendisiyle konuşmayacaklarını biliyor ama, buna aldırış etmiyordu. Üstelik kendisi onların üzerindeydi ve onlar da kendisinin üzerlerinde olduğunu biliyorlardı. Birden çok vesileyle onlardan bazısının bir zamanlarda bu evlerde ahçı, uşak, şoför ya da hizmetçi gibi görevlerde siyah tenli kişilerin bulunduğunu ve şimdi bir zencinin de sürekli olarak burada yaşamakta olduğunu fark ederek sinirlendiklerini görmüştü. Odetta onları çok fazla kızdırdığını düşünerek kendi kendisine alçak olduğu, iyi Hıristiyanlar gibi davranmadığını düşünerek kaş çatıyor, kendini azarlıyordu. Aynı zamanda ithal malı değerli ipek külotuna işemiş (!) olduğu ve diğer pislik akışını da durduramadığı için kendi kendini suçluyordu. Bu, alçakça, Hıristiyanlık dışı ve aynı şekilde hiç değilse Hareket'i ilgilendirdiği kadarıyla amaca zarar veren bir olaydı. Gereksindikleri hakları kazanacaklar ve olasılıkla Başkan Johnson bu yıl parlamentoda Medeni Haklar Yasası'nı geçirmekle kalmayıp gerekirse yasayı zor kullanarak uygulatacaktı. Şu halde o konuda kötü etki ve incinmeleri en az düzeyine indirmek önemliydi. Yapılacak çok şey vardı. Nefret duyguları yaratmak, işlerin yapılmasına yararlı olmayacaktı. Aslında nefret, işleri engelleyecekti.

Ama, kimi zaman siz eskisi gibi nefret etmeyi sürdürürdünüz.

Oxford kenti Odetta'ya bunu öğretmişti.


2
Detta Walker'ın, Hareket ve benzeri az gösterişli taraklarda bezi bulunmuyordu. Detta, New York'un ünlü bohem semti Greenwich Village'da bir çatı katında, kuleye benzer yapıdaki bir dairede oturuyordu. Odetta'nın bu kuleden haberi yoktu. Detta da, Odetta'nın yaşadığı gösterişli evi bilmiyor. Ancak geriye tek kuşkusu olarak duruma pek uymayan şoför Andrew Feeny kalıyordu. Andrew sürücü olarak Odetta daha on dört yaşındayken ve Detta henüz doğmamışken, Odetta'nın babasının yaşında çalışmaya başlamıştı.

Kimi zaman Odetta ortadan yok oluyordu. Son kayboluşları saatlerle ya da günlerle ölçülecek boyuttaydı. Geçen yaz kadın üç hafta süreyle ortada görünmemiş ve bir gece kendisini telefonla aradığı ve ertesi gün arabayı saat onda getirmesini söylediği sırada Andrew polise başvurmayı düşünecek kadar meraklanmış bulunuyordu. Odetta bir parça alışveriş yapmayı planladığını sözlerine eklemişti.

Andrew'un dudakları o seferinde, Bayan Holmes, bunca zaman nerelerdeydin? demek üzere titremişti. Oysa, bu soruyu daha önce sormuş ve karşılık olarak şaşkın bakışlara (ama gerçekten şaşkınca bakışlara) muhatap olmuştu. Bu kez de Odetta yanıt olarak şunları söyleyebilirdi: Ama nasıl olur, Andrew? Ben buradaydım. Her gün sen beni iki, üç saat arabayla gezdiriyordun, öyle değil mi? Sen, kafanda birtakım gereksiz düşüncelerle tatsız biçimde duygusal olmaya başlıyorsun, değil mi? Sonra Odetta kendisini çok iyi duyumsuyormuş gibi Andrew'un yanağından bir makas alıp gülmeye başlayabilirdi. (Odetta yok oluşlarından sonra çoğu kez böyle neşeli oluyordu.)

O gün Andrew, "Pekiyi, Bayan Holmes. Öyle olsun. Saat onda" demişti.

Üç hafta süreyle yok olduğu o korkutucu gidişinden sonra Andrew telefonu yerine koyunca gözlerini kapamış ve Kutsal Meryem'e Bayan Holmes'i eve sağ salim gönderdiği için dua etmişti. Daha sonra binanın kapıcısına telefonu açıp şöyle konuşmuştu:

"Ne zaman geriye döndü?"

Kapıcı Howard, "Yirmi dakika kadar önce" demişti.

"Onu kim getirdi?"

"Görmedim. Sen, bunun nasıl olduğunu biliyorsun. Her seferinde farklı bir arabayla geliyor. Park'ın köşesinde bir sokak öteye park ediyorlar. Ve ben onları göremiyorum. Zili çalana değin geldiğini fark edemiyorum. Sonra başımı kaldırıyorum ki gelmiş" diyen Howard duraladı ve ekledi, "Her seferinde yanağında o kahrolası yara izi bulunuyor."

Howard haklıydı. Yara pek kahredici türdendi ve şimdi biraz iyileşmiş olabilirdi. Andrew, yara henüz taze iken onun neye benzediğini düşünmekten hoşlanmamıştı. Bayan Holmes ertesi gün saat tam onda ipekli, askıları makarna çubuklarına benzeyen omuzları açık bir elbiseyi giyinmiş olarak görünmüştü

(aylardan hazirandı.) Ve yüzündeki yara izi sararmaya başlamıştı. Kadın, yarasını örtmek üzere sanki çok fazla çaba harcarsa dikkatleri daha çok ortaya çekeceğini biliyormuş gibi baştan savma bir makyaj yapmıştı.

Andrew ona sormuştu, "Bu nasıl oldu, Bayan Holmes?" Odetta neşeyle gülerek konuşmuştu, "Sen beni tanır, ne denli beceriksiz olduğumu bilirsin, Andrew. Dün banyo küvetinden çıkarken elim kaydı. Çünkü haberleri dinlemek üzere acele ediyordum. Düştüm ve yüzümü çarptım." Eliyle yanağını yoklayıp sözlerini sürdürmüştü "Doktorlara ve muayenelere ilişkin saçmalamalarına başlamaya hazırsın, değil mi? Yanıt vermeye zahmet etme, bunca yıldan sonra seni kitap gibi okuyabiliyorum. Doktora gitmeyeceğim, bu yüzden sormaya zahmet etme. Pırıl pırıl bir boya kadar iyiyim. Yola devam edelim, Andrew! Gimbel'den alışveriş etmeye ve Dört Mevsim Lokantası'nda yemek yemeye niyetliyim."

"Evet, Bayan Holmes" diyen Andrew gülümsemişti. Bu, zoraki bir gülümsemeydi ve zorla gülümsemek de pek kolay değildi. Odetta'nınki, bir günlük değil, hiç değilse bir haftalık yaraydı...Ve kendisi olanları biliyordu, değil mi? Andrew geçen hafta her gece saat yedide onu aramıştı, çünkü o saatte Bayan Holmes'i evinde bulacağım biliyordu. O sıralarda Huntley-Brinkley raporu yayınlamıştı. Uyuşturucu düşkünlerine ilişkin bu rapor Andrew'un gözünü daha fazla korkutmuş, bir gece öncesi dışında her gece Bayan Holmes'i aramayı sürdürmüştü Bir gece ise, kapıcı Howard'a yalvarıp yaltaklanmış ve Odetta'nın katının anahtarını adamdan almıştı. İçindeki suçluluk duygusu giderek büyüyordu. Bayan Holmes daha önce betimlediği biçimde bir kazaya uğramış... ancak, bu kez koca bir kırıkla yaralanıp yere düşerek orada ölmüş olabilirdi. Kalbi şiddetle çarparak ve kendisini çapraz gerilmiş piyano tellerinin arasından geçen bir kedi gibi duyumsayarak eve girmişti. Ama, orada asap bozacak hiçbir şey bulunmuyordu. Mutfaktaki tezgahın üzerinde bir tereyağı kabı vardı. Kabın kapağı kapalı olmasına karşın, tereyağı orada uzun süre kalmış gibi erimiş durumdaydı. Andrew kata yediye on kala girmiş ve beş dakika süreyle orada kalmıştı Evdeki kısa araştırmada banyoya da göz atmıştı. Küvet kuru havlular pek düzgündüler. Banyoda bulunan pek çok tutamak kolu da üzerlerinde en ufak bir su lekesi olmaksızın pırıl pırıl parıldıyordu.

Andrew, Bayan Holmes'in anlattığı kazanın olmadığını biliyordu. Ama, kadının yalan söylediğine de inanamıyordu. Çünkü, Odetta kendi söylediklerine kendisi de inanmıştı.

Bir kez daha aynaya baktı ve Odetta'yı parmak uçlarıyla hafif hafif şakaklarını oğuştururken görür gibi oldu. Bundan pek hoşlanmadı, çünkü kadının yok oluşlarından önce bu hareketi yaptığını pek çok kez görmüştü.
3
Bayan Holmes oto kaloriferinin sıcaklığından yararlansın diye Andrew motoru çalışır durumda bırakarak arabanın bagajına gitti. Bagajdaki iki valize bir başka göz kırpışı nöbeti geçirerek baktı. Valizler sanki aklı küçük, bedeni iri; sinirli ve huysuz bir kişi tarafından acımasızca sağa sola fırlatılmış gibi iyice yıpranmıştı. Sanki Bayan Holmes'e karşı yapmaya cesaret edemedikleri davranışları valizlerine uygulamışlardı. Bu, yalnızca Bayan Holmes bir kadın olduğu için değil; küstah bir kuzeyli zenci olduğu, hiç gerekmediği halde işleri karıştırdığı ve böyle bir kadının kötü davranışlara değer olduğu düşünülerek yapılmıştı. Üstelik Bayan Holmes varlıklı bir zenciydi. Amerikan kamuoyunda Medgar Evers ya da Martin Luther King kadar tanınıyordu Varlıklı zenci yüzü Time dergisine bile kapak olmuştu. Holmes Diş Endüstrisi ile Güney'deki on iki şubesinin (bunlardan biri Oxford kentindeydi) tek varisi olan böyle bir kadını incitebilmek pek güçtü

İşte bu yüzden cesaret edip kadına yapamadıklarını valizlerine yapmışlardı.

Andrew, Odetta'nın Oxford kentinde karşılaştıklarını gösteren suskun belirtilere utanç, öfke ve sonunda kadına karşı duyduğu sempatiyle baktı. Atılıp, itilip kakılmayla valizlerin üzerinde oluşmuş darbe izleri şimdi kendisine daha şirin geliyordu. Geçici bir süre hareket edemeden valizlere baktı. Soluğu, buz gibi havaya buharlarla çıkıyordu.

Howard kendisine yardım etmek üzere geliyordu. Ancak, Andrew biraz duralamadan sonra valizlerin sapını tutmuştu bile. Siz kimsiniz? Kimi zaman nerelere gidiyorsunuz ve saatlerce, bazen günlerce süren yok oluşlarınızı kendinize sahte bir olaymış gibi anlatarak açıklarken bile güçlük duyduğunuz süre içinde neler yapıyorsunuz? diye sormayı düşündü. Howard yanına yaklaşmadan önce duruma pek uymayan bir şey daha aklına geldi: Bayan Holmes, sizin bedeninizin geri kalanı nerede?

Böyle düşünmeyi bırakmak istiyorsun. Çevrede bu tür düşünmeyi yapacak biri varsa o da bayan Holmes'tir. O bunları düşünmediğine göre, senin düşünmene de gerek bulunmuyor.

Andrew valizleri tutup bagajdan kaldırdı ve Howard'a uzanırken kapıcı alçak sesle sordu, "Odetta iyi mi?"

"Sanırım iyi" diyen Andrew da sesini iyice alçaltarak konuşuyordu, "Yalnızca yorgun. İliklerine kadar yorgun, sanıyorum."

Howard başını öne eğip onayladı, örselenmiş valizlere baktı ve içeri doğru yollandı. Yürürken bir an, yalnızca Odetta Holmes'i selamlamak için durakladı. Kadın, arabanın buğulanmış camlarının ardında neredeyse görülmez gibiydi.

Howard gidince Andrew bagajın altında duran paslanmaz çelikten yapılmış ve katlanmış bir eşyayı ortaya çıkardı, Ve katlarını açarak kurdu. Bu eşya, tekerlekli sandalye idi.

Beş buçuk yıl önce ki 19 ağustos 1959 tarihinden, gene ortadan yol olduğu, ne yaptığı o bilinmeyen gün ve saatlerinden birinden beri, Bayan Odetta Holmes'in ayakları dizinden aşağı kesiktiler.


4
Metro olayından önce Detta Walker birkaç kez bilinçli olmuştu. Bilinçli anları, birbirlerinin üzerinde her biri ötekinden yalıtılmış mercanadaları gibiydi. Ama aslında çoğu bir adalar denizinin su altında bulunan uzun belkemiğinin üzerine dizilmiş düğümler gibiydiler. Odetta, Detta'nın varlığından kuşkulanmıyor, Detta'nın da Odetta diye bir kişinin varlığından haberi bulunmuyordu... Oysa Detta, bir şeyin yanlış gittiğinden ve yaşamında lanet olası bir kişinin varlığından açık şekilde haberliydi. Odetta'nın hayal gücü, Detta onun bedenini taşımakla görevli olduğu zamanlarda olan tüm şeyleri bir roman haline çeviriyordu. Detta pek akıllı ve kurnaz biri değildi. Bazı şeyleri anımsayabildiğim düşünürdü, hiç değilse bazılarını. Ama çoğu kez anımsayamıyordu.

Detta, hiç değilse arada geçen boş sürelerden kısmen haberliydi.



Sözgelişi, porselen tabağı anımsayabiliyordu. Onu anımsayabiliyordu. O tabağı cebine sokuşunu ve aynı anda Mavili Kadın'ın durup kendisini gözetlemediğinden emin olmak üzere kadına baktığını anımsayabiliyordu. Bundan emin olmalıydı. Çünkü tabak Mavili Kadın'ındı. Detta belli belirsiz şekilde porselen tabağın pek özel bir şey olduğunu anımsayabiliyordu. Detta bu yüzden tabağı almıştı. Detta, tabağı bildiği bir yere götürmüştü.

(orayı nerden bildiğini anımsayamıyordu.) Orası Çizgici denilen alanda içinden dumanlar çıkan bir oyuktu. Çevresine çöpler saçılmıştı ve bir zamanlar Detta orada bir plastik bebeğin yandığını gömüştü. Detta tabağı dikkatle toprağın üzerine koyduğunu ve sonra onun üzerine bastığını; sonra, külotlu çorabını çıkarıp giysisinde biraz önce tabağı çıkardığı cebine koyduğunu anımsayabiliyordu. Daha sonra, sol elinin işaret parmağını Yaşlı Aptal Tanrı'nın ona ve tüm kızlarla kadınlara ortak olarak verdiği cinsel organının içine dikkatle sokmuştu. Ancak bu organda doğru bir yer olmalıydı. Çünkü o yerin kendisine verdiği sarsıntıyı anımsayabiliyor; oraya bastırmak istediğini, çıplakken cinsel organın ne denli tatlı olduğunu anımsıyordu. Ancak, siyah deri pabuçlarını porselen tabağa bastırana kadar parmağını organına bastırmamıştı. Sonra, ayağını Mavili Kadın'ın pek özel porselen tabağına bastırdığı gibi işaret parmağını da cinsel organına bastırmıştı. Detta, siyah deri pabucunun tabağın kenarındaki ince mavi çizgileri örtüşünü, eliyle ve ayağıyla yaptığı tatlı bastırışı anımsayabiliyordu. Tabak hafif bir çıt sesi çıkararak kırılırken aynı şekilde gevşek bir zevkin cinsel organından bağırsaklarına doğru ok gibi yükseldiğini, dudaklarından bir feryadın çıktığını anımsayabiliyordu. Sonra, ahmakça bakışlarla kırık tabağın parçalarına bakmış, cebindeki külotlu çorabı çıkararak ayaklarına geçirmişti. Çorapları iyiydi. Onları bacaklarına doğru çekişini, dizlerinin üzerinden kaydırışını, sol bacağında kabuğu düşmek üzere olan bir yaranın bulunduğunu anımsayabiliyordu. Kabuk düşünce yara yerinde bebeklerinkine benzeyen pembe renkli bir doku olacaktı. Bir hafta ya da bir gün önce değil de sanki bir dakika önce olmuş gibi, turuncu renkli parti giysilerinin etek çizgisinin iç çamaşırlarının bel çizgisine kadar kalktığını; pamuklu, beyaz külotlu çorabının kahverengi teniyle tam bir zıtlık oluşturduğunu açık seçik anımsayabiliyordu. Külotlu çorabı ve beyaz iç çamaşırları turuncu renkli giysisinin altında kalmışlardı. Külotlu çorabı aşağı düşmeyecekti: Çorabı şimdi de beyazdı ama naylondu. Bu kez külotu çorabının saydam, bir tarafından öbür tarafın görünen ince ve ucuz naylon çoraplardan olduğunu anımsayabiliyordu. Onları çıkarıp yeni model DeSoto modeli arabanın döşeme halısının üzerine bıraktığında çorapların ne kadar parıldadığını, ne denli beyaz ve ucuz türden olduklarını anımsayabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman ağır başlı görünümü olmayan ucuz, her zaman mağazaların indirimi; satışları içinde yer alacak ve her an tezgahların üzerine dökülmüş olarak satılacak türden çoraplardı. Kendisi de ucuzdu ve ucuz olmak iyiydi. Detta o yuvarlak porselen tabağın nasıl bir şey olduğunu düşünemiyor, bir genç adamın, yüzü şaşkınlıkla içinde kalmış sarhoş bir sınıf arkadaşı olan genç adamın Mavili Kadın'ın porselen tabağına benzeyen yuvarlak, beyaz yüzünü anımsayabiliyordu. Oğlanın yanaklarında bir kayış vardı ve bu kayış da Mavili Kadın'ın pek özel tabağının üzerindeki kayışın şekline çok benziyordu. Ama bu belki de kırmızı neon lambalarının pek cafcaflı oluşundandı. Kent dışındaki bir lokantanın yakınındaydılar. Karanlıkta lokantanın kırmızı neon lambasıyla oluşturulmuş işaret levhasından gelen ışık genç adamın yanaklarını aydınlatmıştı. Genç adam sürekli, Neden bunu yaptın? Neden bunu yaptın? Neden bunu yaptın? demiş ve sonra arabanın penceresinden başını çıkarıp kusmuştu. Detta, para atılarak çalıştırılan bir pikaptan yükselen Dodie Stevens'in sarımsı kahverengi pabuçlar, pembe bağcıklar, pembe kurdeleli büyük Panama şapkaya ilişkin şarkısını dinlemiş ve genç adamın kusuşunun çimento karıştırıcısının sesine benzediğini düşünmüştü. Ve genç adamın cinsel organı birkaç dakika önce kasıklarındaki püskül püskül kara kıllar içinde canlı bir ünlem işaretine benzerken şimdi zayıf bir soru işaretine dönüşmüştü. Detta, genç adamın kusmuklarının kaba çakıltaşları üzerine dökülüşünü, kusmasının duruşunu ve yeniden başlayışını duyduğunu anımsayabiliyordu. İyi, sanırım temeli daha yeterince iyi atamadı diye düşünüp gülmüş ve parmağını (bu kez parmağı uzun, güzel şekilli bir tırnakla donanmıştı) çıplak olan ama şimdi üçgen biçiminde uzamış kabarık kasık kıllarıyla hiç de çıplak görünmeden cinsel organının içine doğru bastırmıştı. Canı gene acıyordu ama şimdi bu iş ona zevk veriyordu. (Şimdi çok daha zevkli ve sonrasında acı duyumsamıyordu.) Daha sonra, genç adam körler gibi ona doğru gelip yakalamış, gücenik bir sesle, Lanet olası, zenci kadın cinsel organı! demişti. Detta gülmüş, kolayca adamın elinden kurtulup külotlu çorabını yerden kaparak arabanın kapısını açmış dışarı çıkmıştı. Mayıs ayının o karanlık gecesi içinde koşarken bir yandan bluzunu giymeye çalışıyor, bir yandan da erken açan hanımellerinin kokusunu ciğerlerine çekiyordu. Ucuz naylon külotlu çoraplarını giysisinin göğüs cebine değil, yeniyetme kızlarınki gibi türlü makyaj gereçleriyle doldurduğu el çantasına tıkıştırıyordu. Şimdi de koşuyordu. Lokantanın kırmızı renkli neon lambasından çevreye yayılan ışıklar buradan da görülüyordu. Detta o günlerde yirmi üç yaşına girmişti. Gene o günlerde, New York'un ünlü büyük mağazası Macy'nin Güzel Fikirler bölümündeki tezgahların üzerinde 1.99 dolara satılan naylon bir eşarbı aşırıp bunu da el çantasına koyarak yanında taşıyordu.

Naylon eşarp ucuzdu.

Naylon çorapları gibi.

Kendisi gibi.

Oysa, Detta'nın bedeninde barındırdığı kadın, milyonların tek varisiydi. Ama Detta bunu bilmiyordu. Bilse de kendisine yararı olmazdı. Çantasındaki eşarp da beyazdı ve çevresinde mavi renkli bir çizgi bulunuyordu.

Daha sonra bindiği takside giderken aynı zevk alma isteğine kapılmış sürücüyle ilgilenmeden bir elinde çantasından çıkardığı naylon eşarbı tutuyor, sabit bakışlarla ileriyi bakarken öbür elini tüvit kumaştan eteğinin altına sokup beyaz külotlu çorabının üst bandının arasından kaydırarak kara renkli uzun parmağıyla yaptığı acımasız tek hamleyle gereksindiği işi yapıyordu.

Detta bazen çıldırmış gibi olur ve orada değilken nereye gitmiş olduğunu düşünürdü. Ancak bu tür gereksinimleri çok ani gelir ve kadın ne yapması gerekiyorsa yalın biçimde onu yapardı.

Roland bunu anlayabilirdi.


5
Odetta, limuzin arabasını her yere götürebilirdi. Babasının yaşadığı daha 1959 yılında bile bu böyleydi. Babası 1962'de ölmüş ve bir fonda toplanan para yirmi birinci yaşgününde Odetta'nın emrine verilince kadın inanılmaz derecede zenginleşmişti. artık istediği şeyi yapabilirdi. Odetta tutucu gazete yazarlarının bir, iki yıl önce kendisine taktıkları "Limuzin Liberali" adına pek az önem vermişti. Her yerde görülmekten çekinmeyecek kadar gençti. Pek hoşlandığı soluk renkli kot pantolonları ve haki renkli gömlekleri giyinmenin ya da kullanılmış eski bir araba yerine otobüse ya da metroya binmenin toplumsal durumunu etkileyeceğine inanmayacak kadar gençti. (Ancak, o dönemde sürücüsünün kullandığı arabaya binmediği için Andrew'un güceneceğini göremeyecek kadar da içine dönüktü.) Bu türden davranışlarının bazen çok zengin olduğu gerçeğini örtebileceğim ya da hiç değilse kısmen gizleyeceğini düşünecek kadar da genç ve deneyimsizdi.

1959 yılının 19 ağustos gecesi Odetta böyle davranışlarını bacaklarının... ve aklının yarısı ile ödedi.


6
Odetta, bir gelgit dalgası gibi kabaran olayın içine önce çekilmiş sonunda oraya takılıp kalmıştı. 1957 yılında başta adı olmayan sonradan Hareket adı verilen olayın iyice içindeydi. Odetta'nın geçmişini, zenci kölelerin özgürleştirilmesi bildirisinden bu vana yapılan savaşımların tarihçesini biraz biliyordu. İlk zenci köleler, Amerika'ya (daha doğrusu, İngilizlerin suçlu ve borçlulardan kurtulmak üzere kurdukları sömürge olan Georgia'ya) gemiler dolusu olarak getirilmiş; ilk özgürlük hareketleri de Odetta'ya göre oraya yakın bir yerde, hep üç sözcükle başlamıştı. Bu sözcükler şunlardı: "Ben oraya geçmiyorum"

Özgürlük hareketinin başladığı yer, Alabama eyaletinde bir kent içi ulaşım aracı olan otobüsün içiydi. Ve üç sözcüğü söyleyen, Rosa Lee Parks adlı zenci kadındı. Kadıncağız otobüsün ön sıralarından birinde otururken kendisine arkada zencilere ayrılmış olan yere gitmesi söylenince bu sözleri diyerek yerinden kımıldamamıştı. Daha sonra Odetta da, Rosa Lee Parks!ı düşünerek hiç utanç duymadan "Bizler oraya geçmeyeceğiz" şarkısını söyleyecekti. Kollarını birbirlerine kenetleyen bir kalabalık içinde bizler demek kolay bir şeydi. Şarkı söylerken biz demek ve biz olmak kolaydı. Oysa, o yılların eski deri, puro ve sigara kokuları taşıyan ve belli yerlerinde LUCKY STRIKE SİGARALARI; TANRI AŞKINA SEÇTİĞİNİZ KİLİSENİN TOPLANTILARINA KATILIN; OVALTİNE İÇİNİZ NE DEMEK İSTEDİĞİMİZİ ANLARSINIZ ya da CHESTERFİELD MUHTEŞEM SİGARALARI sloganları taşıyan posterler yapıştırılmış bir otobüsün içinde, otobüs sürücüsü ile arka tarafta oturan zencilerin inanamaz bakışları karşısında beyaz yolcuların arasında oturup direnerek 'bizler' demek pek kolay bir şey değildi.

Bizler'e hayır.

Binlerce yürüyüşçüye hayır.

Ve böylece, Rosa Lee Parks tek başına söylediği üç sözcükle bir gelgit dalgasını başlatmıştı.

Odetta şöyle düşünüyordu: Ben öyle bir şeyi yapabilseydim (o denli yürekli olabilseydim), yaşamımın tüm geri kalan süresinde mutlu olurdum. Ama, o denli yüreklilik bende bulunmuyor.

Başlangıçta Odetta, Parks'ın yarattığı olaya ilişkin yazılarını fazla ilgilenmeden okumuştu. Oysa, ilgisi giderek arttı. Olayın akışına hayal gücünün ne zaman ve nerede kapıldığını söylemek güçtü. Ancak, genç kadın, Güney'de başlayan ve ırk ayırımına karşı çıkan olayların içinde bulmuştu kendini.

Bir yıl kadar sonra, neredeyse sürekli çıktığı genç adam onu New York'un ünlü Village semtine götürmeye başladı. Orada çalışan genç ve çoğu beyaz olan folk şarkıcıları repertuarlarına ürkütücü nitelikte şarkılar eklemişlerdi. Bu şarkılar ten renginiz yüzünden aşağılanmanın, işten atılmanın, cezaevine götürülmenin ve kırbaçlanmanın ne demek olduğunu anlatıyorlardı.

İşte o günlerden sonra Odetta kendi anne ile babasını, onların ebeveynlerini ve daha önceki atalarını merak etmeye başladı. Kökler adlı ünlü yapıtı kesinlikle okumamıştı. O kitap yayınlanmadan çok daha önceleri kendisi başka dünyalardaydı sanki. Kitapta Alex Haley'in yazdıklarına benzer şeyleri düşünmüştü. Ve atalarının beyaz insanlar tarafından zincirli köleler olarak yeni dünyaya getirilmiş olduklarını biliyordu.

Bu konuda tüm bildiklerini toparlayarak düşünen Odetta ortaya çıkan tutar karşısında şaşkınlığa düşmüştü. Annesi, Arkansas eyaletinde doğurduğu tek evladı olan kendisine , o kentin adı olan Odetta'yı ad olarak takmıştı. Babasının başlangıçta o küçük kentte diş hekimi olduğunu, yeni bir diş kaplama yöntemi bulup kendi adına ihtira beratı aldığını ve on yıl süreyle adını duyurmadan çalıştıktan sonra birdenbire bu buluşuyla zengin bir doktor haline geldiğini biliyordu. O sıralarda Odetta dünyaya gelmiş ve zenginleştikten sonraki dört yıl içinde babası özellikle ortodonti ve kozmetik alanlarında buluşlar yaparak büyük paralar kazanıp ailesiyle New York kentine taşınmış ve orada Holmes Diş Endüstrisi adım verdiği şirketini kurmuştu. Antibiyotikler alanında ünlü Squibb şirketi ne ise, diş hekimliği alanında Holmes de öyleydi.

Bütün o yıllar içinde (Odetta doğmadan önce ve New York'a taşınışlarına kadar olan sürede) yaşamlarının nasıl olduğunu sorsa, babası kendisini yanıtlayamayacaktı. Belki de bir şeyler söyleyecek ama kızına bir şey anlatmış olmayacaktı. Çünkü, babası ona bazı şeyleri anlatmayı istememişti. Bir seferinde annesi Alice (Odetta annesine Allie derdi), "Kızına o Ford arabayı kullandığın sırada, üstü kapalı köprüden geçerken adamların sana ateş ettiklerini anlat, Dan" demişti. Babası yasaklayan bakışlarla bakınca her zaman bir serçeye benzeyen annesi oturduğu koltukta büzülmüş ve bir kez daha ağzını açmamıştı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə