159
“Yaradılışı, var oluşu itibariyle, İnsan hem melektir hem şeytan. Hem kurttur
hem kuzudur. Bu insan merkezli açıklama en radikal şekliyle en el hak
görüşünü temsil eder.” Ben birleşme olduğunda hem tanrıyım hem insanım,
Katolikler bu hale tanrısal evlenme diyorlar.
Başgöz, bu açıklamalardan sonra çok önemli bir dipnotta bu Bâtınilik
öğretisinin özelliklerini ve tarihi değişimini şu şekilde değerlendirmiştir: Yunus
Emre ve Mevlana gibi büyük sufiler dünyadan göçtükten sonra, Bâtıni
inanışlara Anadolu Aleviliği sözcülük etmiş; insanın ululuğu düşüncesi Alevi-
Bektaşi edebiyatının en önemli özelliklerinden biri olmuştur. Üstelik Alevilik,
Türkçeyi dua ve edebiyat dili olarak seçtiği için, Bâtıniliğin din, dünya, politika
ve sosyal adalet anlayışı halk arasında tutunabilmiştir.
Bu uzun bölümde Bâtıni tasavvuf hakkında bu önemli çıkarımlardan sonra
aynı başlık altında Başgöz, Yunus’ta simgeleri de değerlendirmektedir. Bu
değerlendirmelerde
soyut
şiirin
önemli
özelliklerinden
olan
aşk
da
değerlendirilmektedir: Böyle toplumlarda (kadının ve erkeğin tamamen ayrı
yaşadığı toplumlarda), ister Müslüman olsun, ister Hıristiyan gerçek kadın
sevgisi ve tutkusu çiçeklenmiyor. Erkeğin içinde doğan büyük boşluk kolayca
soyut bir aşkla dolduruluyor.
111
Yunus Emre ve Halk Edebiyatı başlığında Başgöz’ün dile getirdiği bilgiler
şunlardır: Yunus Emre’nin şiirlerinde başka özellikler de var ki, onlara bakarak
Yunus’un halk edebiyatı geleneğimizi iyi bildiğini söylenebilir. Söz gelimi
Yunus, Dede Korkut hikâyelerine, hiç de, yabancı değil. Onları okumuş yahut
111
A. g. e. s. 63–85
160
dinlemiş ve şiirlerinde bu hikâyelerden alınan yerler var.” Bu açıklamadan sonra
Başgöz, Dede Korkut hikâyelerinden olan “Deli Dumrul” hikâyesini Yunus’un
şiirlerinde kullandığını belirtmektedir. Ayrıca bu konuyu işleyen Yunus Emre
şiirlerine de bölümde yer vermektedir. Bir diğer konu da halk edebiyatımızın önemli
türlerinden olan “mani”leri Yunus’un iyi bildiğidir. Bu konuyu da Başgöz örneklerle
açıklamıştır: öyle görülüyor ki mani türü halk şairlerimize olduğu kadar, Yunus
Emre’ye de faydalar sağlamış. İfadesi de bu başlıkta yer almaktadır.
Yunus Emre, halk bilgeliğinin anlatım türlerinden biri olan
atasözlerimizi de iyi biliyor. Hem şiirlerinde, hem Risalet Al-Nushiyye’de
atasözleri kullanmış. Bunlardan bizim görebildiklerimiz şunlar:
—katran kabına bal konmaz
—su ile gönül yunmaz
—az söz erin yüküdür, çok söz hayvan yüküdür
Başgöz, devam eden Yunus Divan’ından aldığı bu atasözleriyle konuyu
açıklamıştır. Bir başka konu da halk müziğimizin önemli özelliklerinden olan
çalgıları Yunus’un da kullanıp kullanmadığıdır. Bu konuda Başgöz şunları
belirtmektedir: Biz Yunus Emre’nin hiç olmazsa bazı şiirlerini, daha sonraki
âşıklarımızın yaptığı gibi, bir müzik aletinin eşliğinde söyleyip, çaldığını
sanıyoruz. Onun şiirlerinde bunu belirten bazı işaretler var. Yunus’un bazı
şiirlerini yazmadığını, onları sözlü yarattığını belli ediyor.
Bu başlığın altında son ve önemli bir sözde Başgöz demektedir ki; Yunus ne
bir âşık, ne bir halk şairi. Ama şiirlerini tekkede, köy odalarında, göçer illerde
161
halka okuyup dinletiyor. Onun için hem Türkçeye açıyor aydın şiirini, hem de
halkın edebiyatından şiirinde faydalanıyor. Oğuz epik edebiyatını iyi bildiği
gibi, manilerimizi de biliyor, hiç olmazsa hece ile yazdığı şiirleri bir müzik aleti
eşliğinde, türkü olarak da söylüyor olmalı.
112
Yunus Emre’nin Hayatı Üzerine Neler Biliyoruz? başlıklı bölümde ise
Başgöz, bu soruyu detaylı şekilde, karşılaştırmalı olarak cevaplamaya çalışmıştır.
Bölümde öne çıkan bilgiler şunlardır: Yunus Emre’nin hayatı hakkında sınırlı
bilgiler var elimizde. Bunların en sağlamı, yine Yunus’un kendi şiiri. Bu şiirler
bize, kopuk kopuk da olsa, kısa ve eksik de kalsa, onun hayatını bir zaman
dilimi içine yerleştirmek olanağını sağlar.
“Adnan Erzi, eski bir derginin kenarına düşülen şu notu bularak
yayınlamıştır: vefat-ı Yunus Emre sene 720/müddet ömür 82.”
“Risalet Al Nushiyye’yi 1307’de yazıp bitiren ve 1273’te ölen Mevlana
ile görüşen Yunus’un 1320-1321(720) tarihinde ölmüş olmasında bir aykırılık
görülmez. Onun için bu ölüm tarihini doğru saymak gerekir. 82 yıl yaşadığına
göre Yunus 1238-39 yılında doğmuş olmalıdır. Yunus Emre’nin hayatı için bu
tarih dilimleri içinde yaşamış olmasından başka bilgimiz yok. Nasıl bir aile
içinde büyümüş, hangi üstatların önüne diz çökerek ilim tahsil eylemiş,
kimlerin etkisinde kalmış, şiir yazma yeteneğini nasıl geliştirmiş bilmiyoruz.”
Başgöz, Bu bilgilerden sonra ciddi detaylar vererek Yunus’un mezarının
nerede olabileceğini tartışmaktadır. Yunus Emre’nin bağlandığı bazı babalar ve
bunların özellikleri de bölümde yer almaktadır: Yunus’un yollarına bağlandığı bu
112
A. g. e. s. 86–93
162
babaların ortak özellikleri var: Sünni Müslümanlığın kurallarına aldırmıyor,
şeriatın buyruklarını yerine getirmiyorlar. İçkili, çalgılı, oyunlu din törenleri
yapıyorlar. Bu törenlere kadınlar da katılıyor. Şu veya bu biçimde hepsinin
Baba İlyas ile ilişkileri var. Onunla beraber Selçuklularla savaşmamışlarsa
bile onun destekleyicileri bunlar. Hepsi kurulu düzenin dini halini alan Sünni
Müslümanlığa karşı, ona aykırı düşen bir karşıt kültür içine yerleştirilebilirler.
Yunus Emre’de bu karşıt kültürün içinde; Yunus da inanış ve törenlerinde
Sünni düzene ters düşen davranışlar gösteriyor. Derli toplu bir hayat
hikâyesinin içine yerleştiremesek de, Yunus’un hayatından izler taşıyan
başka dizeler de var onun şiirlerinde.
Gerek halk şiirimizde, gerek divan şairlerimizde bir şiir adı almak,
sonradan bir “mahlas” edinmek geleneği vardır. Bilindiği gibi emre sözcüğü
âşık anlamına da geliyor. Bu dize ile Yunus acaba, “asıl adım Yunus idi,
Emre adını ben daha sonra âşık anlamına geldiği için takındım” mı demek
istiyor. Yunus Emre, bir divan tertiplemeye yetecek kadar şiir yazmış, divanı
onun sağlığında düzenlenmiştir. Yunus’un şiirinden başka bilgi kırıntıları da
toplanabilir. Yazık ki, onlar da Yunus’un hayat hikâyesini bir düzene
sokmaya, bir bütün içine yerleştirmeye yetmeyecektir.
113
Bütün bu bilgilerden sonra Başgöz, Yunus şiirlerinden oluşturduğu
“Güldeste” sini okuyucusuyla paylaşmaktadır.
113
A. g. e. s. 94–102
Dostları ilə paylaş: |