Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə31/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33

"Bir şişede kap haç var?" diye sordu.

"İyi ama bunlar hap değil, kapsüldür" diye sinirli bir sesle konuşan yardımcı ekledi, "Eğer ilacı hap olarak almak istiyorsanız..."

"Boş ver! Bunlar kaç alımlık ki?"

"Oh, uh!" diye sesler çıkaran şaşkın yardımcı şişeye bakarken az kalsın onu yere düşürecekti.

Roland buradan ne kadar çok cephanenin ne denli önemsiz tutardaki parayla satın alınabileceğini görmüştü. Gangster Enrico Balazar'ın bürosundaki ilaç dolabından aldığı şişeler otuz altı alımlık tutmuş ve kendisini iyileşmiş gibi duyumsatmıştı. İki yüz alımlık ilaçla bedenindeki enfeksiyonunu yok edemezse, bu hastalık kesinlikle iyi edilemezdi.

Genç adama, "İlacı ver" dedi.

Yardımcı şişeyi uzattı.

İlacı göğüs cebine yerleştiren Roland ceketinin kolunu sıyırarak Jack Mort'un Rolex markalı saatini ortaya çıkarıp şöyle konuştu, "Param yok ama bu yeterli karşılığı sağlar sanırım."

Geriye döndü. Şimdi de devrilmiş olan taburenin yanına, yere oturmuş ve irileşmiş gözlerle kendisine bakan güvenlik görevlisine doğru başını eğdi ve sonra kapıya doğru yürüdü.

Olay bu denli sessiz bir biçimde sona eriyordu.

Beş saniye süreyle eczahanede hırsız alarmının zırıltısından başka bir ses işitilmedi. Bu ses de, caddeden geçen insanların dönüp boş bakışlarla içeriye bakmalarına neden oluşturuyordu.

Yardımcı fısıldadı, "Tanrı'ya şükürler olsun, Bay Katz! Şimdi ne yapacağız?"

Katz saati tezgahın üzerinden alarak inceledi.

Adamın bıraktığı saat altından, som altından yapılmıştı!

Katz gördüğüne inanmıyordu.

Oysa, inanmak zorundaydı.

Bir çılgın eczahanesine girmiş, güvenlik görevlisi ve bir müşteriye ateş etmiş ve bütün bunları en son akla gelebilecek bir ilaç için yapmıştı.

O da, penisilin türündeki Keflex adlı sıradan bir ilaçtı.

Tüm değeri altmış dolar olabilirdi.

İlaca karşılık adam 6.500 dolarlık Rolex marka saatini bırakmıştı.

"Ne mi yapacağız?" diye soran Katz ilk olarak saati tezgahın altına koydu, Genç adama dönüp "Sen bunu görmedin" dedi. Sonra, Ralph'e dönerek ekledi, "Sen de görmedin."

Ralph hemen patronunu onayladı, "Evet, efendim. Saati sattığında payımı ödediğin zaman ben de saati hiç görmemiş olacağım."

Katz belirgin bir sevinçle, "O herifi caddede köpek gibi öldürecekler!" dedi.

Yardımcısı şaşkınlık içinde kalmış bir tavırla konuştu, "Yalnızca Keflex aldı! Ve adam uyuşturucu düşkününe hiç de benzemiyordu."

ÜÇÜN ÇİZGİLERİ
1
Güneşin alt ucu Roland'ın dünyasının Batı Denizi'nde ufka dokunurmuş gibi parlak ışıklarını okyanusa saçarken, deniz kıyısında Eddie kurbanlık danalar gibi yatıyor; öbür tarafta O'Mearah ile Delevan adlı polis memurları kroke durumlarından ağır ağır bilinçlilik haline dönüyorlardı.

Polislerin yanına yaklaşan Şişman Johnny alçakgönüllü bir sesle sordu, "Beni bu kelepçeden kurtarırsınız, değil mi?"

O'Mearah kalın sesle, "Nerede o herif?" diye sorup belindeki silahla tabancalığını arandı. Tabancalık, kurşunlar ve silahı gitmişti. Evet, silahı gitmişti!

Oh, Tanrı cezasını versin!

Polis memuru O'Mearah şimdi kendisine Müdüriyetteki pislikler tarafından sorulacak soruları düşünüyor ve yitirdiği silahın parasal değeri ona İrlanda'nın nüfusu ya da Peru'nun başta gelen maden kaynakları gibi görünüyordu. Dönüp arkadaşı Carl Delevan'a baktı ve onun da silahından arındırılmış olduğunu gördü.

O'Mearah üzülerek düşündü, Oh, aziz Tanrı'm! Soytarıların ortaya çıkmasına sen neden oluyorsun.... Ve o anda Şişman Johnny kendisinden bir kez daha tezgahın üzerindeki anahtarı kullanarak kelepçenin kilidini açmasını istedi. "Evet, yapmam gerekirdi..." dedi ve duraladı, sustu. Aslında şişman adama, Bunun yerine senin bağırsaklarına doğru atış yapmam gerekirdi, demek üzereydi. Oysa, Şişman Johnny'e ateş edemezdi, öyle değil mi?. Buradaki silahlar birbirine zincirlerle bağlıydı. Ve altın kaplama çerçeveli gözlükler takan efendi görünüşlü serseri, O'Mearah'ın bir çocuğun elinden oyuncak tüfeğini alacağı kadar kolaylıkla onun ve Carl'ın silahını alıp gitmişti.

Düşünmeyi bırakıp anahtarı aldı ve kelepçenin kilidini açtı. Sonra, Roland'ın mağazanın bir köşesine fırlattığı tabancayı gördü. Gidip silahı yerden aldı, pantolonunun kemer kısmına soktu.

Şişman Johnny meler gibi konuştu, "Hey! Bırak, o tabanca benim!"

"Oh, evet. Tabancanı geriye almak istiyorsun, öyle değil mi?" diyen O'Mearah ağır ağır konuşmak zorundaydı. Çünkü başı ağrıyordu. Şu anda tüm istediği, mavi giysili herifi bulup onu en yakın duvara çivilemekti. Sözlerini şöyle sürdürdü,"Attica'da senin gibi şişmanlar için ne derler bilir misin? 'Yastık ne kadar büyükse, dürtülmesi o kadar iyi olur.' Şimdi de tabancanı geriye almak istiyor musun?"

Şişman Johnny bir şey demeden arkasını döndü. Kısa süre sonra, O'Mearah onun göz pınarlarının yaşlarla dolduğunu ve pantolonunda da bir ıslaklık lekesi bulunduğunu gördü. Gene de adama acımadı.

Vızıldayan kısık sesiyle bu kez Carl Delevan sordu, "O herif nerede?"

Bıkkın bir sesle, "Buradan gitti" diyen Şişman Johnny ekledi "Bütün bildiğim şu kadar: Adam buradan gitti. Gitmeden önce beni öldürecek sanıyordum. Oysa, ellerimi kelepçeleyip sonra bıraktı gitti."

Delevan ağır ağır ayağa kalkıyordu. Yüzünün yanında yapışkan bir ıslaklık duyumsadı ve eliyle yokladı, arandı... Tabancalığıyla tabancası gitmişti. O'Mearah'ın başında yalnızca ağrı vardı. Oysa, Delevan kafasının içinde birisi sanki nükleer testler yapıyormuş gibi oluyordu.

O'Mearah'a dönüp, "Adam benim silahımı almış" dedi. Konuşurken o denli geveliyordu ki sözcükleri anlaşılmaz hale giriyordu.

Arkadaşı, "Sen de kulübe katıldın. Benim de aynı şey başıma geldi" diyerek yanıtladı.

"Adam şimdi de burada mı?" diye soran Delevan O'Mearah'a doğru bir adım attı. Ancak, sanki kaba dalgalı denizdeki bir geminin güvertesinde yürüyormuş gibi sola doğru yalpaladı ve sonra doğrulmayı başarabildi.

O'Mearah, "Hayır" dedi.

Cari Delevan, şişman adama bakıp, "Gideli ne kadar oldu?" diye sordu. Sırtı onlara dönük olan Şişman Johnny belki de polisler kendi aralarında konuşuyorlar diye düşünerek yanıt vermedi. Delevan en iyi koşullar altında bile öfkelenmeden ve kısıtlı olmayan davranışlarla harekete geçmeden edemeyen bir polis olarak dikkati çekmişti. Şimdi de beynini bin parçaya bölünecekmiş gibi duyumsamasına karşın, şişman adama doğru bakıp kükredi, "Sana bir soru sordum, şişman pislik! Anasını beceren (!) o herif gideli ne kadar oldu dedim?"

"Beş dakika kadar oldu" diyen şişman adam gene bıkkın bir sesle konuştu, "Lanet olası mermilerini ve sizin silahlarınızı alıp gitti." Biraz duraladı ve ekledi, "Ancak, mermilerin parasını ödedi. Şaşırdım ve duruma inanamadım!"

Delevan, Beş dakika olmuş, diye düşündü. Adam, bir taksiyle gelmişti. O sırada devriye arabasında oturup kahve içtiklerinden gelişini görmüşlerdi. Şimdi kentte trafiğin sıkışma saatleri başlıyordu. Şu sıralarda bir taksi bulmak güçtü. Belki de onu...

Arkadaşı O'Mearah'a, "Haydi gidelim. Şimdi de onu enseleme şansına sahibiz. Şu şişmandan bir silah isteyelim" dedi.

O'Mearah kendindeki Magnum tabancayı gösterdi. Delevan önce silahı iki tane olarak gördü. Ancak, bir süre sonra görüntüler ağır ağır bir araya gelip çakıştılar.

"İyi" diyen Delevan çenesine sıkı bir yumruk yemiş boksör gibi ağır ağır kendine geliyordu. Ekledi, "Sen o silahı kendine sakla. Ben de arabanın ön tablosunun altındaki kilitli av tüfeğini alırım." Sözünü bitirince kapıya doğru tökezleyerek yürüdü ve ayakta kalabilmek için kapıya tutunmak zorunda kaldı.

O'Mearah, "Kendini idare edebilecek misin?" diye sordu.

Delevan, "Eğer onu yakalarsak..." diyerek yanıtladı.

Polis memurları mağazadan dışarı çıktılar. Şişman Johnny onların gidişine, mavi giysili serserinin gidişi kadar olmasa bile, gene de çok sevindi.


2
Delevan ile O'Mearah, suçlunun silah mağazasından çıktıktan sonra hangi yöne doğru gittiğini aralarında tartışmadılar bile... Tüm yapmak zorunda oldukları şey, devriye arabasındaki radyoyu dinlemekti.

Radyodaki kadın spiker üst üste şu mesajı yineliyordu: Hırsızlık olayı. Silahla ateş edildi. Yer: Batı yakası, Kırk Dokuzuncu Cadde numara 395, Katz'ın eczahanesi.

Başı eskisinden daha çok sancılı olmasın karşın, Delevan düşündü: Ateş edilmiş. Hangi silahla ateş edildiğini merak ediyorum, doğrusu. Benimkiyle mi, George'un silahıyla mı? Eğer o çöp tenekesi birisini öldürmüşse başımız iyice belaya girecek. Ama, biz onu yakalarsak...

Kaba bir tavırla O'Mearah'a "Haydi durmayalım, harekete geçelim!" dedi. Arkadaşı bu sözü ikiletmedi. O da durumu aynen Delevan'ın düşündüğü gibi algılamıştı. Arabanın üzerindeki uyarı ışığını yaktı, sirenleri çalıştırdı ve trafiğe karıştılar. Kentte trafiğin sıkışma saati geliyordu. O'Mearah devriye arabasının iki tekerini de kaldırımın yanındaki su arkında, diğer iki tekerini de kaldırımın üzerinde tutarak sürüyor ve yayaları ürkütüp kaçılıyordu. Kırk Dokuzuncu Cadde'ye girmekte olan bir süt ürünleri kamyonunun arka çamurluğuna sürtüp parçaladılar. İlerde, eczahanenin önündeki kaldırımın üzerinde çevreye saçılmış cam kırıkları görülüyordu. Eczahanenin hırsız alarmının zırlayan sesini de duymaya başlamışlardı. Sokaktaki yayalar kapı girişlerine ve çöp tenekelerinin arkasına saklanmışlardı. Ancak apartmanların üst katlarında oturanlar sarkmış sanki özel bir televizyon izlencesi ya da parasız bir sinema gösterisiymiş gibi olayı hevesle izliyorlardı.

Caddenin bu bloğu sanki trafiğe kapanmış gibiydi. Taksi ve özel araba sürücüleri yayalar gibi olayı duyumsayıp çevreye dağılmışlardı.

Delevan, "Adamın şimdi de orada olduğunu umut edelim" diyerek bir anahtarı kullanıp gösterge tablosunun altındaki av tüfeğini güvence altında tutan kısa çelik çubukların kilidini açtı ve sözünü şöyle sürdürdü, "Umut edelim ki, o orospu çocuğu (!) şimdi de eczahanede olsun!"

Her iki polis memurunun da anlamadıkları tek şey, gerçek bir Silahşorla uğraştıklarında genellikle onu tek başına bırakmanın en iyi davranış yolu olacağıydı.
3
Roland eczahaneden çıktığında büyük Keflex şişesi de Jack Mort'un ceket ceplerinden birine indirilmiş bulunuyordu. Carl Delevan'ın .38'lik beylik tabancası ise sağ elindeydi. Yeniden bir silahı sağ eliyle tutabilmek ne denli güzeldi...

Yaklaşan sireni ve cadde boyunca kükreyerek gelen arabanın gümbürtüsünü işitti. Onlar geliyor diye düşündü. Tabancasını doğrulttu ve o anda anımsadı: O adamlar da Silahşordu. Görevini yapan Silahşorlardı. Geriye döndü ve simyacının mağazasına girdi

Delevan, "Sıkı tutun, geliyoruz! Anasını becermiş herif (!)" diye haykırdı. Roland'ın bakışları hemen sol üst köşedeki dışbükey aynaya kaydı ve Silahşorlardan birini (kulağı kanamakta olanı) elinde dışarı uzatılmış bir av tüfeğiyle aracın camından sarktığını gördü. Ortağı, kauçuk tekerleri bağırtarak ve kaldırımların üzerinde dumanlar kaldırarak aracı durdururken Delevan şimdi tüfeğin namlusuna kurşun sürüyordu.

Roland hemen kendini yere attı.


4
Eczahane sahibi Katz'ın olacakları görmesi için aynaya bakmasına gerek bulunmuyordu. Önce çılgın adam, sonra polisler -Oy, oy!

Yardımcısı ile güvenlik görevlisi Ralph'e dönüp, "Yere yatın!" diye bağırdı ve kendisi de onların ne yaptıklarına bakmadan tezgahın arkasında dizlerinin üzerine çöktü.

Sonra, daha Delevan av tüfeğini ateşlemeden yarım saniye önce, eczacının yardımcısı bir futbol oyununda oyuncuların birbirlerinin üzerine yığılması gibi, kendisini Katz'ın üzerine bırakıverdi. Ve patronunun kafasının yere çarpmasına, çenesinin iki yerinden yaralanmasına neden oldu.

Bu durumda kafasında kükremeye başlayan sancıların arasında Katz av tüfeğinin gümbürdeyişini ve çevreye saçılan saçma paralarıyla traş sonu kolonyası, parfüm, ağız yıkama suyu, öksürük şurubu ve daha neler olduklarını Tanrı bilir başka şeylere ilişkin bir yığın şişenin parçalanmasının neden olduğu şangırtıları işitti. Havada karışan kokular birleşerek Tanrı'nın laneti bir aromayı oluşturdular. Katz, bayılmadan önce bir kez daha Tanrı'ya dua ederek şu kahrolası eczahaneyi başına bela ettiği için babasının kemiklerinin bir an önce çürütmesini diledi.


5
Roland av tüfeğinden çıkan saçma parçalarının oluşturduğu kasırgada şişe ve kutuların havada uçuştuklarını gördü. Zaman Ölçen aygıtları içeren bir cam mahfaza kırılmış ve içindeki saatler çevreye yayılmışlardı.

Silahşorlar şimdi de burada masum insanların bulunduğunu bilemezler diye düşündü Roland. Bilemezler; ama gene de, çevreye yayılan mermili silah kullanıyorlar.

Bu bağışlanamaz bir durumdu. Roland öfkelendiğini duyumsadı ama çaba harcayıp öfkesini bastırdı. Onlar da birer Silahşordu. Biraz önce kafalarının birbirine çarpmasıyla yanlış düşünmeye başladıklarına inanmak, böyle bir şeyi bilerek yaptıklarına ve kimi öldüreceklerine ya da yaralayacaklarına aldırış bile etmeden davrandıklarına inanmaktan daha iyiydi.

Silahşorlar kendisinin ya koşmasını ya da ateş etmesini bekleyeceklerdi.

Bunların yerine, Roland yerde sürünerek ilerledi. Şişe ve cam kırıklarının üzerine basan elleri ve dizleri yaralanıyordu. Duyumsadığı acı, Jack Mort'un bilincini yerine getirmişti. Roland, Mort'un geriye dönmesine sevinmişti. Çünkü, ona gereksinecekti. Yaralanan el ve ayaklar Mort'un olduğu sürece duruma aldırmıyordu. Adam, acıya dayanabilirdi ve daha iyilere değer olmayan bir canavarın yaraları mikroplarla bulaşabilirdi.

Yerde sürünen Roland vitrinden geriye kalanların bulunduğu yere ulaştı. Kapının sağ tarafına gelmişti. Oraya çömeldi ve sıçramaya hazır bir yay gibi gerildi kaldı. Sağ elindeki silahı tabancalığa soktu.

Şimdilik silaha gereksinmeyecekti.
6
O'Mearah, "Ne yapıyorsun, Carl?" diye haykırdı. Birdenbire kafasında Daily Mail gazetesinin manşetleri canlanmıştı sanki: POLİSLER ECZAHANEDEKİ KARGAŞADA 4 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ...

Delevan arkadaşının bağırışını dinlemedi bile. Silahına yeni bir mermi sürerek, "Haydi içeri girelim de şu pisliğin işini görelim" dedi.


7
Olayın sonrası aynen Silahşor’un düşündüğü gibi gerçekleşti.

Olasılıkla kentin uçsuz bucaksız caddelerinde dolaşan binlerce tehlikesiz, sıradan insanlardan biri olarak gördükleri kişi tarafından aldatılma ve silahlarının elinden alınması yüzünden öfkelenen şimdi de kafalarının tokuşması nedeniyle biraz kroke durumda olan polisler aptallar gibi, biri elinde saçma mermi atan tüfeği uzatmış durumda olmak üzere eczahaneye girdiler. Biraz öne eğilmiş olarak, karşı tarafın siperlerine atak yapan askerler gibi koşuyorlardı. Ancak kafalarında şimdi bir karşıt fikir daha yer alıyordu. Onlara göre, çılgın adam arka kapıdan çıkıp dar geçitlerden geçerek eczahaneden uzaklaşmış olabilirdi.

Bu yüzden saçma merminin parçaladığı şişe ve cam kırıklarını ezerek biraz da ihtiyatsızca içeri daldılar. Bu sırada Silahşor iki elini birbirine kenetleyip kocaman bir yumruk yapmıştı. Yumruk kalktı ve ilk olarak Delevan'ın ensesine indi!

Daha sonra müdüriyetteki Soruşturma Komitesi'nin önünde hesap verirken Delevan, Clement'in silah mağazasında tezgahın altına eğilip serserinin cüzdanına baktığı andan sonrasını anımsadığını söylemişti. Komite Üyeleri, o koşullar altında unutkanlığın mümkün olduğunu düşünerek Delevan'a altmış gün süreyle ücretsiz işten uzaklaştırma cezası vermişti. Oysa Roland, farklı koşullar altında (sözgelişi salak polis şimdi de masum insanlarla dolu bir mağazaya elinde mermileri çevreye dağılan bir silahla girmemiş olsa) onun sempatiyle karşılanabileceğini düşünüyordu.

Delevan ansızın bir arpa çuvalı gibi yere yıkılınca Roland onun gevşeyen ellerinden saçma atan av tüfeğini çekip alıverdi.

O'Mearah, "Sıkı dur!" diye haykırdı. Sesi öfke ve hüznün gölgelerini taşıyordu. Şimdi Şişman Johnny'nin Magnum markalı tabancasını doğrultuyordu ama bunu da Silahşor’un kuşkulandığı biçimde yapıyordu. Eddie'nin dünyasının Silahşorları acınacak kadar yavaştılar. Bu arada kendisi O'Mearah'ın yanağı boydan boya yırtıldı. Daha sonraki günlerde adamcağızın çenesine yerine koyabilmek için üç kez ameliyat yapıp çekiç çiviler kullanmak zorunda kaldılar.

Roland kapı girişinde duruyor ve belli ki yaklaşmakta olan siren seslerini duyuyordu. Elindeki av tüfeğini ikiye katlayıp açtı. Silahın içindeki ve Delevan'ın cebindeki kırmızı renkli mermileri boşalttı. Bunu yaptıktan sonra av tüfeğini Delevan'ın yanına fırlattı.

Yerde yatan polislerin üzerinden atlayıp dışarda şimdi de çalışmakta olan devriye araçlarına doğru koştu. Kapıyı açıp direksiyonun başına geçti.


8
Jack Mort denilen ve şimdi anlaşılmaz sözlerle mırıldanan şeye seslendi, Sen bu taşıt aracını kullanabilir misin, be adam?

Ondan anlaşılır bir yanıt alamadı, çünkü Mort sürekli sözcükleri geveleyerek haykırıyordu. Silahşor durumu tümüyle gerçek olmasa bile bir isteri nöbeti olarak sezinledi. Jack Mort kendisini kaçıran tuhaf kişiden sakınmak üzere bilerek isterili davranıyordu.

Roland onunla şöyle konuştu: Dinle, Mort. Seninle konuşacak tek zamanım bu... Zaman giderek kısalıyor. Soruma yanı vermezsen sağ başparmağımı senin sağ gözüne dayayacağım. Ve gittiği kadar içeri dürteceğim. Sonra gözünü çıkarıp aracın oturağına bir gulyabani gibi oturtacağım. Ben burada nasıl olsa senin tek gözünle idare edebilirim. Ve sonuçta çıkan, senin gözün olacak...

Silahşor’un Jack Mort ile ilişkileri her iki ortak yönünden de soğuk ve gönülden olmayan bir nitelik taşıyordu. Bununla birlikte, cinsel ilişkide bulunur gibi, belki daha da içli dışlı idiler. Bu, hiç değilse bedenlerin olmayıp akılların birleşmesiydi. İşte böyle nedenlerle, Mort'un kendisine yalan söylemeyeceği gibi, Roland da ona yalan söyleyemiyordu.

Söylediklerini tam anlamıyla murad ederek söylemişti.

Ve Jack Mort bunu biliyordu.

Adamın isteri nöbeti birdenbire sona erdi. Arabayı sürebilirim dedi. Bu da, aklına girdiğinden beri Roland'ın adamla yaptığı ilk anlamlı iletişim oldu.

Şu halde aracı sür.

Seni nereye götürmemi istersin?

"Village" diye anılan yeri biliyor musun? (Greenwich Village adı da verilen yer, New York kentinde daha çok sanatçıların, yazarların ve topluma başkaldırıp yaşamlarını bohemce sürdüren diğer kişilerin bulunduğu bir semttir -Çeviren.)

Evet.

Oraya götür.



Village'da nereye götüreyim?

Şimdilik yalnızca aracı sür.

Sirenleri kullanırsam oraya daha hızlı gidebiliriz.

İyi. Sirenleri kullan ve parıldayan ışıkları da yak.

Adamı ele geçirdiğinden beri ilk kez Roland geriye çekildi ve Mort'un yönetimi ele almasına izin verdi. Jack Mort'un başı öne dönüp de Delevan ile O'Mearah'ın mavi beyaz renkli devriye aracının gösterge tablosunu incelerken Silahşor adamın yaptıklarını gözledi ve eylemi başlatan kendisi olmadı. Yaşamdaki tek hedefi olan Ka'da düşüncelerini ayırmış ve cisimsel bir yaratık haline geçmiş olsa, Roland adamın ayaklarına basacak ve onun ilk başkaldırısında yönetimi yeniden ele alacaktı.

Ancak böyle bir şey olmadı. Canavar adam, Tanrı bilir kaç masum insanı öldürmüş ya da sakat bırakmıştı. Oysa şimdi, kendi değerli gözlerinden birini bile yitirmek niyetinde değildi. Gösterge tablosundaki birtakım düğmeleri basmış ve bir kolu çekmişti. Birdenbire harekete geçtiler. Sirenin sesi yükseldi ve Silahşor arabanın ön kesiminde kırmızı ışığın çakmalarını görmeye başladı.

Asık suratla adama, Hızlı git diye komuta etti.
9
Sirene, ışıklara ve Jack Mort'un sürekli kornayı çalışına karşın sıkışık trafik saatinde Greenwich Village'a varmaları yirmi dakika sürdü. Bu arada Silahşor’un dünyasındaki Eddie'nin umutları yağan yağmurla karların eriyişi gibi yok oluyordu. Kısa süre sonra ıstakoza benzer yaratıklar saldırıya geçeceklerdi.

Deniz, güneşin ufuktaki görüntüsünün yarısını yemişti.

Jack Mort, İyi. Village'a geldik, dedi. Roland'a göre burada her şey, bir sürü dev binasıyla, kalabalık insan ve araç sürücüsüyle kentin öbür kesimlerine benzemesine karşın, adam doğruyu söylüyordu. Zaten yalan söylemesi olanaksızdı. Burada da araçlar yalnızca yolları değil, gürültü ve kötü kokan dumanlarıyla havayı doldurmuşlardı. Kötü duman araçların yaktığı yakıt her neyse ondan geliyordu. Bu dünyadaki insanların nasıl canavarlar ya da dağlardakiler gibi ağır hareketli bebekler değil, normal çocuklar doğurabildiklerine şaşmamak elden gelmezdi.

Mort sordu; Şimdi nereye gidiyoruz?

İşin en güç yanı buydu. Silahşor hazırlandı. Herhangi bir durumda ne kadarı mümkünse, olacaklara o kadar hazırlandı.

Sireni sustur, ışıkları söndür ve kaldırıma yanaş dedi.

Jack Mort aracı bir yangın musluğunun yanında durdurdu.

Bu kentte yeraltı demiryolları var diyen Silahşor ekledi, Beni o demiryollarındaki trenlerin yolcularını indirip bindirdiği istasyona götürmeni istiyorum.

Hangi istasyona? diye soran Mort'un aklında ürkünün rengi beliriyordu. Mort Roland'dan, ve Roland da Mort'tan hiç değilse uzun süre bir şeyi saklayamazlardı.

Birkaç yıl önce (kaç yıl olduğunu bilemiyorum) sen genç bir zenci kadını, bir yeraltı istasyonunda hızla gelen bir trenin önüne ittin. Beni o istasyona götürmeni istiyorum.

Bu konuşmayı aralarında geçen kısa, yabanıl bir savaşım izledi. Sonuçta, Silahşor savaşımı kazandı ama şaşırtıcı derecede güç oldu bu. Kendi yolunda Jack Mort da Odetta gibi bölünmüş birisiydi. O kadın gibi şizofrenili bir tip değildi. Zaman zaman ne yaptığını biliyordu. Ama gizini (yani İtici Adam oluşunu) zimmetine para geçiren bir namussuz gibi iyi saklayabiliyordu.

Silahşor, Beni oraya götür, piç! dedi. Bir kez daha başparmağını adamın gözüne doğru kaldırdı. Hareketini sürdürüp göze bir, iki santim kaldığında Mort pes etti.

Jack Mort'un sağ eli kolu çekip tekerleği döndürdü ve araç harekete geçti. Ünlü A-Treni'nin üç yıl kadar önce Odetta adlı genç kadının ayaklarını biçtiği Christopler Caddesi istasyonuna doğru ilerlediler.
10
Yaya devriye polisi Andrew Staunton iş arkadaşı Norris Weaver'e, Delevan ile O'Mearah'ın mavi beyaz renkli devriye arabasını göstererek, "İyi. Şuna bak!" dedi.

Çevrede araba park edecek yer bulunmuyordu. Sürücü, yer bulmak üzere çaba harcamadı. Yalın biçimde kenara yanaşıp ikinci araba sırasını oluşturmak üzere durdu. Arkasındaki arabalar, kolestrolla tıkanmış bir damardaki kan gibi duralayıp düğümden kurtulmak üzere çaba harcamaya başladılar.

Yaya devriye polisi Weaver arabanın sağ farının yanında bulunan numarayı kontrol etti: 744. Evet, telsizden aldıkları numaraya uyuyordu.

Arabanın üzerindeki lamba şimdi de yanıp sönüyor ve kapısı açılıp sürücüsü dışarıya adım atana değin her şey temizmiş gibi görünüyordu. Adam mavi giysiliydi, tamam. Oysa giysisi sarı madeni düğmeli ve gümüş renkli rozetlerle donatılmış değildi. Pabuçları da, eğer Staunton ve Weaver devriyede çalışanların bundan böyle pahalı Gucci marka mokasen giyecekleri yolundaki genelgeyi gözden kaçırmamışlarsa, polisin dağıttığı türden ayakkabı değillerdi. Öyle bir genelgenin yayınlanmış olması da pek olası görülmüyordu. Şu anda tek olasılık, bu sürüngenin Kırk Dokuzuncu Cadde'deki soygundan sonra polislerin arabasını çalıp kaçmış olmasıydı. Şu anda adamın devriye arabasını bıraktığı yerde, arkadaki arabaların sürücüleri korna ve sözlü uyarılarla durumu protesto ediyordu.

Andy Staunton soluğunun arasında mırıldandı, "Tanrı cezasını versin!"

Telsizle yapılan yayında, Pek dikkatle yaklaşın. Adam silahlı ve aşırı derecede tehlikeli, demişlerdi. Bu tür yayınlar kulağa dünyanın en bıktırıcı sesi gibi gelir ve Andy Staunton 'un bildiği kadarıyla aşırı sözcüğüne her zaman aşırı vurgulama yapılarak insanın bilinci sanki bir oyguyla oyulurdu.

Andy, polis gücünde bulunduğu dört yıl süresince ilk kez silahını çekti ve arkadaşı Weavers'e baktı. O da silahını çekmişti. Her ikisi de IRT metrosuna inen merdivenin ağzından on metre kadar uzaklıktaki bir tatlıcı dükkanında ayakta dikiliyorlardı. İki arkadaş yalnızca polislerin ve profesyonel askerlerin birbirlerine tam uyum sağlamalarına yeterli olacak zamandan beri birbirlerini tanıyorlardı. Aralarında bir tek sözcük geçmeden tabancalarının namlusunu havaya kaldırarak tatlıcının kapısına doğru yürüdüler.

Weaver sordu, "Metroya mı gidiyor?"

"Evvet" diye yanıtlayan Andy metro girişine ivedi göz attı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə