Stephen King Kara Kule Cilt2 üçün Çizgileri



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə29/33
tarix16.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#63306
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33

Delevan sordu, "Siyah saçlı, kilolu olanı mı?"

Bir kez daha kısa duraklamadan sonra Roland yanıtladı, "Evet. Gözleri kahverengiydi. Bir gözünün altında yara izi vardı..."

Mavi Elbiseli Adam'da bir tuhaflık vardı... O'Mearah o zamanlar bu tuhaflığa parmak basamamıştı. Oysa, aradan uzun süreler geçip de olayı anımsadığında bazı şeyler aklını yoruyordu.

O'Mearah yıllar sonra iki oğlunu alıp Boston'daki Bilim Müzesi'ne götürdüğünde bir anlık görüntü, kafasında Mavi Elbiseli Adamla bir ilintinin kurulmasına olanak sağlamıştı. Müzede bir makine (bilgisayar) vardı. Ve makine müzeyi gezen kişilerle Tik-Tak-To denilen oyunu oynuyordu. Siz ilk hamlenizde orta kareye X işarete koyduğunuz sürece makine her seferinde sizi yenilgiye uğratıyordu. Ancak makine her seferinde biraz duralıyor ve olası gambitleri (konuyla ilgili tartışma şıklarını -Çev.) belleğiyle denetliyordu. O'Mearah ve oğulları makinenin oyunu oynayışı karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdi. Ancak, burada tekinsiz bir yön vardı... Ve sonra O'Mearah, Mavi Elbiseli Adam'ı onun da aynı tuhaf huyu olduğu için anımsamıştı. O adamla konuşmak, bir robotla konuşmaya benziyordu.

Delevan'ın böyle bir duyumsaması olmamıştı. Oysa, dokuz yıl sonra o sıralarda üniversite eğitimine başlamak üzere olan oğluyla birlikte bir akşam sinemada film seyrederlerken, filmin ilk yarım saatinden sonra Delevan ansızın yerinden fırlamış ve, "Bu o! O'nun ta kendisi! bu adam, Mavi Elbiseli'nin aynısı! Clament'in mağazasındaki adam bu!" diye basbas bağırmıştı.

Sinema salonunda arkadan bir kişi, "Hey öndeki, otur yerine!" diye seslenmişti. O sırada normalden otuz beş kilo ağır ve delice sigara düşkünü olan Delevan şikayetçi seyirci biraz daha bağırsa ölümcül bir kalp krizi geçirebilirdi. Devriye arabalarına o gün elinden alınan cüzdanla ilgili şikayetini yapmak üzere yanaşan mavi giysili adam tip olarak film yıldızına benzemiyordu. Ancak ölü sesli konuşma şekli aynıydı. Üstelik, adamın hareketleri acımasız ama incelikliydi. Filimin adı The Terminator idi.


8
Polisler birbirlerine bakıştılar. Mavi Elbiseli Adam, dükkan sahibi Clement'ten söz etmiyordu. Ama, bu kadarı da iyiydi. Çünkü, "Şişman Johnny" Holden, Clement'in kayınbiraderiydi.Ancak bu denli aptalca bir şeyi yapması, adamın cüzdanını çalmaya niyetlenmesi... Tam Şişman Johnny denen adamın sapacağı yoldu; O'Mearah'ın aklı cümleyi böyle tamamladı ve sonra polis memuru bir anlık gülümsemesini gizlemek üzere elini ağzına kapadı.

"Size neler olduğunu tam olarak anlatsanız iyi edersiniz" diyen memur Delevan ekledi, "Adınızı söyleyerek başlayabilirsiniz."

Burada bir kez daha karşısındaki adamın verdiği karşılık O'Mearah'a tuhaf, olağandışı ve biraz da egzantrik gelmişti. New York kentinde halkın yüzde yetmişinin böyle bir durumda şöyle konuşması beklenirdi: Hey, bak şimdi! O orospu çocuğu (!) benim cüzdanımı aldı! Sen benim cüzdanımı mı geriye alacaksın; yoksa Yirmi Soru oyunu mu oynayacaksın benimle?

Oysa bu adam, iyi giyimli ve elleri manikürlü olan kişi, "Benim adım Jack Mort" dedi.

Delevan pantolonunun arka cebindeki küçük not defterini çıkarıp yazmaya başlamıştı, "Adresiniz?"

Kısa bir duralama oldu. O'Mearah bir kez daha düşündü: Tıpkı makine gibi. Sesi neredeyse işitilebilir bir tıklama gibi bir sessizlik anı geçti.

Ve yanıt geldi; "Park Bulvarı, Güney yakası, No. 409."

Delevan not etti.

"Sosyal Güvenlik Numaranız nedir?"

Bir başka duralama daha oldu. Ve Mort numarayı ezberinden bildirdi.

"Bütün bu soruları size kimlik saptama amacıyla sorduğumu anlamanızı istiyorum. Eğer adam sizin cüzdanınızı aldıysa, ondan geri almadan önce cüzdanın neleri içerdiğinden emin olmalıyım. Beni anlıyorsunuz, değil mi?"

"Evet" derken şimdi mavi giysili adamın sesinde hafif bir sabırsızlık izi belirmişti. Bunu işitmek O'Mearah'ın her nasılsa adam hakkında iyi şeyler duyumsamasına yol açıyordu. Mavi Elbiseli Adam şöyle söyledi, "Zorunlu olduğunuz kadardan fazla işi uzatmayın, memur bey. Zaman geçiyor ve..."

"Her işin bir yapılış yolu vardır. Evet, durumu araştırıyorum ben."

Mavi Elbiseli Adam, "Evet. Her işin bir yapılış yolu vardır" diyerek onayladı.

"Cüzdanınızda ayırt edici bir resim var mıydı?"

Bir duraklama da oldu. Sonra, yanıt geldi.

"Empire State Building adlı yapının önünde çekilmiş annemin bir resmi vardı. Resmin arkasında şöyle yazılıydı: 'Çok olağanüstü bir gün ve görüntüydü. Sevgiler, Annen.'"

Delevan bunları ivedi not edip defterini kapattı. "Tamam. Bu kadarı yeter. Eğer cüzdanı geri alırsak, sürücü ehliyetinizdeki, kredi kanınızdaki ve diğer belgelerdeki imzalarınızla önümüzde atacağınız imzayı karşılaştırıp mutabakatı sağlarsak cüzdanı size iade ederiz, tamam mı?"

Roland bazı sözcükleri anlamamasına karşın başını öne eğerek onayladı. Gerektikçe Jack Mort'un bilgi ve belleğine başvuracaktı. Ancak, Mort'un bilinci şimdiki gibi yerinde olmadığına göre, adamın imzasını taklit etme şansı bulunmuyordu.

Polis Delevan, "Şimdi bize olanları anlatın" dedi.

"Erkek kardeşimin tabancası için mermi almak üzere o mağazaya girmiştim. Kardeşimin .45'lik Winchester marka tabancası vardı, içerdeki adam bana silah taşıma ruhsatını sordu. Ben de, kuşkusuz var, dedim. Ruhsatı görmek istedi."

Bir duraklama daha oldu.

Sonra, Mavi Elbiseli adam anlatışını sürdürdü; "Cüzdanı çıkardım, ona gösterdim. Yalnız dönüp cüzdanımı ona gösterirken adam oradaki yirmilikleri görmüş olacak." Biraz duraladıktan sonra ekledi, "Cüzdanda yirmilik banknotlar vardı. Ben vergi saymanıyım. Bir mükellef uzun süren davadan sonra bir miktar vergi iadesi almıştı..." Gene duraladı ve sonra sözünü sürdürdü, "Aldığı para, sekiz bin dolardı. O adam, yani vergi mükellefi Dorfman..." bir kez daha duraladı ve ekledi, "Üzerinde çok uğraştığımız büyük bir penistir (!) Lütfen kullandığım sözcükten ötürü beni bağışlayın."

O'Mearah adamın söylediklerini aklından geçirdi ve birdenbire onun ne demek istediğini anladı: "Üzerinde çok uğraştığımız en büyük penis (!)" Bu sözü fena değildi. Memur güldü. Robotlar ve makineler aklından uçup gittiler. Adam, yeterince gerçek bir insandı. Belki de üzgündü ve serinkanlı davranarak durumunu gizlemeyi istiyordu.

Mavi giysili adam, "Herneyse, mükellefim Dorfman nakit para istemişti. Dorfman nakit para almakta ısrarlıydı" diyerek anlatışını sürdürdü.

Delevan, "Şişman Johnny'nin sizin mükellefin parasını aldığını mı düşünüyorsun?" dedikten sonra iş arkadaşı O'Mearah ile birlikte mavi beyaz renkli arabadan indiler.

"Mağazadaki adamı böyle mi adlandırıyorsunuz?"

"Oh, bir seferinde ona daha kötü ad da takmıştık" diyen Delevan ekledi "Ona kartınızı gösterdikten sonra ne oldu, Bay Mort?"

"Adam kartıma daha yakından bakmayı istedi. Ben de cüzdanımı ona verdim ama o resme bakmadı. Cüzdanımı yere düşürdü. Ona, neden bunu yaptığını sordum. Bunun aptalca bir soru olduğunu söyledi. Sonra, ondan cüzdanımı geri vermesini istedim çok kızmıştım."

"Bahse girerim ki kızmıştınız" diyen memur Delevan ölü yüzüne bakıp bu adamın kızabileceğini tahmin edemezsiniz diye düşündü.

"Adam yüzüme karşı güldü. Ben de tezgaha yaklaşıp cüzdanımı almak üzere harekete geçtim. O zaman adam silahını çekti."

Hep birlikte mağazaya doğru yürüyorlardı. Bir anda iki memur oldukları yerde kazık gibi dikildiler. Heyecanlandıkları belli oluyordu. O'Mearah, "Silah mı çekti?" diye sorarken duyduğundan emin olmayı istediği görülüyordu.

"Silah, tezgahın altında ve yazarkasanın yan tarafındaydı" diyen Roland işin başlangıcındaki planını çöpe atıp adamın silahına doğru yürüdüğü anı anımsayarak onu anlatmıştı. Silahşorları amacında kullanmayı istiyor ama onların öldürülmesine gönlü razı olmuyordu. "Sanırım orada bir yere raptedilmiş bir hayvan bağlama askılığı gibi bir şey vardı?" diye ekledi.

O'Mearah, "Ne dedin? Anlamadım!" dedi.

Mavi Elbiseli Adam, bir kez daha uzun süre duraladı. Aklı karışmıştı. Sonunda konuştu, "Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum... Orada içine silahı ittiği bir yer vardı. Nasıl itileceğini bilmeyen bir kişi silahı oradan çekip alamazdı."

Delevan, "Yaylı klips olmalı!" diyerek ekledi, "Hay kutsal pislik, hay!" İki polis memuru bir kez daha bakıştılar. İkisi de Şişman Johnny'nin daha şimdiden cüzdanı boşaltıp içindekileri kendi cebine aktardığını ve boş cüzdanı binanın arkasındaki geçide atmış olabileceğini düşünüyor ama karşılarındaki adama bunu söylemeyi istemiyorlardı... Ancak, ortamda bir yaylı klips vardı ve bu değişik bir durumdu. Ortada bir hırsızlık olabilirdi.

Ancak böyle gizlenmiş bir silah, beraberinde önemli suçlamaları getirirdi. Bir saldırganın ayağını kapı arasından sokması kadar olmasa bile, gene de iyi bir kanıttı bu.

O'Mearah sordu, "Pekiyi, o zaman ne oldu?"

"Adam bana cüzdanını sokakta bir yerde çaldırmışsın sen, dedi. Eğer sağlıklı kalmak istiyorsan bunu anımsasan iyi olur diye ekledi. Ben de, o anda caddede bir polis arabası gördüğümü ve sizin şimdi de orada olabileceğinizi düşündüm. Arkamı dönüp mağazadan dışarı çıktım."

"Tamam" diyen Delevan ekledi, "Arkadaşım ve ben önce hızla mağazaya gireceğiz. Sen bize bir dakika, tam bir dakika süre tanı. Çünkü belki de bir sorun çıkabilir. Sonra sen de mağazaya gir ama kapının yanında kal. Anlıyor musun?"

"Evet."

"Tamam, şimdi şu namussuzu yakalayalım!" İki polis içeri girdiler. Roland otuz saniye bekledi ve sonra onları izledi.


9
"Şişman Johnny" Holden mağazaya giren polisleri protesto etmenin ötesinde bir şeyler yapıyor ve sanki böğürüyordu:

"O adam bir çılgın! Önce içeri girdi. Neyi satın alacağını bilmiyordu. Sonra, Atıcının İncil'ine bakıp istediğini bulunca bu kez kutuda kaç mermi olduğunu, ederinin ne kadar tutacağını bilemedi. Ben, kartına yakından bakmak istediğinde en büyük pisliği işittim. Çünkü adamın silah taşıma ruhsatı bulunmuyordu..." diyen Şişman Johnny şimdi mağazaya giren adamı görünce öfkeden patlar gibi sözünü sürdürdü, "İşte şu adam! Tam bir sürüngen! Senin yüzünü gördüm, arkadaş! Yüzünü gördüm bir kez! Gelecek sefer sen benim yüzümü gördüğümde çok pişman olacaksın! Sana bunu garanti ediyorum! Garanti ediyorum!"

O'Mearah sordu, "Şu adamın cüzdanı sende değil mi?"

"Bende olmadığını biliyorsunuz!"

Delevan araya girdi," Bu cam dolabın arkasına bakarsak rahatsız olmazsın, değil mi? Emin olmayı istiyoruz da!"

"Hey yüce Tanrı'm! Dolap camdan yapılmış! Orada bir cüzdan görüyor musunuz?"

"Orayı değil... burayı kastediyorum" diyen Delevan yazar-kasaya doğru yaklaştı. Sesi bir kedinin hırlaması gibi çıkmıştı. Orada cam dolabı güçlendiren paslanmaz krom çelik bir şerit altmış santim genişliğinde olmak üzere aşağı doğru uzanıyordu. Delevan arkasına dönüp başını öne eğerek kendisini onaylayan mavi giysili adama baktı.

Yüzünün rengi solmuş olan Şişman Johnny söylendi, "Sizin hemen buradan dışarı çıkmanızı istiyorum! Gidin bir arama emri ile gelin, o zaman durum farklı olur! Ama, şimdi buradan siktirip (!) gitmenizi istiyorum! Burası özgür bir ülke! HEY, BIRAK ONU!"

O'Mearah tezgahı inceliyordu.

Şişman Johnny havlar gibi konuştu, "Yaptığınız yasalara aykırı! Anayasaya aykırı!... Benim lanet olası avukatım gelecek!..Geri çekilin, yoksa ben!..."

"Mallarınıza yakından bakmak istiyordum" diyen O'Mearah sakin bir sesle ekledi "Camlı dolap pek kirli. Bu yüzden üzerinden eğilip bakmak istiyorum... Öyle değil mi, Carl?"

Delevan arkadaşını ciddi bir sesle yanıtladı, "Gerçekten dolap pislik içinde, arkadaş!"

"Ve bak, şimdi neyi buldum!"

Roland bir klik sesi duydu ve ansızın mavi giysili Silahşorun elinde aşırı derecede büyük bir silah göründü. O'Mearah "Şişman Johnny"nin gizlediği tabancayı bulmuştu.

Mağazada o anda tek somurtan kişi, silahının ele geçiren polislere anlatacaklarının peri masalından farklı şeyler olacağını sezinleyen Şişman Johnny idi artık.

"Silah ruhsatım var" dedi.

Delevan sordu, "Taşıma ruhsatı mı?"

"Evet."


"Gizleyerek bulundurma ruhsatı mı?"

"Evet."


O'Mearah sordu, "Bu silah kayıtlı mı? Söyle kayıtlı mı, değil mi?"

"İyi... Belki de kayıt ettirmeyi unutmuş olabilirim."

"Olasılıkla bu silah bir suç eyleminde kullanıldı ve sen onu da unuttun?"

"Siktir olun (!) Avukatıma telefon edeceğim."

Şişman Johnny dönüp yürümek istedi ama Delevan onu yakaladı.

"Şu halde, ortaya bir sorun daha çıkıyor: Sen böylesine ölümcül bir silahı yaylı klipsle tezgahın altına saklamak üzere ruhsat aldın mı?" diyen Delevan gene o yumuşak, kedi hırıltısına benzeyen sesiyle konuşuyordu "Bu ilginç bir soru. Çünkü bildiğim kadarıyla, New York kenti kişilere böyle bir ruhsat vermiyor."

Polisler Şişman Johnny'e bakıyor, Şişman Johnny de yiyecekmiş gibi bakışlarla onlara karşılık veriyordu. Bu durumda kimse Roland'ın kapıdaki AÇIK levhasını KAPALI'ya çevirdiğini görmedi.

O'Mearah, "Belki şu bayın cüzdanını bulursak sorunu çözümlemeye başlarız" dedi. Şeytanın kendisi bile bu derecede inandırıcı biçimde yalan söyleyemezdi. "Belki de adam kendisi cüzdanını yere düşürdü, ha?" diye ekledi.

"Adamın cüzdanıyla ilgili olarak hiçbir şey bilmediğimi söyledim! O herif aklını kaçırmış be?!"

Roland öne doğru eğilerek, "İşte orada. Cüzdanımı görebiliyorum. Tezgahtar ayağını cüzdanımın üzerine koymuş!" dedi.

Bu kocaman bir yalandı. Ancak şimdi de bir eli Şişman Johnny'in omuzunda olan Delevan adamı geriye doğru öyle hızla itti ki, o anda adamın ayağının cüzdanın üzerinde olup olmadığını söylemek olanaksızlaştı.

Yapılacak olan şimdi yapılmalıydı. İki Silahşor eğilip tezgahın altına bakarlarken Roland da tezgaha doğru kayar gibi hareket etti. Adamlar yan yana durdukları için başlarını birbirlerininkinin yanına getirmişlerdi. O'Mearah şimdi de tezgahın altodan aldığı Johnny'nin tabancasını sağ elinde tutuyordu.

"Lanet olsun, orada!" diyen Delevan heyecanla sözünü sürdürdü, "Cüzdanı görebiliyorum!"

Roland, Silahşorların Şişman Johnny dedikleri adam bir oyun oynamasın diye ivedi baktı. Adam, sırtını duvara dayamıştı. Aslında kendisini o duvarın içine sokmak ister gibiydi. Kollarını yanlara sarkıtmıştı. Yıldız falının bugün kendisine sakınması gerektiğini nasıl olup da bildirmediğini düşünüp hayıflanan birisine benziyordu.

Silahşor, O adamdan bir sorun gelemez, diye düşündü.

O'Mearah neşeyle, "Evveett!" diye seslendi. İki polis elleri dizlerinin üzerinde olarak, eğilmiş cüzdana bakıyorlardı. Şimdi O'Mearah sol dizini tutmayı bırakıp cüzdanı almak üzere uzanıyordu. "Cüzdanı ben de gördüm!" dedi.

Roland ileriye doğru bir adım attı. İvedi, bir eliyle Delevan'ın sağ yanağını ve öbür eliyle O'Mearah'ın sol yanağını tuttu. Ve ansızın Şişman Johnny sanki iki kayanın birbirine çarpışı gibi bir ses duydu. Mavi Elbiseli Adam her iki polisi kafa kafaya vurup yere sermişti!

Silahşorlar şimdi bir yığın halinde yerde yatıyorlardı. Altın kaplama çerçeveli gözlükleri olan adam ayakta dikiliyordu. Şimdi .357'lik Magnum tabanca Johnny'e doğrultulmuştu. Silahın ağzı bir ay roketini içine alacak kadar büyük görünüyordu.

Silahşor ölülerinki ne benzer sesiyle sordu, "Hiçbir sorun çıkmayacak, değil mi?"

Şişman Johnny yanıtladı, "Evet, efendim. En ufak sorun çıkmayacak."

"Orada ayakta dur. Kıçını (!) arkandaki duvara daya. O duvardan ayrılırsan yaşamla ilgini de yitireceğini bil. Anlıyorsun, değil mi?"

"Evet efendim, anlıyorum."

"İyi."

Roland iki polisi itip birbirinden ayırdı. Adamların ikisi şimdi de yaşıyorlardı. Bu iyiydi. Ne denli ağır ve dikkatsiz olursa olsunlar, onlar da birer Silahşordu. Başı belaya girmiş yabancılara yardımcı olmaya çalışan kişilerdi. Roland, onları öldürmek üzere içinde hiçbir zorlama duyumsamıyordu.



Oysa bunu daha önce yapmıştı, öyle değil mi? Evet, yeminli kardeşlerinden biri olan Alain, Roland ile Cuthbert'in dumanı tüten tabancaların kurşunlarıyla ölmemiş miydi?

Bakışlarını Johnny'den ayırmadan tezgahın altında duran cüzdanı Jack Mort'un mokasen pabuçlarının ucuyla yokladı ve ona vurdu. Cüzdan, tezgahtarın yanından ortaya çıktı. Şişman Johnny yerinden sıçradı ve minik bir sıçandan korkan kaz kafalı kızlar gibi çığlık attı. Bir an için adamın kıçı (!) duvarla ilgisini yitirmiş ve Silahşor bunu görmemezlikten gelmişti. Bu adamı vurmaya da niyetli değildi. Ateş etmeden elindeki silahı bir balta gibi tezgahtarın kafasına vurabilirdi. Oysa, bu denli kocaman bir silahla ateş etse, çevredeki komşuların yarısını mağazanın çevresine toplardı.

Silahşor, "Ağır ağır hareket edip cüzdanı yerden al" dedi.

Şişman Johnny yere doğru eğilip cüzdanı alırken yüksek sesle yellendi (!) ve sonra haykırdı. Durum kendisini biraz eğlendirir gibi olan Roland gülümsedi.

Eğildiği yerden doğrulurken Şişman Johnny duyumsadığı utançla kıpkırmızı olmuştu. Şimdi ayrıca pantolonunun ön tarafında iri bir yaşlık lekesi görülüyordu.

"Keseyi, yani cüzdanı tezgahın üzerine koy."

Şişman adam kendisine söyleneni yaptı.

"Şimdi mermileri ver. Winchester .45'lik silah için olanlardan. Ama, her an ellerini görmek isterim."

"Anahtarları almak için ellerimi cebime sokmam gerek."

Roland başını öne eğip onayladı.

Tezgahtar önce karton kutularla dolu bir dolabın kilidini açtı. Bu arada Roland yapacaklarını tasarlıyordu.

Sonunda, "Bana dört kutu mermi ver" dedi. Bu denli çok mermiye gereksinmediğini biliyordu. Ancak içinden gelen onlara sahip olma dürtüsü yadsınır gibi değildi.

Şişman Johnny kutuları tezgahın üzerine koydu. Roland kutulardan birinin kapağını açtı. Şimdi de durumun bir şaka ya da hile olmadığına güçlükle inanabiliyordu. Ancak, bunlar mermiydi. Üstelik temiz, pırıl pırıl, işaretsiz, kesinlikle kullanılmamış ve yeniden doldurulmamış mermilerdi. Silahşor bir an için kutudan çektiği bir mermiyi ışığa tutup baktı, sonra kutudaki yerine koydu.

"Şimdi şu bilekliklerden birini al" dedi.

"Bileklik mi?"

Silahşor, Mort ansiklopedisine başvurdu ve sözünü düzeltti, "Kelepçeyi al."

"Bayım, neyi istediğinizi anlayamadım. Yazarkasadaki..."

"Dediğimi yap. Hemen şimdi!"

Şişman adamın beyni, Tanrı'm, bu işkence hiç bitmeyecek, diye inliyordu. Tezgahın bir bölümünün kapağını açtı ve kelepçeyi çıkardı.

Roland, "Anahtarı nerede?" diye sordu.

Şişman Johnny anahtarları tezgahın üzerine koydu. Küçük bir klik sesi duyuldu. Yerde yatan bilinçsiz polislerden biri aniden horuldama sesi çıkardı Ve Johnny minicik bir çığlık attı.

Silahşor, "Arkanı dön" dedi.

"Beni vurmayacaksın, değil mi? Beni vurmayacağını söyle."

"Vurmayacağım" derken Roland sesini yükseltmemişti. "Eğer arkanı dönersen seni vurmayacağım. Dönmezsen hemen vururum!"

Ses çıkarmadan ağlamaya başlayan Şişman Johnny arkasını döndü. Kuşkusuz, adam vurmayacağım diyecekti. Ama, olacakların kokusu ortaya çıkıyordu. Durum dayanılır gibi değildi. Bu işten yakasını kurtaramayacaktı. Sessiz ağlaması şimdi hıçkırıklara dönüşmüştü.

"Lütfen bayım, annemin hatırı için beni öldürmeyin. Annem yaşlı bir kadındır. Kördür üstelik..."

"Korkak bir evlat doğurduğu için annen lanetli bir kişi olmalı" diye asık suratlı konuşan Silahşor ekledi, "Bileklerini birbirine daya."

Bebekler gibi zayıf bir sesle ağlayan ve ıslak pantolonu apış arasına yapışan Şişman Johnny bileklerini birbirine dayadı. Bir anda çelik bilezikler yerine takılmıştı. Tezgahtar, altın kaplama çerçeveli gözlükler takan serserinin bu kadar çabuk tezgahın üzerinden nasıl eğildiğini ya da dolaşıp yanına kadar gelebildiğini düşünemiyor ya da bunu bilmeyi istemiyordu.

"Orada dur ve ben 'Artık geriye dön' diyene kadar duvara bak. Daha önce bu tarafa dönersen seni öldürürüm."

Bir umut Şişman Johnny'nin beyninde ışıdı. Belki de bu adam kendisini öldürmeyecekti. Belki de biraz kaçık, ama tümüyle çılgın biri değildi.

"Dönmeyeceğim; Tanrı adına yemin ediyorum. Tanrı'nın tüm azizleri ve melekleri önünde yemin ediyorum. Onun gök kubbesi önünde yemin ediyorum."

Serseri şöyle konuştu, "Ben de yemin ediyorum ki, sen eğer hemen susmazsan, boğazına bir mermi tıkayacağım şimdi senin!.."

Şişman Johnny hemen sustu. Ona, şimdi duvara bakarken geçen zaman, sonsuza dek uzanan bir zaman dilimi gibi gelmişti. Gerçekte geçen zaman yalnızca yirmi saniye idi.

Silahşor öne doğru eğildi, tezgahtarın silahını yere koydu. Dönüp ayakta dikilen sürfenin uslu durup durmadığına baktı.

Yerde bilinçsizce yatan polisleri de gözden geçirdi Her ikisi de iyiydiler. Tehlikesiz bir şekilde yaralılar diye düşündü. Her ikisi de düzenli biçimde soluk alıyorlardı. Delevan'ın kulağının yanından bir azıcık kan akıyordu. Ama hepsi o kadardı...

İvedi tezgahtara baktı. Sonra Silahşorların üzerine tabanca takılı kemerlerini çözüp aldı. Mort'un ceketini üzerinden çıkarıp kemerleri beline bağladı. Bunlar kafasına pek uymayan türde silahlardı. Ama, ne olursa olsun şimdi de silah takmak ona iyi geliyordu. Lanet olsun! Hem de çok iyi geliyordu.

Şimdi iki tabanca daha edinmişti. Bu silahlardan biri Eddie, diğeri de eğer kullanmaya hazırsa Odetta için olacaktı. Jack Mort'un ceketini yeniden sırtına giyindi. İki kutu mermiyi sağ, iki kutuyu da sol cebine soktu. Daha önce güzel bir giysi olan ceket ağır mermi kutuları yüzünden şimdi tümüyle şekilsizleşmişti. Tezgahtarın .357'lik Magnum tabancasını yerden aldı. Silahı boşaltıp mermileri pantolon cebine koydu. Sonra tabancayı mağazanın bir köşesine fırlattı. Silah yere çarpıp patırtı çıkarınca Şişman Johnny yerinde sıçrayarak bir çığlık attı. Pantolonuna biraz daha idrar kaçırmıştı.

Silahşor ayağa kalktı ve şişman adama geriye dönmesini söyledi.


10
Şişman Johnny, mavi giysili altın kaplama çerçeveli gözlükleri olan adama bakıp onun sirk ya da çeşitli atraksiyonlardaki göstericilere benzeyen halini görüce şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Duvara son kez arkasını döndüğünde, mağazaya gelen lanet adamın bir hortlağa dönüştüğüne tüm kalbiyle inandı. Şimdi şişman adam karşısındaki kişinin görüntüsünde çocukken sinemalarda gördüğü ya da televizyon dizilerinde izlediği Wyatt Earp, Doc Holiday, Butch Cassidy ve benzeri efsanevi Silahşorlardan birini görebiliyordu.

Daha sonra şişman adamın görüşü saydamlaşınca, çılgın serserinin neler yapmış olduğunu sezinledi. Mavi giysili, yerde yatan polislerin tabancalarını almış ve beline kuşanmıştı. Takım elbisesi ve boyunbağıyla ortaya çıkan görüntüsü gülünç olmalıydı; ama her nasılsa öyle değildi.

Silahşor, "Bileklerindeki kelepçenin anahtarı tezgahın üzerinde. Devriyeler uyanınca seni serbest bırakacaklardır" dedi.

Sonra cüzdanını eline alıp açtı. Ve hiç de inanılamayacak bir şekilde çıkardığı dört tane yirmi doları tezgahın camının üzerine koyup cüzdanı cebine soktu.

"Paralar aldığım cephane için" diyerek ekledi, "Silahındaki kurşunları çıkarıp yanıma aldım. Mağazadan çıkınca onları bir tarafa atmaya niyetliyim. Boş bir silah ve ortada görünmeyen bir cüzdanla polislerin seni suçlamaları güçleşecektir."

Bunun üzerine Şişman Johnny'nin boğazı düğümlenir gibi oldu. Adamın yaşamında konuşmaktan kesildiği ender anlardan biriydi bu...

Gene Roland konuştu, "Şimdi, buraya en yakın ilaç satan yer..." biraz duralayıp sözünü tamamladı, "En yakın eczahane nerede?"

Şişman Johnny birdenbire her şeyi anladı ya da anladığını düşündü. Kuşkusuz bu adam patlak bir toptu. Soruların yanıtı buydu. Adamın böylesine tuhaf görünüşlü olmasına şaşmamalıydı. Belki da ayakta kalmak için gırtlağına kadar doping yapıyordu.

"Köşede bir eczahane var. Kırk Dokuzuncu Cadde üzerinde, yarım blok kadar yürüyeceksin" diyerek yanıtladı.

"Eğer yalan söylüyorsan, buraya geri gelecek ve beynine bir kurşun sıkacağım!"

"Yalan söylemiyorum!" diyen şişman adam şimdi inler gibi konuşuyordu."Tanrı'nın önünde yemin ederim! Tanrı'nın tüm azizleri önünde yemin ederim! Annemin başı üzerinde yemin ederim ki..."

Kapı tangırdayarak kapandı. Şişman Johnny bir an için çılgın serserinin gittiğine inanamadan salt sessizlik içinde kaldı.

Sonra çabucak tezgahın çevresini dolanıp kapıya doğru yürüdü. Orada arkasını dönüp kapıyı kilitlemek üzere anahtarı tutacağı bir şeyi arandı. Sonunda, kelepçeli eliyle epey uğraşıp kilit dilini yerine oturtarak kapıyı sağlamca kapamayı başarabildi.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə