110
/ Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
Ġmam Matüridi, Ġmam-ı Ağzam gibi Fıkha bütüncül, hemen hemen
herĢeyi içine alan bir tanım getirmekle kelam ile fıkhı birbirine yaklaĢtırır.
Hatta O‟nu da aĢarak fıkhın anlamını bir Ģey vasıtasıyla ötekini yani bağlantılı
olduğu kümeleri de bilmek Ģeklinde açıklayarak, fıkhın neredeyse bir hakikat
arayıĢı anlamına geldiğine iĢaret eder. Ġmam Matüridi‟ye göre Fıkıh; “
Bir Ģeyin
hem kendisini hem de baĢkasına delâletini bilmektir” Ģeklinde açıklar.
Burada yer alan “baĢkası” ifadesinin benzer olsun olmasın onun delâletiyle bilinen her
Ģeyi kapsayacağını belirtir. Diğer yerlerde ise “bir Ģeyi baĢkasına delâlet eden benzeriyle
birlikte bilmek, görünenden hareketle görünmeyene vâkıf olmak yahut açık (zâhir)
olandan hareketle gizli ve kapalı (hafî ve bâtın) olanı bilmek” Ģeklinde izah eder.
Dolayısıyla ona göre
fıkıh “Ģey”i tek baĢına bilmekten öte bir anlam ifade
etmekte ve onu, mânasına nüfuz ederek bağlantılı olduğu anlam
kümesi içinde kavramak gibi daha derin bir muhtevaya taĢımaktadır. Bu
bakımdan fıkıh “bir Ģeyden istidlâl yoluyla baĢka bir Ģeyi tanımak” demektir
Tefsir ve Kelâma dair eserleri olduğu bilinmekle beraber fıkhî yönü pek
bilinmemektedir. Özellikle usul-u fıkıh yönü pek kuvvetlidir. Yıllarca resmi kurumlarda
eserleri okutulmadığı için meĢhur olmamıĢ
30
iki üçyüz yıl sonra görüĢleri yaygınlık
kazanmıĢtır. Fıkha dair eserleri Ģunlardır:
30
ÇağdaĢ araĢtırmalarda Mâtürîdî‟nin tefsir, kelâm, fıkıh ve usulü, mezhepler tarihi
alanlarında önemli mevkiine rağmen gerek mezhepler tarihine dair eserlerde gerekse
bibliyografik kaynaklarda ihmal edildiği belirtilmekte ve sonraki dönemlere çok az eseri
intikal eden EĢ„arî‟nin mezhebinin yayılmasına karĢılık Mâtürîdî‟nin mâruz kaldığı bu ihmalle
ilgili çeĢitli sebepler ileri sürülmektedir. Bunlar arasında Mâtürîdî‟nin hilâfet merkezi
Bağdat‟tan uzakta yaĢamıĢ olması, Arap tarihçileri tarafından kasıtlı olarak zikredilmemesi,
siyasî iktidarla anlaĢmazlık içinde bulunması sebebiyle EĢ„arîler gibi devlet imkânlarından
yararlanmamıĢ olması, EĢ„arîliğin Nizâmiye medreselerinde okutularak Ġslâm dünyasının her
tarafına gönderilecek kimseler yetiĢtirilmesine mukabil Mâtürîdîliğin resmî eğitim kurumlarına
girememesi, EĢ„arîliğin ġâfiîler ve Mâlikîler gibi farklı kitleler tarafından benimsenmesine
rağmen Mâtürîdîliğin sadece Hanefîler‟e münhasır kalması, Mâtürîdîliğin akla daha fazla
önem vermek suretiyle muhafazakâr ulemânın ve biyografi müelliflerinin ilgi alanı dıĢında
kalması, Hanefî çevrelerinin Mâtürîdî‟nin Ebû Hanîfe‟nin otoritesini gölgelemesinden endiĢe
etmeleri, eserlerinin dil ve üslûp açısından problemli oluĢu gibi bir dizi sebep
kaydedilmektedir.
Bazı araĢtırmacılar ise Zehebî ve Süyûtî gibi biyografi müelliflerinin Mâtürîdî‟yi
Türk olduğu için terkettiklerini ileri sürmüĢtür. Ancak bu müelliflerin eserlerine
bakıldığında Ġslâm dünyasında ilmî faaliyetlerde bulunan kiĢilerin mezhep, milliyet
vb. özelliklerine bakılmaksızın biyografilerine yer verildiği görülmektedir. Bu
hususta, Alâeddin es-Semerkandî‟nin dikkat çektiği gibi Mâtürîdî‟nin kendi
memleketinde de iki asra yakın bir süre ihmal edildiği ve Hanefî tabakat kitaplarında
bile hakkında verilen bilgilerin çok sınırlı olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
/ 111
Meâhizü (Mehazü)‟Ģ-ġerâi fî Usûli‟l-Fıkh
Kitâbü‟l-Cedel fî Usûli‟l-Fıkh.
er-Red ale‟l-Karâmita (fi‟l-fürû).
ġerhu‟l-Câmi‟is-Saġîr; Muhammed eĢ-ġeybânî‟nin Hanefî mezhebinin temel
kaynaklarından olan el-Câmiu‟s-saġîr adlı eserinin Ģerhidir.”
31
Mâtürîdî‟nin eserlerinde savunduğu fikirler Ehl-i sünnet‟in temel görüĢleri olup iman-amel
ayırımı (kebîre) konusunda mutedil Mürcie görüĢünü benimsemesinin onun Ehl-i sünnet
çizgisi dıĢında kalmasını gerektirmeyeceği gibi Kaderiyye‟nin mukabili saydığı Mürcie‟yi
eleĢtirmesi de böyle bir iddiayı geçersiz hale getirir. Günümüze kadar gelmeyen eserlerinde
Ehl-i sünnet tabirinin yer alıp almadığı hususunda bir Ģey söylenemezse de Mâtürîdî‟nin
öğrencisinin öğrencisi olan Ġbn Yahyâ gibi bir âlim aynı tabiri sıkça kullanmaktadır. Aslında
Mâtürîdî‟den sonra yaygın hale gelen Ehl-i sünnet (ehlü‟s-sünne ve‟l-cemâa) tabiri, akaid
konusunda Resûlullah ile ashap cemaatinin yolunu (sünnet) takip edenler, yani ashap yoluyla
bize aktarılan Hz. Peygamber‟in Ġslâm anlayıĢını benimseyenler demek olup bu tabir namazın
kılınıĢ Ģekli dahil olmak üzere genel Ġslâm anlayıĢını içermektedir. Bu da müslümanların
büyük çoğunluğunun esasen benimsediği bir husustur.
Mâtürîdî‟nin ihmal ediliĢi için ileri sürülen sebepler az veya çok etkili olmuĢtur. Nitekim
Ebü‟l-Yüsr el-Pezdevî, Kitâbü‟t-Tevhîd adlı eserini yeterli bulmasına rağmen onu dil ve üslûp
açısından problemli bulduğu için kendi kitabını yazmayı gerekli görmüĢtür. Alâeddin es-
Semerkandî de Mâtürîdî‟nin fıkıh usulüne dair eserlerinin son derece sağlam delil ve güçlü
istidlâllere dayanmasına rağmen ilgi görmemelerinden yakınır ve bunun sebebinin lafız ve
mânalarının anlaĢılır olmayıĢı veya himmet ve gayret azlığında aranması gerektiğini belirtir.
Ona göre fakihlerin Mâtürîdî‟nin eserlerinde görülen kelâm tartıĢmalarıyla ilgilenmeyip sadece
fıkha meyletmeleri yalnız fıkhî meseleleri ele alan eserlerin yaygınlık kazanmasına sebep
olmuĢtur. Mâtürîdî‟nin yaĢadığı bölgenin çeĢitli istilâlara mâruz kalıp dinî eserlerin tahrip
edilmesi, ayrıca Mâverâünnehir‟in Bağdat, Basra ve Kûfe gibi ilim ve kültür merkezlerinden
uzakta olmasının eserlerinin ihmal edilmesindeki etkisinin göz önünde bulundurulması
gerektiğine dikkat çeken Bekir Topaloğlu‟na göre ise bu ihmalin temelinde muhaddislerle
fakihlerin Mâtürîdî‟nin görüĢlerini Mu„tezile‟ye yakın kabul etmelerinin yatması kuvvetle
muhtemeldir. Madelung‟a göre Mâtürîdî‟nin görüĢlerinin Mâverâünnehir‟in batısında sağlam
bir yer edinememiĢ olmasında Hanefîliğin ana merkezi olan Irak‟ta Ebü‟l-Hasan el-Kerhî,
Cessâs ve Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali es-Saymerî gibi önde gelen Hanefî âlimlerinin
itikadda Mu„tezile mezhebini benimsemelerinin büyük tesiri olmuĢtur. Aslında Mâtürîdî
Ġslâm dünyasında tamamen ihmal edilmiĢ değildir. GörüĢleri ve biyografisine dair bazı
bilgiler, erken dönemlerden itibaren bilhassa kendisini büyük bir otorite kabul eden
Mâverâünnehir Hanefîleri‟nin teliflerinde, hicri 7. Miladi 13.yüzyıldan itibaren de çok sınırlı
biçimde diğer mezheplere ait eserlerde yer almaya baĢlamıĢtır. Bununla birlikte ona ayrılan
yerin çok yönlü ilmî Ģahsiyetine uygun olduğu söylenemez (Özen ġükrü, DĠA: MatüridîMd.,
XXIIX, 147)
31
Özen, ġükrü, DĠA: MatüridîMd., XXIIX, 149