DOSYA
ile algılayan arasında ortak bir uzam kurmalı;
algılayan-algılanan ara-uzamında beliren ger-
çeklik algısı ‘anlama’ya yol açan bir mutluluk
vaadi sunmalı”. Adorno’ya göre, çağdaş sa-
natsal iletişim / diyalog, bakılan nesne ile ba-
kan öznenin oluşturduğu ortak uzamda ger-
çekleşmeli. Adorno’nun gözünde sanat yapıtı
bir menteşe gibidir: bir yanda dile getirdiği
gerçeklik dilimi yer alıyorsa, öte yanda bu dili-
min dilegeliş biçimi durur; bu iki yaka birbiri-
yle tutarlı bir ilişki ortaya koymazlarsa kapı
gıcırdayacaktır. Daha da kötüsü, çağdaş içerik
çağdışı bir biçimde yoğrulmak istenirse kapı
ne açılacak ne de kapanacaktır (Batur, 1986).
Mimarlık - sanat - kültür arasındaki komposit
ilişkide benzer bir triolog geliştirmek olası.
Bu ilişki biçimini “anlama”, bağlamı ile ilişki
kurma sürecinde, mimari forma dönüşmüş
kültürel ve sanatsal içerik keşfedilir. Mimarlık
- sanat - kültür birliğini, mimari forma dönüş-
müş sanatsal - kültürel içeriği keşfetmek için
mimari üretimin nedenselliğini menteşe me-
taforu üzerinden yeniden düşünmek gerekir.
Güncelliğe ve tikelliğe eğilim gösteren günü-
müz mimarlığında (gerek mimarlık eğitimin-
de, gerekse uygulamada ve hatta eleştiride)
hâkim olan görüş, mimarlığı bir tür sanatsal
ifade biçimi olarak kabul eder. Kişiliğin mimar-
lığa yansıması kültü, günümüz mimarlığın-
daki değer sisteminin bir parçası olmaktadır.
Diğer taraftan, mimari üretim belli bir zaman
diliminde ötekiler ile oluşturulan bir asimetrik
iletişim sürecidir. Her “öteki” ile kurulan iletişim
mimarlığın kendini yenilemesini, sorgulama-
sını, eleştirmesini; kısaca kendini her öteki ile
karşılaşma anında yenileyebilen, açık uçlu bir
sistem olmasını sağlar. Sanat, dünyadaki varo-
luşumuzu, öteki ile dışsallaştırılmış içsel dene-
yimimizi biçimlendirir. Mimarlık da, akıl çelen
ve arabulucu metaforları kullanarak iç ve dış
dünyalar arasındaki uzlaşmayı sağlar. Sanatın
varoluşçu metaforlarının, gerçeklerle, onları
sembolleştiren bir bağı yoktur. Varoluşçu me-
taforlar, sanatsal anlamda dönüştürülmüş ve
yaşanmış gerçeklerdir. Yaşanan gerçeklik ola-
rak mimarlık ise, dikkatlerimizi yapıdan ziyade
dünyada var olma koşullarına ve kendi varoluş
deneyimimize yönlendirir. Bu durumda sanat
- kültür - mimarlık birliği farklı bir deneyim,
tüm dünyaya açılan bir pencere, sunar. Hei-
degger
4
, “kendini gizleyen yeryüzü” ile “kendini
açan dünya” arasındaki öze ait çatışmayı, Van
Gogh’un Bir Çift Ayakkabı tablosu üzerinden
yorumlarken dünyaya açılan pencere meta-
forunu da şu sözlerle özetler: Heidegger’e
göre sanat eserleri, estetik bakış açısıyla eksik
olarak kavranırsa, bakan kişinin kendi dünyası
ile bakılan nesnenin sunduğu dünya arasında
bir diyalog -gidip gelme hareketi ile keşfetme-
gerçekleşir. Bu durumda sanatın amacı, klasik
estetik kuramın iddia ettiği gibi güzeli yakala-
der. Bu nedenle bilgi ve becerinin birbirini
etkileşimli kılan “duyumsama” Deleuze’e göre
öznellik kadar nesnellik de içerir; izleyici ola-
rak ben, duyumsamayı tablonun içine girerek,
duyabilen ve duyulanın birliğine erişerek anla-
rım. Cézanne izlenimciler ötesi yaklaşımını şu
sözlerle özetler: “....duyumsama, ışığın ve rengin
(izlenimler) ‘serbest’ ya da bedenden kurtulmuş
oyununda değildir; tersine bedenin içerisinde,
diyelim ki bir elmanın gövdesi içindedir. Renk ve
duyumsama bedendedir, havada değil. Duyum-
sama resmedilmiş olandır. Tabloda resmedilmiş
olan bedendir; nesne olarak temsil edilişiyle de-
ğil, böyle bir duyumsamayı uyandıracak şekilde
yaşanmasıyla...”. Lawrence’ın Cézanne’dan bah-
sederken “elmanın elmamsı varlığı” dediği şey
budur (Deleuze, 2000). Bu durumda bedensel
deneyim sadece izleyen, anlayan ve değerlen-
diren iletişimsel öznenin karşısında konumlan-
mış nesnel bir uyarıcıya karşı oluşan bir tepki
değil; Deleuze’un deyişiyle bizi içine katarak
durağanlığımızı sarsan bir yoğunluktur; ileti-
şimi sekteye uğratan karşılaşmaların yaşam
pratiğine dönüşmesini sağlayan yaratıcı bir
oluştur.
Mimarlık - sanat - kültür birliği benzer şekilde,
bedensel deneyime yol açan, izleyeni içine
katarak yaşam pratiğine dönüştüren, farklı bir
deneyim yoğunluğu yaşatır. Söz konusu dene-
yim, zaman ve mekânın birbirlerinden ayrıla-
bilir iki soyut kategori olmadıklarını da kanıtlar.
Saf olarak kendi başlarına ele geçirilemezler,
aksine her zaman bileşik / kompozit olarak,
kendi otonom değerlerini koruyarak bir arada
var olurlar. Saf olarak ele geçirilememelerine
karşın, bileşik varlıkları içinde her biri farklılık
eğilimini oluştururlar; tıpkı mimarlık-sanat-
kültür birliğinde olduğu gibi her biri farklılık
üretir. Sözgelimi zaman-mekân ilişkisinde
mekân niceliksel, zaman ise niteliksel farklılığın
üreticisidir; ikisinin birliğinde gerçeklik belirir.
Dolayısıyla zamanın mekândan dışlanması ni-
teliksel farklılıkların dışlanması demektir. Her-
birinin kendi otonom değerlerini koruyarak
birbirleriyle ilişki içinde olmaları, onları birleşik
/ kompozit anlamda “birlik” içinde tutar. Mi-
marlığın fiziksel formu ile sanat ve kültür ara-
sında oluşan gerilim, mekân-zaman ilişkilerini
anlamada önemli bir potansiyeldir; benimse-
me duygusu yaratır. Neil Leach bu gerilimin
mimarlığı performans olarak algılamamıza ne-
den olduğunu; performans olarak mimarlığın
sadece ürünü değil, aynı zamanda süreci de
sergilediğini vurgular (Aydınlı, 2004).
Adorno (1988) geleneksel estetik anlayışının
bir eleştirisi olarak “estetik kuram” adlı
kitabında, mimarlık - sanat - kültür ilişkisinin
kompozit yapısına / birliğine ışık tutan
çağdaş estetik paradigmayı şu sözlerle
özetler: “çağımızın sanat yapıtı, onu yaratan
“kanarlar”. Dünyayı estetik bir duyarlılık merce-
ğinden görme becerisi geliştirme, hayatı sanki
bir sanat eseri gibi yaşama arzusu deneyimin
öznesi ile nesnesini dolayımlayan bir dürtü
olarak düşünülebilir. Mimarlıkta söylemsel (bi-
limsel) bilgi ile söylemsel olmayan (sanatsal)
bilgi ara-uzamında diyalektik düşünce ile örül-
müş bir olgu-değer ilişkisi etik-estetik arasın-
daki bağlantıyı anlamlandırmaya yol açar.
Bilimsel ve sanatsal bilgi arasındaki kopukluk
nedeniyle ortaya çıkan olgu - değer ayırımı
mimarlığın sanat ve kültür ile ilişkisini sorun-
sallaştırır. Mimarlığın salt bir değer taşımasına
yönelik üretim, tüketim kültüründe onun sa-
tılıp alınan meta değerini ön plana çıkartmış;
maddi / görsel kültürün bir uzantısı haline ge-
tirmiştir. Mimarlığın nasıl üretileceğine ilişkin
bilgi -yani üretimin epistemolojik boyutu-
bizzat mimarlık üretiminden -yani mimarlığın
ontolojik boyutundan- koparılarak ayrıştırdığı
için, olgu-değer birlikteliğine gerek duyul-
maz. Oysaki mimarlık yaşam alanı sunan bir
ortam olduğundan, kent ile ilişkisi içinde
olgu-değer ara-uzamında tasarlandığında
kültür ve sanat ilişkisi iç içe geçmiş olur. Sana-
tın estetikleşmesi sürecinin bir uzantısı olarak
ortaya çıkan bir tartışmada mimarlığın, görsel
seyir amaçlı olarak mı yoksa kullanım ve fayda
amaçlı mı olarak yapıldığı sorusu yer alır. Kimi
üretim biçimlerini güzel sanatların tinsel sta-
tüsüne, bunların üreticilerini ise dahi yaratıcı-
lar statüsüne yükselten radikal bir dönüşüm;
diğer üretim biçimlerini fayda statüsüne ve
bunların üreticilerini ise basit imalatçılar sta-
tüsüne indirger (Shiner, 2001). 19. yüzyıl or-
talarından itibaren iyice görünür hale gelen
bu gerilim, mimarları sadece tasarım yapan
mimar ve şantiye mimarı olarak ikiye böler.
Bu bölünme sanat olarak mimarlık ve inşaat
olarak mimarlık ayırımını da körükler.
Oysaki bilgi ve becerinin henüz birbirlerinden
kopartılmadığı geleneksel üretim tarzında,
beceri hem tekrarla gelişir hem de becer-
inin gelişiminin, tekrar edilen duyumsama-
nın içeriğini değiştirme potansiyeline sahip
olduğu düşünülürdü. Duyumsamanın bir taraf-
tan özneye (sinir sistemi, yaşamsal hareket, “iç-
güdü”, “mizaç”) diğer taraftan nesneye (“olgu”,
yer ve olay) gönderme yapması özneyle nes-
neyi birbirinden ayrıştırmazdı. Duyumsamanın
“dünya-içinde-olma” (being-in-the-world) iliş-
kisi ve algının fenomenolojisinde olduğu gibi,
ben hem duyumsamada oluyorum, hem de
duyumsama yoluyla bir şey geliyor düşünce-
si; öteki yoluyla bütünün kavranması, (birinin
öteki içinde olması yoluyla) bilgi ve beceri bü-
tünlüğüne gönderme yapıyor (Merleau-Ponty,
1996). Algının fenomenolojisinde, Meleau-
Ponty, “duyumsamayı veren de alan da, özneyi
ve nesneyi içinde barındıran aynı bedendir”
28
| GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13