DOSYA
Suat KARAASLAN
Prof.
Çukurova Üniversitesi
Eğitim Fakültesi
Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü
Resim-İş Öğretmenliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
HEYKELLERİN
KENT
ESTETİĞİNE
KATKISI
“Bugün sanatın iç mekândan dış
mekâna dönüklüğü yaygınlaşmış
ev, müze ve galerilerden dışarı
çıkarak kent içerisindeki boyutları
da değişmiştir. Kentsel mekânlarda
açık ve yeşil alanlara konulacak
heykel, mimari yapılar ve çevre ile
bir yandan yeni mekân ilişkileri
kurarak çevrenin görsel ve estetik
zenginliğine katkıda bulunurken,
öte yandan izleyicinin çevreyi
kendileri ile birlikte yeni mekân
olanakları içinde görmesini
sağlayacaktır.”
Bütün bu etmenler gerçekte sanatın termino-
lojisiyle yakından ilişkilidir. Bir sanat ürününün
oluşmasında önemli ölçüde rol oynayan plastik
öğelerdir. O halde kenti bu anlamda bir sanat
ürünü olarak görmek olanaklı mıdır? Kuşkusuz
kentin bütünüyle bir sanat ürünü olarak kabul
edilmesi olanaklı değildir. Kent imgesi bir seri
algılar zinciri olarak gelişir ve insanın zihninde
belirli izler bırakır.
İşte bir kentsel doku içinde tek tek yapıların bir
sanat ürünü olabilirliği yanında, yapılı formların
ve açıklıkların bir arada oluşmasında ortaya çı-
kan bir ilişki sanatından söz edilebilinir.
Bu ilişki sanatının amacı, yapıları, ağaçları, do-
ğası, suyu, trafiği ve daha pek çok öğesi ile or-
taya çıkan fiziki çevrenin yaratılması, o öğelerin
örüntüsünden bir dramının oluşturulmasıdır.
Kent bu anlamda fiziksel çevrede dramatik bir
olgudur ve insanı etkiler. İçinde yaşanması haz
veren bir ortama dönüşür.
Kent içinde, bir sokakta, bir caddede yürür-
ken yapıları algılayamadan geçerken aniden
bir köşeye gelindiğinde hiç beklenmedik bir
“Kamusal alanlarda kullanılan heykellerin, kent
estetiğine katkısı” konu başlığı adı altında ele
alacağım bu yazıyı iki aşamada değerlendirmek
istiyorum.
Kent nedir? Kent dokusundan ne anlıyoruz?
Kent bütünüyle bir sanat ürünü sayılabilir mi?
Yine bu metin ile, insan yaşamının büyük bir
bölümünün sürdürüldüğü toplu kullanım alan-
larındaki sanat ürünlerinin, yaşama katkılarının
bir değerlendirmesini yapmak ve söz konusu
alanlara uygulanan heykellerin bir yandan birey
olarak insana ve kentsel mekânlara etkilerinin
ne olduğuna yanıt aramaya çalışacağım.
Bir kenti oluşturan öğelerin hemen tümü
kentsel doku denilen yapıyı oluştururlar.
Doku kavramı fiziksel bir yapının yüzeyinde-
ki görünüm olarak algılanacak olursa kentsel
doku denilen elemanların mekân, form, renk,
ışık, su ve doğa gibi etmenlerden oluştuğu
ve bu birleşim sonucu kentin fiziki yapısının
ortaya çıktığı söylenebilir. İnsan öğesi de tüm
bu birleşimlerle beraber kentin ana eksenini
oluşturur.
La Tête Carrée.
GÜNEYMİMARLIK |EYLÜL2013 | SAYI 13 |
33
DOSYA
laşmaya başlayan mimari yapılardaki heykel
kutsal mekânlarla olan bağını koparmaya baş-
lamıştır. Mimari yapıdan giderek kopan hey-
kel fiziksel sınırlarının içerisine çekilerek kendi
bağımsız anlam çerçevesini belirlemiştir. Din
dışı ve mitolojik sahneler heykele konu olur-
ken artık heykel, kentsel bir mekânın odağı
durumuna gelmiştir. O döneme kadar mima-
ri bir yapının içinde onun organik bir parçası
olarak düşünülen heykel bu ilişkiden koparak
ilk kez kendi mekânını yaratmış ve dış mekâna
açılmıştır.
Doğaldır ki heykelin üstlendiği bu yeni rol,
için de bulunduğu bağlamdan koparak kendi
özerk varoluşunu getirmiş, bir anlamda yüz-
yıllardır süregelen heykel, tarihiyle de bağını
koparmıştır.
Kentle girdiği ilişki açısından incelendiğinde
heykel Rönesans’a kadar gelişmiş tüm uygar-
lıklarda kimi zaman bir yapıda tavandan ze-
mine inen bir kolonun taşıyıcı yükünü üstle-
nirken, kimi zaman da bir katedralin nişinde
bezeme olmuştur. Daha çok dinsel inançları
bir statükoyu benimsetmek gibi bir işlevle
donatılan heykel ait olduğu mimari yapının
alıntısı ya da organik bir parçası konumun-
dadır.
Rönesans, Batı kültürünün tüm alanların da
olduğu gibi kent sorunsalına yaklaşımı açı-
sından da bir dönüm noktası sayılır. Rönesans
hareketiyle birlikte kent kültürünün yaşam
alanlarının yeniden tanımlanması sonucunda,
mimari yapıların insani özellikleri de tartışılır
hale gelmiştir. Retorik olarak kutsaldan uzak-
görüntüyle karşılaşabiliriz. Bu görüntü bizi ür-
kütebilir hatta şaşırtabilir. Ancak bu tepki çoğu
zaman tek tek yapıların etkisinden değil kar-
şılaşılan kompozisyondandır. Bir açık mekânda
toplanan bir yapı grubunun içine girdiğimiz-
de yapılar arasında yaratılan mekânın kendi-
ne özgü fiziksel bir ortam oluşturduğunu ve
bizi etkilediğini hissedebiliriz. Bu etkileme bi-
zim “Bir mekânın içinde olduğumuz” veya “O
mekâna girdiğimizi” algılamamızdan doğar.
(Altaban, 1990: 10)
Görsel çevre olarak, kent dokusu içinde önemli
işlevlere sahip olan bu mekânlar, toplumsal ve
kişisel yönden bir kültür ürünü oldukları ka-
dar, sanatçılar için de birer yaratım alanlarıdır.
Bu sadece sergilenen sanat eseri yolu ile değil
mekânın tüm estetik elemanları, “möblesi, so-
kak lambası, işaret levhaları, meydan saatleri,
reklam levhaları vb.” gibi görsel çevrenin önemli
estetik unsurlarının oluşturduğu kompozisyon-
dur.
Kent kavramı, her şeyden önce insanla var
olan bir öğeler bütünüdür. Bu bağlamda
Wold Shcinder kenti “İnsanın kendisi için inşa
ettiği bir dünya” olarak tanımlarken, Lewis
Mumlord ise kenti, “Sözcüğün tam anlamı
ile insanın en büyük sanat eseri” olarak gö-
rür. (Atalık. G. 1985) Bu aşamada kentin, çağa
uygun bir kent yaşamını oluşturmayan insan-
ların bulunduğu bir yapılar ve konutlar top-
luluğu olmadığını vurgulamak zorundayız. O
halde denilebilir ki dünyanın en ileri teknolo-
jisiyle en çağdaş yapılar yapılsa bile kentsel
dokuyu oluşturan tüm elemanların işlevleri-
ne, kullanım alanlarına yanıt vermeyen insan
tipleri ile oluşturulmuş bir mekân kompleksi
kenti yüzeysel olarak oluşturmaktan öteye gi-
demeyecektir.
O halde kent: uygar ve bilinçli insan tiplerinin
kümelendiği ve içinde yaşanılan, çalışılan, eğ-
lenilen, dinlenilen teknik-ekonomik-toplumsal-
politik ve kültürel pek çok öğenin birlikte söz
konusu olduğu gelişen, genişleyen, değişen ve
sürekli canlılığını koruyan organik bir mekân ve
yerleşim birimidir diyebiliriz.
Kent ile ilgili bu kısa açıklamadan sonra açık
alan heykellerinin görsel ve plastik özellikleri ve
kent ile olan diyaloglarına değinmek isterim.
Tarihsel süreç içerisinde heykel, insanın varoluş
öyküsünde, kültürler arası serüvenin de hep
önemli bir anlam oluşturma aracı olmuştur.
Dinsel açıdan insanların taptığı tanrıların sim-
gesi, toplumsal açıdan bereketin-bolluğun-
simgesi, estetik açıdan ideal güzelliğin simgesi,
siyasi açıdan ölümsüz kahramanların simgesi
olmak gibi sayısız temalarla, bütün kültürlerde
değişik roller üstlenmiştir.
Mark Whitworth - Open Book Sculpture near Jinji Hu, Suzhou.
34
| GÜNEYMİMARLIK | EYLÜL2013 | SAYI 13