148
almıştır: Yunus Emre’nin şiiri bir ikilem içindedir. Onda öz ve biçim
bakımından birbirine ters düşen iki şiir dalı buluruz. Bunların birinde Yunus
aruzu, ötekinde heceyi kullanır. Birinde divan şiirinin biçimlerini ve kurallarını
yeğler, ötekinde halk şiirinin. Ama ikilik asıl din anlayışında keskinleşir.
Bunların birinde Yunus, medreseden yetişme bir molladır; ötekinde tekkede
oturan bir derviş. Molla Yunus işinde, gücünde, evinde barkında, orucunda,
namazında, kurulu düzenin istediği bir aydındır; Derviş Yunus evini barkını,
kurulu düzeni bırakıp tekke toplumuna göçmüştür. Derviş Yunus kurulu
düzenle açık bir savaşa girmemiştir, ama artık, o, karşıt bir kültürün içindedir.
Beyler düzenine ters düşer; Taptuk Baba düzeninin adamıdır. Şimdi Molla
Yunus’la Derviş Yunus’un şiirlerini karşılaştıralım:
I-oruç namaz kılmayanın hak buyruğun tutmayanın
Doğru yola gitmeyenin göğsünde iman neylesin
II-oruç namaz hac cürüm ü cinayettir
Fakir bundan azadır has ü havas içinde
I-komşular ile dur bile kıl namazı imam ile
Yalvar günahın gel dile tanla seher vaktinde dur
II- ben oruç namaz için süci (içki) içtim esridim
Tespih seccade için dinlerem şeşte kopuz
I-yarattı yetmiş iki türlü dili
Arada üstün kodu Müslüman’ı
149
II-yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Şer’in (şeriatın) evliyasıysa hakikatte asidir
Bu şiirlerin sergilediği iki din anlayışı arasındaki ayrıklık keskin ve
çarpıcıdır. Bu şiirler Molla Yunus’un, medreseli Yunus’un eserleridir; Yunus
tekkeye varmadan evvel yazılmıştır. Öteki şiirleri ise, olgunluk çağında,
Taptuk Tekkesine katıldıktan sonra yazmıştır Yunus; bunlar Derviş Yunus’un
şiirleridir.
Bu değerlendirmelerden sonra, Başgöz, Yunus şiir içeriğindeki değişimleri
Softa Yunus-Molla Yunus alt başlığında şu şekilde açıklamaktadır: Sünni şiir
geleneğinde Yunus’un din anlayışı bir köy imamınınkine benzer. Şiir böyle
yerlerde eğitici, yol gösterici, akıl verici, yukarıdan bakıcıdır. Bağnaz ve
acımasızdır. Ya dinin kurallarına ve şeriatın buyruklarına eksiksiz uyacaksın
ya da toprak başına; hem bu dünyanın, hem öteki dünyanın bütün azapları
seni beklemektedir. Sünni şiirlerinde Yunus sayılı nakışları işler. Bunları
yeniden, bıkıp usanmadan söyler. Bu nakışlardan biri Molla Yunus’a çok
yakışan bir çağrıdır. Namaz kılmaya, oruç tutmaya, tanrının birliğini,
peygamberin ululuğunu tanımaya ve şeriatın isteklerini yerine getirmeye bir
çağrı. Yunus Emre, bu Sünni Müslümanlık nakşına, bazı ahlak ilkelerinin
savunuculuğunu da ekler. Bu ilkeler Yunus’un şiirlerini dokuyan önemli bir
temel oluşturur.
Yunus’un verdiği öğütler kaynağını halk bilgeliğinden, Kuran ve
hadisten alan üçlü bir bileşimdir. Bunlardan dünyadan vazgeçmek, Kuran’dan
kaynaklandığı halde, Müslüman mistikleri tarafından yeni yorumlarla
150
geliştirilmiş, bütün bir davranış ve hayat felsefesi haline sokulmuştur.
Dünyadan vazgeçmek konusunda, İslam kaynakları çelişki içindedir. Bir
yandan Kur’an: “Siz fani dünya ile çırpınıyorsunuz, ama, Allah ahreti ister”
(sure 3, ayet 68); “Altın ve gümüş yığanlar ve bunları Allah yolunda harç
etmeyenler! Sen onlara elemli bir azabı haber ver” (sure 9, ayet 34) gibi
dünyadan vazgeçmeyi destekleyen hükümler getirmiştir. Öte yandan hadisler
şöyle yargılar ortaya atar: “İçinizden en makbulünüz bu dünya için ahreti
yahut ahret için bu dünyayı unutanlar değil, her ikisini bir tutanlardır”; “Mümin
ağzına götürdüğü her lokma için Allah mükâfatı alır.”; “Mallarını dağıtıp sonra
dilenci olmak marifet değildir.” (Goldziher)
Bunlardan birinci kümedeki görüşleri benimseyen ve hayatlarını ona
göre düzenleyerek yaşayan sufiler, gerçekten dünyadan el etek çekmiş, ya
topluma tümden küserek bir kenara çekilmişler yahut dünyaya tapanlara, mal
mülk yığanlara kızgınlık ve düşmanlık duymuşlardır. Bu düşmanlık onların bir
kısmını kurulu Sünni düzenlere baş kaldırmaya, onlarla savaşa girmeye
kadar götürmüştür.
Yunus’un şiirlerindeki toplumsal ağırlığı bulunan ahlak ilkelerinden,
zulmetmemek, yoksula yardım etmek, komşu hakkı gözetmek, kimsenin
ardından konuşmamak, Kuran’da da yer alan ilkelerdir. Ama bunları
Yunus’un ille de Kuran’dan almış olduğu ileri sürülmez. Bu ahlak ilkeleri halk
bilgeliği geleneğinde de yaşaya gelmiştir. Türk epik edebiyatında,
atasözlerinde ve halk edebiyatının öteki kaynaklarında da bulunur. Bunları,
151
Anadolu’ya hem Hint’ten, hem Yunan’dan gelen hayvan hikâyelerinde bile
görürüz.
107
Bu genel değerlendirmelerden sonra Başgöz, Yunus’un şiirinde önemli bir
yer tutan ölüm olgusunu ve ölüm korkusunu da şu şekilde açıklamaktadır: Daha
tasavvuf yoluna girmeden Yunus’un yazdığı şiirler arasında bir dal var ki
ötekilere hiç benzemez. Bu dalda ne Sünni İslam öğretisi, ne de akıl hocalığı
çiçeklenir. Oraya korkunç bir ağırlıkla oturmuş bir korku egemendir. Ölüm
korkusu. Bu dehşet salıcı korku Yunus’un yakasını bir zaman bırakmaz.
Yunus, Taptuk Emre’nin kapısına varana, tarikat yoluna girene ve tekke
insanlarına karışana kadar sürer. Onun ölüm korkusu bir yanıyla ahret,
kıyamet ve hesap verme korkusu gibi görünür.
Yunus’un yaşadığı zamanlarda böyle yaygın ve genel bir korkuyu
doğuracak olaylar eksik değil. Moğol atının bastığı yerde ot bitmez olmuş, her
yıl Moğol akınları, saldırıları ve kırgınları var. Selçuklu gücü çökünce,
Anadolu’da, şurada, burada bir sürü küçük beylik türemiş. Ay geçmiyor ki
bunlar birbiri ile vuruşup kan dökmesin. 1299 kıtlığında halk ölülerin etini
yemek zorunda kalmış. Ama bütün bunlar bir dehşet, bir yaygın panik
yaratmamış. Müslüman kaderciliği böyle bir korkuyu önlemiş. Evangelios
Misailidis, Seyreyle Dünyayı adlı kitabında yazıyor: İstanbul’da kolera salgını
var. Hıristiyan halk korkudan evinden dışarı çıkmıyor. Ama nice Müslüman
Türk nasıl olsa Allahın dediği olacak, diye düşünerek dostlarını ziyarete
107
A. g. e. s. 21–28
Dostları ilə paylaş: |