Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə24/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   33

Kumsal artık bir plaja hiç de benzemiyordu. Topraklar şimdi katı ve yüzeyi oldukça düzdü. Yağmurların ve sel sularının bol olduğu mevsimde çevredeki çoğu taş parçaları sürüklenip götürülmüştü. (Ancak, genç adam bu dünyaya geldiğinden beri bir damla yağmur yağmamış, birkaç kez hava bulutlanır gibi olmuşsa da sonra bulutlar dağılıp gitmişti.)

Saat dokuz buçuğa doğru Odetta bağırdı, "Dur Eddie, dur."

Genç adam öyle ansızın durdu ki, kadın öne kapaklanmamak için sandalyenin tutamaklarına sarılmak zorunda kaldı. Eddie hemen sandalyenin önüne koştu.

"Üzgünüm. İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim" diyen kadın Eddie'nin heyecandan şaşırışına üzüldüğünü görüyordu. "Oraya, yukarıya doğru bak! Bir şey görüyor musun?" dedi.

Genç adam elini gözlerine siper yaparak baktı ama bir şey göremedi. Gözlerini kısıp bir dakika düşündü... Evet, Odetta'nın gördüğü yalnızca ısınan topraktan yükselen titrek bir ışık olabilirdi.

"Sanmıyorum" diyerek gülümsedi, "Belki de senin dileğin bu..."

"Onu gördüğümü düşünüyorum" diyen kadın heyecanla gülümsüyordu. "Orada tek başına dikilmiş duruyordu! Kumsalın bittiği yerdeydi" diye ekledi.

Genç adam bir kez daha baktı. Gözlerini o denli kıstı ki, bir anda gözlerinin sulandığını duyumsadı. Bir an, o şeyi görür gibi olduğunu düşündü. Gülümseyerek düşündü: Eddie, sen yaptın, başardın! Odetta'nın dileğini gördün.

İnanmadığı halde, kadın inandığı için, "Olabilir!" diye söylendi.

"Haydi gidelim."

Eddie yeniden sandalyenin arkasına geçti. Bir dakika durup bedeninin aşağı kesiminde sürekli ağrımaya başlayan bir yeri oğuşturdu. Odetta dönüp ona baktı.

"Neyi bekliyorsun?" diye sordu.

"Gerçekten onu gördüğünü düşünüyorsun, öyle değil mi?"

"Evet!"


"Pekiyi, o halde gidelim."

Eddie bir kez daha sandalyeyi itmeye başladı.


8
Bir saat sonra kadının gördüğünü Eddie de gördü ve şöyle düşündü: Tanrı'm! Odetta'nın gözleri de, Roland'ınkiler kadar iyiler. Belki daha da iyiler.

İkisi de öğle yemeği yemek için mola vermek istemiyorlardı. Oysa, besine muhtaçtılar. Bir yerde durup ivedi yemek yiyerek gene yola koyuldular. Gelgit dalgaları yaklaşmaktaydı. Eddie. Batı yönünden gelecek olan dalgalara tedirginlikle baktı. Şimdi de kahverengi deniz yosunlarının artıklarıyla çizilmiş gelgit hattının dışında ve kara tarafındaydılar. Ancak, genç adam Kapı'ya vardıklarında bir taraflarında deniz, öte yanlarında yükselen tepelerle dar bir açının içine sıkışacaklarını düşünüyordu. Şimdi tepeleri daha açık seçik görebiliyordu. Görüntünün insanın gözüne hoş gelen bir yanı bulunmuyordu. Çevrede iri kayalar, köklerini toprağa doğru mafsal iltihabı eklemlerini taşır gibi oluşumlarla salan bodur ağaçlar ve dikenli çalılıklar vardı. Tepeler aslında pek eğimli değildiler ama gene de tekerlekli sandalye iten birisi için aşırı yokuştular. Eddie zorda kalırsa kadını kucağına alıp taşıyacaktı ama onu orada sandalyesiz bırakmayı istemiyordu.

Genç adam şimdi ilk kez böceklerin vızıltısını duyuyordu. Bunlar cırcırböceği vızıltısına benziyordu. Ancak daha yüksek perdeden seslerdi. Ve hiçbir iniş çıkışı olmadan, tekdüze, bir enerji hattının sesi gibi, Riiiiiii sedası vererek uzayıp gidiyorlardı. Eddie burada ilk kez martılardan başka kuşları da görüyordu. Bunlardan bazıları anakaraya doğru daireler çizerek uçan büyük kuşlardı. Genç adam, Bunlar atmaca diye düşündü. Zaman zaman kuşların kanatlarını katlayıp iskandil kurşunu gibi salarak açtıklarını görüyordu. Avlanıyorlar, ama neyi avlanıyorlar? diye düşündü ve kendi kendisini yanıtladı: İyi. Küçük hayvanları avlıyorlar. Bu fikri doğru olmalıydı.

Genç adam biraz rahatladı. Ama gene de tepelerden kulağına gelen kedi yaygarasını düşünüp kadın için endişeleniyordu.

Öğleden sonra üçüncü Kapı'yı açık seçik gördüler. Diğer ikisi gibi bu Kapı da olanaksızların arasında bir direk gibi dimdik dikiliyordu.

Kadının, "Şaşırtıcı! Ne inanılmaz derecede şaşırtıcı!" diye mırıldandığını işitti.

Kapı tam da genç adamın bulunacağını kestirdiği yerde, kuzeye doğru hafif eğimli alanı işaretleyen açının üzerinde yer alıyordu. Gelgit hattının kara tarafında, dışında ve tepelerin başladığı yere on metre kadar uzaklıktaydı.

Güneş'in suya doğru inmek üzere olduğu sırada gelgit dalgaları tüm gücüyle geldiler. Bu sırada Odetta saatin dört olabileceğini söylüyordu. Kadın bu konuda pek duyarlıydı ve nedenini güneşi çok sevmesiyle açıklıyordu. Eddie de onun saat tahminine inanıyordu.

Ve ilerleyip birlikte Kapı'ya vardılar.
9
Orada durup yalın biçimde kapı'ya baktılar. Odetta elleri kucağında kenetlenmiş olarak tekerlekli sandalyesinde oturuyor, genç adam da onun yanında ayakta duruyordu. Bir anlamda, Kapı'ya bir gece önceki akşam yıldızına baktıkları şekilde (çocukların bir şeye merakla bakışları gibi) ama öteki anlamda farklı olarak baktılar. Akşam yıldızı üzerine dilek tuttuklarında çocuklar gibi şendiler. Oysa şimdi, bir peri masalına ilişkin katı bedenli bir varlığa bakan çocuklar gibi ciddi ve şaşkındılar.

Kapı'nın üzerinde İki sözcük yazılıydı. Sonunda Odetta sordu, "Ne demek oluyor bu?"

Eddie, "Bilmiyorum" diyerek yanıtladı. Oysa bu sözcükler ona yüreğinin üzerinde bir güneş tutulması olmuş gibi umutsuz ve soğuk ürpertiler getirmişti.

Genç adamı daha yakından inceleyen Odetta, "Gerçekten bilmiyor musun?" diye sordu.

"Evet. Ben..." diye yutkunan Eddie ekledi, "Evet. Bilmiyorum..."

Odetta bir süre daha genç adama bakıp sonra konuştu, "Beni Kapı'nın arkasına it, lütfen. Orayı da görmek istiyorum. Ayrıca Roland'a gitmeni de istiyorum. Ancak, önce bunu benim için yapar mısın?"

Eddie kadının bu isteğini yapacaktı.

Kapı'nın arkasına gitmek, öbür tarafı da görmek üzere harekete geçtiler.

"Bekle!" diye bağıran Odetta ekledi, "Onu gördün mü?"

"Neyi?"


"Arkaya git! Bak! Gözetle!"

Bu kez genç adam Kapı girişinden geçerek önlerine açılacak yolculuğu görmek yerine Kapı'yı inceledi. Kapı'ya doğru ilerledikçe onu daha dar bir perspektif içinde; menteşeleriyle, hiçbir yere bağlı olmayan menteşeleriyle ve kalınlığıyla gördü.

Sonra Kapı'nın kalınlığı gözden kayboldu.

Gölgesi oradaydı ama Kapı ortadan yok olmuştu.

Tekerlekli sandalyeyi altmış santim kadar geriye, Kapı'nın durduğu yerin güneyine doğru yürüttü. Kapının kalınlığı göründü.

Eddie gürültülü bir sesle sordu, "Onu gördün mü?"

"Evet! İşte, gene orada!"

Sandalyeyi otuz santim ileri itti. Kapı şimdi de oradaydı. On beş santim daha itti. Kapı gene oradaydı. Beş santim daha ilerletti. Kapı yerindeydi. Üç santim daha itti... ve Kapı kayboldu. Tümüyle ortadan kayboldu.

Genç adam, "Tanrı'm" diye fısıldayarak sözünü sürdürdü, "Kapı senin için ya da benim için açılacak mı?"

Eddie yavaşça öne doğru bir adım atıp üzerinde iki sözcük yazılı bulunan Kapı'nın tokmağını kavradı.

Tokmağı saat yönüne, sonra ters yöne doğru çevirdi.

Tokmak her iki yöne doğru bir milimetre bile dönmedi.

"Tamam" diyen kadının sesi sakin, dingin ve baş eğer nitelikteydi. Ekledi, "Şu halde Kapı onun için, Roland için... Sanırım, gerçeği her ikimiz de biliyorduk. Ona git, Eddie. Hemen ona git."

"Önce senin güvencede olduğunu görmeliyim."

"Ben iyi olacağım."

"Hayır, olmayabilirsin. Gelgit hattının pek yakınındasın. Seni burada bırakırsam karanlık basınca ıstakozlar sudan çıkacak ve sen de onlara akşam yemeği olacaksın."

Tepelerin doruklarından bir yabanıl kedinin öksüren homurtusu ansızın genç adamın sözlerini keskin bıçağın ince bir kordonu kesişi gibi kesip yarıda bırakmıştı. Ses oldukça uzaktan geliyordu ama gene de önceki kedinin yaygarasından daha yakındaymış gibi duyuluyordu.

Odetta'nın gözleri bir an için genç adamın belindeki Roland'ın silahına takıldı sonra bakışları Eddie'nin yüzüne kaydı. Genç adam bu bakışı farkedince yanakları yanmaya başlamıştı.

"Roland, silahını bana vermemeni söyledi, öyle değil mi?" diye soran kadın ekledi, "Tabancasını benim almamı istemez. O, kendine göre bazı nedenlerle silahının bende olmasını istemez."

Eddie beceriksiz bir tavırla konuştu, "Mermiler zaten ıslanmış durumdalar. Silah belki de ateş etmeyecektir..."

"Seni anlıyorum. Denize doğru eğimli yerde beni biraz yukarıya taşır mısın, Eddie? Ne kadar yorgun olduğunu biliyorum. Sürücüm Andrew, Tekerlekli Sandalye Felaketi derdi. Ama, beni biraz yukarı götürürsen ıstakozlara karşı güvencede olacağım. Ayrıca, onlara yakın olan bir şeye başka hayvanların yaklaşmayacağını sanıyorum."

Eddie düşündü; Gelgit dalgası geriye çekildiğinde Odetta olasılıkla haklı çıkacaktır... Ancak, dalga yükselmeye başladığında ne olacak?

Gene kadın konuşup da, "Bana yenilecek etlerden birazını ve birkaç taşı ver" diyince bunlar Eddie'ye Silahşor’un söylediklerinin yansıması gibi geldi. Ve genç adamın yanaklarının bir kez daha yanmasına neden oldu. Şimdi Eddie'nin alnı ve yanakları bir fırının ateş tuğlaları gibi yanıyordu.

Odetta genç adama bakıp hafifçe gülümsedi ve başını sallayıp sanki Eddie'nin kendisi yüksek sesle söylüyormuş gibi konuştu; "Şimdi bütün bunları tartışmayacağız. Adamın durumunu ben de gördüm. Zaman kısa, hem de pek kısa. Tartışacak saniye bile yok. Beni biraz daha yukarıya taşı, yiyeceğim etleri ve atacağım taşlan ver. Tekerlekli sandalyeyi alıp hemen yola çık."


10
Genç adam olabildiğince çabuk davranarak Odetta'yı bekleme durumuna hazırladı. Sonra belindeki silahı çekip kabzasından tutarak kadına uzattı. Oysa, Odetta başını istemem der gibi sallıyordu.

"Roland bunun için ikimize de kızar. Sana silahı verdiğin için, bana da aldığım için kızacaktır" dedi.

"Saçma!" diye bağıran Eddie ekledi, "Sana bu fikri ne verdi?"

"Ben biliyorum" diyen kadının sesi hiçbir şeyden etkilenmez gibi çıkıyordu.

"İyi, diyelim ki düşündüğün doğru... Yalnızca doğru olduğunu varsayalım: Eğer şimdi şu silahı almazsan ben sana çok kızacağım."

"O silahı yerine koy. Ben silahları sevmem. onları kullanmayı da bilmem. Eğer karanlıkta bana doğru bir şey hareket ederse ilk yapacağım külotumu ıslatmak olur (!) İkinci yapacağım da, yanlış yöne ateş etmek ve kendimi yaralamak olacaktır" diyen kadın bir an duralayıp ciddi ciddi Eddie'ye bakarak sözünü sürdürdü, "Bir şey daha var ve sen de onu benim kadar biliyorsun. Roland'a ilişkin hiçbir şeye dokunmayı istemiyorum.

Onun eşyaları bana göre annemin uğursuz dediği türden şeyler. Kendimi çağdaş bir kadın olarak görmekten hoşlanırım... Ancak, sen gittiğin ve kara tepelerin üzerime yıkılır gibi yükseldiği zamanda yanımda uğursuz bir eşyanın bulunmasını istemem."

Genç adam bakışlarını silahtan Odetta'nın üzerine çevirirken gözleri şimdi de soru sorar gibiydi.

"Onu koy yerine!" derken Odetta bir okul öğretmeni gibi sert konuşmuştu. Eddie bir kahkaha koyverip kadının sözüne uydu.

"Neden gülüyorsun?"

"Çünkü şu son sözlerini söylerken Bayan Hathaway gibi konuştun. O, benim ilkokul üçüncü sınıf öğretmenimdi."

Odetta parıldayan gözlerini Eddie'ninkilerden kesinlikle ayırmadan hafifçe gülümsedi. Tatlı bir sesle şarkı söylemeye başladı: "Gecenin tanrısal ışıkları çöküyordu... Zaman, alacakaranlık zamanıydı..." Kadın Şarkısı'nı sürdürürken her ikisi birlikte Batı yönüne doğru baktılar. Oysa, gölgeler uzamaya başlamış olduğu halde bir akşam önce üzerine dilekte bulundukları akşam yıldızı henüz görünmüyordu.

"Senin için yapabileceğim başka bir şey var mı, Odetta?" diye soran Eddie gidişini olabildiğince geciktirmek niyetindeydi. Yola çıkarsa duygusunun geçeceğini biliyordu. Ama, burada kalabilmek için güçlü bir istek de duyumsuyordu.

"Bir öpücük. Eğer sakınca görmezsen onunla yetinebilirim."

Genç adam Odetta'yı uzun uzun öptü ve artık dudakları birbirinden uzaklaştığında kadın onun bileğini tutup gözlerinin içine dikkatle bakarak bir kez daha konuştu, "Dün geceden önce hiçbir beyaz erkekle sevişmemiştim. Senin için önemli olduğunu sanmam. Ama, gene de bilmen gerekir diye düşündüm."

Eddie bir süre düşündü ve sonra yanıtladı.

"Benim için de önemli değildi bu. Karanlıkta sanırım her ikimiz de gri renkteydik. Seni seviyorum, Odetta."

Kadın elini Eddie'nin elinin üzerine koydu.

"Sen tatlı bir erkeksin ve belki her ikimiz için henüz çok erken olmasına karşın, ben de seni seviyorum" dedi.

Aynı anda sanki sopayla dürtülmüş gibi bir yabanıl kedi sık çalıların bulunduğu tepenin doruklarından homurdandı. Hayvanın bulunduğu olasılıkla yer birkaç kilometre ötede olabilirdi. Ama, sesi bu kez daha da yüksek çıkmıştı.

Her ikisi de başlarını sesin geldiği yöne doğru çevirdiler. Eddie ensesindeki tüylerin dikilmeye çalıştıklarını duyumsar gibi oldu. Oysa, tüyleri tam olarak dikilmemişti. Genç adam salaklar gibi düşündü: Üzgünüm, tüylerim. Sanırım saçlarım simdi biraz uzadılar.

Yabanıl kedinin homurtusu sanki birisinin korkunç bir ölümle ölüşü gibi, işkence dolu bir çığlığa dönüşerek uzamıştı (belki de, çevredeki hayvanlar arasında başarısız bir çiftleşmeyi belirleyen çığlıktan başka bir şey değildi.) Bir dakika kadar dayanılmaz yükseklikte bir homurtu şeklinde sürmüş, sonra alçalarak bitmiş ya da hafifleyip rüzgârın kesintisiz sesine karışmıştı. Ancak, Eddie için bunlar önemli değildi. Genç adam bir kez daha silahı belinden çıkarıp kadına doğru uzattı.

"Tabancayı al ve benimle tartışma. Eğer onu kullanmaya gereksinim duyarsan bir pislik çıkaramayacaktır (benzeri şeylerin genelde yapacağı şey budur) ancak sen ne olursa olsun sen şu tabancayı al."

"Bir tartışma yapalım ister misin?"

"Oh, sen tartışabilirsin. İstediğin kadar tartışabilirsin."

Eddie'nin neredeyeyse fındık rengi olan gözlerine bir süre baktıktan sonra kadın bıkkın bir tavırla gülümsedi. Silahı alarak, "Sanırım seninle tartışmayacağım. Lütfen olabildiğince çabuk davran ve yola çık" dedi.

"Öyle yapacağım," diyen Eddie kadını bir kez daha, onun dediği gibi ivedi öptü.

Eğimli yerden derinleşen gölgelere doğru hızla indi (ıstakoza benzeyen yaratıklar henüz sudan çıkmamışlardı. Ancak, kısa süre sonra geceye özgü görünüşlerini ortaya sereceklerdi Genç adam dönüp Kapı'nın üzerindeki yazıya bir kez daha baktı. Aynı ürpertinin bedeninde dolaştığını duyumsadı. Yazı duruma uygundu, Tanrım, pek uygundu! Sonra bakışlarını çevirin indiği eğimli yere baktı. Bir an kadını göremedi. Ama sonra, bir şeyin kımıldadığını ayırt etti. Kahverengi bir el kımıldıyor, Odetta kendisine el sallıyordu.

Eddie de elini salladı. Sonra tekerlekli sandalyenin tutamaklarına uzandı. Öndeki küçük ve duyarlı tekerleri yerden kaldırmak üzere tutamakları aşağı bastırarak sandalyeyi itti. Güney yönüne, geldiği yere doğru döndürdü. İlerlemeye başladı. İlk yarım saat boyunca hızla yürürken gölgesi de onunla birlikte koştu. Daha sonra güneye doğru ilerlerken gölgesi ortadan kalktı ve bu sırada ıstakozlara benzer yaratıklar sudan çıkıp güründüler. Daha sonra onları ilk vızıltılı seslerini işitti ve başını gökyüzüne doğru kaldırınca koyu mavi renkli kadife görünüşlü gökyüzünde akşam yıldızını gördü. Gecenin tanrısal ışıkları çöküyordu... Zaman, alacakaranlık zamanıydı....

Eddie Tanrı'ya yakardı: Ne olur Tanrı'm, Odetta güvenlik içinde kalsın!

Genç adamın bacakları daha şimdiden ağrıyordu. Ciğerlerindeki soluk daha şimdiden kızgın sıcak ve ağırdı. Önünde bitirilecek ikinci ve üçüncü yolculuklar vardı. Üçüncü yolculukta yolcusu Odetta'dan çok daha ağır kişi Roland olacaktı. Genç adam gücünü geriye saklaması gerektiğini bilmesine karşın, gene de koşar gibi yürümesini sürdürüyordu. Bu arada sürekli dua ediyordu: Lütfen, Odetta güvenlikte olsun, Tanrı'm! Tek dileğim bu. Lütfen, onu güvenlik içinde tut, Tanrı'm!

Sanki ettiği beddua imiş gibi, dağları birbirinden ayıran yarıklarından birinden, yabanıl bir kedinin bağırışı daha duyuldu.... Yalnızca bu kez, yabanıl kedinin yaygarası bir Afrika ormanı aslanının kükremesine benziyordu.

Kükremeyi duyan Eddie önündeki artık yolcusu olmayan tekerlekli sandalyeyi daha büyük güçle iterek koştu. Şimdi rüzgâr hızlanıyor ve sandalyenin önünde rahatça dönen küçük tekerlerden daha çok ses çıkararak dehşet verici bir vınlama haline giriyordu.
11
Silahşor kendisine doğru yaklaşan zırıltılı sesi işitti. Bir an bedeni kasılır gibi oldu ama sonra soluk soluğa kalmış bir insanın sesini de duyunca rahatladı. Gelen Eddie idi. Roland gözlerini açıp bakmadan bunu biliyordu.

Zırıltılı tekerlek sesi hafifleyip sonunda koşan ayaklar da durunca Silahşor gözlerini açtı. Yüzünden terler akan Eddie soluk soluğa kalmış durumda karşısında duruyordu. Akıttığı terlerle gömleği ıslanmış, kocaman bir leke halinde göğsüne yapışmıştı. Bir zamanlar Jack Andolini'nin onda gördüğü üniversiteli genç görünümü tümüyle gitmişti. Saçları alnına dökülmüş, pantolonu ağından patlayıp sökülmüştü. Gözlerinin altındaki mavi-mor halkalar tabloyu tamamlıyordu. Şimdi Eddie Dean tam bir sefalet resmi halindeydi.

Genç adam, "Başardım" diyerek ekledi, "Sonunda buraya vardım!!!.. Çevresine ve sonra yeniden Silahşor’a bakarak sözlerini sürdürdü, "Tanrı'm! Gerçekten buradayım!"

"Ama, tabancayı kadına vermişsin!"

Eddie, Roland'ın kötü durumda olduğunu, ona Keflex adlı ilacı vermeden önceki halinden bile daha kötü duruma düştüğünü düşündü. Adamın bedeninin yüksek ateşiyle oluşan dalgalar çevreye yayılırmış gibiydi. Genç adam, Roland için üzülmesi gerektiğini biliyordu. Ancak, onun için bir an yalnızca öfke duyumsadı.

"Buraya rekor denilecek zamanda dönebilmek üzere kıçımı (!) yırttım ve sen kalkıp yalnızca 'Tabancayı kadına vermişsin' diyorsun. Sağ ol be adamım! Demek istediğim şu ki, senden su anda bir tek gönül borcu sözü duymayı beklerdim. Ancak onu senden işitmek pek şaşırtıcı olurdu, değil mi?"

"Ben yalnızca önemli olan şey hakkında konuştuğumu sanıyorum."

"İyi. Sen söz konusu ettiğine göre söyleyeyim. Silahı Odetta'ya verdim" diyen Eddie ellerini kalçalarına dayayarak acımasızca Roland'a bakıp konuşmasına devam etti, "Şimdi seçme hakkı senin elinde. Ya şu tekerlekli sandalyeye biner gidersin ya da ben sandalyeyi katlar ve onu senin kıçına (!) sokarım! Hangisini yeğliyorsun, efendi?"

"Hiç birini" diyen Roland gülümsemek istemeyen ama bunu durdurmak için elinden bir şey gelmeyen adamın gülümseyişiyle güldü ve ekledi, "Önce sen biraz uyuyacaksın, Eddie. Görme ve seçme işini sırası gelince yapacağız, Ama, önce sen uykuya gereksiniyorsun. Şimdilik görevini başarmış durumdasın..."

"Ben, Odetta'ya geri dönmek istiyorum."

"Oraya gitmeyi ben de isterim. Ama dinlenmezsen yolda yığılıp kalacaksın. Durum bu kadar basit. Öylesi senin için kötü, benim için daha kötü ama Odetta için en kötüsü olur."

Eddie bir an kararsız, ayakta dikilir durumda kaldı.

"İyi zamanda buraya geldin" diyen Silahşor gerçeği benimsiyordu. Gözlerini kısarak güneşe bakıp ekledi, "Saat dört ya da dördü çeyrek geçiyor olmalı. Beş ya da yedi saat uyursun ve ortalığa iyice karanlık çöker."

"Dört saat uyurum..."

"Tamam. O zaman karanlık olur. Önemli olan da bu. Sonra bir şey yersin ve yola çıkarız."

"Sen de bir şeyler yersin."

Silahşor’un yüzünde gene o hafif gülümseme göründü. Eddie'ye sakin tavırlarla bakarak, "Yemeye çalışırım. Yaşamın şimdi benim elimde. Sanırım sen de bunu biliyorsun" dedi.

"Evet."


"Seni ben kaçırmıştım."

"Evet"


"Beni öldürmeyi istiyor musun? Eğer bunu yapmak istersen, hemen yap..." diyen Roland'ın soluğu hafif hışırtılıydı. Eddie onun göğsünün tıkırdadığını duydu ama buna fazla dikkat etmedi. Roland ekledi, "Daha fazla rahatsızlık olmasın diye hemen istediğini yerine getir."

"Seni öldürmeyi istemiyorum."

"Şu halde..." diye söze başlayan Roland'ın sözleri ansızın gelen sert bir öksürükle kesildi. Sonra, "Hemen yat" diyerek sözünü tamamladı.

Eddie yattı. Bir süre uykusu gelmedi ama sonra uyku, isteklerinde beceriksiz bir aşığın kaba elleriyle onu kavradı. Uykuya dalarken (ya da olasılıkla düşünde) Roland'ın, Tabancayı o kadına vermemeliydin dediğini işitti. Ve daha sonra karanlıkta, saati bilinmeyen bir zamanda Silahşor’un kendisini sarsışıyla uyandı. Güçlükle doğrulup oturdu. Tüm bedeni acılar ve ağırlıklar içindeydi. Kasları, terkedilmiş bir binadaki paslı vinç ve palangalara dönmüştü. îlk çabası ayağa kalkmak için oldu ama işe yaramadı. Pat diye kıçüstü yere oturdu. İkinci denemesini yaptı ve ona sanki yarım saat süren bir uğraş gibi harcadığı çaba sonunda doğruldu, ayağa kalkabildi. Şimdi her yanı ağrıyordu.

Roland bakışlarını genç adamdan ayırmadan sordu, "Hazır mısın?"

Eddie başını öne eğip yanıtladı, "Evet. Sen hazır mısın?"

"Evet."

"Yemek yiyebilecek misin?"



"Evet."

Biraz et yediler... ve Eddie o lanetli kumsalda aynı yolu Üçüncü ve son kez geçmek üzere sandalyeyi bir kez daha itmeye başladı.


12
O gece oldukça iyi yol aldılar. Ancak Silahşor mola vermelerini istediğinde Eddie şaşkın bir şekilde düş kırıklığına uğruyordu. Arkadaşının isteğine karşı çıkmadı çünkü dinlenmeden yola gidemeyecek kadar yorgundu. Yalnızca biraz daha ilerle, meyi umut etmişti. Şimdi büyük sorun, adamın ağırlığıydı. Roland'ı tekerlekli sandalyede otururken itmek bir büyük demir çubuğu taşımaya benziyordu. Genç adam güneş doğana değin dört saat uyudu ve güneş yaşlı, erozyona uğramış dağların üzerinden doğarken uyandı ve Silahşor’un öksürüşünü dinledi. Bu, hırıltılarla gelen zayıf bir öksürüktü. Ve ancak zatüre çeken yaşlı bir insan böyle öksürebilirdi.

Gözleri buluştu ve Roland'ın öksürüklü titremeleri kahkahaya dönüştü.

"Sesim nasıl çıkarsa çıksın işim bitmedi henüz, Eddie. Seninki bitti mi?"

Eddie olaya Odetta'nın bakışlarıyla bakıp düşündü ve başını salladı. "İşim bitmedi. Ama şimdi bir çizburger ile yanında Budweizer (Ünlü bir bira markası-Çeviren) olsaydı çok işime gelirdi."

Silahşor Kraliyet Sarayı bahçesindeki elma ağaçlan ve ilkbahar çiçeklerini düşünerek kuşkuyla sordu, "Budweizer de ne ki?"

"Boş ver! Sandalyeye atla! Altımızda dört araba tekeri, üstümüzde T modeli Ford araba yok ama gene de beş, on kilometre daha gideceğiz."

Ve de bunu yaptılar. Ancak, genç adamın Odetta'dan ayrılışının ikinci gününde akşam güneşi batarken üçüncü Kapı'nın bulunduğu yere yaklaşmış; oysa şimdi de, oraya varamamışlardı. Eddie bir kez daha yattı. Niyeti dört saat daha uyumaktı. Oysa iki saatlik bir uykudan sonra o yabanıl kedilerden birisinin

Kükreyişini işiterek ve kalbi gümbürtüyle atarak uyandı. Tanemi. Bu öncekilerden daha iri bir hayvanın sesi olmalıydı. Silahşor’un uzanmış olduğu yerde dirseği üzerinde doğruluğunu ve gözlerinin parıldadığını gördü. Genç adam her yanında ağrılar duyumsayarak ağır ağır ayağa kalkarken sordu, "Hazır mısın?" Roland pek alçak bir sesle yanıtladı, "Asıl sen hazır mısın?" Eddie belini geriye doğru bükerken kaslarından küçük havai fişeklerin patırtısını çıkararak konuştu, "Evet. Ama, şimdi de çizburgeri özlüyorum."

"Aslında istediğinin tavuk eti olduğunu sanıyordum." Eddie homurdanır gibi konuştu, "Hangisi olursa olsun zevkle yerdim, be adamım!" Güneş tepelerden yükseldiğinde üçüncü Kapı göründü ve iki saat sonra oraya vardılar. Genç adam, Gene hep birlikte olacağız diye düşündü. Kendisini kumların üzerine atıp biraz yatmaya hazırdı. Oysa, belli ki durum onun düşündüğü gibi değildi. Odetta Holmes ortalıkta görünmüyor, çevrede kadından hiçbir iz bulunmuyordu.
13
"Odetta! Odetta!" diye yırtınır gibi bağıran Eddie'nin sesi sevdiği kadının öteki benliği olan Detta'nınki gibi kaba ve çatlak olarak çıkıyordu.

Çevrede Odetta'nın sesi sanarak yanılgıya düşeceği bir yansıma bile duyulmuyordu. Buradakiler sesi yansıtmayan alçak, erozyona uğrayıp tepeleri düzleşmiş dağlardı. Çevrede duyulan yalnızca kıyıdaki kayaların altına oyduğu deliklere ritmik olarak çarpan dalgaların çatlama ve esen rüzgârın kararlı vınlama sesleriydi.

"Odetta!"

Bu kez genç adam o denli yüksek sesle bağırdı ki, sesi çatlar ve bir an keskin bir balık kılçığı ses tellerini yırtarmış gibi oldu. Gözleriyle çılgınca dağları tarıyor, herhangi bir kahverengi lekeyi kadının eli ve bir hareketi kadının ayağa kalkışı olarak algılıyor, hemen sonra yanıldığını anlıyordu. Demir kını donlu atların renklerine benzeyen kırmızı renkli kayaların üzerinde parlak kırmızı kan lekelerini araştırıyordu. (Kan lekesi aradığı için Tanrı onu bağışlamalıydı...)


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə