170
yolu ile yaratılan şiirler, âşık edebiyatımızda büyük bir yer tutmaz. Böyle
doğan şiirler, çok defa, belli bir güzellik düzeyinin de altında kalır ve kolay
unutulur.
Âşık şiirinin sözlü olması, onun dilde söylenmesini, telde çalınmasını
da, yani “sözlü icrayı” da içerir. Değişir olmanın en önemli nedeni bu sözlü
icradır. Dinleyici önünde türkü söyleyen âşık edilgin bir kişi değildir; etkin bir
yaratıcıdır da. Dinleyicisinin işine, gücüne; huyuna husuna, yaşına başına
göre hem şiirinde, hem müziğinde değişmeler yapar. Tıpkı türkünün sözleri
gibi, halk müziğinin de, her zaman, her yeni söyleyişte farklı çalınıp
söylendiğini biliyoruz. Bu nedenle sözlü şiir, her zaman sosyal çevrenin
etkilerine açıktır. Çağdaş şiir öyle değil. O bir kere yaratılıp kâğıt üzerine geçti
mi, yazarından da, okuyucusundan da bağımsız bir hayata başlıyor. Çağların
ötesine, çağdaş şiir, bu değişmez biçim ile geçecektir.
Karacaoğlan gibi çok sevilen bir saz şairinin eserleri, bize kadar
değişmeden gelmiyor. Karacaoğlan şiirlerinin hiçbirinin onun dilinden çıktığı
şekilde, sözlü geleneğin çarkından geçerek, bize ulaştığını sanmıyoruz.
Onunla başlayan, ondan kuvvetli ya da zayıf izler taşıyan, ona yakışan
şiirleridir elimizde olan şiirler. Bu şiir tomarına bu nedenle gelenek diyoruz.
116
Başgöz, bu “geleneğin” özelliklerini, Karacaoğlan Geleneği Özellikleri adlı,
devam eden bölümde açıklamıştır. Bu açıklamada Başgöz konar-göçer aşiretlerin
yerleşik düzene geçmesi ile birlikte değişen toplumsal hayatı ve bu hayatın
Karacaoğlan şiirlerine olan etkisini şu şekilde açıklamaktadır: İnsan bu düzende
116
A. g. e. s. 11–24
171
(konar-göçerlikte) toprağı tarla tarla bölüp mal edinmemiştir daha. Toprakla
savaşa başlamamıştır. Çünkü toprak henüz kişinin malı değildir. Göçebe
düzende toprakta kişisel mülkiyet yoktur. Yayla ve kışlak ise bütün aşiretin
malı sayılmaktadır. Göğsü kabaca otlu yaylalarda herkes hayvanını
otlatabilir. Hayvan kişilerin malıdır ve konar-göçerin serveti hayvanının sayısı
ile ölçülür. Bir kişiye mal olan toprakla didişme başlamış değildir. Bunun için
şiirde “zalim toprak, kara toprak” gibi deyimler daha görülmez. Yerleşik köylü
kültürünün temeli olan öküz ve çift Karacaoğlan şiirine girmez.
Bir savaş ve taşıma aracı ve bir binit olarak at göçebe hayatında
önemini korumaktadır. Doğa, Karacaoğlan şiirinde bu nedenlerle, istemeden,
zora koşmadan veren cömert bir ana gibidir. Karacaoğlan şiir geleneğinin
doğaya bakışı sıcak, aydınlık, duru ve sevecendir. Arada bir, sevgilisi ile
arasına girdikçe, kavuşmalarına engel oldukça Karacaoğlan doğaya kızar
ilenir. En umutsuz zamanında, sevgilisinden uzak düşüp, onun gelmesinden
umudunu kesince Karacaoğlan doğaya sığınır, teselliyi onda bulur. Sevgiye
de, umutsuzluğa da, gurbete, yıkılmışlığa da bu doğa parçası bir ferahlıklar,
yücelikler nakşı vurur. Coğrafyanın şiir yapısına böylesine etkin girişi, onunla
böyle bütünlenişi başka âşıklarımızda görülmez. Bu yanı ile Karacaoğlan
geleneği savaş türkülerinden daha çok birleştiricidir; vatan coğrafyasını
kurucudur.
Göçebe toplumunda merkezileşmiş bir büyük otorite yerine, ailenin,
obanın ve aşiret reisinin gücü arasında dengelenen bir yaygın otorite vardır.
Buna bakarak Karacaoğlan şiirinin başka bir toplum yapısını yansıttığını
söyleyebiliriz. Bu, göçebe toplumun yapısıdır. Bunun için şah-sultan-padişah
172
gibi otorite kavramları ve mürşit-pir-abdal-şeyh-meclis gibi mistik kavramlar
Karacaoğlan şiirlerinde baskın bir yer tutmuyor; çok defa hiç görünmüyorlar
bile.
Karacaoğlan’ın şiirlerinde önemli bir yer tutan aşk hakkında ise Başgöz, bazı
çıkarımlar yapmıştır. Divan edebiyatındaki hayali sevgililer yerine Karacaoğlan
şiirlerindeki sevgililer gerçektir, ete kemiğe bürünmüşlerdir. Şöyle ki: Kadına eşitlik
tanımayan, onu bir seks aracı sayan bizim toplumumuzda ve başka Ortadoğu
toplumlarının edebiyatında gerçek kadın sevgisi bulmak zordur. Bir kadını
sevip ona bağlanmak küçültücü bir şey sayılır. Bu nedenle sevgi kolayca
soyutlaşır; kalıcı sevgi sadece hayallenir, hayalde yaşar… Karacaoğlan
sevgilisini bize, dağda, yaylada, pınar başında, yani gerçek bir doğa
çevresinin ve gerçek insan ilişkilerinin içinde bir kadın olarak tanıtır. Onun
şiirinde sevgili, konar-göçerlerin arasında salınan, kanlı canlı adı sanı belli
(Elif, Döndü), bir kadın olmuştur. Onların elinde aşk şarabı yerine süt küleğini
görürüz. Onun şiirinde sevgiliyi niteleyen ifadelerin büyük çoğunluğu
yepyenidir. Sevgiliye baharım, yazım diye seslenmek, sevgilide ilkbahar
kokuları bulmak şaşılacak kadar çağdaştır ve bize sonsuz yorumlara açık bir
tablo çizer.
Aşk şiirleri konusunda, Divan- Halk edebiyatı ayrımında Karacaoğlan
hakkında Başgöz şu bilgileri vermektedir: Karacaoğlan geleneği, kendinin
dışında ve kendinden evvel kurulmuş şiir akımına pek başarılı bir baş
kaldırmadır. Siz isterseniz buna Türkmen konar-göçerlerin Osmanlı toplum
düzenine şiirle baş kaldırması diyebilirsininiz. Âşık şiiri yerleşik düzenin şiiri
olduğuna göre, bu yorum yanlış sayılmaz. Sevgilinin böylece mit’ten kurtulup
Dostları ilə paylaş: |