173
ete kemiğe kavuşması cinsel isteği de beraberinde getirir. Cinsel istek
sevginin bölünmez bir parçası olur. Karacaoğlan’da dil hakkında ise Başgöz
şunları belirtmektedir: âşık şiirimizde güzeli anlatmak için kullanılan
nitelemeler, benzetmeler ve imgeler bu güzelleri anlatmaya yetmez. Bunun
için Karacaoğlan Türkmen’in arı, duru dilinden yeni imajlar ve yeni renklerle
bezenmiş bir şiir dili kurar. Halk edebiyatımızda, güzeli anlatmada kullanılan
en yalın, en renkli ve şiir yükü en yoğun dizeleri bu şiirde buluruz. Bu yönüyle
de gelenek tektir ve güzeldir. Ne Karacaoğlan’dan evvel gelenler, ne de
ondan sonra yaşayanlar bu güzelliğe ve başarıya ulaşabilmiştir.
Karacaoğlan şiirlerinde din ve tanrı algısı hakkında Başgöz şunları
belirtmektedir: Karacaoğlan şiirinde, tanrıya önemli bir yer ayrılmış da değil.
Tıpkı Orhan Veli’nin Süleyman efendisi gibi “ayakkabı vurmadığı zamanlar”,
yani Karacaoğlan’ın başı sevgilisi ile derde girmedikçe tanrı’nın adını
anmıyor. Sadece, sevgilisi ile arasına engeller girdikçe, bunları kaldırması
için tanrı’yı yardıma çağırıyor, ondan sonra unutuyor. Bu kavuşma işinde
yardım görmedi mi, tanrıya çıkışıyor, nazlanıyor, darılıyor, hatta baş
kaldırıyor. Yalnız tanrı kavramı değil, ahret, cennet, cehennem, kutsal kitap
gibi dinin başat temel inançları ve kuralları da Karacaoğlan şiirlerinde katı ve
kırılmaz kalıplar olarak değil, sevgili ile ilişkileri ölçüsünde, yumuşak inanışlar
olarak yer alırlar. Din, Karacaoğlan’ın sevgili ile ilişkilerine yön vermez, bu
ilişkiler dinin katılığını yumuşatır; onlara insan duygularının nakşını vurur.
Nerede kitap ve katı kalıplar Müslümanlığı Karacaoğlan’ın sevdası ile
çatışsa, orada din inceden alaya alınır, ya da umursanmaz. Karacaoğlan
174
sevenleri ayıran bir dinin ancak, yanılmış, bozulmuş bir din olacağı
kanısındadır. Başka türlü bir din anlayışı şiirinde yer tutmaz.
117
Başgöz, bu temel bilgilerden sonra Karacaoğlan’ın kim olabileceği
hakkındaki tartışmaları da kitabına almıştır. Birinci Karacaoğlan başlığında,
Karacaoğlan’ın kimliği hakkında şu bilgileri vermektedir: “İlkin Sadettin Nüzhet
Ergun, sonra Fuat Köprülü, daha sonraları da başka araştırıcılar eldeki
Karacaoğlan
şiirlerine,
başka
Karacaoğlanların
şiirlerinin
katılmış
olabileceğini belirttiler. Ama nedense yapılan araştırmalar, toplanan bilgiler
hep tek bir Karacaoğlan’ın yaşamış olduğunu varsayarak değerlendirildi. Bu
yüzden birbirine ters düşen kaynaklar ve bilgiler bir araya geldi. Ahmet Kutsi
Tecer, 16. Yüzyılda bir Karacaoğlan’ın yaşamış olduğunu, kesinlikle ortaya
koyan bilgiler elde ettiği halde, bu bilgileri tek bir Karacaoğlan’ın 16. Yüzyılda
yaşamış olması yolunda açıkladı. Ben 1955’de yayınladığım kısa bir
araştırmada en az dört Karacaoğlan’ın yaşamış olduğunu, bunları birbirinden
ayırmak gerektiğini ileri sürdüm. O tarihten bu yana yapılan araştırmalar,
bulunan yeni kaynaklar 16. Yüzyılda yaşayan ve benim bu kitabın 1979
yılında yapılan ilk baskısında “birinci Karacaoğlan” dediğim saz şairi
hakkındaki bilgilerimizi arttırdı. Bugün, 16. Yüzyılda yaşayan Karacaoğlan’ın
Yozgatlı olduğunu, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1542’de yapılan Budin
seferine, Yavuz Sultan Selim’in 1514 ve 1517 seferlerine katıldığını, bir ordu
şairi ve Bektaşi olduğunu rahatça söyleyecek durumdayız.”
118
117
A. g. e. s. 24–46
118
A. g. e. s. 47
175
İlerleyen bölümlerde Başgöz beş Karacaoğlan’ın hayat hikâyelerini detaylı
bir şekilde açıklamakta ve tartışmaktadır. Bir sonraki başlık olan “Karacaoğlan’ın
Şiirini Nasıl Değerlendireceğiz?” adlı makalesinde ise, Başgöz bu değerlendirmenin
nasıl olması gerektiğini tüm detaylarıyla açıklamaktadır: “Halk şiirini yahut âşık
şiirini değerlendirirken sadece yayınlanmış metin içinde duruluyor. Kâğıt
üzerinde donmuş olarak karşımıza çıkan metin, âşık şiirini değerlendirirken
eksik bir kaynaktır. Çünkü sosyal çevresi içinde halk şiiri bir gösterimdir.
(performans) bu gösterimde metnin, yani şiirin sözünün yanında, bir saz
müziği vardır; bir de âşık’ın sesi bu metne eşlik eder. Yani âşık şiiri söz ile,
saz ile, ses ile bir bütün olarak yaşar. Âşık şiirini, bir sanat eseri olarak bu
bütün temsil eder. Metin bir güzel sesten, sazın eşliğinde türkü olarak
söylenince canlanır; çıplaklıktan ve yalnızlıktan kurtulur; ondaki klişe sözler,
yinelemeler artık dikkati çekmez olur. Sesin güzelliği ve müziğin tadı şiire
yeni boyutlar katar. Karacaoğlan’ın “âşıksız can bulur söz ağzımızda”
demesini böyle anlamak gerekir.”
Başgöz, bu performans’ı aynı bir tiyatro oyuncusu gibi, âşık şiiri söyleyenin
de gösterdiğini açıklamaktadır. Makalenin ilerleyen bölümlerinde ise Başgöz, folklor
eserlerinin ve âşık şiirinin çağdaş sanata düşman oldukları görüşlerini de
tartışmaktadır: “Folklor eserlerini ve âşık şiirini, çağdaş sanata zararlı sayan
yazarların ileri sürdüğü bir yargı da şu: halk şiiri deyimlerin, kalıp ifadelerin,
klişe sözlerin tekrar edilmesine dayanır. Bu kalıplar ve klişeler ise gerçek şiire
düşmandır, sanatçıyı kıramayacağı kalıpların içine hapseder. Âşık şiirinin
benzer duygu ve düşünceleri hazır kalıplar, klişeleşmiş imajlar ve biteviyelik
yüklü sembollerle anlattığı genellikle doğrudur. Ancak âşık şiirinde bunun
Dostları ilə paylaş: |