rada, bugünkü gösteri biçimlerine ilişkin bir uyarı saklı mıdır
dersiniz? “Gösteri”, aslında “gösteriş” midir?
IX
Muhalif protestonun/gösterinin verili biçimleriyle ilgili duyu
lan rahatsızlıklar, bunların, mâdunlar/aşağıdakiler/dışlananlar
adına şövalyece bir tepki ortaya koyan, ama onlarla gerçek bir
temas, bir alışveriş aramayan, aramadıkça da trajik bir biçim
de onlardan uzaklaşarak (“eski” deyimle ikameci hale gelerek)
kendi başına amaçlaşan bir etkinliğine dönüşmeleri tehlikesini
de işaret ediyor. Bu problemin, intihan fedakârlık ile tuzukuru
“hobi aktivizmini”, bir uçtan bir uca bitiştirdiğim görebilirsiniz.
Protesto/gösteri zeminlerinin rezervasyon alanları halinde
yalıtımı, bu problemi derinleştiriyor. Gerek aracı mecraların
niteliksel yapısı gerekse çağın toplumsal yarılmaları, ayrışma
ları nedeniyle, politik gösterilerin/protestoların menzili dışında
kalan insanların sayısının arttığını unutmamak gerek. Gösteri/
protesto rutini içinde eğleşirken, bu menzil dışındaki insanla
ra hitap etmek, bir mesele olmaktan çıkabiliyor. Bu uzaklık bü
yüdükçe, o menzil dışındakileri dert eden politik sözü dolaşı
ma sokan protesto/gösteri, gıyabî, “kendi söyleyip kendi din
leyen” bir mâhiyet kazanabiliyor; ‘sahici’ toplumsal bağlardan
kopabiliyor.
Protesto/gösteri ile ‘sahici’ toplumsal ilişkiyi birbirine kar
şıt gibi düşünmemeli. Politik protesto/gösteri de sahici bir top
lumsal ilişkidir - şayet “iyi protesto” ise, öyledir. Bir dışavurum
ve etkileme mecrası, bir çağn ve aynı zamanda bir kendini-ger-
çekleştirme mecrası olarak politik protesto/gösteri, vazgeçile
cek bir şey değildir. Sırf itiraz için, sırf namus belâsına, sadece
bir çığlık olarak dahi, erdemlidir.
Fakat unutmamalı: Politik gösteri/protesto, etkililik aranı
yorsa ve sol/sosyalist görüş açısından bakıldığında etkililik ara
makla kalmayıp etkili olması istenen sözle uyumlu olması, onu
temsil etmesi de aranıyorsa, biçimi üzerinde her daim, her du
rumda yeniden düşünülmesi gereken bir insan edimidir.
Şunu da unutmamalı: Protesto/gösteri nüfusu ile onun erişe
mediği nüfus arasında oransızlık ve temassızlık ciddi bir boyut
taysa, buna çare sadece daha yüksek sesle protesto ederek aran
maz... elbette yine sesini çıkartarak, ama “ortaya” bağırmaktan
çok “bire bir”7 konuşarak aranır.
Birikim 166, Şubat 2003
7
Söylemeye gerek var mı? “Bire bir”le ille tek tek kişileri değil, somut özneleri
kastediyoruz - bunlar topluluklar da olabilir.
"Evinde Oturan İnsanlar"ın Muhalefeti
Susurluk kazasıyla başlayan "şok bilgi-belge" yağmuru, "bilgi çağı"nın
nasıl anlamlandırılacağı belirsiz veri sağanağına benzedi. Tam bu işi
patlatmakla böbürlenen medyanın ağzına lâyık: Her gün yeni bir skan
dal var. Ama hukuksal ve siyasal bir netice yok. Devletin gayrınizami
operasyonları ve örtülü faaliyetlerinin çapı aşikârlaştıkça, bu faaliyet
leri yürüten çapraz bağlantılı şebekelerin nasıl dal budak sardığı açığa
çıktıkça, somut bir sonuç alınabileceğine dair umutlar biraz daha sönü
yor sanki.
Çünkü hukuksal ve siyasal açıdan hesabı sorulmayan her vaka, bu yön
de somut adım atılmaksızın geçirilen her gün, "derin devlet"in cüretini
arttırıyor. Başka ülkede olsa hükümet sarsacağı, bakan devireceği, rejimi
revizyona zorlayacağı varsayılan vakaların küçük yan tesirleri olan olağan
iş kazaları gibi muamele görmesi, bu duruma ifrit olan insanların acizlik
hissini güçlendiriyor.
"Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" kampanyası, bir "kamu" oluş
turma iradesi taşıyan halk unsurlarının (daha doğrusu böyle bir halk ira
desini özleyenlerin), içine itildikleri bu acizlik hissine isyan etmelerinden
doğdu. Bu lanet acz durumuna mükemmelen uyan, gayet'acizane'bir ey
lemle. Dokunulmaz görünen belalı bir heyulaya karşı romantik bir sem
bolizm. Necmettin Erbakan'dan önce bir sürü muhalif-bilhassa solcu
muhalif-, bu girişimi için için "çocukça" bulmuştu. Ama belki de Türkiye
toplumunun içine itildiği büyük aczle, bu ülkenin yurttaşlarına devletin
yapageldiği çocuk (reşit-olmayan) muamelesiyle mütenasip olmasından
dolayı, bu sembolizm beklenmedik bir kuvvet hasıl etti.
12 Eylül sonrasından beri Türkiye'de muhalif sesler muhtelif vesileler
le insanları tepki göstermeye, "duyarlı olmaya" çağırdı. Ama düşman ka
vi, talih zebun; insanlar pek az şeye muktedirler, somut olarak ne yapa
bileceklerini bilemiyorlar, bilinen tepki biçimlerinin çoğundan korkuyor
lar. Her yeni vesilede daha çok korkmaları için de "ilgililer" ellerinden ge
leni ardına koymuyor.
Bu durumun doğal sonucu, "duyarlı" insanların büyük çoğunluğunun
acz ve çaresizlik duygusu içinde kendini yiyip bitirmesi, eylemsizliğin
den utanıp, giderek ondan duyarlılık isteyen seslere kulağını tıkaması ol
du. Gece 9'da ışık söndürme eylemi, bu kısır döngüye çok isabetli ve tam
zamanında bir müdahale oldu. Bu eylemde, insanlar ufak ve kolay bir şey
yaparak sonuçta gerçekten bir şey yapmış oluyorlar.
Her ne kadar devletimiz "durumdan görev çıkartıp" böyle bir işi bile
riskli hale getirecek "önlemler" alsa da, umumiyetle risksiz bir tepki. Eğ
lenceli, oyun zevki veren bir tepki. (Ankara'da 100. Yıl bloklarında ışıklar
la "Meksiko dalgasfyapıldığına tanık olanlar var!) Kampanyanın, örneğin
hapishanelerdeki açlık grevleri gibi capcanlı acılar üzerine olmaması, ko
şulların vahametine rağmen bu eğlenceli ruh haline münasip bir atmos
fer sağlıyor. Eyleme katılanlar tanımadıkları insanlarla beraber eğlenme,
görüşmedikleri komşularıyla tanışma fırsatı buluyorlar. Üstelik bunu soy
lu bir öfkeyle, ama hınç ifrazatına dönüştürmeden yapıyorlar.
Eylem, başlatıcılarının da pekâlâ bildiği yapısal sınırlarını da zorladı
epeyce. Tipik bir orta sınıf eylemiydi. Bunun tek göstergesi eylemin orta
sınıf, belki daha çok üst-orta sınıf muhitlerden başlaması ve ilk oralarda
tutması değil. Orta sınıf hayat tarzına, orta sınıf konforuna uygun bir ey
lemdi bu;"evinde oturan insanlar"ın eylemi."Evinde oturmak" ve dünyay
la evinde oturarak ilişki kurmak, başka -hele'değişik'- insanlarla yüz yüze
canlı ilişkilerden epeyce'arınmış'olmak, aslında orta sınıf tipolojisi olma
nın ötesinde (post)modern insanlık durumunun bir özelliği.
Yakın zamana kadar moda olan faksla muhalefet alışkanlığı, bu sterili-
zasyona tamtamına uygundu: Kimseyle yüz yüze gelmeden, evinden/ofi
sinden çıkmadan, tuşlara basarak "muhalefet". Işık söndürme eylemi, bir
kere faks zincirinin gerektirdiği konfora kıyasla çok daha 'halkçı': Faks ci
hazı değil sadece elektrik tesisatı gerekiyor ve pencerelere çıkmak, sokağı
gözetlemek, tencere tangırdatmak gibi, akşam oturmalarının rutinini bo
zan ek mükellefiyetler getiriyor.
Dahası, yüz yüze ilişkiler geliştirme potansiyeli oldukça güçlü: Pence
reden, balkondan laflayarak, gündüzün selâmlaşarak, eylemi sokak bu
luşmalarına taşıyarak. Eylemin en esrarlı tarafı bu: Orta sınıf ve modern
steril hayat tarzı içinde uygulanabilir, bu hayat tarzını paylaşan herkese
(yani eğilimsel olarak memleket nüfusunun hepsine) hitap eden; hem
de insanlara o hayat tarzından şöyle bir dışarı uğrama ilhamını ve ener
jisini veren bir hareketlilik yarattı. Bu sahici bir hamledir ve "sokağa çık
ma" fetişi doğrultusunda aile içinde yapılan eylemlerden tabiî ki çok da
ha radikaldir.
Bir dakika karanlık eyleminin bu iki uçlu özelliğinden çıkartılacak çok
ders var. Kampanyanın sağladığı motivasyonun, temelini attığı yeni top
lumsal muhalefet sembolizminin, bu cehdi güçlendirmesi umulur. Sem-
j
Dostları ilə paylaş: |