Ekmekler çok fena çıkıyordu. Askeri binalar çok noksan, depolar harap ve noksan
olduğu gibi kalsın. Subayların durumu perişandı. Askerler sefil ve çıplaktı. Maliye
bu durumu, önlemek ve gidermek olanağından yoksundu. Nereye bakılsa bir
yoksulluk göze çarpıyordu” (TSK Tarihi 3/5, 1978:261).
Ülkenin içinde bulunduğu mali darboğazın farkında olan Sultan II. Abdülhamit,
kendisinden önceki padişahların aksine, tasarrufa riayet etmiş, saltanatı süresince
devletin dış borçlarını arttırmamaya gayret etmişti. Buna rağmen, az da olsa, dış borç
almak zorunda kalmış ve mali krizleri engelleyememişti. Bununla birlikte, ordu
içerisinde filizlenmeye başlayan milliyetçi fikirleri kendisi için tehdit olarak gören II.
Abdülhamit, Harp Okulundan yetişen subaylar yerine “Alaylı” diye tabir edilen kıtadan
yetişen subayları terfi ettiriyordu. Liyakata değil sadakate bakılarak yapılan terfiler
nedeniyle, tugay ve tümenlerin çoğunun başına liyakatsız ve tecrübesiz kimseler
geçmişti. Zamansız terfiler nedeniyle de yüksek komuta kademesi, gereğinden fazla
kabarmıştı. Bu suretle 1888’de Orduda 23 müşir, 90 ferik, 167 mirliva bulunduğu halde,
14 yıl sonra 31 müşir, 184 ferik, 284 mirliva olmak üzere yaklaşık iki katına ulaşmıştı
(TSK Tarihi 3/5, 1978:263).
Sultan II. Abdülhamit’in istihbarat teşkilatı, ordu üzerinde de hâkimdi. Hiçbir albay ve
general emrine verilmiş olan kuvvetlerle idari ve eğitim bakımından da olsa yakın bir
ilişki kuramıyordu. Çünkü kurulacak ilişkiler gizli ve fena amaçlara yorumlandığı için
subayların sürgüne gönderilmeleri söz konusuydu. Bu koşullar altında yüksek rütbeli
subaylar, bürolarına kapanıp kırtasiye işleriyle meşgul oluyorlardı. İşte bu nedenlerle,
ordu içerisindeki askerler, komutanlarını tanımadıkları gibi isimlerini bile bilmiyorlardı.
Subaylar arasında oluşan “Alaylı” “mektepli” kavgası da ordu içerisindeki birlik ve
beraberliği iyice yok etmişti (Haksun, 2004:281).
Sultan Abdülhamit bazı paşaların şahsına karşı Osmanlı ordusunun güçsüz bırakıldığı
ve ıslah edilmesi gerektiği konusunda yaptıkları tenkitler üzerine kendisinden evvelki
padişahlar gibi Avrupa’dan askeri uzmanlar getirtmeye karar verdi. Rusya’ya karşı olan
durum dikkate alınarak öncelikle Fransa’dan bir askeri kurul istendi. Ancak Fransa,
kurul göndermek istemeyince, 1881 yılında Prusya’ya başvurularak askeri uzmanlardan
oluşan bir kurulun memlekete gönderilmesi istendi. Ordunun, günün savaş gerçeklerine
197
uygun bir şekilde düzenlenmesini sağlamak amacıyla, bu sırada ayrı bir kurul da Gazi
Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında çalışmalara başlamıştı (TSK Tarihi 3/5, 1978:211).
(Sultan Abdülhamit’in askeri uzman talebi için önce Fransa’ya müracaat ettiğine dair
verdiğimiz bilgi, sadece TSK Tarihi kitabında bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili diğer
kaynaklarımızda herhangi bir bilgi olmamakla birlikte, hemen hemen tamamında sadece
dönemin Avrupa ordularından en güçlü olanı olarak nitelendirilen Almanya’ya
başvurulduğu bildirilmektedir).
4.7.1. Kaehler Heyeti ve Çalışmaları:
Osmanlı Devleti için talihsiz geçen 1877–1878 Rus savaşı, tahmin edildiği gibi Türk
ordusunun çok kötü durumda olduğunu, açıkça ortaya koymuştu. Bu nedenle ülkenin
muhtemel yeni Rus saldırılarına karşı korunabilmesi için, ordunun tekrar
güçlendirilmesi gerekiyordu. Padişah II. Abdülhamit de daha önceden II. Mahmut’un
yaptığı gibi Prusya’ya müracaat ederek, askeri bir heyet gönderilmesini talep etti. Zaten
uzunca bir süredir Osmanlı ordusunda Prusya sistemi esas alınarak bazı düzenlemeler
yapılmıştı. Ayrıca bu sıralarda bile, Osmanlı ordusunda görev yapan bazı Prusyalı
subaylar bulunuyordu. Hatta 1835–39 yılları arasında Osmanlı Devleti hizmetinde
bulunan Yüzbaşı Moltke, artık Feldmareşal olarak Alman genelkurmayının başına
geçmişti. Ancak 1835’li yıllarda başlayan Osmanlı-Alman askeri işbirliği, Başbakan
Bismarck’ın dış politikası nedeniyle sekteye uğramıştı. Fakat geçen zaman içerisinde
Bismarck’ın Doğu sorunlarına karşı bakışı da değişmişti. Önceleri “Bir Pommeranya
askerinin kemiğine değmez” diye değerlendirdiği Doğu sorunlarına karşı, artık seve
seve müdahaleye hazırdı. Bismarck’ın bu hevesinin altında, güçlendirilmiş bir
Türkiye’yi Ruslara karşı kullanma amacının yanı sıra, zaten Türkiye ile ticarete
başlamış olan Alman silah endüstrisinin daha da güçlendirilmesi bulunuyordu
(Wallach, 1985:24).
1880 Mayıs’ında Padişah II. Abdülhamit’in Almanya’dan askeri bir heyet istemesi
üzerine Bismarck, bu konuyu Viyana’daki müttefiklerine sordu. Avusturya komutanları;
“Osmanlı ordusunun Almanlar tarafından eğitilmesinde bir sakınca görmediklerini,
zaten Osmanlı ordusunun bu yardımla çok kuvvetlenemeyeceği” görüşünü bildirdiler.
Bunun üzerine Bismarck, Berlin’deki Osmanlı büyükelçisine, Osmanlı Devletinin
198
isteklerinin derhal yerine getirileceğini ve en iyi uzmanların gönderileceğini ifade
etmiştir (Ortaylı, 2003:107).
Burada dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum. 1880 yılının Mayıs ayında
Almanya’dan talep edilen askeri heyetin gelişiyle ilgili cevap, neden iki yıl kadar sonra
verilebilmiştir. Çünkü Avrupa’da Osmanlı Devletine karşı “Doğu Sorunu” adıyla yeni
politikalar oluşturulmuştu. İngiltere hükümeti, Alman Askeri Heyetinin Türkiye’ye
gönderilmesine karşı olduğunu Almanya’ya bildirmişti. Ayrıca, Yunanistan da
Almanya’ya başvurarak, ordusunu modernize etmek için Alman subaylar talep etmişti.
Bismarck ise bunun Türkleri cesaretlendirmek gibi bir amacının olmadığını, zaten elli
yıldır bazı Alman subaylarının Osmanlı Devletinin hizmetinde olduğunu, gidecek askeri
heyetin de Alman ordusu ile hiçbir ilişkisinin kalmayacağını açıklamıştı. Ancak gerçek
böyle değildi. Başbakan Bismarck ve Genelkurmay Başkanı Moltke, gidecek subayların
İstanbul’daki Alman Büyükelçiliğine bağlı olarak, Almanya’nın yüksek menfaatleri için
çalışmalarını istiyorlardı. İşte bu nedenlerle, Başbakan Bismarck’ın Osmanlı Devletine
verdiği cevap, biraz geciktirilerek verilmişti (Wallach, 1985:27).
Alman Hükümeti, Osmanlı Devletinin talebine olumlu cevap vermişti. Ancak Osmanlı
Devletinin talebi tam olarak karşılanmamıştı. Çünkü Osmanlı hükümeti, 19 Ocak
1882’de İstanbul’daki Alman elçisine verdiği listede, daha önceden istediği bir kurmay,
bir piyade, bir de süvari subayına ilave olarak, askeri yargı ve disiplinin
kuvvetlendirilmesi için iki subay, Türkiye’de Alman jandarma sistemini kuracak üç
subay ve askeri okul müdürüne danışmanlık edecek bir subay daha eklemişti. Ancak
Alman hükümeti, diğer subaylarla ilgili talebi şimdilik reddederek, sadece dört subayın
gönderilmesine karar verdi. Özenle seçilen dört subayın, Almanya’dan aldıkları
maaşlarının ödenmesine üç ay devam edilecek ve bu sürede izinli sayılacaklardı. Ancak
üç ayın sonunda, Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmek isteyip istemediklerini
bildirmek zorundaydılar. Türklerin hizmetine girmeyi kabul ederlerse, üç yıl içinde
tekrar Alman ordusuna dönmeleri garanti edilmek şartıyla, ordudan ayrılmış olacaklardı
(Wallach, 1985:30).
Albay Kaehler: 1882 yılında İstanbul’a gelen Kahler, 6 Nolu Silezya 2 nci Hassa Alayı
Komutanıdır. Önce Tümgeneralliğe bir süre sonra da Korgeneralliğe yükselen Kaehler,
padişah yaverliği ve heyet başkanı olarak danışmanlık görevlerinde bulunmuştur.
199
Dostları ilə paylaş: |