Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə23/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   33

Kumsal sonsuzluğa doğru uzanıyormuş gibiydi. Ancak genç adam her şey gibi, plajın da bir sonu olduğunu sezinliyordu. İlerde bir yerlerde tepeler alçalıp ortadan kalkacaklardı. Alçalan dağlar denizlere doğru uzanacak, bir yerde suyun içine gireceklerdi. Orada bir burun ya da yarımada oluşturacak ve sonra birtakım adacıkların oluşturduğu bir adalar denizine doğru ilerleyeceklerdi.

Düşündükleri Eddie'yi endişelendiriyor ama Roland'ın durumu onu daha çok üzüyordu.

Şimdi Silahşor’un rengi solar ve saydamlaşırken bedeni geçen seferki kadar ateşlerle yanmıyordu. Ancak, kolunda yeniden kırmızı çizgiler acımasızca bileğinden dirseğine kadar uzanmaktaydı.

Son iki gün boyunca Eddie sürgit ilerilere bakıp uzaklardan Kapı'yı, o büyülü Kapı'yı görmeyi umut etmişti. Aynı zamanda Odetta'nın geri dönmesini de bekliyordu.

Oysa, bunlardan hiçbiri gerçekleşmedi.

O gece uyumadan önce genç adamın kafasında iki korkunç düşünce, birer esprinin ana teması gibi sürekli yineleniyordu:

Geriye artık Kapı kalmamışsa ne olacaktı?

Ve Odetta ölmüşse ne olacaktı?


16
Detta'nın, "Uyan, kalk artık, Mafia!" diye fısıldayışı Eddie'yi daldığı uykudan uyandırdı. Kadın alçak sesle konuşarak sözünü sürdürdü, "Sanırım bundan sonra sen ve ben daha içtenlikli olacağız. Çünkü, sanırım arkadaşın sonunda nalları havaya dikti! Zaten o daha bu dünyadayken cehennemin küllerini karıştırıp duruyordu!"

Genç adan bir an yerde kıvrılıp yatmış olan Roland'ın oturduğu iri gölgeye baktı ve cadının haklı olabileceğini düşündü. Ama sonra Silahşor yattığı yerde kımıldandı, kısık sesle inledi ve yere tutunarak doğrulup oturdu.

"İyi. Bak şu hale!" diye konuşan Detta biraz öncekinin tersine sesini iyice yükseltmişti. Kadının sesi artık bir kış günü kapının altından esen rüzgarın hışırtısı gibi fısıldayarak çıkmıyordu. Ekledi, "Seni öldün sanmıştım, Bay Adam!"

Roland ağır ağır davranarak ayağa kalktı. Eddie onun görünmeyen bir merdivenin basamaklarını tırmanır gibi ayağa kalkışına şimdi de bakıyordu. Genç adam bir tür acımayla karışık öfkeyi ve kendisine yabancı olmayan tuhaf özlemi duyumsadı. Ve bir dakika sonra durumu sezinledi: Şu an, bir zamanlar ağabeyi Henry ile birlikte izlediği boks maçlarını anımsatıyordu. O maçlarda, bir boksör ötekini fena halde döver ve seyirciler maçta kan görmek için var güçleriyle bağrışırlardı. Ağabeyi Henry de hep kan görmeyi isterdi. Oysa Eddie orada otururken yalnızca öfkeli bir acıma ve sesini çıkarmadan büyük tiksinme duyumsar; maçın hakemine sürekli düşünce dalgaları gönderirdi: Durdur artık şu maçı be adam! Sen kör müsün yoksa? Adam orada ölüyor! ÖLÜYOR BE! Şu lanet olası maçı kes artık!

Ama şu anda buradaki oyunu durduracak yol bulunmuyordu.

Roland ateşlerle yanan gözleriyle kadına bakarak konuştu, "Söylediklerini pek çok kişi de düşündü oysa bana bir şey olmadı, Detta!". Sonra genç adama dönüp sözünü sürdürdü, "Hazır mısın, Eddie?"

"Evet, sanırım. Sen de hazır mısın?"

"Evet."


"Yapabilecek misin?"

"Evet."


Yola koyuldular.

Saat ona doğru Detta parmaklarıyla şakaklarını oğuşturmaya başladı.

Giderlerken sonunda kadın, "Dur artık, kusacak gibi oluyorum" dedi.

"Belki de dün akşam yediğin büyük yemekten ötürü" diyen genç adam alay eden bir sesle ekledi, "Yemekten sonraki tatlıyı yememeliydin. Üstü çikolatayla kaplı pastanın pek ağır olduğunu sana söylemiştim."

"Şimdi kusacağım! Ben şimdi ku...."

Silahşor, "Dur, Eddie" dedi.

Genç adam durdu.

Sandalyesindeki kadın ansızın üzerinden bir elektrik şoku geçmiş ve akıma çarpılmış gibi büküldü. Gözleri iri iri açılmış, boşluğa doğru bakıyorlardı.

"SENİN O ESKİ, KOKUŞMUŞ MAVİ TABAĞINI BEN KIRDIM, BAYAN!" diye haykıran Detta sözlerini şöyle sürdürdü; "TABAĞI BEN KIRDIM VE BUNU YAPTIĞIMA PEK MEMNUNUM"

Kadın ansızın tekerlekli sandalyesinde öne doğru öyle büküldü ki, ipleri olmasa yere kapaklanabilirdi.

Eddie, Tanrı'm, kadın öldü! Detta bir kriz geçirdi ve öldü diye düşündü. Hemen sandalyenin önüne doğru hareketlendi. Ancak kadının ne denli sinsi ve hain olduğunu anımsayarak birden olduğu yerde kaldı. Roland'a baktı. Silahşor da dümdüz bakışlarıyla hiçbir ipucu vermeden kendisine bakıyordu.

Sonra kadın inleyerek gözlerini açtı.

Bunlar onun gözleriydi.

Odetta'nın gözleriydi.

"Tanrı'm! Bir kez daha bayılmışım, değil mi?" diye soran Odetta ekledi. "Beni bağlamak zorunda kaldığınız için üzgünüm. Benim salak bacaklarım! Sanırım biraz yardım ederseniz doğrulup oturabilirim."

İşte o anda Roland'ın kendi bacakları yavaşça menteşelerinden çıkmış gibi oldular ve adam Batı Denizi'ndeki kumsalın sona erdiği yerin elli kilometre kadar güneyindeki bir yere baygın olarak taşındı...

SEVDALI

YENİDEN İSKAMBİL KARTLARI


Yeniden kartlar
1
Eddie Dean'e göre, kumsalın geri kalanında kendisi ve kadın artık zahmetle ilerlemiyorlardı. Hatta yürümüyor, onlara uçuyorlar denilebilirdi.

Odetta Holmes'in şimdi de Roland'dan hoşlanmadığı ve ona güvenmediği belliydi. Ama Odetta adamın ne denli kötü ve mutsuz durumda olduğunu görüyor ve buna göre davranıyordu. Eddie şimdi bir bedenin bağlı olduğu demir ve kauçuk bir tutamağı itmek yerine kendisini neredeyse bir planörü itermiş gibi duyumsuyordu.

Roland düşündü: Kadınla birlikte git, Eddie. Bir zamanlar seni ben gözetliyordum. Ve bu önemliydi. Şimdi yalnızca sizleri ağırlaştırıyor, yoldan alıkoyuyorum.

Şu anda genç adam da Roland'ın bu düşüncesini hemen anlamış gibiydi.

Tekerlekli sandalyesini Eddie iterken kadın da aracın tekerlerini kollarıyla pompalıyordu.

Silahşorun tabancalarından biri Eddie'nin pantolonunun belindeki bantta asılıydı.

Sana kendinin nöbetçisi olmanı söylediğimde, senin nöbetçi olmadığını anımsıyor musun?

Sana yeniden söylüyorum: Kendinin nöbetçisi ol. Her dakika bu söyle olsun. Eğer öteki kadın geriye gelirse, bir saniye bile bekleme. Onun beyninin patlat!

Onu öldürürsem ne olur?

İşin sonu olur. Ancak, o kadın seni öldürürse gene isin sonu olacaktır. Ve o kadın geri gelirse seni öldürmeye çalışacaktır. Bir kez olsun bunu deneyecektir.

Eddie hiçbir zaman Silahşor'u arkada bırakıp gitmeyi istemiyordu. Genç adam yalnızca gecenin içinde kopan kedinin yaygarasını değil (zaman zaman ürpererek yaygarayı anımsamaktan kendini alamıyordu), Roland'ın bu dünyada kendisine ilişkin tek mihenktaşı olduğunu düşünüyordu. Ona göre Roland ve Odetta bu dünyaya ilişkin kişilerdi.

Genç adam şimdi de Roland'ın haklı olduğunu duyumsuyordu.

Odetta'ya sordu, "Bir süre dinlenmek ister misin? Biraz da et var, yer misin?"

"Şimdi değil, daha sonra" diyen kadının sesi yorgunmuş gibi çıkıyordu.

"Pekiyi. Hiç değilse aracı pompalamayı bırak. Zayıfsın. Miden, biliyorsun."

"Tamam" diyen kadın başını geriye çevirdi. Yüzü terle parıldıyor ama genç adamı hem güçlendiren hem de zayıflatan bir gülümseyişle gülümsüyordu. Eddie böyle bir gülümseyiş uğruna koşullar gerektirirse ölebileceğini düşündü.

Tanrı'dan öyle koşulları gerektirmemesini diledi. Ama böyle bir dileğin yerine gelmesi konu dışı bir şeydi. Burada zaman matrak sayılacak kadar dirimsel önem kazanmıştı.

Kadın ellerini kucağına koydu ve genç adam sandalyeyi itmeyi sürdürdü. Şimdi tekerlekli sandalyenin ardında bıraktığı izler daha az belirgindi. Çünkü plajın zemini sürekli sertleşiyordu. Aynı zamanda çevreye yayılmış döküntü taşlar kolayca bir kazaya neden olabilirlerdi. Bu hem kadın için kötü olur hem de sandalyeyi yıkıma uğratabilirdi. Durum sonunda hepsi için de kötü olur ve Silahşor belki burada ölür kalırdı. Ve eğer Roland ölürse, kadınla birlikte bu dünyada kapana kıstırılmış durumda kalacaktı.

Roland'ın pek hasta ve yürümeyecek kadar zayıf oluşuyla genç adam basit bir gerçek ile yüz yüze gelmek zorunda kalmıştı. Burada üç insan vardı ve bunlardan ikisi sakattı.

Şu halde tek umut ve şansları neydi?

Bu umut ve şans tekerlekli sandalyeydi. O, umuttu, tümüyle umuttu. Ve başka bir şey değil ama umuttu.

Tanrı yardımcıları olsundu...


2
Eddie onu bir kayanın gölgesine çekince Silahşor kısa sürede bilincine kavuştu. Yüzü artık külrengi değil, ateşli hastaların suratlarında oluşan kırmızı renkteydi. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Sağ kolunda birbirlerinin üzerine bükülen kırmızı hatlardan oluşan bir ağ görüntüsü bulunuyordu.

Roland kısık sesle, "Ona yemek ver" dedi.

"Sen yemeyecek misin?"

"Beni boş ver! Ben iyi olurum nasıl olsa. Sen onu besle. Şimdi yemek yiyecektir sanırım. Ve sen, onun gücüne muhtaç olacaksın."

"Roland, eğer kadın numara yapıyorsa?"

Silahşor sabırsız jestler yaptı.

"O bedeninde yalnız olmaktan başka numara yapmıyor. Kadının da, senin de yaptıklarınızı biliyorum. Yüzünden okunuyor kadının durumu. Sen babanın hatırı için ona yiyecek bir şey ver. O yemek yerken benim yanıma gel. Şimdi her dakikanın ve her saniyenin önemi var."

Eddie ayağa kalktı ve Silahşor sol elini uzatıp onu geriye doğru çekti. Hasta olsun ya da olmasın adamın gücü yerindeydi.

"Odetta'ya diğer kadına ilişkin bir şeyler söyleme. Sana ne anlatırsa anlatsın ve durumunu nasıl açıklarsa açıklasın onu yalanlama."

"Niçin?"


"Bilmiyorum. Tek bildiğim bunun yanlış olacağı. Şimdi dediklerimi yap ve artık zamanı boşa geçirme!"

O anda sandalyesinde oturmuş olan Odetta yüzünde şaşkın ve kendinden memnun bir ifadeyle eğlenirmiş gibi denize bakıyordu. Eddie, bir akşam önceden kalan et yemeğini ona önerince, "Yemeye çalışacağım" diyerek ekledi, "Ama, sonunda ne oluyor, biliyorsun.."

Eddie kadının neden söz ettiğini bilmiyordu. Yalnızca omuzlarını silkerek konuştu, "Bir kez şu eti yemeyi denemek seni incitmeyecek, Odetta. Yemek yemeye gereksiniyorsun, bilirsin. Sonra olabildiğince çabuk yola koyulmalıyız."

Kadın hafifçe güldü ve genç adamın eline dokundu. Eddie, ondan kendisine elektrik akımının atladığını duyumsar gibi oldu. Bu kadın, Odetta idi. Şimdi Roland gibi kendisi de durumdan emindi.

"Seni seviyorum. Eddie. Benim içine denli çok çaba harcadın. Pek de sabırlı oldun. Tıpkı onun gibi..."

"Evet. Bilmez miyim?"

"Bir kez daha yemeye çalışacağım. Senin için."

Böyle konuşan Odetta yeniden gülümsedi ve genç adam dünyasının kadına doğru hareketlendiğini görür gibi oldu. Ve şöyle düşündü: Lütfen Tanrı'm, ben hiçbir zaman bu kadarına malik olmadım. Şu halde bu kadını benden geri alma, lütfen...

Odetta bir parça ıstakoz eti aldı; burnunu tuhaf bir şekilde buruşturdu ve genç adama baktı.

"Mutlaka yemeli miyim?"

"İlaç diye kabul et"

»Bundan sonra bir daha deniz ürünlerini yemeyeceğim."

"Efendim?"

"Sana söylediğimi sanıyordum."

"Söylemiş olabilirsin" diyen Eddie sinirliliğini gösteren kısa bir kahkahayla güldü. Aklına Silahşor’un tembihlediği Odetta'nın içinde çöreklenen diğer kadına ilişkin uyanlar gelmişti.

"Buna benzer deniz ürünlerini ben on, belki de on bir yaşındayken bir akşam yemeğinde ilk kez yemiştim. Etler kauçuk topa benziyorlardı ve ben o anda tiksinmiştim. Daha sonra etlerin hepsini kustum ve bir daha ağzıma bunları sürmedim. Ama şimdi senin de dediğin gibi, onları ilaç gibi alacağım."

Acı olduğunu bildiği ilacı bir kaşık dolusu alacak çocuklar gibi yüzünü buruşturarak ağzını açtı ve bir parça ıstakoz etini aldı. Önce ağır ağır çiğnedi, yuttu. Başka bir parçayı daha ağzına aldı. Şimdi yemeğini aç kurtlar gibi yiyordu.

Eddie, "Haydaaa, ağır ol biraz!" dedi.

"Bu başka türden bir deniz ürünü olmalı! Öyle düşünüyorum. Gerçekten öyle!" diyerek genç adama bakan Odetta'nın .gözleri parıldıyordu. "Kumsalda epey yol aldık. Türler değişik olabilir! Artık deniz ürünlerine karşı alerjim olmadığı görülüyor! Etin tadı bana eskisi kadar kötü gelmiyor... O sırada da yemeye çalışmıştım, hem de çok çaba harcamıştım, biliyorsun."

"Evvettt!" diyen genç adama sesi çok uzaktan yapılan bir radyo yayınının sesi gibi geliyordu. Şöyle düşündü: Odetta her gün yemek yediğini ve tüm yediklerini kustuğunu sanıyor. Bu nedenle zayıf düştüğünü düşünüyor. Hey Tanrı'm!

Ve Eddie konuşmasına şunları ekledi, "Evet, yemek yiyebilmek için çılgınlar gibi çaba harcadın!"

"Bu etin tadı çok iyi" diyen kadının ağzı dolu olduğu için söylediklerini anlamak güçleşiyordu. Gülerken sesi incelikli ve tatlıydı. "Bu et orada, midemde kalacak. Onunla besleneceğim! Bunu biliyor ve duyumsuyorum"

"Ama, aşırıya kaçma" diye uyaran Eddie kadına su tulumlarından birini uzattı. "Bu tür ete fazla alışkın değilmişsin" dedikten sonra yutkunup sesini ancak duyulacak düzeye indirgeyin sözünü sürdürdü; "Bütün o kusmalarından sonra..."

"Evet, evet"

"Ben birkaç dakika Roland ile konuşmak zorundayım."

"Tamam."


Ancak, genç adam yanından ayrılmadan önce kadın onun elini bir kez daha tuttu.

"Teşekkür ederim, Eddie. Bu denli sabırlı olduğun için sana teşekkür ederim. Lütfen tarafımdan Roland'a teşekkür et" dedikten sonra duralayan kadın ciddileşerek ekledi, "Ona teşekkür et ve sakın ha bana korku verdiğini Roland'a söyleme..."

"Olur, söylemem" diyen genç adam Roland'a doğru yürüdü.

Odetta tekerlekli sandalyesini hızlandırmak üzere pompalama işlemi yapmadığı zamanlarda bile genç adama yardımcı oluyordu. Yıllardır tekerlekli sandalyede oturup zamanını kendisini itenlere yardımcı olmakla geçirmiş bir özürlünün duyarlılığıyla Eddie'ye sandalyenin şevkinde yardım etmekteydi.

Arada bir, "Sola" diye sesleniyor ve genç adam hemen sandalyeyi sola çeviriyordu. Böylece o anda topraktan ucu çıkmış bir kaya parçasını savuşturmuş oluyorlardı. Kendisine kalsa Eddie kaya parçasını görebilir... Ya da görmeyebilirdi...

Kadın, "Sağa" diye seslendiğinde genç adam sandalyeyi biraz sağa çevirip artık pek sık rastlamadıkları kum tuzaklarından birinden kurtuluyorlardı.

Sonunda durdular. Eddie soluk soluğa kalmış durumda yere uzandı.

Odetta, "Uyu. Bir saat kadar uyu. Sonra seni uyandırırım" dedi.

Eddie kadına baktı.

"Ben uyumayacağım. Arkadaşının durumunu da gözlerim, Eddie."

"Roland tam anlamıyla benim arkadaşım değil, biliyorsun."

"Ve ben, zamanın ne denli önemli olduğunu da biliyorum. Yanlış yönlenen bir acıma duygusuyla senin bir saatten uzun uyumana da izin vermeyeceğim. Güneşin yükselişini çok iyi bilirim. Kendi kendini pek fazla yıpratarak bu adama yardımcı olamazsın, öyle değil mi?"

"Evet" diyen Eddie düşündü; Ama sen de benim durumumu anlayamazsın. Eğer uyur kalırsam ve bu arada Detta Walker geri gelirse...

Odetta, "Uyu, Eddie" dedi. Genç adam çok yorgun (ve pek fazla sevdalı olduğu için) kadına güvenerek uyudu. Kadın tam söylediği saatte kendisini uyandırırken şimdi de Odetta idi.

Sandalyenin gidişine yardım etmek üzere yola çıkar çıkmaz pompalama işlemine olanca gücüyle başlamıştı.

Eddie'nin çılgınca gözleyerek ufukta arandığı ama bir türlü göremediği Kapı'ya doğru yarış eder gibi hızla ilerlediler.


4
Odetta'nın günlerden sonra ilk kez yemeğini yediği sırada Silahşor’un yanına giden Eddie, Roland'ın biraz daha iyice olduğunu gördü.

Roland ona, "Çök oraya" dedi.

Eddie çöktü.

"Yarısına kadar dolu su tulumunu benim yanıma bırak. Benim tüm gereksindiğim su... Sen al, kadını Kapı'ya götür."

"Eğer Kapı'yı bulamazsam?"

"Bulamazsan mı? Onu bulacaksın, eminim. İlk iki Kapı oradaydı. Bu da oralarda bir yerde olacak. Eğer Kapı'ya güneş batmadan önce varırsan bir çift ıstakoz öldür. Kadına yiyecek bir şeyler bırakmak zorundasın. Ayrıca ona barınak da bulmalısın Kapı'ya varamazsan üç tane yaratık öldür. İşte, al bunu..." diyerek tabancalarından birini uzattı.

Eddie silahı saygıyla aldı ve bir kez daha şaşırarak ne denli ağır olduğunu düşündü.

"Kalan mermilerin ateş etmediklerini sanıyordum?"

"Olasılıkla öyleler. Ama ben bu tabancaya en az ıslandığını sandığım mermileri doldurdum. Bunlar kütüklükteki sağ ve solda üçüncü gözdeki mermilerdir. İçlerinden biri ateş edebilir. Eğer şanslıysan ikisi patlar. Ancak, onları yerde sürünen yaratıklarda deneme" diyen Roland bir an Eddie'nin yüzünü inceledikten sonra ekledi, "Orada başka şeylerle karşılaşabilirsin"

"Onları sen de işittin, değil mi?"

"Tepelerin yarıklarındaki yaygara koparan kedileri kast ediyorsan evet, işittim. Eğer birtakım serserilerden söz ediyorsan, onları duymadım. Eğrelti otlarının arasında dolaşan yabanıl kedinin sesini işittim, hepsi o kadar. Onun da sesi bedeninin dört katı iriliğinde çıkar. Öyle kediyi bir sopayla kovalayabilirsin. Oysa, düşünülecek başka şeyler var. Eğer öteki kadın geri gelirse, ateş etmeye zorunlu kalabilirsin..."

"Eğer onu öldüreceğimi düşünüyorsan, buna zorunlu değilim."

"Onun kanatlarını kırabilirsin. Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi?"

Eddie isteksizce başını eğerek onayladı. Lanet olası mermiler belki de ateş etmeyecekti. Şu halde onları düşünüp pantolonunu ıslatmasına gerek bulunmuyordu.

"Kapı'ya varınca kadını oraya bırak. Ona elinden geldiğince iyi bir barınak sağla. Ve sonra tekerlekli sandalye ile buraya geri gel."

"Pekiyi. Tabancayı ne yapayım?"

Silahşor'un gözleri öyle parıldadı ki, sanki yanan bir meşale üzerine fırlatmış gibi Eddie başını geriye çekmek zorunda kaldı. Roland sert bir sesle konuştu, "Tanrı'm, evet! Dolu tabancayı Odetta'ya bırak ki, öteki kadın geri geldiğinde silahı hazır alsın! Sen deli misin be adam?"

"Ama mermiler...."

"Mermileri siktir et (!)" diye bağıran Silahşor’un sesi bir an hızla esen rüzgârın sesine karıştı. Ama gene de bu sözleri duyan Odetta başını çevirip bir an onlara baktı. Sonra başını denize çevirdi.

"Tabancayı kesinlikle kadına bırakma!"

Eddie sesini olabildiğince alçak düzeyde tutarak konuştu, "Ben buraya dönmek üzere yola çıktığımda tepelerin arasındaki yarıklardan bir şey çıkıp kadına saldırırsa ne olacak? Senin söylediğinin tersine, bedeni sesinden dört kat iri ve bir sopayla kovalanamayacak bir kedi oraya gelirse zavallı kadın ne yapacak?"

Silahşor "Onun yanına bir yığın taş toplarsın" dedi.

"Taş mı toplayayım? Tanrı bile bu işe şaşar! Be adam, sen gerçekten lanet olası bir pisliksin!"

"Ben düşünüyorum da..." diyen Roland biraz duralayıp ekledi, "Sen, şimdi de bazı şeyleri yapamayacakmışsın gibi görünüyor bana. O silahı sana yolculuğunun ortasında ortaya çıkacak tehlikelerden korunman için verdim. Tabancayı geri alırsam hoşuna gider mi? Belki de sen, kadın için ölebilirsin bile. Buna da sevinirsin. Pek romantik!... Ancak, böyle durumda yalnız bir kişi değil, üçümüz de ölebiliriz."

"Söylediklerin pek akılcı. Gene de sen, lanet olası bir pisliksin!"

"Git ya da burada kal. Ama, bana ad takmayı bırak." Eddie öfkeyle konuştu, "Sen şu anda bir şeyi unutuyorsun."

"Neymiş o?"

"Bana artık büyü demeyi unuttun. Bu her zaman Henry'nin söylediği bir şeydi: 'Oh, artık büyü çocuğum' derdi."

Silahşor bıkkın, tuhaf ama güzel bir gülümseyişle güldü. "Sanırım sen büyüdün. Şimdi gidiyor musun yoksa kalıyor musun?" dedi.

"Gideceğim" diyen Eddie ekledi, "Ancak sen ne yiyeceksin? Odetta dün akşamdan kalan etlerin hepsini yiyip bitirdi."

"Lanet olası pislik bir yolunu bulur. Yıllardır o hep bir yolunu bulmayı başarmıştır"

Eddie uzaklara doğru baktı. "Ben... Sanırım, seni bu adla çağırdığım için üzgünüm, Roland" diyen genç adam ansızın tiz bir sesle gülerek sözünü şöyle sürdürdü, "Bugün pek yorucu bir gün..."

Silahşor bir kez daha gülümsedi. "Evet, öyle" dedi.
5
Bütün gün boyunca çok iyi yol aldılar. Ama, Kapı şimdi de görünürde değildi. Güneş ışıklarını altın renkli bir çizgi şeklinde okyanusun üzerine saçıyordu. Sonunda Odetta genç adama yarım saat daha gidebileceklerini söylemesine karşın, Eddie uygun bir yerde tekerlekli sandalyeyi itmeyi bıraktı. Kadına yardım edip sandalyeden indirdi ve onu kucağında oldukça düzgün gözüken bir yere taşıdı. Sandalyenin arka ve alt kısmındaki yastıkları alıp Odetta'nın altına koyarak rahatlamasını sağladı.

"Tanrı'm, böyle uzanabilmek ne iyi" diyen Odetta içini çekerek sözünü sürdürdü, "Ama, gerimizde tek başına bıraktığımız adamı, Roland'ı sürekli düşünüyor ve şu anki durumumun keyfini çıkaramıyorum. Eddie, o adam kim ve ne?" Biraz durup düşündükten sonra ekledi,"Ve neden o denli çok bağırıyor?"

"Sanırım bu doğasından geliyor" diyen Eddie hemen taş toplamak üzere kadının yanından ayrıldı. Roland pek seyrek bağırırdı. Genç adam o sabahı düşündü. Silahşor, MERMİLERİ SİKTİR ET (!) diye bağırmıştı. Ancak bundan ötesi yalnızca yanlış bir anımsamaydı.

Silahşor’un sözlerine uyarak Eddie ıstakoza benzeyen yaratıklardan üçünü öldürdü. Bu konuda öyle hevesliydi ki, sağ tarafından gelen bir yaratığı daha öldürmek üzereyken attığı taş sekti ve hayvan kurtuldu. Ancak yaratığın pençesi bir dakika önce Eddie'nin bastığı yerde klik sesi çıkararak havayı biçti ve genç adam hemen Roland'ın eksik parmaklarını düşündü.

Güneşin son ışıkları Batı göklerinde solarken çevreden topladığı kuru dal parçalarıyla yaktığı ateşte hayvanın etini pişirdi. Çevrede giderek artan tepelerdeki bitkiler iyi yakılacak şeylerin bulunmasını kolaylaştırıyordu.

Odetta eliyle göstererek, "Bak, Eddie!" diye seslendi. Genç adam baktı ve gecenin koynunda tek bir yıldızın gökte parıldadığını gördü.

"Güzel, değil mi?"

"Evet" diyen Eddie'nin gözleri ansızın hiçbir neden olmaksızın yaşlarla doldu. Kendisi, bütün o kahrolası yaşamı süresince nerede bulunmuştu? Nerede bulunmuş, ne yapmış ve bütün bunları yaparken kiminle birlikte olmuştu? Ve şimdi neden kendisini böylesine çirkin ve sınırsız derecede pislenmiş duyumsuyordu?

Gökyüzüne doğru kalkan şu yüz, zayıf ateşin ışığında korkunç derecede güzel görünüyordu. Ancak yüzün sahibi güzelliğinden habersiz olarak irileşmiş gözleriyle akşam yıldızına bakıyor ve gülümsüyordu.

"Yıldız ışığı, yıldız parlaklığı" diyen kadın sustu. Genç adama bakıp sordu, "Onu bilir misin, Eddie?"

"Evet" diyen genç adam başını öne eğdi. Sesi oldukça anlaşılır biçimde çıkmıştı. Oysa, başını kaldırsa Odetta onun ağladığını görebilirdi.

"Şu halde bana yardımcı olmalısın. Sen de bakmak zorundasın."

"Tamam"

Genç adam avucuyla gözyaşlarını kuruladı ve kadınla birlikte yıldıza baktı.



"Yıldız ışığı" diyen Odetta adama baktı ve Eddie kadına katıldı, "Yıldız parlaklığı..."

Kadının eli uzandı, körü körüne arandı. Genç adam onun elini kavrayıp hafifçe sıktı. Bu ellerden biri açık kahverenginin tatlısı, diğeri beyaz bir güvercinin göğsünün tatlı rengindeydi.

Şimdi birlikte (daha sonra olacakları kadın ve erkek gibi değil), bir kız ve oğlan çocuk gibi ciddi ciddi konuştular; "Bu gece gördüğüm ilk yıldız..."

Daha sonra karanlık iyice çöktüğünde kadın seslenip genç adama uyuyup uyumadığını sorunca Eddie uyumadığını söyledi. Kadın üşüdüğü için ona kendisini kucaklamasını söyledi ve gece bir dilekte bulunacağını da ekledi.

Genç adam Odetta'nın yanına geldi. Birbirlerine baktılar ve Eddie kadının yüzünde de gözyaşlarının aktığını gördü. O anda kendi gözyaşları da boşandılar. Bu kez onları Odetta'nın görmesine izin verdi. Artık bir ayıp değil, anlatılamaz bir rahatlayıştı.

Birbirlerine gülümsediler.

"Bu gece dilediğimi sen de dile" diyen Eddie düşündü: Lütfen, sen de her zaman dile.

Kadın onun yansımasıymış gibi aynı sözleri yineledi, "Bu gece dilediğimi sen de dile." Ve düşündü: Eğer bu tuhaf yerde öleceksem, lütfen ölümü güçleştirme ve ölümüm bu genç, iyi adamın yanında olsun!...

Gözlerini kurulayan Odetta, "Ağladığım için beni bağışla. Genellikle ağlamam ama bugün..." dedi.

Eddie onun sözlerini tamamladı, "Pek yorucu bir gün oldu."

"Evet. Sen bir şey yemelisin, Eddie."

"Sen de yemelisin."

"Umarım beni yeniden hasta etmez." Genç adam ona gülümsedi ve "Hasta edeceğini sanmıyorum" dedi.
6
Daha sonra üstlerinde tuhaf gökadalar eski bir Fransız dansı olan Gavot'u yaparak ağır ağır dönerlerken her ikisi de geçmişteki sevişmelerinin şu ana değin böylesine tatlı ve eksiksiz gerçekleşmediğini düşündüler.
7
Sabahleyin şafak sökerken kalkıp ivedi yola koyuldular. Saat dokuza geldiğinde ve artık dağların plajı kestiği ama gene de Kapı'yı görmedikleri bir yere vardıklarında, Eddie böyle durumda ne yapmaları gerektiğini Roland'a sormuş olsaydım keşke diye düşünmeye başladı. Bu önemli bir soruydu çünkü kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kumsal burada sona eriyordu. Dağlar denize iyice yaklaşıyor ve sulara doğru köşegen şeklinde uzanıyorlardı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə