Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə28/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33

6
Sen uyurken ben çok uğraştım. Bütün yapacaklarımı da düşündüm, demişti Detta... Ve genç adam ondan tiksinerek, gittikçe artan korkuyla kadının söylediklerinin doğru olduğunu görüyordu. İp şimdi üç ilmik haline giriyordu. Bunlardan ilki boynuna atılmıştı. İkinci ilmik, arkasında ellerini birbirine kenetliyordu. Üçüncü ilmik ise,bacaklarını birbirine bağlayacaktı.

Kadın onu kabaca itip yere, bir yanının üzerine doğru devirdi ve ayakları kalçalarına değene kadar bacaklarını bükmesini söyledi. Genç adam işin nereye gittiğini görerek durakladı, kendisine söyleneni yapmamak üzere direndi.

Bunun üzerine Detta, Roland'ın tabancalarından birini giysisinin yarıklarından çekip ortaya çıkardı. Horozunu çekti ve silahı Eddie'nin şakağına dayadı.

"Dediğimi yap, yoksa ben yapacağımı yaparım, beyaz mumlu!" derken gene alçak sesle şarkı söylüyor gibiydi. "Ama, ben yapacağımı yaparsam sen ölmüş olursun. Beyninin üzerine biraz kum döker ve başını öte yana çeviririm. Bu durumda da, Roland seni uyuyor sanır" dedikten sonra kıkır kıkır güldü.

Eddie ayağını kalçasına doğru çekti ve kadın hemen ipin uzantısını ilmik yapıp genç adamı ayak bileklerinden birbirine bağladı.

"İşte şimdi kesime hazır dana gibi tertemiz bağlandın..."

Genç adam, Detta'nın sözleri her şeyi tanımlıyor, diye düşündü. Ayağını şimdiki durumdan aşağı çekmeye çalışsa ilmik sıkıyor ve bedeni daha çok rahatsız oluyordu.

Detta şimdi adamı çekiyor ve kayalıktan deniz kıyısına doğru götürüyordu.

"Hey! Ne yapıyorsun? ..." diye bağıran Eddie geriye doğru çekilip direnmek istedi. Ancak tüm bağların sıkılandığını ve soluk almakta güçlük çekmeye başladığını duyumsadı. Kendini olabildiğince koyverdi. Bu arada genç adam içinden kendi kendine talimat veriyordu: Şu ayağını havada tutmayı unutma, hıyar herif! Çünkü ayağını indirirsen boğulacaksın! Sivri bir kaya parçası çenesinin altını çizdi ve Eddie sıcak kanların aktığını duyumsadı.

Kadın yüksek sesle soluyor ve şimdi kayalara çarpan köpüklü dalgaların sesi daha yakından geliyordu.

Beni boğacak mı? Yüce Tanrı'm! Deli kadının yapmak istediği bu mu?

Hayır, Detta'nın yapmak istediği elbette ki bu değildi. Gelgit hattını belirleyen kahverengi yosun kalıntılarına yaklaşırken genç adam, deli kadının yapmak istediğinin böyle olmadığını sezinliyordu.

Bir zamanlar ağabeyi Henry'nin kendisine söylediklerini anımsadı: Bazen Vietnamlılar bizimkilerden birini; Bir Amerikalıyı vururlar. Ama sonra onu öldürmezler. Çünkü ölü askere yardım etmek için yaklaşmayacağımızı bilirler. Adamı orada inler durumda bırakır ve sonra onu kurtarmak için yanına geleni avlarlar. Yaralı ölene değin bu oyun sürer. Böyle durumdaki yaralıya ne ad takmışlardır, bilir misin Eddie?

O anda Eddie başını sallamış ve bilmediğini göstermişti. Aynı anda gözünde canlandırdığı hayalle bedeni buz kesmişti.

Ağabeyi açıklamıştı: Ona bal kabı derler. Tatlı bir şey. Sinekleri, bazen ayıları kendine çeken şey.

Şimdi Detta da aynı şeyi yapıyordu: Kendisini bal kabı olarak kullanacaktı.

Kadın hiç söz etmeden Eddie'yi gelgit hattının iki buçuk metre ötesinde, okyanusa doğru dönük durumda bıraktı. Bu durumda gelgit dalgası gelip onu boğmayacaktı. Silahşor onu görebilecekti, çünkü gelgit dalgası daha altı saat süreyle yükselmeyecekti. Ancak, daha önce...

Eddie gözlerini biraz çevirdi ve Güneş'in altın renkli ışıklarını okyanus boyunca yaymaya başladığını gördü. Saat kaçtı acaba? Dört müydü? Güneş herhalde yedide batacaktı?...

Ve karanlık basınca, dalgaların arasından uğursuz yaratıklar çıkacaktı. Çaresiz durumda bağlı olarak yattığı yere sorular sorarak yanaşacak ve kendisini parçalayacaklardı.
7
Eddie Dean için zaman sonsuza değin uzamış gibi görünüyordu. Ve zaman kavramı şaka konusu olmuş gibiydi. Yattığı yerde ayakları yorulup da acı duyumsamaya ve sonunda işkence çekmeye başlayınca damarlarındaki kan da nabız gibi attı. Ve o anda karanlık basınca, neler olacağına ilişkin korkuları azalır gibi oldu. Ne olursa olsun, ayaklarını uzatıp kaslarını gevşetecekti. Düşündüğünü yaptı ve bir anda tüm ilmikleri sıkılandı. Soluğu kesildi, boğulur gibi oldu ve her nasılsa ayaklarını geri çekmeyi başardı. Ve biraz olsun temiz havayı ciğerlerine çekebildi.

Genç adam karanlık basana değin yaşayabileceğinden emin değildi. Öyle bir an gelebilirdi ki, basit olarak bacaklarını geriye kalçalarına kadar çekemeyebilirdi artık...

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ROLAND İLACINI ALIYOR
1
Şimdi Jack Mort, Silahşor’un kendisiyle birlikte olduğunu biliyordu. Eğer Jack başka bir kişi (sözgelişi Eddie Dean ya da Odetta Holmes) olsaydı, Roland onunla konuşur ve adamın birdenbire bir başkasının beynine yerleşmesiyle duyumsadığı ürkü ve şaşkınlığını yatıştırmaya çalışırdı.

Oysa Jack Mort, Detta'dan bile daha kötü bir canavar olduğu için Silahşor onunla konuşup olanları açıklamak için çaba harcamadı. Roland şimdi Jack'ın kopardığı, Sen kimsin? Bana ne oldu? şeklindeki yaygaraları işitiyor ama onlara kulak asmıyordu. Tüm dikkatini kısa gereksinim listesindeki şeylere yoğunlaştırıyor ve hiçbir duraksama göstermeden Jack Mort'un aklını kullanıyordu. Silahşor, adamın yaygaralarını dikkate almadan yapacağını yapmak kararındaydı.

Kötü adamın aklını oluşturan kurtçuk çukurunda kalabilmesinin tek yolu, bu aklı bir atlas ve ansiklopedi bileşkesi olarak kullanmaktı. Roland'ın gereksindiği tüm bilgiler Mort'un aklında vardı. Silahşorun yaptığı planın anahatları pek kabaydı, ancak kaba oluşu pürüzsüz ve düzgün oluşundan çok daha iyiydi. İş planlamaya gelip dayandığında evrende Jack Mort ile Roland kadar farklı düşünen başka iki kişi bulunamazdı.

Bir şeyi kabaca planlarsanız, içinizden o anda gelen doğaçlamalara yer bırakabilirdiniz. Bir anda içinden gelenlere uyup küçük doğaçlamalara göre davranmak Roland'ın doğasındaki en güçlü yönlerden biriydi.


2
Beş dakika önce Mort'un odasının kapısını açıp kafasını içeriye uzatan kişiye benzeyen şişman, çerçevesiz mercekli (belli ki, Eddie'nin dünyasında pek çok kişi böyle mercekleri takıyor ve Mort'un ansiklopedisinde buna "gözlük" deniliyordu) bir adamla birlikte asansöre bindiler. Şişman adam, elinde evrak çantası bulunan Jack Mort sandığı kişiye bakıp konuştu:

"Dorfman'ı mı göreceksin, Jack?"

Silahşor bir şey demedi.

"Onunla kiralanan yerlerin devri konusunda konuşabileceğini sanıyorsan bunun bir zaman kaybı olacağını sana söyleyebilirim" diyen şişman adam çalışma arkadaşının bir adım gerilediğini görünce göz kırptı. Küçük odanın kapısı kapandı ve birdenbire aşağı düşmeye başladılar.

Adamın içinden gelen haykırışlara aldırmayan Silahşor Mort'un beynine pençelerini geçirdi. Ve sonra, olayın güvenceli nitelikte olduğunu sezinledi. Küçük odanın aşağı düşüşü kontrol altında tutuluyordu.

Şişman adam, "Üzerime görev olmayan bir şeyi söylediysem beni bağışla. Bu adamla en iyi uğraşacak kişinin sen olduğuna inanıyorum" dedi. Silahşor düşündü: Bu adam da Jack Mort'tan korkuyor...

Roland yanıt vermedi. Bir an önce aşağı düşen tabuttan çıkmayı bekliyordu.

Şişman adam büyük hevesle konuşmasını sürdürdü: "Bunları sana söylüyorum... Çünkü, dün öğleyin yemekte Dorfman ile birlikteydim... Ve..."

Jack Mort'un başı çevrildi ve Jack'ın altın kaplama çerçeveli gözlüklerinin ardındaki, şişman adama bakan gözleri Mort'un gözlerinin her zamanki mavisinden farklı tonda idiler. Silahşor ona alçak sesle, "Sus be adam!" dedi.

Yüzünün rengi solan şişman adam asansörde iki adım geriledi. Dolgun kalçaları birdenbire duran hareketli tabutun ağaç kaplamalarına yaslandı. Kapılar açıldı ve Jack Mort'un bedenini üzerine sıkı saran bir elbise gibi giyinmiş olan Roland kapıdan çıkıp arkasına bakmadan yürüdü. Şişman adam bu sırada asansörün KAPI AÇIK düğmesine basıyor ve Mort dışarı çıkana değin parmağını düğmeden çekmiyordu. Bu arada şişman adam şöyle düşünmüştü: Jack Mort'un bir vidası her zaman gevşek gibiydi. Şu hali, onun iflasının göstergesi olabilir.

Sonunda şişman arkadaşı, Jack Mort'un bir şifa yurduna yatırılmasının herkes için rahatlatıcı olacağı sonucuna vardı.

Ve Silahşor, bu sonucu şaşırtıcı bulmadı.


3
Mort'un aklında, vardıkları yerin binanın girişi yani lobi denilen yer olduğu yankılanıyordu. Oradan, bürolarla dolu olan bu Gök Kulesi'nin kapısına kadar yürüyüp güneş ışığıyla parıl parıl aydınlanan caddeye çıktılar. Mort'un ansiklopedisine göre burası Altıncı Bulvar ya da başka adıyla Amerika Kıtaları Bulvarı idi. Beyni uğuldayan Roland'ın ev sahibi orada durdu. Ama Jack Mort korkudan ölmemişti. Silahşor içinden gelen bir içgüdüyle Mort ölürse kendisi için dünyalar arası fiziksel köprü atılmış olacağı için ortak koz'larının ortadan kalkacağını düşünüyordu. Evet, Jack Mort ölmemiş, yalnızca bayılmıştı. Roland onun beynine girip tüm gizlerini öğrenirken duyumsadığı aşırı korku ve tuhaflık nedeniyle adam fena olmuş, bayılmıştı.

Silahşor, Mort'un bayılmasına sevinmişti. Adamın bilinçsizliği, kendisinin onun bilgi ve bellek hazinelerine girişini etkilemediği sürece Roland Jack'in ayak altından çekilmesine sevinecekti.

Caddedeki sarı renkli taşıt araçları taksi diye adlandırılıyordu. Onları kullanan kişiler Mort'un ansiklopedisine göre şoför ya da sürücü'lerdi. Araçları durdurmak için sınıftaki öğrenciler gibi kolunuzu havaya kaldırmalıydınız.

Roland bu hareketi yaptı ama boş araçlar yanından durmadan geçip gittiler. Daha sonra onların Görev Dışı işaretini taşıdıklarına dikkat etti. Bu yazılar büyük harfli olduğundan Silahşor, Jack'ın yardımına gereksinmemişti. Biraz bekledi ve bir kez daha kolunu kaldırdı. Bu kez bir taksi kaldırıma yanaşıp durdu. Silahşor arabaya binip arka koltuğa yerleşti. Arabanın içinde eskiden kalmış sigara dumanı, ter ve parfüm kokularını duyumsadı. Araç, kendi dünyasının atlı arabalarına benziyordu.

Sürücü sordu, "Nereye gidiyoruz, arkadaşım?"

Roland. "Emin değilim" diyerek yanıtladı.

"Burası buluşma yeri değil. Zaman paradır, arkadaş!"

Mort ansiklopedisi onu, Sürücüye 'boş göstergesi'ni indirmesini söyle diye uyardı.

Roland, "Boş göstergesini indir" dedi.

Sürücü, "Bu da, zamanın boşa geçmesini durdurmaz!" diye yanıtladı.

Ona beş dolar bahşiş vereceğini de söyle, diye Mort ansiklopedisi bir kez daha tavsiyede bulundu.

Roland, "Sana beş dolar bahşiş vereceğim" dedi.

"Paranın rengini görelim" diyen sürücü ekledi, "Para konuşur, pislik yürür!"

Mort ansiklopedisi anında öğüt verdi: Sürücüye sor, parayı mı yoksa kendisini düzdürmeyi (!) mi istiyor?

Roland soğuk ve ölgün bir sesle sordu, "Parayı mı istersin, yoksa kendini düzdürmeyi (!) mi?"

Sürücüsünün gözleri bir an söylenilenle murat edileni anlamış gibi dikiz aynasına baktı ve adam konuşmadı artık.

Bu kez Roland Mort'un bilgi bankasına daha ayrıntılı bir şekilde başvurdu. Sürücü bir kez daha başını kaldırıp dikiz aynasında onu kontrol etti.

Adam on beş saniye süreyle başını öne eğip sol elini de kucağına koymuş durumda kalarak sanki başağrısına karşı Excedrin tableti almış gibi bekledi. Sonunda sürücü bu tuhaf adama ya arabadan inmesini ya da ilk trafik polisine onu şikayet edeceğini söylemeyi kararlaştırmıştı ki, Roland sakin bir tavırla konuştu.

"Beni Yedinci Bulvar ile Kırk Dokuzuncu Cadde'nin kesiştiği köşeye götürmeni rica edeceğim. Bunun için sana, hangi eğilimden olursa ol fark etmeden taksimetrenin yazdığı paraya ek on dolar bahşiş ödeyeceğim."

Sürücü, işte gösteri dünyasına girmeye çalışan bir sapık daha. Ama bu herif zengin bir sapık olabilir, diye düşündü. Birinci vitese taktı ve trafiğe katılırken, "Hemen oraya gidiyoruz, arkadaşım" derken gene düşündü, Oraya ne kadar çabuk varsak, o kadar iyi olacak.


4
Doğaçlama. Uygun sözcük buydu.

Silahşor arabadan indiğinde kaldırıma yanaşmış mavi ve beyaz renklerle boyalı şeye baktı ve Mort'un bilgi hazinesine başvurmadan üzerindeki Polis Müfrezesi yazısını okudu. Bu şeyin içinde iki Silahşor beyaz bardaklardan bir şey, olasılıkla kahve içiyorlardı. Adamlar Silahşordu; evet, ama şişman ve gevşek kişilerdi.

Roland, Mort'un cüzdanına uzandı. (Ancak bu, Silahşor’un anladığı anlamda gerçek bir cüzdan olamazdı. Gerçek cüzdan, kişi çok ağır şeyleri taşımadan yolculuk ediyorsa gereksindiği şeylerin tümünü taşıyacak kadar büyüklükte bir çanta olmalıydı.) Ve sürücüye üzerinde 20 sayısı olan bir kağıt parayı verdi. Sürücü olabildiğince hızlı sürerek arabayı oradan uzaklaştırdı. Belli ki bugün adamın aldığı en büyük bahşiş oydu. Ancak, yolcusu o denli hilkat garibesi idi ki, sürücü aldığı bahşişin her sentini hak ettiğini düşünüyordu.

Silahşor önünde durduğu mağazanın vitrinindeki yazılara baktı:

Üstte, CLEMENT'İN TÜFEK VE AV MALZEMELERİ deniliyor ve altta yazı söyle sürüyordu: BALIK OLTALARI, POLİS VE ORDU GERECİ BENZERLERİ.

Roland okuduğu tüm sözcükleri anlamadı ama vitrine bir bakışta Mort'un onu doğru yere getirdiğini gördü. Vitrinde bileklikler, rütbe işaretleri... ve silahlar vardı. Silahlar arasında tüfekler çoğunluktaydı ama arada tabancalar da vardı. Tüm silahlar birbirine zincirle bağlanmıştı. Ama, sorun değildi bu.

Silahşor, eğer görürse neye gereksindiğini hemen bilirdi.

Roland bir saniye süreyle Mort'un beynine danıştı. Bu beyin, amacını gerçekleştirecek kadar kurnaz ve zekiydi.


5
Mavi ve beyaz renkte boyanmış araçtaki polislerden biri ötekine dirseğiyle vurup, "İşte ciddi kıyaslamalar yapacak bir beyefendi!" dedi.

Arkadaşı güldü ve efemine bir sesle konuştu, "Oh, Tanrı'm!" Ve takım elbiseler giyinmiş, altın kaplama çerçeveli gözlükler takmış işadamı görünüşündeki adam vitrindeki incelemelerini bitirip içeri girerken ekledi, "Sanırım adam şu anda lavanta çiçeği şeklinde süslü kelepçeleri satın almayı kararlaştırdı!"

Ilık kahvesini yudumlamakta olan öbür polis boğulur gibi oldu ve kahkahasının arasında ağız dolusu kahveyi fincanına geri püskürttü.

Bir tezgahtar müşterinin yanına geldi ve yardımcı olup olamayacağını sordu.

Tutucu tonda koyu mavi renkli takım elbiseler giyinmiş olan adam, "Merak ediyorum, sizde bir kâğıt var mı?..." diyerek yanıtladı. Duraladı, derin derin düşündüğü belli oluyordu. Sonra bakışlarını kaldırıp sözlerini sürdürdü, "Silahları ve cephanesini gösteren bir liste, bir kart demek istiyorum da..."

Tezgahtar sordu, "Çap listesini mi soruyorsunuz?"

Müşteri durakladı. Sonra konuştu, "Evet. Erkek kardeşimin bir tabancası var. Onunla ben de ateş ettim ama aradan uzun yıllar geçti. Mermilerini görsem tanırdım sanıyorum!"

"İyi. Siz öyle düşünebilirsiniz. Ancak bunu söylemek pek güçtür. Silah .22'lik mi yoksa A .38'lik miydi? Ya da belki..."

Roland, "Bir liste ya da mermi kartınız olsa ben hemen tanırdım" dedi.

Mavi takım elbiseli müşteriye bir an kuşkuyla bakan tezgahtar sonra omuzlarını silkti ve, "Bir saniye..." dedi. Kahretsin! Müşteri yanılmış olsa bile, her zaman haklıydı... Eğer ödeyecek parası varsa böyleydi. Para konuşur, pislik yürürdü. "Bende bir tane Atıcının İncil'i var. Belki de bakmanız gereken şey odur" diye ekledi.

"Evet" diyen müşteri gülümseyerek düşündü: Atıcının İncil'i, bir kitap için kutsal bir ad.

Tezgahtar, uzanıp tezgahın altını arandı ve Silahşor’un yaşamında gördüğü en kalın ve kenarı elle tutulup karıştırılmaktan kararmış olan bir kitabı ortaya çıkardı. Ancak, tezgahtarın bu kitaba bir avuç taş parçası kadar bile değer vermediği görülüyordu.

Adam tezgahın çıkış kapağını kaldırıp müşterinin yanına geldi ve, "Kitaba bir göz atın. Aradan uzun yıllar geçmiş ama siz bana göre karanlıkta ateş ediyorsunuz!" dedikten sonra şaşırmış gibi baktı. Gülümseyerek ekledi, "Lütfen yaptığım sözcük oyunlarını bağışlayın."

Roland adamın söylediğini işitmemişti bile. Kitabın üzerine eğilmiş, temsil ettiği şeyler kadar gerçek görünen ve Mort'un ansiklopedisinin Fotoğraf diye tanımladığı olağanüstü resimleri inceliyordu.

Ağır ağır sayfaları çevirdi. Hayır.. Hayır... Hayır... Bu da değil.

Neredeyse umudunu yitirirken aradığını gördü. Tezgahtara öyle ateşli bir heyecanla baktı ki, adam biraz ürker gibi oldu.

"Burada!"

"İşte, tam burada!"

Fotoğraf, Winchester .45'lik bir silahı ve mermilerini gösteriyordu. Mermiler tam olarak kendisinde olanlara benzemiyordu. Çünkü bunlar elle doldurulmuş kurşun değildi. Ama, gene de kitaptaki sayısal bilgilere başvurmadan (bu sayılar Roland'a hiçbir anlam ifade etmiyordu) mermilerin kendi silahında kullanabileceği türden cephane olduklarını görebiliyordu.

"İyi. Tamam. Aradığınızı buldunuz" diyen tezgahtar ekledi, "Hemen sevinmeyin, arkadaşım! Demek istiyorum ki, bunlar yalnız mermiler..."

"Bunlardan sizde var mı?"

"Kuşkusuz var. Kaç kutu istiyorsunuz?"

"Bir kutuda kaç mermi var?"

"Elli" diyen tezgahtar şimdi Silahşor’a gerçek kuşku duyarak bakmaya başlamıştı. Eğer adam kurşunları almayı planlıyorsa yalnız Sivil Savunma Kartı değil, Resimli Silah Taşıma Ruhsatı'nı da göstermesi gerektiğini bilmeliydi. Manhattan'da uygulanan yasalara göre ruhsatı gösteremezse kurşun satın alamazdı. Eğer bu züppenin tabanca ruhsatı varsa, standart bir kutuda kaç mermi olduğunu nasıl bilemezdi?

"Elli mermi mi?" diyerek kendisine bakan adam şimdi çenesi düşmüş gibi şaşkınlaşmıştı. Tamam, adam duvardan ve kendisinden yeterince uzaktaydı.

Tezgahtar biraz sola doğru kaydı ve yazarkasaya yaklaştı... Böylece her zaman yazar kasanın altında sakladığı .357'lik Magnum marka silahına da yaklaşmış bulunuyordu.

Silahşor, "Elli mermi" diye yineledi. Kutuda beş, on ya da belki bir düzine kurşunun bulunmasını beklemişti. Amma, bu kadarını... bu kadar merminin kutuda olacağını hiç ummamıştı.

Hemen, Ne kadar paran var? diye Mort ansiklopedisine sordu. Jack Mort tam olarak ne kadar parası olduğunu bilemiyor ancak cüzdanında altmış dolar kadar para olacağını kestiriyordu.

Roland bu kez tezgahtara soru yöneltti; "Bir kutu mermi kaç para?" Öyle ya, bir kutu mermi altmış dolardan daha pahalı olabilirdi. Ancak bu adam, kutudaki mermileri bölüp satabilirmiş gibi görünüyordu.

Tezgahtar yanıtladı, "On yedi buçuk dolar. Ama bayım...."

Jack Mort bir saymandı. Bu kez bekleme olmadı. Yorumlama ve yanıtları aynı anda geldi.

Silahşor, "Üç kutu mermi istiyorum" diyerek tek parmağıyla istediği kurşunları gösteren fotoğrafı tıklattı. Yüz elli atışlık kurşun! Yüce Tanrı'm! Bu dünya ne kadar da çılgın zenginlerin bulunduğu bir yerdi!

Tezgahtar yerinden kımıldamadı.

"Bu kadar çok kurşununuz yok mu?" diyen Silahşor fazla şaşırmamıştı. Böylesine çok cephaneyi alabileceğini düşünmesi aşırı iyimserlik, ancak bir düş olabilirdi.

"Oh, Winchester .45'lik mermilerden elimizde bol sayıda var" diyen tezgahtar sola doğru bir adım daha atıp yazarkasaya ve silahına doğru biraz daha yaklaştı. Eğer şu adam çılgının biriyse, biraz sonra gövdesinin orta kesimindeki bir yerde büyük bir delik sahibi de olacaktı. "Evet, elimizde .45'lik mermilerden yeterince var. Ancak, benim öğrenmeyi istediğim şey, elinizde kartınızın olup olmadığı, bayım?" diye ekledi.

"Kart mı, ne kartı?"

"Resimli bir tabanca taşıma ruhsatı. Eğer kartınızı göstermezseniz size cephane satamam. Kartınız olmadan mermi almak isterseniz tutuklanırsınız."

Silahşor tezgahtara boş bakışlarla baktı. Bütün bunlar kendisine gereksiz gevezelikler gibi geliyor söylenen sözlerin hiçbirini arılamıyordu. Mort ansiklopedisi bu konuda belli belirsiz bir fikre sahipti. Ancak Mort'un fikirlerine bu konuda ne dereceye kadar güvenilebilirdi? Jack Mort'un bugüne değin hiçbir tabancası olmamıştı. Adam, pis işlerini başka yollardan yürütüyordu.

Tezgahtar bakışlarını müşteriden ayırmadan sola doğru biraz daha hareketlendi ve Silahşor şöyle düşündü: Bu adamın silahı var. Benim bir sorun çıkaracağımı düşünüyor... ya da belki benim bir sorun çıkarmamı istiyor. Bana ateş etmek için bir özür bulmak istiyor.

İşte bu anda bir doğaçlama gerekliydi.

Roland caddede mavi beyaz renkli taşıt aracında oturan Silahşorları anımsamıştı. Onlar Silahşordu, evet. Barışı koruyan, dünyanın düzenini korumaya çalışan kişilerdi. Ama o adamlar, hiç değilse ilk bakışta kendilerini uyuşukluğa kaptırmış kişilerin dünyası olduğu anlaşılan bu yerin tüm insanları gibi gevşek ve dikkatsiz Silahşorlardı. Şu anda yalnızca taşıtlarının ön oturağına oturmuş kahve içerek gevezelik eden üniforma ve şapka giyinmiş kişilerdi. Roland onlar için yanlış yargıda bulunmuş olabilirdi. Ve tüm ekibinin hatırı için yanılmış olmayı istiyordu.

"Oh, anlıyorum!" diyen Roland, Jack Mort'un yüzünde bir gülümseme oluşturdu ve sözünü şöyle sürdürdü; "Üzgünüm. Son kez silah sahibi olduğumdan beri dünyanın ne denli değişmiş olduğunun farkında değilmişim."

Rahatlayan tezgahtar, "Zararı yok!" dedi. Bu adam iyi bir kimse olabilirdi. Ya da belki espri yapmaya çalışıyordu.

"Şu silah temizleme aracını görebilir miyim?" diye soran Roland tezgahtarın arkasındaki rafı gösterdi.

"Kuşkusuz görebilirsiniz" diye konuşan tezgahtar aracı almak üzere rafa dönünce Silahşor, Mort'un ceketinin göğüs cebindeki cüzdanı çıkardı. Bu hareketi hızla, silahını çeker gibi yapmıştı. Tezgahtarın sırtını ona dönüşü dört saniyeden az sürmüştü ama adam Mort'a döndüğünde cüzdan yerde döşemenin üzerinde duruyordu.

Tezgahtar her şeye karşın adamın dürüst bir kişi olduğuna karar vererek ve gülümseyerek, "Bu çok muazzam bir araç!" dedi. Karşısındaki müşterinin davranışlarıyla kendisini güç duruma düşürmüş olduğunu anlıyordu. Kendisi de, deniz piyadesi birliklerinde er olarak görev yaparken sık sık böyle durumda kalırdı. "Bir silah temizleme aracı almak için lanet olası ruhsata gereksinmiyorsunuz. Özgürlük pek olağanüstü bir şey değil mi?" diye ekledi.

Ciddi bir sesle, "Evet" diye yanıt veren Silahşor silah temizleme aracını yakından inceler gibi dikkatle bakıyordu. Oysa, temizleme aracının pespaye bir şey olduğu ilk bakışta görünüşünden ve kutusundan belli oluyordu. Silahşor bir yandan elindeki araca bakarken öte yandan ayağının ucuyla cüzdanı tezgahın altına doğru özenle itiyordu.

Bir dakikalık incelemeden sonra pişman olmuş tavırla konuştu; "Korkarım ki bu aracı satın alamayacağım."

"Tamam" diyen tezgahtar bir anda tüm ilgisini yitirmiş gibiydi. Bu adam bir deli ya da alıcı değil belli ki yalnızca ilgilendiği mallara bakan biriydi. Şu anda tüm ilişkileri sona ermişti. Pislik yürürdü! Gözleri adama defolup gitmesini söylerken ağzı da def eder gibi konuştu, "Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı?"

"Hayır, teşekkür ederim" diyen Silahşor ardına bir kez olsun dönüp bakmadan mağazadan dışarı çıktı. Mort'un cüzdanı şimdi de tezgahın altında duruyordu. Roland da kendi bal kabını hazırlamıştı.


7
Mavi takım elbiseli adam, silah satıcısı Clement'in mağazasından çıkıp araçlarına yaklaşırken polis otosundaki memur Carl Delevan ile George O'Mearah kahvelerini bitirmiş yola koyulmak üzereydiler.

Roland aracın yolcu tarafındaki camından eğilip O'Mearah adlı memura baktı. O'Mearah, adamın biraz önce ileri sürdüğü gibi lavanta çiçeği ile süslü kelepçenin alıcısı türünden pasif bir eşcinsel olduğunu düşünüyordu. Silah ve benzerleri bir yana bırakılırsa Clement'in mağazası bol sayıda kelepçe satardı. Kelepçe satmak New York kentinde yasal bir olaydı. Ve bunları alanlar çoğu amatör sihirbaz Houdini'ler değildi. Polisler kelepçelerin satılmasından hoşlanmıyordu. Ancak bir konuda polislerin düşüncesi neyi değiştirirdi ki? Bu tür kelepçelerin alıcıları cinsellik ve mazoşizm üzerinde epeyce deneyim sahibi olmuş eşcinsellerdi. Ancak bu adam bir sapığa pek benzemiyordu. Sesi düz ve ifadesiz, incelikli ama bir dereceye kadar ölü gibi çıkıyordu.

Roland, "İçerdeki tüccar, benim cüzdanımı aldı" diye şikayet etti.

"Kim, hangisi?" diyen O'Mearah hemen yerinde doğruldu. Bir buçuk yıldan beri çevrenin polisleri Justin Clement'i ele geçirmek üzere ateşli bir istek duyuyorlardı. Eğer mümkün olsa, otodaki iki devriye polisi üniformalarını dedektif hüviyeti ile değiştirip sivil olarak çalışarak Clement'i suçüstü yakalamaktan büyük zevk alacaklardı. Bu, belki de hiç gerçekleşmeyecek büyük hayaldi. Ama, ne olacağını kim bilirdi ki?

"Tüccar" diyen Silahşor biraz duralayıp ekledi, "Şuradaki tezgahtar."

O'Mearah ile Carl Delevan birbirlerine bakıştılar.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə