Ün ey m im arlı



Yüklə 1,2 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə18/43
tarix18.06.2018
ölçüsü1,2 Mb.
#49336
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   43

sezgisel yöntemler ile tetiklenen düşleme ile 

düşünme  yetisi  iç  içe  geçirilmiş  olarak  bilgi 

üretiliyor. Bu nedenle analog dünya ile dijital 

dünya  arasındaki  görünmeyen  sınır  çizgisin-

de / ara-uzamında durabilmek -her iki tarafa 

da hâkim olabilmek- için farklı görme ve dü-

şünme  becerileri  nasıl  gelişir  sorusuna  yanıt 

arayışı  eğitimin  hedeflerinden  biri  olmaya 

başlıyor.

Mimarlık  kültür  ilişkisi  tüketim  toplumunun 

beklentileri  doğrultusunda  bir  mimari  bir 

problematik  olarak  karşımıza  çıkar.  Tüketim 

toplumu kültür endüstrisini yaratmış; mimarlık 

dâhil tasarlanan her nesnenin bir maddi kültür 

ürünü olduğu /görsel kültürün uzantısı olduğu 

gerçeğini  ortaya  koymuştur.  Görsel  kültürde 

tasarlanan her nesne araçsal aklın bir üretimi 

olarak  sanatsal  tüketim  nesnesi  haline  getiri-

lerek pazarlanır. Sözgelimi geleneksel mimarlık 

bağlamından ve anlamından kopmuş bir şekil-

de sadece biçim aktarımı olarak -araçsal aklın 

bir  üretimi  olarak-  kültür  endüstrisinde  sah-

nelenmiş otantiklik olarak yerini alır. Duyarlılık 

alanını yeterince kullanmayan, salt biçim akta-

rımı  kolaycılığına  yönelen  rasyonel  mimarlar, 

şayet  göz  terbiyesi  almamışlarsa  geleneksel 

mimarlık ürünlerinin nedenselliğini görme ve 

düşünme becerisine de sahip olamazlar; sah-

nelenmiş otantiklik tasarlayarak sözde mimar-

lık  -  sanat  ilişkisi  kurduklarını  sanırlar.  Bugün 

Osmanlı ve Selçuklu mimarlığını araçsal aklın 

gözü ile görme eğilimindeki mimarların biçim 

odaklı,  sahnelenmiş  otantiklik  içeren  tasarım 

eğilimleri  gelecek  nesiller  için  mimarlık  tari-

hinin  ilginç  örnekleri  olarak  sorgulanacaktır. 

Mimarlık - sanat - kültür birliğinin üretiminde 

estetik  duyarlılık  ve  etik  sorumluluk  gerek-

tiren  bu  yaygın  eğilim,  özellikle  İstanbul’un 

imar  hereketlerinde  karar  mekanizmalarının 

araçsal  aklın  yönlendirici  buyurgan  tavrı  ile 

giderek  problematik  hale  geliyor.  Estetik  du-

yarlılık  ve  etik  sorumluluk  eşgüdümünden 

yoksun  mimarlar,  kent  planlamacıları,  kentsel 

tasarımcılar  bugün  kentlerimizi  biçimlendiri-

yor. Haz ve hız çağının üretimi olan günümüz 

kentleri,  kısa  vadeli  nitelik  arayışının,  yüzey-

selliğin  hâkim  olduğu  maddi  kültür  /  görsel 

kültür  ortamında  yeniden  şekilleniyor;  sahte 

bir “mutluluk  vaadi”  sunan  kentsel  yaşam,  ar-

zulanan “güzel  etkinlikler”  olarak  pazarlanıyor 

(Aydınlı,  2011).  Bu  ortamda  mimarlığın  sanat 

ve  kültür  ile  ilişkisini,  bir  duyarlılık  ve  sorum-

luluk problematiği olarak geniş bir perspektif 

içinde  tartışmak  gerekiyor.  Modern  yaşamın 

sınırlarına çarpan estetik deneyimde mimarlık 

- sanat - kültür adına her şey yüzeyde kalıyor. 

Oysaki bazı binalar “gayet iyi bildiğimiz” nesne-

lermiş gibi gözümüzün önünden akıp gitmez-

ler; gözümüze takılırlar, bakışımızı sorgularlar, 

kendi  gizli  tözlerini,  varoluş  biçimlerini  tuhaf 

bir şekilde iletirler, gözümüzün önünde adeta 

içinde olmak, sözle ifade edilemeyen sanatsal 

bilginin içselleştirilmesine ve mimarlığın sanat 

ile “kaynaştırılması”na yol açar. DS+R mimarlar 

grubunun  tasarımlarını  çağdaş  sanat  uygula-

maları  yoluyla “kaynaştırma”  yöntemi  ilginçtir. 

New  York’da  “High  Line”ın  (Yükseltilmiş  de-

mir yolu hattının) proje mimarlarından DS+R, 

mimarlığın  görsel  sanatlar  ve  sahne  sanatla-

rıyla  kaynaştıran  disiplinlerarası  bir  atölyedir. 

DS+R’nin teoride bedene gösterdiği tüm ilgi-

ye rağmen, bedensel deneyim ile derinlemesi-

ne uğraşmaması ironiktir

3

 (Foster, 2011). Dijital 



teknolojinin  sağladığı  olanaklarla  gerilimleri 

hatta çelişkilerin yarattığı koşullar arasında iliş-

ki kurarak bir taraftan sınırları bulanıklaştırmış, 

diğer  taraftan  mimarlığı,  sanatı  ve  medyayı 

kaynaştırmışlardır.

Dijital  teknoloji  algı  dünyamızı  nasıl  etkili-

yor?  Öncelikle  dijital  dünya  ile  ilişkimiz  yeni 

düşünme yollarının, yeni görme biçimlerinin 

yollarını  açıyor.  Bu  nedenle  konvansiyonel 

anlatım tekniklerinin yanı sıra dijital ortamın 

sağladığı  olanakların  da  kullanılması  ente-

lektüel  ortamı  farklı  bir  açıdan  destekliyor. 

Dijital  ve  analog  dünyalar  arası  geçişler,  iç 

içe geçmeler, arayüz oluşumlar, farkındalığa, 

farklı pencerelerden bakabilme yetisinin ge-

lişmesine neden oluyor. Dijital ortam aslında 

sanat  ile  mimarlık  ilişkisini  etkileşimli  kılan 

yaratıcı  düşünmeyi  tetikliyor.  Bugün  eksik 

olan  şey,  hayalgücünü  yeterince  kullanma 

alışkanlığının olmaması; bu eksiklik “yeni” ola-

nın  yaratılmasında  önemli  bir  engel.  Hayal-

gücünü  harekete  geçirecek  motivasyonların 

yaratılamaması,  mimarlığın  sanat  ile  ilişkisini 

de  problematik  hale  getiriyor.  Hayalgücünü 

sadece  sanal  ortamda  arayan  mimarlar  mi-

marlığın insan ile olan ilişkisinin sadece biçim 

yaratma endişesi ile sınırlı olduğuna inanırlar. 

Oysaki  yaratıcılık  sadece  biçimsel  üretimle, 

görsellikle sınırlı değil; gündelik hayatın kar-

şılaşma anlarını tüm boyutlarıyla yeniden dü-

şünebilmeyi,  eleştirel  düşünme  ile  farklı  dü-

şünebilme yetisine sahip olmayı gerektirir. Bu 

nedenle düşleme ve düşünme ortamı olarak 

dijital  dünyanın  sunduğu  olanakları  analog 

temsil araçlarıyla bir arada kullanma becerisi 

geliştirildiğinde,  yaratıcı  düşünme  yetisinin, 

mimarlık-sanat  birliğinin  çok  yönlü  açılımla-

rının farkındalığı ortaya çıkar. Sadece analog 

dünyanın sunduğu araçlarla bugünün mima-

ri  gelişmelerini  yakalamak  ve  temsil  etmek 

olası  değil;  hayalgücünü  kısırlaştırdığı  gibi 

bireyin  kendini  ifade  etme  sınırlarını  daraltı-

yor.  Bu  nedenle  hayalgücü  eksikliği “temsil”i 

“gerçek”e  taşıyamıyor.  Belki  eğitimin  temel 

sorunu olan bu eksiklik / hayalgücü ile bilgi-

ye ulaşma ve tasarlama becerisi, batı kökenli 

üniversitelerde  eğitim  felsefesindeki  ve  pe-

dagojisindeki  köklü  değişikliklerle  aşılmaya 

çalışılıyor.  Doğu  kültüründe  ise  doğal  olarak 

tasarımların  mimarlık  sanatı  adına  yapılıyor 

olması. Mimarlık ofislerinde bir taraftan pazar-

lama stratejisi olarak imaj üretme faaliyeti sür-

dürülürken, aynı zamanda da üretilen imajlar 

ile ilgisi olmayan inşa etmeye yönelik sadece 

standart  teknik  çizimlerin  sürdürüldüğü  bir 

ortam hâkim. Sonuçta ortaya çıkan mimarlık-

ların üretilen sanal imgelerle ilgisi olmayan ya 

da  varmış  gibi  gösterilen  yüzeysel,  biçimsel 

öğeler taşıdığı, nedenselliği bir türlü anlaşıla-

mayan  eklektik  bir  çabanın  ürünü  olduklarını 

izlemekteyiz.  Modern  mimarlık,  sanatın  mi-

mari  ile  evliliğine  son  verirken  kendi  çağının 

ruhunu yansıtan ideolojik bir tavır sergilemişti; 

oysa postmodern yaklaşımda sanat adına imaj 

üretimi, salt görsel çekicilik yaratma çabası yü-

zeyde kalmış; sanat ile mimari birliktelik sahte 

bir mutluluk vaadi ile sınırlı olmuştur.

Bugün  gelinen  bu  noktada  mimarlık  -  sanat 

-  kültür  birliğini  yeniden  düşünme,  sorgula-

ma  son  derece  önem  kazanıyor.  İndirgemeci 

tavırların  yerine  bütünsellik,  yüzeyde  kalanın 

yerine  derinlik  arayışları,  farklı  bakış  açıları  ile 

mimari  üretimin  sanat  kültür  ilişkisini  tersten 

düşünmeye yönlendiriyor. Mimarlığın sanatsal 

bir üretim olabilmesi için herşeyden önce onu 

tasarlayan mimarın farklı görme ve düşünme 

biçimleri  ile  estetik  duyarlılığının,  algı  dün-

yasının  gelişmiş  olması  gerekiyor.  Rasyonel 

mimarlık  eğitiminde  estetik,  sanat,  kültür  ko-

nularının salt kuramsal bilgi ile sınırlı kalması, 

deneyim  yoluyla  sezgisel  bilginin  elde  edil-

me  biçimlerinin,  kısaca  görme  ve  düşünme 

biçimlerinin  gelişmesini  engelliyor.  Eskilerin 

göz  terbiyesi  dedikleri  becerilerden  yoksun 

mimarların  sezgilerini  kullanarak  deneyim 

yoluyla  bilgi  edinmesi,  duyarlılık  alanına  ait 

bu  bilgiyi  tasarıma  dönüştürmesi  mümkün 

olamıyor.  Mimarlık  eğitiminde  de  sık  sık  ya-

kındığımız bir durum, birinci sınıflarda “temel 

tasarım” adı ile öğretilen sanatsal bilgi ve be-

cerilerin  daha  sonraki  dönemlerde  mimari 

projeye  yansıtılamaması,  kanımca  öğrencile-

re  salt  biçim  odaklı  çalışmalarla  göz  terbiyesi 

verileceği yanılgısından kaynaklanıyor. Oysaki 

göz terbiyesinin deneyim yoluyla merak etme, 

keşfetme,  yorumlama,  yeniden  düşünme  vb. 

farkındalık odaklı sezgisel yöntemlerle, stüdyo 

dışı etkinliklerle, geliştiği bir gerçek. Bu açıdan 

bakıldığında özellikle birinici yıl stüdyolarında 

gerçekleştirilen görsel odaklı -görsel çekiciliği 

olan-  çalışmaların  pedagojik  açılımları  önem-

lidir.  Aksi  takdirde  sanatsal  üretim  olarak  mi-

marlığın sadece “temel tasarım” bilgisi ile sınırlı 

kaldığına,  tasarım  sürecinin  ilk  aşamalarında 

üretilen  kavramların  mimari  projeye  yansı-

yamadığına,  soyut  kavramları  somut  mekân 

karakterine  dönüştüremediklerine,  tanık  olu-

yoruz. Bu nedenle göz terbiyesi, görme biçim-

leri ve düşünme biçimleri geliştirme pratikleri, 

çok yönlü sanat ve kültür etkinliklerinin bizzat 

GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13 | 

27



Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə