Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə32/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33

Kentte trafik sıkışıklığı ve iş sonu insan kalabalığı şimdi doruk noktasına varmıştı. Metro istasyonuna inen merdiven, trenlere koşan insanlarla doluydu. Andy sözünü şöyle tamamladı, "Adam kalabalığa karışmadan onu haklamalıyız!"

"Haydi! Bu işi çözümleydim!"

Polisler, tatlıcı dükkanının kapısından birbiri peşi sıra o denli düzgün bir dizi şekilde çıktılar ki, Roland onları hemen daha önceki iki Silahşordan daha tehlikeli düşmanlar olarak ayırt etti. Bunlar daha genç ve atiktiler. Belli ki, kaynağım bilmediği bir yerden kendisine ilişkin uyan almışlardı.

Andy Staunton ile Norris Weaver ise onu başıboş dolaşan bir kaplan olarak görüyorlardı. Andy, Eğer uyardığım anda durmazsa ölecektir, diye düşündü.

"Dur!" diye bağırdı. Silahım iki eliyle kavrayıp dizlerinin üzerine çöktü. Yanındaki arkadaşı da aynı hareketi yapmıştı. Ekledi, "Polisiz biz! Ellerini başının üzerine kaldır ve yerinden kımıldama!"

Bu seslenişi tamamlayana değin adam IRT metrosunun merdivenlerine doğru koşmaya başlamıştı. Hiç umulmadık biçimde hızlı koşuyordu. Bununla birlikte Andy Staunton da kurulmuş bir saat, tüm göstergeleri maksimumda çalışan bir aygıt gibiydi. Yerde topuklarının üzerinde döndü ve duygusuz bir soğukluğun üzerine manto gibi örtüldüğünü duyumsar gibi oldu. Roland, bu duyumsamayı tanırdı. Kendisi de defalarca aynı durumda kalmıştı.

Andy, kayar gibi koşan insanı gözleriyle izledi ve sonra .38'lik tabancasının tetiğini çekti. Mavi giysili adamın olduğu yerde döndüğünü, gene de adım atmaya çalıştığım gördü. Adam kaldırıma yuvarlanırken birkaç saniye önce evlerine dönmek için bir an önce bir metro trenine binmekten başka şeyi düşünmeyen insan kalabalığı şimdi çığlıklar atarak çevreye kaçışmaya başlamıştı.

"Hey ortak!" diye seslenen Norris Weaver derin soluk alışları arasında sözünü bitirdi, "Onu hakladın!"

Andy Staunton, "Biliyorum. Gidelim bakalım kimmiş!" dedi. Sesi hiç titrememişti. Roland bu konuşmasını duymuş olsa genç polise hayranlık duyabilirdi.


11
Jack Mort haykırıyordu: Ben öldüm! Ben öldüm! Sen beni öldürttün! Ben ölüyüm!...

Silahşor ona, Hayır diyerek karşılık verdi. Mort'un kısık gözlerinin arasından şimdi de silahlarını öne uzatmış polislerin yaklaştığını görüyordu. Bunlar silah mağazasındakilerden daha genç ve hızlı Silahşorlardı. Hiç değilse biri, çok iyi atıcıydı. Şu anda Mort (ve onun yanı sıra Roland) ölüyor, ölmüş ya da ciddi biçimde yaralanmış durumda olabilirdi. Çünkü Andy Staunton öldürmek üzere ateş etmişti. Ve attığı kurşun, Mort'un ceketinin yakasını delip geçmiş, aynı şekilde adamın Arrow marka gömleğine varmış ama gidebildiği yer orası olmuştu. İki adamın (içerdeki ve dışardaki) yaşamı, Mort'un çakmağı sayesinde kurtulmuştu.

Jack Mort sigara kullanmazdı. Ama, patronu sigara içerdi. (Mort gizli gizli gelecek yıl içinde patronunun işini üstlenmeyi umuyordu.) Ve bu yüzden iki yüz dolar değerinde Dunhill markalı gümüş bir çakmak satın almıştı. Patronu Bay Framingham ile birlikte olduklarında adamın her sigarasını Mort çakmağıyla yakmıyordu. Çünkü öyle yapsa kıç yalamış (!) gibi olacaktı. Ama, arada bir... ve özellikle daha üst pozisyonda bulunan bir kişi yanlarında bulunduğunda hemen davranıp patronunun sigarasını ateşliyordu. Böylece, Jack Mort'un suskun inceliği ve eşya seçerken ortaya koyduğu üstün zevki vurgulanmış oluyordu.

İş becerenler her kaleyi fethetmesini bilirdi.

Bu kez kale fetheden araç, onun ve Roland'ın yaşamını kurtarmıştı. Staunton'un attığı mermi Mort'un kalbi yerine gümüş çakmağını parçalamıştı. Adamın iyi ve sağlam şeylere düşkünlüğü canını kurtarmıştı.

Ama, ne olursa olsun Mort yaralanmıştı. Ağır kalibreli bir tabancanın kurşunu ne denli korunursanız korunun size vurursa onun hasarından rahatça kurtulamazdınız. Çakmak parçalanırken adamın göğsüne doğru yürüyüp bir delik oluşturmuştu. Orada düzleşip parçalanmış ve Mort'un derisinde yüzeysel bir yara yeri açılmıştı. Bir şarapnel parçası da adamın sol göğsünü ikiye bölmüştü. Ayrıca kurşunun kızgın sıcaklığı çakmaktaki yakıtı tutuşturmuştu. Polisler yaklaşırken Silahşor sessiz bir şekilde yatıyordu. Atışı yapmayan memur çevredeki insanları geriye çekilmeleri yolunda sert bir biçimde uyarmaktaydı.

Mort, Yanıyorum diye çığlık attı. Yanıyorum! Söndür beni! Söndür! SÖNDÜRRRRR!

Silahşor gene sessiz ve hareketsiz yatıyor, adamın çığlıklarına kulak asmayıp kaldırımın üzerinde yaklaşan polislerin ayak seslerini dinliyordu. Aynı zamanda, Mort'un göğsünde birdenbire büyüyüp gelişen aleve ve yanık et kokusuna aldırış etmemeye çalışıyordu.

Bir ayak, Mort'un kaburgalardan oluşan göğüs kafesinin altına kaydı ve itip bedeni olduğu yerde biraz kaldırınca Jack Mort'un gözleri açıldı. Ancak mavi giysili adamın suratı ölü bir adamın yüzü gibi hareketsiz, sapsarıydı. Silahşor onun içinden gelen haykırışları da duymuyordu artık.

Birisi mırıldandı, "Tanrı'm! Sen ona izli mermiyle mi ateş ettin?"

Mort'un cebindeki delikten düzgün bir akışkan gibi çıkan duman havaya doğru yükseliyordu. Ayrıca yaka boyunca birkaç delikten daha duman sızmaktaydı. Polisler adamın yanan etinin kokusunu duyumsuyordu. Ronson çakmak yakıtının kokusu da yanan etin kokusuna karışmaktaydı.

O ana değin kusursuz iş görmüş olan Andy Staunton tek hatasını yaptı. Böyle bir hataya tanık olsa, daha önceki hayran olunacak eylemlerine karşın Cort ona tek bir hatanın insanın ölümüne neden olacağım söyleyerek, polisi evine şişmiş bir kulakla geri gönderirdi. Evet, Staunton tek atışta adamı etkili yerinden vurmuştu. Bir polis bunu yapıp yapmayacağını böyle bir durumla yüz yüze gelmeden deneyip öğrenemezdi. Ancak attığı tek kurşunla adamı alevler içinde bırakması genç polisi nedensiz bir korkuya itmişti. Bu yüzden hiç düşünmeden ateşi söndürmek üzere adamın üzerine eğildi ve mavi giysili kişinin öldüğüne yemin edebileceği anda Silahşor’un tekmesi olanca gücüyle karnına vurdu.

Staunton geriye, iş ortağının kucağına doğru düştü. Tabancası elinden kayıp bir kenara fırlamıştı. Weaver kucağındaki arkadaşını itip kendi silahını doğrulttuğu anda bir atış sesini duydu ve büyülü biçimde silahı elinden gitti. Bir anda büyük bir çekiçle vurulmuş gibi eli duyusuz kalmıştı.

Mavi giysili adam yerinden kalktı, bir an polislere baktı ve şöyle konuştu, "Sizler iyisiniz. Öteki polislerden daha iyisiniz. Bu yüzden izin verin de size öğüt vereyim: Beni izlemeyin. İş neredeyse sona eriyor. Sizi öldürmek zorunda kalmayı istemiyorum."

Sonra olduğu yerde döndü ve merdivenlere doğru koştu.
12
Merdivenler, silah sesi ve bağrışmaların başladığı anda geri dönüp bazı benzersiz New Yorkluların yaptığı şekilde olayın ne denli kötü olduğunu ve pis kaldırımlara kaç kişinin kanının aktığını görmek üzere merakla yukarı çıkmakta olan insanlarla doluydu. Ancak bu kişiler, mavi giysili adamın kendilerine doğru koşarak geldiğini görünce geriye çekilip ona yer açacak boşluğu basamakların üzerinde buldular. Buna şaşmamak gerekiyordu. Çünkü adam bir elinde silah tutuyor ve öteki silahı da belinden görünüyordu.

Üstelik adamın yanmakta olduğu da görülmekteydi.


13
Roland, Jack Mort'un gömleği, iç fanilası ile ceketi yandıkça ve gümüş çakmağı erimeye başlayıp yakan bir iz bırakarak karnına doğru kaydıkça adamın atmakta olduğu çığlıklara aldırış etmiyordu

Şu anda istasyondaki kirli havayı duyumsayıp raylardan hızla geçen tangırtılı trenlerin gürültüsünü işitmekteydi.

İşin zamanı hemen hemen gelmişti. Roland ya üçü çekecek ya da oyunu hepten yitirecekti. İkinci kez dünyanın titrediğini ve başının çevresinde bir takım makaralar varmış gibi döndüğünü duyumsadı.

İstasyonun peron düzeyine ulaştı ve elindeki .38'1iği tren hattına doğru fırlattı. Jack Mort'un kemerini çözüp pantolonu kayıtsızca aşağı indirdi Bir orospunun külotuna benzeyen slip külot ortaya çıktı. Roland'ın bu tuhaflık üzerinde düşünecek zamanı bulunmuyordu. Eğer acele etmezse adamın canlı canlı yanmasına dikkat etmek zorunda kalacaktı. Çünkü, satın aldığı mermiler yeterince ısınacak ve yalın biçimde patlamaya başlayacaklardı.

Külotu da üzerinden çıkararak mermi kutularını ve Keflex şişesini onun içine doldurdu. Şimdi külot tuhaf biçimde şişmişti. Yanmakta olan ceketi sırtından çıkardı. Ama, yanan gömleği çıkarmaya zahmet etmedi.

Bulunduğu perona doğru gelen bir trenin kükreyişini işitti ve ışıklarını gördü. Bu trenin Odetta'yı ezenle aynı yönde hareket edip etmediğini bilmek olanaksızdı. Ama fark etmezdi. Sorun Kule olduğunda, yazgı bir çakmak aracıyla onun canını kurtaracak kadar acıma dolu ve bir mucizenin ateşlediği biçimde suçluya acı verici oluyordu. Şimdi istasyona doğru hızla gelmekte olan trenin tekerleri de hem mantıklı hem de çarpıcı biçimde zalim olabiliyor, ancak çelik gibi sert olmanın ya da yumuşaklığın dayanabileceği bir yolda ilerliyordu.

Silahşor, Mort'un pantolonunu beline doğru çekip yeniden koşmaya başladı. İnsanların yolundan hızla geriye çekildiklerinin farkında bile değildi. Daha çok hava, ateşi besledikçe adamın gömleğinin yaka ve kolları da yanmaya başlıyordu. Mort'un külotu, içindeki ağır kutularla hayalarına (!) tekrar tekrar çarpıyor, onları eziyor ve adamın karnına doğru işkence edici bir acı duygusu yükseliyordu. Göktaşı şekline girmiş bir insan turnikelere doğru atladı.

Mort, Beni söndür! İyice yanmadan beni söndür! diye çığlıklar atıyordu.

Silahşor asık suratla düşündü; Sen yanmalısın! Aslında başına gelenler, senin değer olduklarından çok daha acıma dolu!

Ne demek istiyorsun? SEN NE DEMEK İSTİYORSUN?

Roland bu sorulara yanıt vermedi. Gerçekte peronun ucuna doğru seğirtirken adamın sesine kulaklarını tümüyle kapamıştı. Mort'un biçimsiz külotundan mermi kutularından birinin kayıp çıktığını görmüş, bir eliyle onu tutmaya çalışıyordu

Şimdi tüm akıl gücünü kendi dünyasındaki kadına göndermiş bulunuyordu. Telepati yoluyla verdiği komutun nasıl işitileceğine ya da kadının duyunca kendisine uyup uymayacağına ilişkin bir fikri bulunmuyordu. Ancak ne olursa olsun, aynı şeklide ivedi ve keskin düşünce oklarını kendi dünyasına gönderiyordu.

KAPI! KAPI GİRİŞİNE BAK! ŞİMDİ! ŞİMDİ BAK!

Trenin gümbürtüsü dünyayı doldurdu. Bir kadın, Tanrı'm! Adam rayların üzerine atlayacak! diye bağırdı. Bir el Mort'u tutmak ister gibi omuzuna vurdu Ve sonra Roland, Jack Mort'un bedenini itip sarı uyan çizgisinin üzerinden geçirerek peron yüzeyinin ucuna doğru gönderdi. Ellerindeki geriye götüreceği tuhaf torbayı özenle kasıklarına bastırarak trenin geldiği rayın üzerine düştü... Eğer Mort'un bedeninden hızla çıkabilirse taşıdığı değerli yükü kendi dünyasına götürebilecekti. Rayın üzerin düşerken bile bağırmıştı:

ODETTA HOLMES! DETTA WALKER! ŞİMDİ BAKIN!

Böyle bağırırken tren üzerine geldi. Tekerler acımasız gümüş hızıyla dönerken Silahşor dönüp Kapı'ya baktı.

Ve doğrudan doğruya oradaki kadının yüzüne baktı.

Oradaki yüzlere baktı.

Onların ikisini de aynı zamanda görebiliyorum diye düşündü.

Tren üzerinden geçmeden ve onu dizlerinden değil, göğsünden ikiye bölüp geçmeden önce son anda Mort, HAYIRRRRRR! diye çığlık attı. Roland ise, Kapı'ya doğru hamle etti... ve içeri girdi.

Jack Mort yalnız başına ölmüştü.

Mermi kutuları ile ilaç şişesi Roland'ın fiziksel bedeninin yanında göründü. Başlangıçta elleri titremeli hareketlerle onları sıkıyordu. Sonra parmakları rahatlayıp gevşediler. Silahşor kendisini zorlayıp ayağa kalkmaya çalışırken duyumsadığı ateşle sanki her yanı zonklayan hasta bedenini giyindiğinin, aşağıda Eddie'nin haykırdığının ve Odetta'nın da iki ayrı sesle çığlık attığının farkında oluyordu. Roland, kısa bir an süreyle duyduğu çığlıklara doğru dönüp baktı ve tek değil iki kadını gördü. Her iki kadın da bacaksız, kara derili ve güzeldiler. Bununla birlikte kadınlardan biri gene cadı gibiydi, içindeki çirkinlik dış güzelliği ile örtülemiyor, yalnızca daha çok belirginleşiyordu.

Roland aslında ikiz olmayan, ancak aynı kadının olumlu ve olumsuz görüntülerini oluşturan ikiz kadınlara baktı. İpnotize eden ateşle ve etkili bakışlarla onları gözledi.

Sonra Eddie bir kez daha haykırdı ve Silahşor ıstakoza benzer yaratıkların dalgaların arasından çıkıp Detta'nın kurbanlık danalar gibi bağladığı ve çaresiz durumda bıraktığı genç adama doğru yaklaştıklarını gördü.

Güneş batmıştı. Ortalığa karanlık çöküyordu.
14
Detta kendisini Kapı'nın girişinde Silahşor’un gözleriyle gördü. Ve birdenbire Eddie'de olduğu gibi ama daha yoğun biçimde kendisinin dünyasından ayrılmış olduğunu sezinledi.

Kendisi buradaydı.

Silahşor’un gözüyle Odetta oradaydı.

Gelen trenin sesini işitti.

Birdenbire her şeyi anlayarak Odetta! diye çığlık attı. O anda ne olduğunu ve olaya kimin neden olduğunu sezinlemişti.

Kısa süren bir an için dışa dönüşünün duyumsamasıydı bu ve sonra çok acı verici bir biçimde...

Kadın, ikiye bölünmek üzere yırtılır gibi olmuştu.
15
Roland, Eddie'nin yattığı deniz kıyısına, hafif eğimli yere doğru ayaklarını sürüyerek yürüdü. Kemiklerini yitirmiş bir insan gibi hareket ediyordu. Istakoza benzer yaratıklardan biri, Eddie'nin yüzüne doğru pençe atmış ve genç adam haykırmıştı. Silahşor yaratığa ayağındaki çizmeyle sert bir tekme vurdu. Sonra ağır ağır eğilip Eddie'nin kollarını yakaladı. Onu geriye doğru çekmeye başladı ama geç kalmıştı. Gücü pek azdı. Yaratıklar Eddie'yi kapacaklardı. Şimdiden iki yaratık saldırıya geçmişti.

Istakozlardan biri did-e-çik? diye sorarak pençe atıp pantolonu da parçalayarak bir parça etini kapınca genç adam haykırdı. Sonra bir kez daha bağırmağa çalıştı oysa ağzından yalnızca gargara eder gibi tıkanmış bir ses çıktı.Eddie, Detta'nın attığı ilmiklerin içinde boğulur gibi oluyordu.

Yaratıklar tüm çevrelerini sarmışlardı. Yaklaşıp hevesle pençelerini tıkırdatıyorlardı. Silahşor, son kalan gücüyle geriye doğru bir hamle daha yaptı. Ve gerisin geri yuvarlandı. Pençelerini tıkırdatan, lanet olası sorularını soran yaratıkların üzerlerine doğru geldiklerini işitti. Belki de bu durum o denli kötü değil, diye düşündü. Kumarda her şeyiyle oynamıştı ve yitirecekleri bu kadardı.

Kendi silahının gürleyişi Roland'ı salakça bir şaşkınlık içinde bıraktı.


16
İki kadın yüz yüze dönük durumda, bedenleri bir yılan gibi havaya kalkmış, birbirinin aynı olan parmak izlerini taşıyan parmakları benzeri izler bulunan boyunları sıkmak üzere karşısındakinin boğazına kenetlenmişti.

Kadın onu öldürmeye çalışıyordu. Oysa kadın gerçek değildi. Başına tuğla düşen kızın düşünde yarattığı kızdan daha çok gerçek değildi... Ama şimdi, düş gerçekleşiyordu. Silahşor arkadaşı Eddie'yi kurtarmaya çalışırken düşündeki kadın onun gırtlağını sıkıp öldürmeye çabalıyordu. Düşte oluşan gerçek, çirkin sözler söylüyor ve yüzüne sıcak tükürükler yağdırıyordu. "O değerli mavi tabağı ben aldım, çünkü hastahanede kadın yanıma geldi ve üstelik ben öylesine değerli bir hediye almamıştım. O tabağın üzerine basarak ezdim, çünkü bir şeye basıp ezerek kırmaya gereksiniyordum. Beyaz bir zenci görürsem onu da sinek gibi ezmeyi, incitmeyi istiyordum. Çünkü, onların da incitilmeye gereksinimleri vardı. Büyük mağazalarda yalnızca beyazlara özel hediyelik eşya diye satılan şeyleri çalıyordum. Çünkü, benim ırkımdan kız ve erkek kardeşlerim Harlem'de açken, yavrularını fareler yerken beyazlar birbirlerine özel hediyeler satın alıyorlardı. Ben bu konuda tekim. Sense cadısın. Ben tekim. Ben...ben...ben!"

Odetta, şu kadını öldür, diye düşündü. Oysa bunu yapamayacağını biliyordu.

Cadıyı öldürürse ondan kurtulacak ve yürüyüp yoluna gidebilecekti. Odetta ile Detta birbirlerini haklamaya çalışırlarken, Eddie ile Roland (Gerçek Kötü Adam) onlara seslenip yardıma çağıracak, ancak suyun kıyısındaki korkunç yaratıklar tarafından canlı canlı parçalanıp yenileceklerdi. Bu da hepsinin birden sonu olacaktı. Böylece sevgi ve nefret sona erecekti.

Karşısındaki kadının kendisini boğmaya ve soluk borusunu ezmeye çalışan azgın ellerine aldırış etmeyin Odetta, Detta'nın boğazını sıkmayı bıraktı. Kadını boğmak yerine kollarını onu kucaklamakta kullanmayı yeğledi.

Detta, "Hayır, Cadı! Olmaz!" diye bağırdı. Ancak, bağırışı son derecede karmaşık, hem nefret hem de gönül borcuyla doluydu. Şimdi de, "Hayır, beni bırak! Yalnızca beni bırak!" diye sesleniyordu.

Odetta'nın yanıt verecek sesi çıkmıyordu. Roland ıstakozlara benzer yaratıkların ilkine tekme atıp ikinci yaratık Eddie'nin bacağından akşam yemeğinin ilk tayınını alırken Odetta cadı kadının kulağına yalnızca şunları fısıldayabildi, "Seni seviyorum. "

Bir an için kollar öldürecekmiş gibi birbirlerini sıkıp ilmik haline geldiler... ve sonra gevşediler.

Biz gidiyoruz.

Bir kez daha kadın ikiye bölünüp içi dışına çıkmış gibi oldu... Daha sonra, birdenbire Tanrı'ya şükürler olsun ki kadın bir bütün haline geldi. Ve taksi sürücüsünün onunla ailesine bir göz atıp arabasını sürerek gittiği ve Jack Mort'un kafasına tuğla attığı günden beri ilk kez kadın bir bütün haline girdi. O, Odetta Holmes idi... Ya öteki kadın kimdi?...

Detta, Haydi çabuk ol, Cadı! diye bağırdı... Oysa bu ses Detta'nınki değil, kendisinin sesiydi. Odetta ile Detta birleşmişlerdi. Odetta bir kadındı, Detta başka bir kadındı. Ve şimdi Silahşor iki kadını birleştirerek üçüncü bir kadını ortaya çıkarmıştı. Detta sözünü şöyle tamamladı, Acele et, yoksa onlar korkunç yaratıklara akşam yemeği olacaklar.

Kadın giysisinin yarıklarındaki tabancalara baktı. Silahları ateş edecek miydi? Yalnızca umut edebilirdi.

Başka ne yapabilirim ki? diye kendi kendine sordu ve silahları çekti.

Ansızın kahverengi elleri gökgürültüsüyle doldu.


17
Eddie yaratıklardan birinin yüzüne yaklaştığını gördü. Hayvanın kırış kırış olan gözleri ölülerinki gibiydi ama gene de iğrenç bir yaşam belirtisiyle parıldıyordu.

Hayvan Dod-a-... diyerek sorusunu sormaya başlarken yediği kurşunla parçalanarak geriye doğru devrildi.

Bu kez Roland başka bir yaratığın hızla güçsüz kalmış sol eline doğru geldiğini gördü ve, İşte öbür elim de gidiyor, diye düşündü, ama, bir an sonra, bu yaratık da kabuk ve yeşil bağırsak parçaları şeklinde havaya saçıldılar.

Silahşor sola doğru büküldü ve güzelliği kalpleri durduracak, öfkesi yürekleri donduracak kadını gördü. "HAYDİ MAFİALAR!" diye seslenen kadın sözünü şöyle sürdürüyordu, "HAYDİ HAREKETLENİN! ADAMLARI YEMEK İÇİN GELİYORDUNUZ, DEĞİL Mİ? HAYDİ GELİN, BEN DE SİZİN GÖZLERİNİZİ KIÇINIZA (!) KADAR PATLATIP AÇAYIM!"

Kadın, hızla Eddie'nin bağlı bacaklarının arasına doğru ilerleyip genç adamı hem yemeye hem de hadım etmeye hazırlanan üçüncü yaratığa ateş etti. Hayvan tencere kapağı gibi dönerek havaya fırladı.

Roland bu yaratıkların gelişmemiş zekâları bulunduğunu düşünmüştü. Şimdi bunun kanıtını görebiliyordu.

Öteki yaratıklar geriye çekilmeye başlamıştı.

Tabancada bir kurşun daha ıslak çıkıp ateş almadı. Ve sonra kadın gerileyen yaratıklardan birini daha et kıymıkları haline soktu.

Diğer yaratıklar daha ivedi hareketlerle dönüp suya koştular. Belli ki, iştahları kaçmıştı.

Bu arada Eddie boğulur gibi oluyordu.

Roland onun boynundaki derin izi sürerek ipin ucunu bulmaya çalıştı. Eddie'nin yüzünün mordan kara bir renge dönüştüğünü gördü. Genç adamın çabalamaları giderek zayıflamaktaydı.

Silahşor’un elleri daha güçlü olan eller tarafından bir yana itildiler.

"Ben o işin gereğine bakarım" diyen kadının elinde bir bıçak vardı... Roland'ın bıçağıydı bu...

Bilinci solmakta olan Silahşor, Neyin gereğine bakacaksın? diye düşündü. İkimiz de senin acımana kaldık.

Karanlık iyice onu sinesine alırken Roland kısık sesle sordu, "Sen kimsin?"

Derin bir kuyuya düşer gibi olurken sesi kuyunun ağzından konuşuyormuş gibi duyulan kadının, "Ben üç kadınım" dediğini işitti. "Aslında her kimsem o kadındım; hakkım olmadığı halde başka bir kadındım ve şimdi senin kurtardığın kadınım. Sana çok teşekkür ederim. Silahşor."

Kadın onu öptü. Roland bunu duyumsadı. Ama çok daha sonraları, Silahşor yalnızca karanlığın farkında oldu.

SON KEZ İSKAMBİL KARTLARI

Son Kez Kartlar
1
Aradan sanki binlerce yıl geçmiş gibi Silahşor ilk kez Kara Kule'yi düşünmüyordu. Şimdi düşündüğü tek şey ağaçlar arasındaki düzlükte bulunan su birikintisine inmiş olan geyikti.

Sol eliyle yere düşmüş bir ağaç kütüğünün üzerine abanarak hayvanı gözetledi.

Et, diye düşündü. Salgılanan tükürüğü ılık ılık ağzını sulandırırken ateş etti. Ateşi izleyen saniyenin binde birlik süresince düşündü: Kaçırdım. Gitmiş. Tüm yeteneğim... kaybolup gitmiş.

Ama, o anda geyik cansız olarak su birikintisinin yanına düştü.

Kule fikri hemen Silahşor’un kafasını doldurdu. Şimdi hedefinin Tanrı tarafından kutsanmış doğru bir şey olduğunu biliyor ve elde edeceği eti, hep o eti düşünüyordu. Şu anda taşımakta olduğu tek tabancalığa silahını koydu; öğleden beri arkasına gizlenip su birikintisine belki bir hayvan gelir diye beklediği ağaç kütüğüne basıp üzerine çıktı.

Bıçağın kınından çıkarırken şaşkınlıklar içinde kalarak düşündü; İyileşiyorum, gerçekten iyileşiyorum.

Arkasında ayakta duran ve değer bilir bakışlarla kendisine bakan kadını görmemişti.
2
Deniz kıyısında üçünün bir araya geldiklerinden bu yana geçen altı gün içinde ıstakoz etinden başka bir şey yememiş ve yalnızca hafif tuzlu olan dere suyunu içmişlerdi. O günleri ateşler ve hezeyanlar içinde geçiren Roland pek az şeyi anımsıyordu. Aynı süre içinde kimi zaman Eddie'yi Albert ya da Cuthbert ve kadını hep Susan diye çağırmıştı

Ateşi ağır ağır düştükçe güçlenmiş ve dağlık alanda yola çıkmışlardı. Eddie, kimi zaman kadını tekerlekli sandalyesinde itiyor, kimi zaman Roland tekerlekli sandalyeye binerken genç adam kollarını sıkmadan boynuna dolayan genç kadını sırtında taşıyordu. Çoğu kez tekerlekli sandalyenin yolda itilmesi zorlaşıyor ve bu da ilerlemelerini pek ağırlaştırıyordu. Roland, Eddie'nin ne denli yorulduğunu biliyordu. Kadın da bunun farkındaydı. Oysa Eddie durumundan kesinlikle şikayet etmiyordu

Yiyecekleri vardı. Roland yattığı yerde ölümle kalım arasındaki savaşımını sürdürür, ateşler içinde yanar ve geçmişin insanları ile olayları arasında gidip gelirken Eddie ile kadın bol bol avlanıyorlardı. Zamanla bulundukları deniz kıyısında ıstakoza benzeyen yaratıklar azalmış ve sonunda sazlıklarla yeşil otların bulunduğu yere vardıklarında üçü de içgüdülerinin zorlamasıyla bunları yemeye başlamışlardı: Yeşil şeylere açtılar. Ağır ağır derilerindeki küçük yaralar iyileşiyordu. Bazı otlar acı, bazıları tatlıydı. Ancak tatları ne olursa olsun otları yiyorlardı. Yalnızca bir seferinde...

Silahşor derin bir uykudan uyanmış ve kadını çok iyi tanıdığı bir tutam otu yolarken görmüştü.

"Hayır! Olmaz!" diye kısık bir sesle konuştu, "Kesinlikle o ot olmaz! Ona mim koy ve hep anımsa! Kesinlikle o ot yenmez!"

Uzun süren bakışla kadın Silahşora baktı ve açıklama istemeden otu yere bıraktı.

Roland yeniden bulunduğu yere uzandı. Yanından geçtikleri tehlikenin büyüklüğünü duyumsayarak tüm bedeni buz gibi olmuştu. Bazı otlar zehirli oldukları için kendilerini öldürebilirdi. Oysa, kadının yolduğu o otlar kendilerini lanetleyecekti. Onlar şeytanotu idiler.

Keflex adlı ilaç Silahşorun bağırsaklarına gurultular getirmişti. Ve Roland bunun Eddie'yi endişelendirdiğini biliyordu. Ama, diğer yeşil otları yemesi şimdi durumu kontrol altına alıyordu.

Sonunda gerçek ormanlara vardılar ve Batı Denizi'nin sesleri, rüzgâr yalnızca sağ taraflarından estiğinde kulaklarına gelen hafif bir vınlamaya dönüştü.

Ve şimdi... gerçek eti bulmuş durumdaydılar.

Silahşor, ölü geyiğin yanına yaklaştı ve sağ elinde kalan parmaklarıyla tuttuğu bıçakla hayvanın bağırsaklarını boşaltmaya çalıştı ama başaramadı. Parmakları henüz yeterince güçlü değildi. Bıçağı daha az becerikli olan sol eline geçirdi ve geyiğin kasıklarında kaba bir yara açtı. Bıçak daha etin derinine işlemeden yaradan buharı tüten kanlar fışkırdı ve deriyi kanlar içinde bıraktı... Ancak, şimdi de kötü bir yaraydı bu. Henüz kusmalardan kurtulamamış küçük bir çocuk bile bundan iyisini başarabilirdi.

Sol eline, Zamanla daha becerikli olmayı öğreneceksin dedi ve yeniden kesmeye hazırlandı.

İki kahverengi el, Silahşor’un parmaklarına dokundu ve bıçağı ondan aldı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə