Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə30/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33

Daha sonra en yakın duvara dayanıp yere doğru kayarak kendisini oturma durumuna getirdi. Şimdi oturduğu yerde derin derin soluk alıyor, inliyor, Tanrı'ya, Tanrı'nın melek ve azizlerine dua edip o gün St. Anthony kilisesine gideceğine ilişkin sözler veriyordu. Bunun için kuşkusuz şu domuzlardan birinin uyanıp elindeki kelepçenin kilidini açması gerekliydi.

Şişman Johnny kilisede itirafta bulunacak, pişmanlık duası edecek ve cemaate katılacaktı.

Bundan böyle Tanrı'ya karşı çok dürüst olacaktı. Biraz öncesine kadar kendisini Tanrı'ya hiç bu denli yakın duyumsamamıştı.


11
Batmakta olan güneş Batı Denizi üzerinde ışıktan bir kemer oluşturuyor ve Eddie'nin gözlerini körleten tek bir dar, parlak ışık çizgisi haline giriyordu. Uzun süre böyle ışığa bakmak insanın gözlerinin retina tabakasında sürekli yanına bırakabilirdi

Okulda öğrenilen parttaym barmenlik yapabilme ya da caddelerde eroin arayıp da satın alabilmek üzere parayı bir araya getirme yollanın bulabilme gibi yaşamın ilginç gerçeklerinden biri de buydu. Eddie bir türlü güneşe bakmayı bırakamıyordu. Uzun süreyle güneşe bakarsa gözlerinin yanacağını düşünmüyordu bile...

Arka tarafında oturan cadı zenci kadına hiç yalvarmamıştı.

Bunun nedeni, birincil olarak yalvarmak işe yaramayacaktı. İkincil olarak, yalvarmak kendisini alçaltacaktı. Zaten yaşamının son döneminde kendisini daha da alçaltmak üzere içinde hiçbir istek beslemediğini keşfediyordu. Artık geriye dakikalarla ölçülecek kadar süre kalmıştı. Güneşin parlak ışık çizgisi gözden kaybolup da ıstakozlar ortaya çıktığında her şey sona erecekti.

Genç adam son anda mucizevi bir değişikliğin Odetta'yı geri getirmesinden ve aynı şekilde kendisinin ölümünün onun da bu dünyaya hapsolması demek olacağını Detta'nın düşünmesinden umudunu kesmişti artık. On beş dakika öncesine kadar çılgın kadının blöf yaptığına inanıyordu. Oysa şimdi, durumu daha iyi anlamaktaydı.

İYİ. Bu şekilde ölüm, havasızlıktan boğulmaktan daha iyi bir ölüm şekli olacak diye düşündü. Ama, iğrendiği o ıstakoza benzer yaratıkları geceler boyu gözledikten sonra bu düşüncesinin doğru olmadığını biliyordu. Çığlık atmadan ölmeyi istemekteydi. Bunun olanaksızlığım biliyor ama denemeye niyetleniyordu.

Detta, baykuşunkine benzeyen sesle konuştu. "Onlar senin için gelecekler, beyaz adam! Her an buraya geliyor olabilirler! Sen, onlar için en iyi akşam yemeklerinden biri olacaksın!"

Kadının sözleri blöf değildi. Odetta... ya da Silahşor geri gelmeyecekti. Sonuncu olasılık Eddie'yi daha çok üzüyordu. Genç adam, her anında Roland'a güvenmişti. Kendisi ile Roland erkek kardeş değillerdi ama yazgıları ortak olmuştu. Eddie, Silahşor’un gelip yanında bulunmak üzere hiç değilse çaba harcayacağına güven duymuştu.

Oysa, Roland geri gelmiyordu.

Belki de Silahşor geriye gelmeyi istemiyordu. Belki istiyor ama geri gelemiyordu. Belki de ölmüştü. Bir eczahanenin güvenlik görevlisi tarafından öldürülmüştü belki. (Hayır, böyle bir pislik mümkün olamaz, son Silahşor kiralık bir polis tarafından vurulup öldürülemezdi) Belki de Roland bir taksinin altında kalmıştı... Ve o ölünce, Kapı da kapanmıştı. Olasılıkla Detta bu yüzden blöf yapmıyordu. Çünkü geriye yapılacak blöf kalmamıştı artık...

Detta, "Her an gelebilirler!" diye bağırdı. Ve sonra, Eddie, gözlerinin retina tabakaları için endişelenmeyi bıraktı. Çünkü, güneşin son parlak ışık demeti de kaybolmuş, gökyüzünde yalnızca kızıllık kalmıştı.

Genç adam dalgalara sabit bakışlarla baktı. Güneş ışıklarından kalan son parlak ışık yansıması da gözden kaybolurken dalgaların arasından ıstakoza benzeyen yaratıkların çıkmasını bekledi.


12
Eddie üzerine doğru gelen ilk ıstakozdan başını çevirerek sakınmaya çalıştı ama geç kalmıştı. Hayvan bir pençe darbesiyle yüzünün bir parçasını yırtıp kaldırdı, sol gözünü jöle haline getirerek akıttı ve bilinen sorularını sorarak genç adamın yüz kemiklerini alacakaranlığın ışığına çıkardı. Ve Gerçek Kötü Kadın, Eddie'nin bu haline kahkahalarla güldü...

Kes sunu artık!.. diye Roland kendi kendisine komuta etti. Böyle şeyleri düşünmek çaresiz kalmaktan daha da kötü. İnsanın yapmak zorunda olduğu etkinlikte dikkatini dağıtıyor ki bu pek gereksiz. Şimdi de ona yetişmeye zamanım var...

Gerçekten zamanı vardı. Roland, Jack Mort'un bedeni içinde Kırk Dokuzuncu Cadde'de yürürken kollarını sallıyor ve bakışlarını ilerdeki İLAÇLAR levhasının üzerinden ayırmıyordu. Bu haliyle yanından geçenler ondan ürküyor ve sakınmaya çalışıyorlardı. Güneş şimdi de Roland'ın dünyasında ufuktan biraz yüksekte olmalıydı. Ancak, on beş dakika kadar sonra güneşin alt kenarı ufuk çizgisine değecek ve sonra .... Eddie'nin çekeceği işkence başlayacaktı. Ama, buna şimdi de zaman vardı.

Silahşor bütün bunları kesinlikle bir gerçek olarak bilemiyordu. Onun tek bildiği kendi dünyasında güneşin biraz daha geç batacağıydı. Oysa, güneşin burada ve kendi dünyasında aynı hızla ilerleyeceğini varsaymak... özellikle Eddie için ölümcül bir durum olacaktı. Genç adam, düşünülmesi bile güç koşullar altında can verecekti. Gene de Roland sürekli olarak o koşulları hayal etmeye çalışmaktaydı.

Geriye dönüp bakmak ve durumu tüm çıplaklığıyla görmek hemen hemen vazgeçilmez ve başa çıkılmaz bir durumdu. Bununla birlikte, Roland geriye dönüp bakmaya cesaret edemiyordu. Geriye dönüp bakmamalıydı.

Ansızın Cort'un sesi düşüncelerinin akışını acımasızca kesti: Kontrol edebileceğin şeyleri kontrol et, sürfe! Bırak her şey yolunda yürüsün! Eğer bu yolda yenilgiye uğrayacaksan bile, silahların alev saçarken yenil!

Evet.

Ama, bu güçtü.



Bazen pek güçtü.

Roland bir an önce işlerini bitirip bu cehennemden kurtulmayı düşünmese çevresindeki kişilerin kendisine tuhaf tuhaf baktıklarını ve kendisinden sakındıklarını görebilecekti. İlerde gördü ve Mort'un ansiklopedisine göre gereksindiği Keflex adlı ilacı alabileceği mavi renkli levhaya doğru hızla yürüyordu. Mort'un ceketi, cebindeki ağır mermi kutuları yüzünden yanlara sarkmıştı. Kalçalarının üzerine taktığı tabancalıklı kemer açık açık görülüyordu. Silahşor o tabancalığı asıl sahipleri gibi değil, kendi tabancalarını takındığı zamanki gibi birbirlerine zikzak bakacak şekilde, temiz ve düzenli bir şekilde takmıştı.

Kırk Dokuzuncu Cadde'de alış veriş eden ve avare avare dolaşan insanlar Roland'ı, Şişman Johnny'nin onu gördüğü gibi, gözü dönmüş bir haydut olarak görüyorlardı.

Ve Roland bu yürüyüşünün sonunda Katz'ın eczahanesine vardı. Oraya girdi.


13
Silahşor kendi zamanının büyücü ve simyacılarını tanımıştı. Bunlardan bazısı kurnaz şarlatan, bazısı da aptal sahteciydi. Ve böyle kişilere yalnızca kendilerinden daha salak olan insanlar inanırdı. (Ancak, dünyada salakların kıtlığı hiç çekilmemişti. Bu yüzden, en aptal sahteciler bile ayakta kalıyor, aslında, çoğu bolluk içinde yaşıyordu.)

Böyle kişilerden pek azı insanların şeytanca ya da ölümcül dedikleri şeyleri yapıyor, hastalan ya öldürüyor ya da sağlığına kavuşturuyordu. O kişilerden birini Silahşor, Şeytan'ın ta kendisi olarak görmüştü. O yaratık, bir adam gibi görünüyor ve kendisini çevresine Flagg olarak tanıtıyordu. Roland onu pek kısa bir süre içinde görmüştü. Yanında asık suratlı ve dünyadan umutlarını kesmiş, adları Dennis ve Thomas olan iki kişi vardı. O üç kişi, Silahşor’un yaşamında şaşkınlık ve akıl karışıklıkları ile dolu kısa bir zaman dilimi içinde yer almışlardı. Ancak Roland, Flagg'in kendisini kızdırıp rahatsız eden bir adamı havlayan bir köpeğe çevirişini kesinlikle unutmayacaktı. Olayı pek iyi anımsıyordu. Sonra, Karalar Giyinmiş Adam sahneye çıkmıştı.

Ve bu adamın adı Marten idi.

Marten, Roland'ın babası uzaklardayken Roland'ın annesini iğfal etmişti. Marten ayrıca Roland'ın ölümüne neden olmaya çalışmış oysa sonuçta onun erken yaşta erkekleşmesini sağlamıştı. Ve şimdi, Silahşor, Kule'ye varmadan ya da Kule'ye vardığında Marten ile bir kez daha karşılaşacağını umuyordu.

Roland'ın bugüne değin büyüyle ve büyücülerle karşılaşarak edindiği deneyimler bunlardı. Ve bu nedenle, Katz'ın eczahanesine girdiğinde bulduklarından çok farklı şeyleri görmeyi bekliyordu.

Oraya girerken mumla aydınlatılmış yarı karanlık pis kokulu dumanlarla dolu bir yeri görmeyi; içerde ne olduğu bilinmeyen toz, sıvı ve aşk iksiri ile doldurulmuş ve üzereleri asırlık tozlarla, örümcek ağlarıyla kaplı kavanozlar bulmayı ummuştu. Orada sırtına cübbeler giyinmiş tehlikeli bir adamla karşılaşacağını düşünmüştü. Eczahanede saydam plastik ya da cam kaplı vitrinlerin arasında insanların herhangi bir mağazada dolaşır gibi gezindiklerini fark edince Roland hayal görüyorum sandı.

Oysa gördükleri hayal değildi.

Bu yüzden Silahşor bir an için kapının iç tarafında şaşırmış ve biraz da eğlenirmiş durumda kalakaldı. Bu dünyada attığı her adımda onu sağır dilsiz edecek şeylerle karşılaşıyordu. Sözgelişi, burada taşıt araçları havada uçar gibi gidiyor ve kâğıdın kum kadar ucuza satıldığı görülüyordu. İşte şimdi, şu eczahanede Roland için hepsi yepyeni ve mucizeye benzer şeylerle dolu olan yerde, insanlar durgun yüzleri ve isteksiz bedenleri ile dolanıyorlardı.

Çevresinde binlerce şişe, ilaç ve aşk iksiri vardı ancak Mort'un ansiklopedisi onların çoğunu şarlatanların önlemleri diye niteliyordu. Burada saç dökülmesini iyileştirdiği varsayılan ama bunu yapmayan merhem; ellerindeki ve yüzdeki lekeleri çıkardığı öne sürülen oysa bunun yalan olduğu bilinen krem vardı. Burada iyileşmeye gereksinim duyulan organları iyileştirmeyen, bağırsaklarınızı hızlı çalıştıran ya da onları durdurup çalışmaktan alıkoyan, dişlerinizi beyazlatan ve saçlarınızı karartan, sanki siz akçaağaç kabuğu çiğneyemezmişsiniz gibi soluğunuzu daha temiz kokutan ilaçlar vardı. Burada büyü bulunmuyor yalnızca önemsiz şeyler yer alıyordu. Gene de, Astin gibi insana yararlı olan diğer önlemler de burada satılıyordu. Ancak, genellikle eczahanenin görünüşü Roland'ı şaşırtmış ve aklını karıştırmıştı. Aslında simya ile uğraştığı varsayılan ama iksirlerden daha çok parfümlerle iş görülen bu yerde harikaların tükenmesine şaşırmalı mıydı?

Oysa, bir kez daha Mort'un ansiklopedisine baktığında Roland buranın kendi gereksinimleri için başvurması gereken yer olmadığını öğrendi. Gerçekten işe yarayan iksirler gözden ırak bir yerde saklanıyordu. Onları bir büyücünün emri olursa elde edebilirdiniz. Bu dünyada böyle büyücülere DOKTOR deniliyor ve onların büyülü formüllerini yazdıkları kâğıtları da Mort'un ansiklopedisi REÇETE adıyla adlandırılıyordu. Silahşor bu sözcüğü bilmiyordu.

Bir kez daha ansiklopediye fikir danışabilirdi. Ama, zahmet etmedi. Şu anda neye gereksindiğini biliyordu. Ve Mort'un ansiklopedisine kısa bir bakış onu nereden alabileceğini kendisine söylüyordu.

Dolaplar arasındaki geçitten ilerleyip üzerinde REÇETELER HAZIRLANIR yazılı yüksek bir tezgaha doğru yürüdü.


14
Katz'ın Eczahane ve Meşrubat Mağazası'nı 1927 yılında Kırk Dokuzuncu Cadde'de açan Bay Katz uzun yıllar önce ölmüş ve mezarına kavuşmuştu. Tek oğlu da yaşlanmış ve mezarını arar görünümü kazanmıştı. Adam, yalnızca kırk altı yaşında olmasına karşın, yirmi yaş daha yaşlıymış gibi görünüyordu. Saçları kelleşmiş, teni sararıp solmuştu. Ona, kendisinin at üzerinde gelen Ölüm gibi göründüğünü söyleyen insanlar tanımıştı. Ancak bunun nedenini kimse bilmiyordu.

Örneğin şimdi telefonda konuştuğu egzantrik kişiyi, Bayan Rathbun'u ele alalım: Rathbun telefonda lanet olası Valium adlı ilacı içeren reçetesini hemen, TAM ŞU ANDA hazırlamazsa eczacıyı dava edeceğini söylüyordu.

Ne düşünüyorsunuz, bayan? Telefonda mavi suları size doğru akıtacağımı mı? diye düşünen Katz böyle yapsa, hiç değilse kadın da iyilikte bulunur ve sesini kısabilirdi. Çünkü telefona doğru ağzını kocaman açar ve öyle tutardı.

Bu fikir Katz'ın yüzüne hortlakça bir gülümseme getirdi ve soluk renkli dişetlerinin görünmesine neden oldu.

Bir dakika süreyle (evet, tam bir dakika süreyle; çünkü Katz bu bir dakikayı hareketli saniyeliği ile saatinden ölçmüştü) kadının o deli saçması sözlerini dinledikten sonra onun sözünü kesip, "Ama siz anlamıyorsunuz, Bayan Rathbun" dedi. Aslında bir kez olsun şöyle konuşmaktan ne denli hoşlanacaktı: Bana bağırmayı bırakın be salak kadın! Benim yerime doktorunuza bağırın! Sizi bu pisliğe çengelle takan o! Lanet olası ördekler, bu tür uyuşturucu ilaçları hastalarına çiklet verir gibi sunuyor ve sonra kesmeyi istediklerinde ise pislikle kim karşılaşıyordu? Bir cerrah mı? Oh, hayır! Eczacı, hasta ile karşı karşıya geliyordu.

"Anlamadığımı söylemekle ne demek istiyorsun?" Katz'ın kulağındaki ses, şimdi bir kavanozun içindeki eşekarısının öfkeli vızlayışı gibiydi. "Senin döküntü eczahanende dönen işlerin çoğunu anlıyorum. Bunca yıldır oranın sadık bir müşterisi olduğumu da çok iyi anlıyorum..."

Katz yarım gözlükleriyle kadının kartına bakarak konuştu, "Siz Doktor Brumhall ile konuşmak zorundasınız, Bayan Rathbun" diyerek ekledi, "Reçetenizin süresi geçmiş. Yeni bir reçete olmadan Valium türü ilaçları vermek, ülkede Federal bir suçtur." Ve şöyle düşündü: Başlangıçta bu ilacı size vermek da aynı suçu işlemek oluyordu...

Kadın haykırdı, "Durum gözden kaçmış olmalı!" Şimdi kadının sesinde duyumsadığı ürkü işitiliyordu. Bir uyuşturucu düşkününün yabanıl çığlığı olan sesi duysa Eddie hemen tanırdı.

"Şu halde doktorunuza telefon edin ve ona hatasını düzeltmesini söyleyin" diyen Katz sözünü sürdürdü, "Onda benim numaram var." Evet. Doktorların tümünde Katz'ın telefon numarası bulunuyordu. Bu tam anlamıyla bir sorundu. Böyle lanet olası doktorlar yüzünden Katz kırk altı yaşında ölümü yakın olan insanlara benzemişti.

Eğer bu tür uyuşturucu düşkünü kadınlara siktir olup (!) gitmelerini söylersem şu mağazayı işletmekten ötürü kazandığım paraların hepsinin de gitmesini garantilemiş olacağım, diye düşündü.

Kadın, "ONA TELEFON ETMEK!" diye bir kez daha bağırdı. Sesi Katz'ın kulağını oyar gibiydi, "DOKTORUM EŞCİNSEL ERKEK ARKADAŞI İLE BİRLİKTE TATİLDE VE KİMSE BANA ONLARIN NEREDE OLDUKLARINI SÖYLEMİYOR!"

Katz, midesine asitlerin aktığını duyumsadı. Adamın midesinde biri iyileşmiş, öteki şimdi de kanayan iki ülser yarası bulunuyordu. Ülserlerinin oluşma nedeni genellikle böyle cadı kadınlardı. Katz gözlerini kapadı ve böylece yardımcısının, mavi giysili ve altın kaplama çerçeveli gözlükler takan bir adamın reçete hazırlama tezgahına yaklaşışına bakışını ve yaşlı, şişman güvenlik görevlisi Ralph'ın her zamanki uyuşukluk durumundan kurtulup kucağındaki silahını almak üzere uzanışını görmedi. (Katz, güvenlik görevlisine acınacak kadar az maaş veriyor ama gene de yaptığı harcama için üzülüyordu. Çünkü, tanrı onu çürütsün, babası hiçbir zaman eczahanesinde güvenlik görevlisine gereksinim duymamıştı. Ancak, onun zamanında New York bir tuvalet çukuru değil aklı başında bir kentti.) Katz şimdi yalnızca telefondaki cadının bağırışını işitiyor ve bunun, kadının eczahanedeki tüm Revlon'ların indirimle satıldığını henüz duymasından kaynaklandığını düşünüyordu. Son günlerde Katz elindeki tüm Revlon'ları indirimli satışlara koymak zorunda kalmıştı. Çünkü, aynı caddedeki öbür eczahane sahibi Kasap Dollentz sürekli fiyat kırıyordu.

Şu anda Katz, rakibi Dollentz ile telefonda cıyaklayan cadıdan başka bir şeyi düşünmediğinden Silahşor’un bulunduğu tezgaha yaklaşışının farkında değildi. Katz, rakibi Dollentz ile cadıyı hayalinde çıplak ama bedenlerine bal sürülmüş durumda iki karınca yuvasının üzerinde kazığa çakılmış olarak canlandırıyor ve bunun olağanüstü bir şey olacağını düşünüyordu. Karınca yuvaları KADININKİ ve ERKEĞİNKİ levhalarını taşıyorlardı. Katz'ın babası tek oğlunun yaşamda kendi adımlarını izlemesinde o denli kararlıydı ki, ona eczacılık fakültesini bitirmesi dışında hiçbir harcama yapmayı kabul etmemişti. Tanrı onu mezarında çürütsün, babası böyle yaparken Katz meslek yaşamında pek çok kez feci anlar yaşamıştı. İşte şu da yaşamında adamı zamanından önce yaşlı görünüşlü yapan feci anlardan biriydi.

Üstelik en kötü andı belki...

Katz gözleri kapalı durumda bunları düşünüyordu.

Sonunda, "Eğer buraya uğrarsanız, Bayan Rathbun, size bir düzine beş miligramlık Valium tableti verebilirim, işinizi görür mü?" diye sordu.

"Adam, akıl yolunu görüyor! Tanrı'ya şükürler olsun ki akıl yoluna giriyor!" diyen kadın telefonu kapattı. İşte hepsi bu kadardı. Cadı tek bir teşekkür sözü bile etmemişti. Ancak, kendisine doktor diyen pisliği gördüğünde kadın onun ayaklarına kapanacak, adamın Gucci marka mokasen pabuçlarını yalayacak ve ona belki de cinsel zevklerin en aşağılığını tattıracaktı!

Yardımcısı sesinde tuhaf rüzgârların estiğini duyumsatarak ona, "Bay Katz. Sanırım bir sorunumuz var!" diye seslendi.

Bir çığlık sesi duyuldu. Bunu bir silah atışı izledi. Eczacı Katz, sesleri işitince o denli ürktü ki, bir an kalbinin göğsünde anormal gümbürtülerle atacağını ve sonra sonsuzluğa değin duracağını düşündü.

Gözlerini açıp Silahşorun gözlerine baktı ve sonra bakışlarını indirip adamın elindeki silahı ilk kez gördü. Sola baktı. Güvenlik görevlisi Ralph'ın yaralı elini kucağına yatırıp irileşmiş gözleriyle ve sabit bakışlarla hırsıza baktığını farketti. Ralph'ın kendi silahı şimdi yerde hurda demir yığını olarak duruyordu. (Ralph, .38'lik silahını polis memuru olarak on sekiz yıl süreyle görev başındayken kullanmış ancak bu silahla yalnızca 23. Mıntıka'nın mahzeninde bulunan atış poligonunda atışlar yapmıştı. Görev başında silahını iki kez çektiğini söylüyordu... Ama, sözlerinin doğruluğunu kim bilirdi ki?...)

Katz'ın karşısındaki boğalara ateş etmiş adamın bakışlarına sahip kişi ifadesiz bir sesle, "Keflex istiyorum" diyerek ekledi, "Çok sayıda Keflex istiyorum. Hemen şimdi. Reçeteyi de boşverin!"

Bir an için Katz ağzı açık durumda kalarak, kalbi gümbürdeyerek ve midesi asitle yanarak adama yalnızca bakabildi.

Şu anda gemisinin karaya oturduğunu mu düşünüyordu?

Gerçekten öyle mi olmuştu?


15
Sonunda Katz adama, "Siz anlamıyorsunuz" demeyi başarabildi. Sesi kendisine pek tuhaf gelmişti. Ancak bundan bir tuhaflık bulunmuyordu. Çünkü ağzını şu anda fanilalık kumaş, dilini de bir kot kumaşı kesiği gibi duyumsamaktaydı. "Burada kokain yok. O herhangi bir koşul altında reçetesi yapılan bir ilaç değil "diyerek sözlerini sürdürebildi.

"Ben kokain istemedim" diyen mavi giysili ve altın kaplama çerçeveli gözlükler takan adam biraz durulayıp sözünü tamamladı. "Ben, Keflex istedim."

Az kalsın Katz bu çılgın adama, Ben öyle söylediniz sandım, diyecekti. Ama, sözlerinin onu daha fazla kışkırtacağını düşünerek ağzını açmadı. Katz, bazı sakinleştirici ilaçlar (sözgelişi, Bayan Rathbun'un Valium'u gibi olanları) için eczahanelerin baskına uğradığını işitmişti. Oysa bu, tarihteki ilk penisilin hırsızlığı olacaktı.

Babasının sesi (Tanrı o yaşlı piçi mezarında çürütsün!) kendisine titremeyi ve saçma sapan konuşmayı bırakıp bir şeyler yapmasını söylüyordu.

Oysa, Katz yapacak şeyi düşünemiyordu.

Sanki silahlı adam ona bir şeyler vermiş gibiydi.

Silahlı adam, "Hareket et. Acelem var" dedi.

Katz, "Ne kadar istiyorsun?" diye sordu. Bir an bakışları Silahşor’un omuzlarını aştı ve güçlükle inanabileceği bir şeyi gördü. Bu kentte böylesi şeyler olamazdı. Ama, her nasılsa oluyor gibiydi. Bu bir iyi şans mıydı? Katz gerçekten şanslı mıydı? Böyle bir olay sizi Guiness'in Dünya Rekorları kitabına bile aldırabilirdi.

"Bilmiyorum" diyen Silahlı adam ekledi, "Bir torbaya, büyükçe bir torbaya alabileceği kadar Keflex koyun." Hiçbir uyarı yapmadan olduğu yerde geriye döndü ve elindeki tabanca bir kez daha ateş aldı. Bir adam böğürür gibi ses çıkardı. Vitrin camı parçalanıp sokağa döküldü ve yaya kaldırımı cam kırıklarıyla doldu. Eczahanenin önünden geçmekte olan birkaç yaya çevreye uçuşan cam kırıklarıyla hafifçe yaralandılar. İçerde bulunan müşterilerden birkaç kadın (erkekler değil) çığlık attılar. Hırsız alarmı kaba bir sesle çalmaya başladı. Müşteriler ürkü içinde kapıya doğru koşuştular. Elinde silah bulunan adam, Katz'a doğru döndü. Yüzündeki ifade hiç değişmemişti. Yüzü başlangıçtaki gibi korkutucuydu. Tükenmez bir sabra sahipmiş gibi görünüyordu.

"Dediğimi yap, acelem var" dedi.

Katz yutkundu ve sonra konuşmaya başarabildi, "Evet, efendim..."
16
Silahşor güçlü iksirlerin bulunduğu tezgaha yaklaşırken yarı yolda eczahanenin sol üst köşesinde bulunan kesme camdan yapılmış aynayı farkedip hayran olmuştu. Kendi dünyasındaki hiçbir el işçisi böyle bir aynayı yapamazdı. Gene de Eddie ile Odetta'nın dünyasında kendi döneminden kalma bazı şeylere rastlamıştı. Bunlar arasında özellikle bazı dağların altındaki tüneller ilgisini çekmişti.

Şimdi, Roland aynanın oraya konuluş amacını sezinliyordu.

Eczahanenin güvenlik görevlisinin hareketlerini görmekte gecikmişti. Mort'un gözündeki merceklerin kendisinin şimdi de çevreyi görmesini sınırladığını farkediyordu. Ancak, ateş edip görevlinin elindeki silahı vurması için yeterli zamanı vardı. Biraz daha acele davranmasını gerektirmesine karşın, Roland için bu tabancayla sıradan bir atış yapmak demek oluyordu. Oysa, güvenlik görevlisi Ralph ayrı fikirdeydi. Ralph Lennox, yaşamının son gününe dek, o adamın yapılması olanaksız bir atışı gerçekleştirmiş olduğunu yemin ederek anlatacaktı.. Böyle atışlar ancak Annie Oakley gibi eski televizyon dizilerinin kahramanları tarafından yapılabilirdi.

Eczahanedeki hırsızları yakalamak üzere oraya konulmuş ayna sayesinde, Roland güvenlik görevlisinden daha hızlı davranmayı başarmıştı.

Daha sonra simyacının bakışlarını bir an için omuzlarının üzerinden geriye doğru kaydığını da fark etmiş ve hemen aynaya bakarak tezgahlar arasındaki orta geçitte deri ceketli bir adamın kendisine doğru yaklaştığını görmüştü. Adamın elinde uzun bir bıçak ile kafasında belli ki ucuz bir zafer kazanmak amacı bulunuyordu.

Silahşor geriye döndü ve tek bir atış yapıp elindeki tabancayı kalçasına doğru indirdi. Silaha alışkın olmadığı için hedefi vuramayacağını düşünüyor ama eli bıçaklı kahramanın yakınında donup kalmış diğer kişilerin bulunduğunu görerek ikinci ateşi aynı pozisyonda yapmak istemiyordu. Belki de tabancayı kalçası hizasında tutup ateş ederse, aşağıdan yukarı doğru giden kurşun tek suçları parfüm almak üzere yanlış günü seçmiş bazı kadınları tehlikeye atmamış olacaktı.

Ama, elindeki tabanca bakımlı bir silahtı. Kendisi de iyi nişan almıştı. Silahı almış olduğu şişman ve antremansız Silahşorları düşününce, adamların silahlarına kendilerinden daha iyi baktıklarını anlıyordu. Bu tuhaf bir anlayıştı, ancak burası pek tuhaf bir dünyaydı. Roland Eddie'nin dünyasını yargılayamazdı. Zaten bunu yapmaya zamanı bulunmuyordu.

Atışı başarılı olmuş, bıçağı kesici ağzından ayırmak üzere ikiye bölmüş ve gönüllü kahramanın elinde yalnızca bıçak sapı kalmıştı.

Roland dümdüz bakışlarla elinde parçalanmış bıçağın sapını tutan adama baktı. Ve bakışı, deri ceketli adama hemen başka bir yerdeki randevusunu anımsattı. Adam elindeki sapı yere fırlatarak arkasını döndü, eczahanenin kapısına doğru koşuşan diğer müşterilerin arasına karıştı.

Silahşor arkasını dönüp simyacıya emir verdi. Burada gereksiz yere kan dökülmeyecekti. Simyacı ilaçları hazırlamak üzere dönerken Roland adamın çıkıntı yapan kemikli omuzlarına elindeki tabancanın namlusuyla dokundu. Eczacı boğuluyormuş gibi bir "hiiii" sesi çıkararak hemen Silahşor’a baktı.

"Hayır sen değil. Sen, burada kal. Çırağın yapsın!"

"Kim? Kim?"

Roland sabırsız bir jestle eczacının yardımcısını göstererek, "O yapsın" dedi.

Eczacının yardımcısının birtakım sivilce kalıntıları görülen yüzü iyice solmuştu. "Ne yapmam gerekiyor, Bay Katz?" diye sordu.

"Beyin dediğini yap, sersem! Siparişini hazırla! Ona, Keflex var!"

Yardımcı tezgahların arkasındaki raflara yaklaştı ve oradan bir şişe aldı.

Silahşor, "Onu bana doğru çevir de üzerindeki kitabeyi okuyayım" dedi.

Genç adam söyleneni yaptı. Ama harflerin çoğu kendi bildiği abecedekilere uymadığından Roland yazıyı okuyamıyordu. hemen Mort ansiklopedisine başvurdu. Orası, "Evet! İlaç Keflex." diye doğruladı. Ve Roland ilacı çocuğun elinden alıp kontrol etmenin aptalca zaman kaybı olacağım sezinledi. Kendisi bu dünyada her yazıyı okuyamayacağını biliyor ancak adamlar durumu göremiyorlardı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə